“Allah
yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iâde eder” (Rûm 11).
“Allah sizi(n ilk yaratılışınızı) topraktan, sonra nutfeden/embriyodan
yarattı. Sonra da çiftler (çok sayıda
oluşturduğu âile) hâline getirdi” (Fâtır 11).
Allah yaratmaya başlayan,
bu yaratmayı ilkin başlatan, sonra da “yenileyerek sürdüren ve tekrâr eden”dir.
İşte bu “ilk-yaratma”nın nasıl başladığı/nasıl olduğu insanın algısına
kapalıdır. Bu nedenle insanlar ama özellikle mistik-tasavvûfî kesim, ilk
yaratmanın “yokluktan” yada “yoktan” olduğunu söyler ve “yok”a bir anlam vermek
isterler. İlk yaratılış “yoktan-yokluktan” değil, “yokken”, mûcizevî bir şekilde
varlık alanına çıkmak yâni yaratılmaktır. Topraktan yaratılma mûcizevî bir
yaratılma şeklidir. Sonra tekrar eden yaratmalar ise, bildiğimiz-gözlediğimiz
şekilde olan yaratmalardır ki bu yaratılma şeklinin yoklukla bir ilgisi yoktur
ve “vardan vâr etme” şeklinde nasıllığını bildiğimiz yaratmalardır. Allah
her-şeyi ilk başta “yokken” yaratmış, sonra da yaratmayı ilk örneklerine göre
sürdürmektedir. Allah tekrâr eden yaratmada her-şeyi yaratıp duruyor ve bunu
farklı aşamalarla ifâde ediyor; “bir damla sudan”, “tek nefisten”, “balçıktan”
vs. gibi:
“O’dur ki,
sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alâk’tan (embriyo) yarattı;
sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza
erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir)..” (Mü’min 67).
Allah Kur’ân’da yaratmadan
bahsederken daha çok bilip-gözlemlediğimiz yaratmalardan bahseder. O “ilk
yaratma” olan mûcizevî yaratmanın ayrıntılarından söz etmez ve sâdece; “sizi Allah
yarattı” denir. Kur’ân’da “yoktan-yokluktan yaratma” ifâdesi yoktur.
“Yok” olan bir
şeyden bir şey yaratılmaz ve yok olandan bir şey çıkmaz. O yüzden Allah bizi “yoktan”
yada “yokluk” denen, olmayan şeyden yaratmamıştır. Allah bizi “yokken” vâr
etmiştir yâni yaratmıştır. Allah bu yaratmayı en güzel şekilde yapmıştır:
“Doğrusu, biz
insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tîn 4).
Yokluk diye bir
şey yoktur. Bir şey, vâr olmadan önce var değildir sâdece. Fakat o zaman bile
bir şey vardır belki de. Allah, yaratacağı şeyi yaratır, yaratmayacağı şey
zâten vâr olmayacağı için onun vâr olması söz-konusu bile olmaz. Bir insan yada
şey, bir zamanlar bir yerlerde yoklukta fala değildi. “Yokluktan yaratma”
yoktur, “yokken, ‘ol’ demekle bir-anda vâr oluverme vardır. Bunun nasıllığını
ise sâdece ve sâdece Allah bilir. Allah zâten her-şeyi bir-anda “ol” demekle
yaratıverir, sonra da bu yaratmayı bizim de gözlemlediğimiz gibi tekrâr eder.
Yoksa yokluk denen bir yerden yada şeyden bir şey meydana çıkmaz.
Yok olan bir şey
yoktur. Yokluk yoktur. Yok hakkında bir şey söylenilemez ki bir yokluktan bahsedilebilsin.
Yokluk denildiğinde sâdece, bir şeyin vâr olmaması durumundan bahsedilebilir. Fakat
bu “yoklukta olmak” demek değildir. Yokluk diye bir yer yada şey yoktur. Zâten
yok-yokluk, kendi-kendine “yokum” demektedir. “Yok” demek, “yok yoktur”
demektir. Bu nedenle “mutlak yokluk” denen bir şey de yoktur. Yokluk, “maddenin yokluğu olabilir, fakat Allah her
dâim bâkidir. Allah’ın her dâim bâkî oluşu, mutlak yokluğu imkânsızlaştırır. “Yok” ile “mutlak yok” arasında ne fark vardır?. “Yok”tan
sonra “daha çok yok” olabilir mi?. Yokluk diye bir şey yoktur ki “mutlak yokluk”
olsun. Meselâ bizim bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz, Allah’ın yaratmadığı bir
şey bir yerlerde yoklukta değildir. Böyle bir şey yoktur zâten. Bu nedenle yokluk
yoktur.
“Var” ile
“mutlak var”ı ayırabiliyorum. İnsana “var”dır ama Allah “mutlak var”dır. Zâten
insan mutlak olarak vâr olmadığı için “fânî”dir. Allah ise “mutlak var” olduğu
için fânî değildir ve zâten O her-şeyin yaratıcısıdır. Ancak “mutlak vâr olan”
“yaratıcı” olabilir.
Varlık-yokluk
konusunda, “var”ın tersi “yok” değildir. “Var”ın tersi, “vâr olmayan”dır. Çünkü
yokluğun yada vâr olmayanın ne olduğu bilinemez. “Yok” olan bir şey târif
edilemez. Ona bir isim bile verilemez. Ona “yok” denir ama yok olanın ne olduğu
söylenemez. Bir şeyin vâr olmaması durumuna “yok” deriz. Fakat “yok”un da
ayrıca bir varlığı yoktur. İnsan için vâr olandan başkası mümkün değildir.
Allah için ise yokluk da mümkün değildir. O bir şeyh “ol” der oluverir. Allah’ın
yarattığı hiç-bir şey bir süreliğine de olsa yoklukta kalmaz.
Parmenides: “Yokluk, vâr
olmayandır. Yokluk vâr olmadığı için de, onun bulunduğu bir yer olamaz” der.
Yok diye bir şey
yoktur. Adı üstünde yok. Yok olan bir şeyin vâr olması mümkün değildir. O
yüzden “yok”a anlam yüklemenin bir faydası yoktur. Bir şey bize göre henüz
varlığa çıkmamışken ortaya çıkıp vâr olabilir, bunun için Allah’ın “ol” demesi
yeterlidir. Meselâ kardeşimiz, eşimiz, çocuğumuz, torunumuz vs. gibi. Yok
olanlar, “varlık alanına henüz çıkmamış” olanlardır.
Meselâ cebinizde
para yoksa yoktur ve bir-anda vâr olmaz. O hâlde cebinizde para olması için
yâni paranın cebinize girmesi için gerekenlerin yapılması gerekir. Ben ancak
para kazanmak için bir şeyler yaparsam para kazanırım ve cebimde para olur.
Cebimde para yoksa yoktur. “Olmayan para” yoktur. Olmayan paraya bir varlık
biçilemez.
Allah bizi yokluktan
değil, yokken yaratmıştır. Allah âlemi “yokluk”tan yaratmamıştır, “yok iken”
yaratmıştır.
Yokluk diye bir
şey yoktur, hele “mutlak yokluk” hiç yoktur, çünkü mutlak yoklukta Allah da
olmaz. Bu nedenle yokluk imkânsız bir şeydir. Zâten insan böyle bir şeyi düşünemez
bile. Zâten Allah “mutlak var” olandır. Allah bizi ve her-şeyi yokken yâni henüz
varlık alanına çıkmamışken vâr eder ve yaratır. “Peki yaratmadan önce nerede ve
nasıldık?” diye sorulursa, “bir yerde değildik, yâni yoklukta falan değildik” diye
cevap vermeliyiz. Allah’ın ezelî ilminde yada ne olduğunu bilmediğimiz bir
hâldeydik ve ol deyince oluverdik. Bu işin neliğini ve nasıllığını ancak Allah
bilir. Allah için bir şeyi yaratmak için onun özünün veyâ cevherinin bir yerlerde
bulunuyor olması gerekmez. Allah “ol” der, irâde eder ve o şey oluverir. Hem de
bir-anda. “İlk yaratılış” böyle olmuştur. Allah tüm kâinâtı bir-anda “ol” demekle
yaratıvermiştir ve sonra da insanın da gözlemleyip bilebileceği şekilde
yaratmayı tekrarlamaktadır.
Biz o mûcizevî ve
akıl almaz yaratmanın nasıllığını bilemediğimiz için, “yokluktan” yada “yoktan
yaratılma” gibi bir anlam veriyoruz. Oysa nasıllığını sâdece Allah’ın bildiği
ilk yaratılışa bizim aklımız-havsalamız ermez.
Maddenin yapısına yâni
atomlara bakıldığında, mikro anlamda madde her-an yokken yaratılır ve yeniden
yok olur. Madde yoktan yaratılmaz (yokken yaratılır) ama yok olabilir.
Uzay-boşluğu da o kadar da boş değildir. Uzay-boşluğu, yokken vâr olup, vardan
yok olan madde ve anti-madde parçacıklarıyla doludur.
Yaratmayı “ol
der oluverir” âyetinden kopuk olarak tohum-ağaç örneği ile tasvir etmek ve ifâdelendirmek
yanlıştır. O “ilk yaratma”nın değil, yaratılışını bizim de gözlemlediğimiz ve
bildiğimiz şekilde tekrarlamanın ve devâm ettirmenin bir aşaması ve konusudur.
İlk yaratma için tohum-ağaç örneği verilemez. Çünkü o yaratma şekli zâten bizim
bildiğimiz şeydir. “Yokluktan vâr olma” değil, “yokluktan yaratma”nın tekrârı
olarak “vardan vâr olma”dır ağaç-tohum konusu. Allah bir şeyi yokluktan ve
yoktan değil, yokken vâr etmiştir. Bu vâr etme “ilk yaratılış”ta bir-anda olmuş
ve sonra da şu-an da devâm şekilde belli bir süreçte devâm etmektedir. Allah
zâten o ilk yaratmanın nasıllığından bahsetmez ve hep tekrâr eden yaratılıştan
örnekler verir. Zîrâ bizi aklımız ancak, tekrar eden yaratılışlara yâni ilk
yaratmadan sonraki sürüp giden yaratmalara erebilir sâdece. Biz yokken
yaratılmanın nasıllığını düşünemeyiz, akledemeyiz, ve onun hakkında bir mantık
kuramayız, fakat vardan vâr olanı yâni yaratmanın tekrâr edilmesini kavrayabiliriz
ki, Allah da zâten bunu emretmektedir.
Demek ki
yaratılma konusunda “yoktan-yokluktan” ile “yokken”i ayırmak gerekir.
Yokluk “olmayan
şey” demektir. Fakat olmayan bir şey yoktur. Bize göre henüz varlık alanına çıkmamış
yada çıkmayacak olan şeyler olabilir ama bunlar şu-anda “yokluk”ta değildir. Allah’ın
yaratacağı ve bilmediğimiz şeyler olabilir. Yada potansiyel olarak yarattığı şeylerin
bir zaman sonra açığa çıkması söz-konusudur. Fakat ortaya çıkacak olan şeyler,
Allah’ın henüz “ol” demediği şeylerdir, yoksa yokluk denen bir yerde değil.
Big-Bang Teorisi’nde de
varlığın yokluktan çıktığı söylenir. Çünkü o sözde tekillik, küçüklüğü aklın
almayacağı kadardır ki bu, “yok” demek gibi bir şeydir. Tabi bu, masa-başı teorisidir.
Kâinât herhangi bir şeyden değil, yokken bir-anda yaratılmıştır ve bunun
nasıllığını ancak Allah bilir. Varlık “yoktan” değil “yokken” yaratılmıştır,
çünkü “yokluk” diye bir şey yoktur.
Allah bizi
yoktan yada yokluktan yaratmamıştır, fakat biz bu dünyâdan sonra âhirette uzun
zaman var olacak olsak da, en sonunda sâdece Allah’ın zâtı bâkî kalacağından
dolayı varlığımız kesin anlamda bitecek demektir. Yâni yokluktan yaratılmadık
ama yok olacağız yada Allah bizi yokken vâr etti ve en nihâyetinde de
varlığımız da kalmayacaktır. Buna “yok olmak”tan ziyâde “fân olmak” demek gerekir.
Fânî olan fân olurlar. Yok olmakla fân olmak aynı şey olmasa gerek. Zîrâ Allah’ın
yarattığı bir şeyin “fân” olmasından bahsedilse de, “yok” olmasından bahsetmek
uygun olmayabilir. Biz fânî olduğumuz için fân olacağız, fân olmak “yok olmak”
demek olmasa gerektir:
“Üzerindeki
her-şey yok olucudur (fân); Celâl ve ikram sâhibi olan Rabbinin yüzü (kendisi)
bâki kalacaktır” (Rahmân
26-27).
Her nefis yada
şey ölümü tadacaktır. Fân olan ise ezelî olamaz. Ancak ezelî olan yok olmaz.
Tek Ezelî Olan vardır, o da Allah’tır. Allah’tan başka “bâki” yâni sonsuz
yoktur, olamaz. Sâdece O’nun yüzü (zâtı) bâkî kalacaktır. Diğerleri “fâni”
oldukları için “fan”=”yok” olacaklardır.
Tasavvufta yokluk, aslında her-şeyin O olması
düşüncesinin bir sonucudur. Her-şey -hâşâ- O olunca kişinin kendisi yok olmuş oluyor. “Allah’ta yok
olmak” denilen şey budur.
Aynaya baktığımızda
gördüğümüz şey, “yokluğun görüntüsü” değildir. Aynadaki şey biz vâr olduğumuz ve
aynaya baktığımız için gözükmektedir. Varlığımızın bir yansımasıdır sâdece. Celâleddin
Rûmi’ye atfedilen; “varlık yokluğun aynasıdır” diye absürd bir söz vardır.
Varlık yokluğun aynası olunca ne oluyor?. Varlık yokluğun yansıması oluyor,
yokluğun yansıması ise yine yokluktur. Bu da “varlık diye bir şey yoktur”
anlamına gelir. Tasavvuf, varlığı yok sayıp yokluğa varlık vermeye çalışıyor.
“Varlık yoktur”, “görünen şeyler yoktur” denmek isteniyor bu sözle. Dolayısıyla
“hiç-bir şey yoktur” anlamına ulaşılmak isteniyor. Hiç-bir şey olmayınca -güyâ-
geriye sâdece Allah kalmış olacak, her-şey -hâşâ- Allah olmuş olacaktır. “Lâ
mevcûde illallah” yâni “Allah’tan başka varlık yoktur” sözüne felsefi (aslında ahmakça) bir delil sunulmuş olacaktır. Oysa
Allah tüm kâinâtı “hak olarak” yaratmıştır, yâni varlığın varlığı gerçektir. Fakat
bu varlık “mutlak varlık” değil, “fânî varlıktır” ve bir gün fân olacaktır. Biz
“fân” olanın ne demek olduğunu bilemediğimiz için bunu anlamlandıramıyoruz.
Mesele budur.
“Varlık yokluğun aynasıdır”
diye bir söz vardır tasavvufta. Bu söz, “varlık yoktur” demektir. Çünkü “yok”a
ayna tuttuğunuzda göreceğiniz şey de “yok”tur. Tasavvufa göre, “yaratılmış” bir
şey yoktur. Çünkü her-şey -hâşâ- Allah’tır ve Allah “yaratılmış” değildir. Bu
durumda “yok”un karşılığı olan “var” da yoktur ve Allah’tan başka bir şey
yoktur.
Aynadaki şey “yok-yokluk”
değildir. Yok olması için, aynanın karşısına geçtiğimizde hiç-bir şeyin
görülmemesi gerekirdi. İşte o zaman yokluğu görmüş olurduk. O gördüğümüz (aslında
göremediğimiz) şey, yokluğa bir delil olurdu. Çünkü aynada “yok”u görmüş
olurduk. Fakat “yok”, “bir şeyin sonucu” olmamalıdır. Kendi başına vâr olan bir
şey değildir yokluk. Yokluk başka bir şeye isnât edilerek -sözde- varlık
kazanıyorsa, ona “yok” yada “yokluk” denemez.
Vâr olan bir şey
nesneldir, nesnel olması gerekir. Bir varlık ve şey “herkese göre” var ise vardır,
olmayan şey de herkese göre “yok”tur. Fakat birileri varlığın varlığını kabûl
etmek işine gelmediği için onu yok sayıp inkâr etmek istemektedir. Fakat bu, o
şeyin yok olduğu anlamına gelmez. Bir şeyi yok sayınca o şey yok olmuş olmaz.
Biz daha vâr olanları
bile tam olarak idrâk edemiyoruz ki biz her vâr olanı idrâk edemeyiz. Meselâ
gayb kesindir ama dünyevî akıl ile idrâk edemiyoruz. O yüzden yokluk hakkında
bir şey düşünemeyiz bile. Yokluk ancak hayâlde olabilir ama o da yine bir insanın
yâni hayâl eden bir varlığın varlığına muhtaçtır.
Asıl bahsedilecek
olan yokluk, insanların yaşadığı maddî ve mânevî yokluk yada yoksulluk-yoksunluktur.
İnsanların uğraşması gereken yokluk, yoksulluk-yoksunluk yâni “yokluk”tur.
Yokken vâr
olanların kaderi, “gün gelip olmamak”tır. Yokken vâr
edilenler, varken fâniliğe dönerler.
“Gerçekten
Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim
ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan: ‘Ah, keşke
ben bir toprak oluverseydim’ diyecek” (Nebe’ 40).
Biz, “yok”a değil, “var”a
ayarlıyız. O yüzden varlık her-an yaratılıp yok edilmekte olmasına rağmen biz
hep vâr olanı görürüz. Hızlıca yanıp-sönen bir lambanın hep yandığını
gördüğümüz gibi. Zâten biz yâni mü’minler, öldükten sonra bile yok olmaya değil
de vâr olmaya inanıyoruz, çünkü “yok”un ve yokluğun ne demek olduğunu
bilmiyoruz, bilemeyiz. Biz vâr olanı görürüz ve vâr olana bakarak “Vâr Eden”e
inanırız. O’nun bizi Dünyâ’da vâr ettiği gibi âhirette de vâr edeceğine
inanırız. “Mutlak Vârlık”a olana îmânımız, bizim, varlığı vâr edene bağlanmamızı
sağlar. Biz “vâr olan”a bağlıyız, “yok olan”a değil. Her-şey de en sonunda
Mutlak Vâr Olan’a döner, yokluğa değil.
Biz “yok”un, “yok
olan”ın ne demek olduğunu bilmiyoruz. O yüzden de âhirette kâfirler, “yok olsaydım” demiyorlar da, “toprak olsaydım”
(küntü turâbe) diyorlar.
Yokluğu
anlamlandıramayız. Çünkü o yoktur. Yok olan yâni olmayan şey için belki sâdece “gözümüzü
kapattığımızda gördüğümüz o kara şeydir” diyebiliriz.
Allah’ın varlığı
ve birliği kabûl edildiğinde “yok”tan yada “yokluk”tan söz edilemez. Allah
varsa yokluk yoktur.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder