“Göklerin ve yerin
gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini
bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ
daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).
Îman edilen şey olarak eleştirdiğimiz
“bilim” değil modern-bilimdir. Tabi bilime de îman edilemez, çünkü îman
edilecek şeyler gaybî olanlar yâni; Allah, âhiret, melekler, kitaplar-vahiy ve
peygamberlerdir. Dünyevî olan şeylere îman edilmez. Çünkü görülen ve bilinip
duran şeyler îmânın konusu değildirler. Modern-bilim de aslında îmânın konusu değildir,
olmamalıdır. Lâkin günümüzde modern-bilime sanki aşkın bir hakîkatmiş gibi,
yanılmaz, şaşırmaz, eleştirilemez bir ilâhî kaynakmış gibi, hakkın-hakîkatin ve
doğrunun tek ve ulaşılmaz kaynağıymış gibi ve sanki Allah da “modern-bilime
uyun” demiş gibi îman edilmektedir. Modern-bilime îman etmek demek, “ona sonsuz
bir güven duymak, ne diyorsa dikkat kesilmek ve söylediklerini hiç eleştirmeden,
îtirâz etmeden, araştırmadan, soruşturmadan, sorgusuz-suâlsiz kabûl ederek bir
huşû içinde onu hayâtın merkezine almak ve modern-bilim merkezli bir hayat
yaşamak” demektir.
Modern-bilim artık bir îman
umdesi hâline getirilmiştir. Öyle ki modern-bilimin verileri sanki kutsal bir kitabın
âyetleriymiş gibi görülmekte, izlenmekte, okunmakta ve kabûllenilmektedir. “Modern-bilimin
ortaya koydukları” olarak gösterilen görüntülere büyük bir huşû ile saygı
duyulmakta, izlenmekte ve görüntüler ve bilgiler sanki büyük bir iş yapılıyormuş
ve sevap işleniyormuş gibi paylaşılmaktadır. Okuduklarını, duyduklarını,
izlediklerini ve gördüklerini hiç araştırmadan, sorgulamadan ve “acaba” demeden,
eleştirmeden îtirazsız kabûl edip baş-tâcı edilmekte ve ona sonsuz bir güven
duyularak îman edilmektedir. Modern insan Allah’a bile, îman ettiğini söylese
de güven duymamaktayken, modern-bilime sonsuz bir îman ve güven duymaktadır.
Modern-bilimin teorilerini
kabûl etmemek saçmalık olarak görülüyor. Bunun en komik yanı ise, bu
teorilerden haberi olmayan ve bilimden hiç anlamayan insanların da bilimi
“yanılmaz-şaşmaz bir kuyumcu terâzisi” zannetmeleridir.
İnsanların çok büyük
çoğunluğu modern-bilimin verilerini bilim dergilerinden, kitaplardan ve bizzat
modern bilim-adamlarından dinleyerek öğrenmiş değillerdir. Gerçi insanların çoğunun
modern-bilimi öğrendiğini ve bildiğini de sanmıyorum. Onlar sâdece gördükleriyle
ve sükseli sözlerle büyülenmiş durumdadırlar. İnsanlar modern-bilimin verilerini,
sözlerini ve görüntülerini televizyondan, internetten ve bâzı dergilerden
görmektedirler. Yâni aslında modern-bilim hakkında ayrıntılı bilgiye ve
mâlûmâta sâhip değillerdir. Modern-bilimi çok az sayıdaki insanlar bilir. Peki
buna rağmen yâni aslında insanların büyük çoğunluğu modern-bilimi kaynak
kitaplardan falan değil de manşet sözler ve sükseli-havalı ve renkli görüntülerden
öğrenen ve bilenler, yâni aslında modern-bilimden bi-haber olanlar, niçin
modern-bilime bu kadar güveniyorlar?.
Hâlbuki çeşitli yayın organlarından
verilen bilgiler masa-başında üretilmiş farâzi bilgilerdir. İnsanların
modern-bilimin görüntü, söz ve yazılarla bahsettiği bilgilere ulaşması mümkün
değildir. Zâten modern-bilimin dünyâ-dışı uzay ile ilgili verilerinin %95’i,
dünyâ-içi ile ilgili verilerin ise % 60’ı yanlıştır. Yâni asıl sorun insanların
%99’unun konu ile ilgili bilgileri olmamasına rağmen ve bu tür bilgileri yüzeysel
şekilde sâdece internetten ve televizyondan duymalarına rağmen modern-bilime
îman etmiş olmaları ve sonsuz bir güven duymalarıdır. Nasıl oluyor da bu
verileri sorgusuz-suâlsiz, kesin ve net bir îmanla bu kadar kolay kabûl edebiliyorlar
ve bu verilerden, bilgilerden ve gösterilen görüntülerden hiç şüphe etmiyorlar?.
Sanki modern-bilimin verilerini ve gösterilen görüntüleri, yoğun araştırmalar
sonucu kendileri üretmiş ve ortaya koymuş gibi bu kadar emin olabiliyorlar.
Modern-bilime duyulan bu îman-güven neden ve nereden geliyor?.
Kur’ân-merkezli olduğunu
söyleyen müslümanlar da buna dâhil oluyor. Modernizmin her-şeyine; sosyâl,
kültürel, ekonomik, askerî siyâsî, hukûkî, kânûnî verilerine îtirâz ederlerken
ve ağır eleştiriler yaparlarken, sıra modern-bilime gelince neden hiç-bir şüphe
duyulmuyor ve modern-bilime karşı bir eleştiri ve itiraz olmuyor?. İnsanlar
niçin modern-bilimin verilerine ve de teknolojiye hiç-bir şeye olmadığı kadar
güveniyorlar?. Oysa modern-bilim Allahsız-pozitivist bilimdir. Yâni işe Allah’ı,
gaybı, İslâm’ı, dîni, vahyi ve peygamberleri karıştırmadığı gibi, bunları dışlayıp
inkâr da eder. Meselâ Bilim ve Teknik Dergisi şimdiye kadar yayınlanan hiç-bir
sayısında tek bir kez bile “Allah” kelimesini kullanmamıştır. Çünkü zâten
modern-bilim, Allah ve vahiy bilgisi yerine beşerî-pozitif bilimi getirmiş ve
modern-bilimi küresel anlamda yeni bir din olarak dayatmaktadır. Bu bağlamda
modern bilim-adamları aşırı şişirilmekte, büyütülmekte, sanki birer kutsal
varlıklar gibi sunulmaktadır. İsimlerinin başında Dr., Doç., yada Prof. olmasın;
insanlar hemen onların sözlerine dikkat kesilmekte ve ayılıp-bayılmaktadır.
Oysa bilim-adamlarının çoğu sistemin taşeronluğunu yapan ve yaptıklarının
bir-çoğu nedeniyle insanlara zarar veren şeylerin ortaya çıkmasını sağlayan,
çoğu Allahsız-dinsiz kişilerdir.
Yahudi/Siyon Protokolleri’nde denildiği gibi;
insanlar peşlerinden gittikleri teorilerin kaynaklarını incelemezler veyâ
sonuçlarını tam düşünmezler. İnsanlar kendilerine hitâp eden teorilerin özünü
anladıklarını kabûl ederek mücâdele ederler. Bu yolla toplumlarda pek-çok teori
yönlendirici olarak kullanılır ve bunların pek-çoğu işe yaramaz hâle geldikçe
yenileri ortaya atılır. 9. Protokôlde şöyle denir: “Bizim uydurup inanmadığımız
teorilerin işlendiği eğitim sistemleriyle yahudi olmayan gençliği yanlış
yönlendirdik, aptallaştırdık ve demoralize ettik”. 2. Protokôlde ise şunlar
söylenir: “Zamânı gelene kadar halkın kendi-kendine eğlenmesine izin
vermeliyiz. O zamâna kadar onlara verdiğimiz bilimsel teorilerin yaşamlarını
yönetmelerine ve onların yaşamında inandıkları en önemli şey olmalarına da izin
vermeliyiz. Bu teorilere körü-körüne inanç, elimizde olan medya sâyesinde sağlanacaktır”
“Bilim-adamları” yerine
kullanılan “bilim insanları” ifâdesi ise feminizmin baskısının bir sonucudur.
Modern zaman ve modern insan, “bir ön-kabûl olarak” modern-bilimden ve bilim-adamlarından
yana olduğu için, bilim-adamlarının ortaya koydukları önermeleri çok kolay
kabul edebiliyorlar. Onların teorilerden, önermelerinden yada söylediklerinden
hiç şüphe duymuyorlar.
Şu “biz kimiz ki, adamlar
neler yapıyor” kompleksinden kurtulun artık!. O bilim-adamları denilen kişileri
gözünüzde o kadar da büyütmeyin. “Kutsal yüce kişiler” olarak gördüğünüz
bilim-adamları daha kronik hastalıklara, meselâ daha romatizmaya bile çâre
bulamamış kişilerdir. Onların yaptıkları şeyler zannedildiği kadar önemli
değildir. Hem modern-bilim, hem de bilim-adamları şişirilmiş balonlardır.
Bu kişilerin din ve
siyâsetle ilgilenmediklerini de zannetmeyin, onlar bâtıl ideolojilerin ve bu
ideolojilerin başındaki siyâset(çi)lerin güdümünde iş yapan ve din-karşıtı
ideolojiler için teori üreten kişilerdir. Size şunu söyleyeyim, onların bir-çoğunun
tek derdi ve çabası, müslümanlar ve stratejik ülkeler ve bölgeler için
teoriler-plânlar ve bu şeytânî plânlara göre araçlar üretmektir. Yoksa sizin
hayrınıza çalışıyor değillerdir. Sizi adamakıllı sömürmeden hiç-bir hayırları
dokunmaz. Bu kişiler zannettiğiniz gibi “kutsal” kişiler falan değildirler.
Ortaya koydukları teorilerin ve önermelerin çoğu zırvalıktır. İnsanların bilim-adamlarını
“ulaşılmaz-kutsal-üstün insanlar” zannetmelerinin içi boştur. Bilim-adamlarını
finanse eden ve onlara alan açan küresel güçlerin tek derdi, müslümanların
gerçek îmandan uzak kalmasını sağlamak ve böylece sömürülerini daha rahat
yapabilmektir. Şu-an Dünyâ’da çıkarılan savaşları, çok matah insanlar
zannedilen bilim-adamlarının yaşadığı ülkelerin başında bulunan şeytanlar
çıkarıyor. Bilim-adamları, modern-bilim ve teknolojiyi ve de batı’nın
beşerî-şeytânî sistemini insanların gözünde meşrûlaştırmakta ve sevimli
göstermektedir. Görevleri budur.
Modern-bilim matematiğe
dayanır. Matematik ise kesindir. Meselâ 2X2=4’tür. O-hâlde modern-bilim
“yanlışlanabilir” olmamalıdır. Zîrâ bir veri ve teori yanlışlandığında
matematik de yanlışlanmış olur. Böyle olunca da modern-bilimin sağlam bir
dayanağı kalmamış olur. Modern-bilim için “yanlışlanabilir” olduğunu söylemelerinin
nedeni, ortaya konan verilerin ve teorilerin doğruluğundan kendilerinin de emin
olmamaları ve ortaya koydukları önermelerin aksaklıklarını görmelerinden
dolayıdır. Çünkü modern-bilim, üzerinde üzerinde çalıştığı maddeyi yaratan
Allah’ı hesâba katmadığı için eksik ve yanlış sonuçlara varmaması mümkün
değildir.
Modern-bilim bir dogmadır.
Kendisine inanılmasını bilimi anlamayanlar için bile zorunlu kılar. İnsanların
çoğu bilimden anlamaz, ama bilim, anlamasa da inanmaya ve saygı duymaya hattâ
ilahlaştırmaya zorlar. Hattâ bilimin teorilerine inanmayanları câhil, yobaz ve
terörist olarak görür. İslâm’a göre ise cehâlet ve câhil, “bir okul bitirmemiş”
anlamında değildir. İslâm’a göre cehâlet, “Allah’ı hesâba katmamak” demektir.
Daha düne kadar Newton’un
yerçekimi teorisini dinleştirenler, son 100 yıldır ise bundan vazgeçti ve
Einstein’in yerçekimini kuralını din yaptı da şimdi de ona tapıyor. Modern-bilimin,
çoğu saçma-sapan olan ve kesinlik ifâde etmeyen teorilerinin peşine hiç
sorgulamadan körü-körüne düşenler de câhil, ahmak ve zavallıdır. Kur’ân hem
iç-âlemi hem de dış-âlemi en iyi şekilde aydınlatan tek kaynaktır. Enerjisini
vahiyden almayan tüm “aydınlatma cihazları” ise sönmeye mahkûmdur.
Modern-bilime duyulan sonsuz
îmânın ve güvenin nedeni kanımca modern-bilimin ve de teknolojinin tekel kurmuş
olmasıdır. Ekonomik alanda bankalar nasıl bir tekel kurmuşsa ve insanları
kendilerine mahkûm etmişse, sonuçta insanlar da bankalara muhtâç hâle gelerek
bankalara büyük bir güven duyuyorsa, aynı şey modern-bilim ve teknoloji için de
geçerlidir. İnsanların yıllarca yaptıkları birikimi gidip bankalara
yatırmaları, aslında düşününce hiç de mantıklı değildir. Fakat bankalara
duyulan güven insanlara bunu yaptırabiliyor. Oysa bankaların bir alternatifi
olsa, hele de bu alternatif fâizsiz bir alternatif olsa, insanlar da paralarını
fâizi dinleştirmiş olan bankalara yatırmazlardı. Fakat bankalar tekel oldukları
için insanların da başka şansları kalmıyor ve zamanla bankalara sonsuz bir
güven duyulmaya başlanıyor.
Batı kendi sapık gerçekliğini, modern-bilimin sözde evrenselliği
altına yerleştirerek “temel evrensel gerçeklikler” olarak sunmakta ve insanlar
da buna inanmaktadır. Çünkü modern-bilim ve teknolojinin ürettikleri bâzı
şeyler insanların işlerini kolaylaştırmakta ve yarar sağlamaktadır. Zâten sırf
zarar olsa kimse modern-bilime ve teknolojiye kanmazdı ve îman etmezdi. Bâtıl,
hak ile karıştığında tehlikeli olmaya başlar.
Modern-pozitivist bilim eşyâya yalnızca bilimsel bir
gözle bakar ve gözünün ulaşamadığı şeyi ve alanı inkâr eder. Oysa hayat sâdece
maddeden ibâret değildir. Bilim (science) denen olgunun kendisi de tartışmalı
bir konudur. Scientia kökenli bu Latince kelime, “sâhip olunan bilgi içinde en
saygıya değer olan” için kullanılmıştır. Bu, modern-bilimin “en yüce bilgi
türü” olduğunun kabûl edilmesi demektir. Tabi böyle olunca aşkın hakîkati
gösteren vahiy bilgisi inkâr ve iptâl edilmiştir.
Modern-bilim, verilerini genelde
görüntüler eşliğinde verir, insanlar görüntülerle birlikte verilen bilgileri ve
söylenenleri çok kolay kabûl edebilirler. Zîrâ görüntüler, söylenenlerin
anlaşılmasını ve de sorgulanmasını engeller. Çarpıcı-havalı görüntüler
eşliğinde söylenenler modern-bilimin açıklarını ve absürdlüklerini baskılar ve
blôke eder. Geriye sâdece izlenen o renkli-havalı görüntüler ve resimler kalır.
Aslında insanlar söylenen şeyleri iyice bir dinleseler ve üzerinde düşünseler,
söylenenlerin bir-çoğunun absürd ve saçma olduğunu hissetmeye ve anlamaya başlayacaklardır.
Modern-bilim, insanlara çok
kolay yalanlar söyler. Çünkü insanların çoğunun söylenenlere inanmaktan başka
çâresi yoktur. Zîrâ modern-bilime bir kere îman etmiştir ve sonsuz bir güven
duymaktadır. Bu nedenle de bilim adına TV’den ve internetten ne duyarsa, ne
gösterilirse ve ne denirse olduğu gibi kabûl eder. Bilim-adamları ne derse
baş-tâcı eder ve sanki çok önemli bir bilgi edinmiş gibi sevinir. Oysa verilen
bilgiler ve gösterilen görüntülerin çok büyük çoğunluğu uydurmadır, sahtedir,
yalandır, masa-başında bir “proje” dâhilinde uydurulmuş zırvalıklardır.
İnsanlığa
söylenen en büyük yalanlar, modern-bilim ve teknoloji üzerinden söylenmiştir ve
söylenmektedir. Doğala, normâle ve fıtrata birebir uygun olan Kur’ân-merkezli
apaçık gaybî hakîkatlere inanmakta ve teslim olmakta aşırı zorlananlar ve hattâ
vahiy-merkezli hakîkati “zaman-dışı” görüp inanmayarak inkâr edenler, meselâ -sözde-
“kara-deliğin fotoğrafı” olarak gösterilen “uyduruk” bir “sentez resim”e,
hiçbir eleştiri-îtirâz getirmeden ve hiç sorgulamadan ânında îman edebiliyorlar.
Yine; üzerinde bir sondaj makinesi olan bir uzay aracının bilmem kaç milyon
uzaklıktaki bir asteroite inerek orada sondaj yaptığını ve oradan çıkardıkları
parçaların resimlerini ve analizlerini Dünyâ’ya gönderdikleri ve getirdikleri
söylenmişti.
Peki şu yalana nerenizle
gülersiniz?: “Dünyâ’dan gönderilen bir uydu yada uzay aracı, bilmem kaç milyon
km. uzaklıktaki bir asteroide çarparak asteroidin yönünü değiştirmiş. Bu nasıl
mümkün olabilir?. Çünkü meselâ 15X30 metre boyutlarındaki bir asteroidin hızı
saatte 20.000 km.’dir. Buna rağmen küçücük bir uydu yada uzay aracının asteroidin
yönünü değiştirebildiğini söylüyorlar. “NASA’nın Dünyâ’yı kurtaracak DART
projesi” diye başlayan haberde şöyle deniyor: “NASA’nın DART uzay aracı, Dünyâ’dan
yaklaşık 11 milyon kilometre uzaklıktaki Dimorphos asteroidine plânlı çarpmayı
başardı. DART, asteroidi yörüngesinden saptırmak için yaklaşık saatte 23 bin
kilometre hızla itti”. Herhâlde insanlık târihinde daha önce böyle büyük yalanlar
söylenmemiştir. Fakat buna rağmen modern-bilime olan bu sorgusuz-suâlsiz ve
kayıtsız-şartsız “mutlak îman ve güven” bunları sorgulamayı engellemiştir-engellemektedir.
Bunun nedeni, insanların koşulsuz-şartsız teslîmiyet göstermesi gereken
mercînin değişmiş olmasıdır.
Peki bu yalanları neden
söylüyorlar?. Çünkü “tüm bunları biz yapıyoruz, ileride bir gün Dünyâ’ya
uzaydan bir saldırı olursa yada Dünyâ büyük bir felâketin eşiğine gelirse bunu
ancak biz önleriz. Bu nedenle siz bize muhtaçsınız, ayağınızı denk alın da bize
artistlik yapmayın” diyerek kendilerinin Dünyâ’nın jandarması oldukları
mesajını veriyorlar. Oysa insanları korkuttukları yada hayrân bıraktıkları
görüntüler hep masa-başında ve bilgisayar üzerinde üretilmiş sahtekârlıklar ve
zırvalıklardır.
İnsanlara her zaman “Allah’tan
başkasına taptıkları “putlar” zarar vermiştir ve yıkım getirmiştir. Modern insan
ise modern-bilimi ve teknolojiyi put edinip tapmaktadır. Modern insanın ve
modern dünyânın sonunu getirecek olan şey işte bu modern-bilim ve teknoloji
olacaktır.
Yine, Ay’da ve Mars’ta
koloni kurulacağı söylemi hiç absürd görülmemekte ve Ay ve Mars’ın yol geçen
hanına dönüştüğü sanılmaktadır. Oysa Mars’a gitmenin mümkün olmadığını, çünkü
Mars’ın bir gaz-gezegen olduğunu söyleyenler de vardır. Yine; bilmem kaç
ışık-yılı uzaklığa gidilip üzerinde hayat olan bir gezegene inileceği söylenebiliyor
ve insanlar da buna inanabiliyor. Adamlar daha alçak dünyâ yörüngesini bile
aşamıyorlarken Samanyolu Galaksisi’nin resmini çekip “işte Samanyolu Galaksisi!”
diyerek resim yayınlıyorlar ya!. Samanyolu Galaksisi’nin profilden tam bir resmini
yayınlıyorlar. Yâni “demek ki Samanyolu Galaksisi’nin bilmem kaç ışık-yılı uzaklığına
kadar gidilmiş ve oradan bir resim çekilmiş” düşüncesi oluşturuyorlar. Bu aslâ
yapılmadığı gibi hiç-bir zaman da yapılamaz. Gerçi bu da bir şey mi!; sıkı
durun; adamlar kâinâtın-evrenin profilden çekilmiş tam bir resmini yayınlıyorlar.
İçinde yaşadığımız kâinâtın, sınırları belli olan bir resmini yayınlıyorlar.
İnsanlar da “vay be!” diyerek bu gördüklerine, “işte kâinât-evren” diyerek huşû
ile bakıp hayranlık duyuyorlar.
Eski ABD başkanı Obama, 2016
yılında; “önceki programın aksine, özel ve ulaşılabilir bir dönüm noktası için
bir yön belirliyoruz. Önümüzdeki on yıl içinde mürettebatlı uçuşlar Alçak Dünyâ
Yörüngesi’nin ötesini keşfetmek için gerekli sistemleri test edip deneyecek”
demişti. 2016 yılında NASA da, Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin geçilemediğini
söylemişti. Bütün bunlar ne demektir?. Elbette; “daha önce Alçak Dünyâ
Yörüngesi’nin geçilemediği ve ilerisine gidilemediği” demektir. Alçak Dünyâ
Yörüngesi 160 km. yükseklikten başlıyor ve 1930 km’ye kadar devâm ediyor. Van
Allen Kuşakları ise 500 ile 58000 km. yüksekliktedir. Van Allen Kuşağı’nın
zararlı olmayan ilk bir-kaç yüz kilometresine kadar çıkılabilse de, bunun bir
sınırı vardır ve o sınır ortalama 500-600 km. yüksekliktir. Böylece bu
yükseklikten yâni 500-600 km. yükseklikten ilerisine gidilemeyeceği açığa
çıkmış oluyor. Bu aynı-zamanda Ay’a gidilmediği gibi, Mars’a falan da gidilemeyeceği
anlamına geliyor. Daha Van Allen Kuşağı bile geçilemiyor yâni 80 ilâ 690 km.
yükseklikteki Termosfer geçilemiyor. Kaldı ki 380 bin km. uzaklıktaki Ay’a
gidilebilsin.
Şu linkte Obama, “Alçak
Dünyâ Yörüngesi’ni aşmaya çok yakınız” der. Astronotlar ve diğer bilim-adamları
da bunu teyit eder:
https://www.youtube.com/watch?v=FmoiwjXepHM
Şu linkteki videoda ise Obama,
“Alçak Dünyâ Yörüngesi’nin geçilemediğini yâni Dünyâ dışına hiç gidilmediğini”
söylüyor. Zâten ondan sonra görüntüye gelen Don Pettit isimli kişi de “Ay’a gidilen teknolojiye sâhip olmadıkları,
çünkü onu yitirdikleri” gibi saçma-sapan bir şey söylüyor:
https://mobile.twitter.com/HSYNYILMAZ09/status/1526986652987666433
Adamlar daha Alçak Dünyâ
Yörüngesi’ni geçemiyorlar ama yalan söylemeyi sürdürüyorlar ve bırakın
Dünyâ’yı; Güneş Sistemi’nden bile ötelere gittiklerini söylüyorlar ve hattâ galaksinin
de dışına çıkıp Samanyolu Galaksisi’nin fotoğrafını çekiyorlar. Sonra da
diyorlar ki; “işte Samanyolu Galaksisi!”. Herkes de buna inanıyor.
Modern-bilimi dinleştiren
bilim-adamları “Karman Sınırı” denilen ve deniz seviyesinden 100 km. yükseklikte
olan bir sınır belirlemiştir ve bu sınırın üzerini “uzay” olarak kabûl
etmektedirler. Zengin milyarderlerin roketlerle 101 km. yüksekliğe kadar çıkıp
geri gelerek “uzaya çıktık geldik” demelerinin nedeni budur. Çıktıkları yer
sâdece 100 km. yükseklikten başkası değildir. Fakat orası “uzay” değildir.
Uluslararası Uzay İstasyonu 408 km. yükseklikte; Hubble Uzay Teleskopu ise 559
km. yükseklikte bulunmaktadır. Dolayısı ile Uluslararası Uzay İstasyonu ile
Hubble Uzay Teleskopu “uzayda” değil, Alçak Dünyâ Yörüngesi’ndedir ve orada
olmak zorundadırlar, çünkü daha ilerisine gidememektedirler. Yapay uydular ise
160 km. yüksekliğe konumlandırılır. Çünkü Güneş’ten gelen güçlü radyasyonları
ve göktaşlarını bile Dünyâ’ya düşmeden önce saptıran ve eritip toz hâline
getiren Van Allen Kuşağı’nın bu en yoğun olduğu bölgedeki radyasyon oranı, bu
-sözde- uzay araçlarını da eritip yok eder. Van Allen Kuşağı düşük seviyedeki
yapay uydulara bile zarar verebiliyor.
Modern-bilimin çoğu filim ve
masaldır, modern masallardır. Modern-bilimin dünyâ-dışı uzay hakkında
söylediklerinin %90’ı, dünyâ-içi için söylediklerinin de %60’ı masaldır. Meselâ
3-5 milyon ışık-yılı uzaklıktaki bir yıldız-sistemi içinde yer alan bir
gezegende su bulunduğunu söylerler ki, bu masaldan başka bir şey olamaz.
Modern-bilim sürekli olarak böyle masallar anlatır. Zâten hayâtiyetinin
devâmını da bu masallarla sağlar. Bir kere gezegenler teleskopla falan
görülmez. Çünkü ışık-kaynağı olmayan cisimler teleskopla görülemez. Bir
yıldız-sitemini gözlemliyorlarken, o sırada yıldızın çok küçük bir kısmında bir
karaltı oluşuyor. Bu karaltının, o sırada yıldızın etrâfında dönen ve önünden
geçen bir gezegenin oluşturduğu karaltı olduğunu, o gezegenin yâni karaltının
büyüklüğüne, hızına, yörüngesine vs. bakarak da içinde su ve yaşam olduğunu
söylüyorlar. Buna da “bilim” diyorlar. Pis yalancılar!. Gezegenin kendisine
değil de yaptığı karaltıya bakarak hakkında hüküm veriyorlar. Bu ne
küstahlıktır!. Bu nasıl bir yalancılıktır!.
Modern-bilim “dîn”in yerine
konmuş, teknoloji ise zanaat ve sanatın yerine geçirilmiştir. Klâsik
zamanlardaki din-adamları modern zamanlarda “bilim-adamları” hâline gelmişken,
zanaatkârların yerini ise teknisyenler almıştır. Tabi bu değişim, en başta rûhu
öldürmüş ve estetiği bozmuştur. Heidegger, “orta-çağ’da kilise doktrinlerinin
gördüğü işlevin, modern çağ’da bilim tarafından yerine getirildiğini” savunur.
Modern-bilim yeni ve modern bir dogmadır.
Kur’ân, modern-bilimi
baş-tâcı yapmış ve modern-bilimi merkeze almış olanlar tarafından, sanki indiği
dönem için değil de, “1.300-1.400 yıl sonra okunup anlaşılması için gönderilmiş
bir Kitap” gibi muâmele görüyor. Kur’ân’ı sâdece modern zamanlar için gönderilmiş
bir Kitap gibi okumak ve Kur’ân’ı modern-bilimin nesnesi yaparak okuyup
anlamaya çalışmak doğru değildir. Çünkü modern-bilimin verileri ve teorileri sürekli
değişir ve dönüşür. Bu nedenle modern-bilime dayanarak bir gün önce
savunduğunuz ve Kur’ân’a uydurduğunuz bir teoriyi, bir gün sonra inkâr etmek
zorunda kalır ve bu yüzden rezil olabilirsiniz. Newton’un ve Einstien’in
yerçekimi kuramlarında olduğu gibi. Kur’ân’ın tahrifi modern zamanlarda böyle
yapılıyor. Kur’ân modern-bilim ve teknoloji üzerinden tahrif ve tahrip edilmeye
çalışılıyor.
Modern-bilim ile bir âyetin
daha detaylı açıklaması yapılabilir, fakat “daha önceden bilinmiyordu,
modern-bilimin ışığında anlaşıldı” gibi cümleler kurmak, Allah’a, Kur’ân’a,
Peygamber’e ve sahabeye yapılmış bir hakâret olacağı gibi, “biz her-şeyi
açıkladık” sözüne de, “size dîninizi tamamladım” sözüne de aykırı olur.
Modern müslümanlar âyetlere
modern-bilim bağlamında yorumlar yapmakta ve âyetleri zorla modern-bilime
uyarlamaya çalışmaktadırlar. Bu gayret, özellikle ateistlerin, deistlerin ve
şüphecilerin ortaya çıkması ve çoğalmasından sonra artmıştır. Bu dinsiz
kişiler, dîni inkâr ettikleri ama modern-bilimi din yaptıkları için, modern
müslümanlar da bunlara karşı modern-bilimi kullanarak cevaplar vermek
istiyorlar. Bu bağlamda da bilim geliştikçe, değiştikçe ve ilerledikçe
fetvâların ve şeriatların da değişmesi gerektiğini söyleyebiliyorlar:
Allah’ın yaratma sanatını
görmek ve hayrân olmak için bilgisayarda üretilmiş uydurma görüntülere gerek
yoktur. Allah’ın muhteşem yaratma sanatı, başımızı göğe kaldırıp çıplak gözle
bakmakla yada bir deveye bakmakla bile görülebilecek bir şeydir.
Allah’ın yaratışını ve sanatını
izlemek, tefekkür etmek ve o muhteşem sanat karşısında huşû duymak için o
bilgisayarda hazırlanmış renkli resimlere ve görüntülere gerek yoktur. Zâten o görüntüler
masa-başında bilgisayarda üretilmiş ve hazırlanmış uydurma görüntülerdir. Çünkü
evrende öyle rengârenk evren materyâlleri olmaz, evrende öyle rengârenk
görüntüler yoktur, çünkü evren böyle renkli ve şaşâalı resimler-görüntüler vermez
ve siyah-beyaz renkler ağırlıktadır. Sâdece anlık bâzı sönük renkli görüntüler gözlenebilir.
O gördüğünüz ve meftûn, hayrân ve râm olduğunuz resimler ve görüntüler var ya!;
masa-başında bilgisayarda üretilmiş sahte ve yalan görüntülerden ibârettir.
Allah’ın, sanatının, yasalarının ve yüceliğinin yalan ve sahte üzerinden
anlaşılmasına ihtiyâcı yoktur. Allah’ın yarattığı doğal, normâl ve fıtrî varlıklar,
başımıza kaldırınca gördüğümüz ve dikkat kesilerek baktığımız şeyler, Allah’ın
kudretini ve yüceliğini idrâk etmememiz için bize yeter. Bakar-bakmaz
gördüğümüz görüntüler ve varlıklar, O’nun yüceliğini, yaratma sanatını ve muhteşem
kânunlarını, evrendeki mükemmel nizâmı, düzeni ve döngüyü bize göstermeye yeter.
Modern-bilimin yalanlarına ve zırvalıklarına ihtiyâcımız yoktur.
Şu linkteki, videoda,
doğal-normâl renklere sâhip olan bir galaksinin nasıl allanıp-pullanıp boyanarak
insanlara sunulduğunu görebilirsiniz:
https://www.chip.com.tr/video/nasa-uzay-resimlerini-boyle-degistiriyor_2417.html
Yâni demek istediğimiz o ki,
Allah’ın yarattığı gerçekler yerine, Allah’ın muhteşem sanatı, kânunları (sünnetullah),
nizâmı, düzeni ve vahyi varken, Allah’ı râzı edecek olanlara sunulacak olan
sonsuz nîmetlerin bulunduğu cennet varken, bunlara îman etmek ve güven duymak
varken; Allah’ı, gaybı, vahyi, peygamberleri, kitapları, dîni, İslâm’ı hiç hesâba
katmayan ve hattâ bunları inkâr eden modern-bilimin yalanlarına, masallarına,
uydurmalarına, dayatmalarına ve zırvalıklarına sorgusuz-suâlsiz,
koşulsuz-şartsız îman etmek ve modern-bilimi hiç eleştirmeden, îtirâz etmeden,
sormadan-sorgulamadan sonsuz bir güven duymak ve kesin şekilde ona îman etmek,
apaçık bir şirk, küfür ve zulümdür. Zîrâ îman ancak “gayba îman”dır..
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2022