“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?” (Furkân 43).
Her zamânın, mekânın, çağın,
geleneğin, örfün, zihniyetin, ideolojinin, inancın ve konjonktürün, insanı bir
“değerlendirme ölçüsü” vardır. Bunlar bâzen insanı değerlendirmede çok farklı
ölçüler kullanır ve çok farklı ve hatta bambaşka değerlendirmeler yapabilirler.
Üstelik her değerlendirme kendi değerlendirmesini doğru ve mutlak değerlendirme
olarak görür. Peki insanı değerlendirmede gerçek ölçü ve kıstas nedir ve ne
olmalıdır?.
Elbette insanı en iyi bilen,
onu yaratandır. O-hâlde insanı değerlendirmeyi en iyi yapacak olan da insanı yaratan
Allah olacaktır. Allah, insanı boyuna-pusuna, yaşına, rengine, diline,
düşüncesine, bilgisine hattâ inancına göre değil, nefsini ne kadar kontrôl
altına alabildiği ve bu bağlamda ne kadar insanca ve İslâm’ca sâlih amel
işleyerek hem dünyâsını hem de âhiretini ne kadar mâmur ettiğine bakarak değerlendirir.
İnsan, nefsini ne kadar dengede tutar ve kontrôl altına alırsa o oranda iyi bir
insan ve iyi bir müslüman-mü’min olmuş olur. Çünkü bir insan aşkın bir hakîkate,
yüce bir değere ve hakîki bir dâvâya îman ediyor ve olması ve izlenmesi gereken
yolun bunlar olduğunu kabûl ediyor olabilir. Fakat nefsini kontrôl altında tutamıyor
ve dizginleyemiyorsa, bulunduğu inanç ve dâvânın içindeyken de yoldan çıkabilir
yada yolda sağlam gidemez. O-hâlde insan, nefsini ne kadar kontrôl altında tutabildiğine
göre değerlendirilmelidir.
İnsanı değerlendirme ölçüsü
nefs olmalıdır. İnsanın namazı-niyazı, düşünceleri, söyledikleri ve yazdıkları “hak”
olabilir, fakat asıl önemli olan yaptıklarının “hak” olmasıdır. İnsanın
yaptıkları; düşündüklerine, konuştuklarına ve yazdıklarına göre olmayabilir.
Hattâ insan inandığı gibi yaşamıyor da olabilir ki kanımca özellikle günümüzde
insanların ana sorunu budur; insanlar inandığı gibi yaşamıyor: Çünkü nefisleri
inançlarıyla, düşünceleriyle, dâvâlarıyla orantılı olarak kontrôl altında ve
denge hâlinde değil. Zîrâ modernizm bir nefs uygarlığıdır ve nefsi alabildiğine
kışkırtmak modernizmin ana-hedefi ve hayâtiyetini sürdürme yolunda olmazsa-olmaz
bir şeydir. Bu bağlamda modernizm insanın nefsini ağır bir kuşatma ile kuşatmış
ve baskı altına almış durumdadır. Öyle ki düşünceler, söylemler, yazılanlar,
zihniyetler, yeme-içme-giyme ve eyleyişler farklı-farklı olmasına rağmen hepsi
de nefis-merkezli olmak noktasında birleşmişlerdir. Nefisler hep birbirine
benzemektedir.
Mü’minleri farklı kılan şey,
sağlam inancı, düşüncesi, yaşayış-şekli olmalıdır. Fakat bunun
içselleştirilerek yapılmış olması için nefsin de kontrôl altına alınıp
müslümanlaştırılması gerekir. Mü’minler inancını, düşüncesini, söylemini, eylemini,
yeme-içme-giyme vs. her-şeyini nefsine de kabûl ettirmiş bir içsellikle yapıyor
olmalı ki hem içi hem dışı ile bir olsun ve kendi şahsında tevhidi sağlamış
olsun. Çünkü kendi iç-âleminde ve şahsında tevhidi gerçekleştirememiş olanların
dış-âlemde tevhidi hâkim kılması mümkün olmayacaktır. Zîrâ nefisleri henüz
kontrôl ve denge hâlinde olmamış olacaktır.
Peygamberimiz “ben nefsimi
terbiye ettim ve müslümanlaştırdım” der; yâni Peygamberimiz’in düşüncesi,
söylemi ve eylemi, îmânı ile tam anlamıyla örtüşmektedir ve birbiriyle içselleşmiştir.
Bu tüm peygamberler ve sâlihler için böyledir. Zâten “en güzel örnek” olmak
ancak böyle olabilir. Yine, kâlpler ancak böyle olduğunda tatmin bulabilir ve Allah’ın
zikri olan Kur’ân ancak böyle olduğunda kişide çok güçlü bir îman ve amel-eylem
olarak açığa çıkarabilir ve İslâm ancak böyle olduğunda ete-kemiğe bürünebilir.
Zâten İslâmî hareket süreci de ancak; îman, eleştiri, îtirâz, isyân, sabır,
mücâhede-mücâdele, vazgeçiş, mallarla ve canlarla cihad, şehâdet vs. hep bu
içselleştirilmeyle yâni nefsin müslümanlaştırılmasının sonunda nihâyete erer ve
zafer hâline gelir. Aksi-hâlde her ne kadar söylemler güçlü gibi görünse de
nefs kendi hâlinde bırakıldığında ya hiç yola çıkamayacak yada yolda
kalacaktır. Kanımca modern müslümanların günümüzdeki hâl-i pür melâllerinin nedeni
nefislerini dizginleyememeleri ve kontrôl altında tutamamalarıdır.
Modernizm ile birlikte ruhlar
çok silik kalmış ve nefisler çok parlayarak öne çıkmıştır. Artık ölçü olarak
hep nefs merkeze alınmaktadır. Nefsini en çok besleyen ve kışkırtanlar başarılı
ve popüler olmaktadır. Bu da herkesin nefsini alabildiğine beslemek ve
kışkırtmak için çabalamasına neden olmaktadır. Bu hemen herkes için böyledir. Bu
nedenle “bana nefsini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü insanın
değerlendirilmesinde ölçüdür. Kişinin nefsi ne kadar serbest kalmış ve kışkırtılmışsa
ve de ne kadar güçlenmişse, insan da o oranda yoldan çıkmıştır ve fitne ve
ifsâd hâlindedir.
İnsanı değerlendirme ölçüsü,
kişinin nefsinin ne kadar güçlü olduğuna göre yapılabilir. Nefsin şiddeti kişinin
ne olduğunu gösterir. Nefsinin şiddeti ise kişinin inancında, savunduğu dâvâda,
düşüncelerde, konuşmalarda, yazmalarda tam olarak gözükmeyebiliyor ve
gözükmüyor. Nefsin ne hâlde olduğu ve sapma şiddeti, kişinin yaptıklarına bakıldığında
belli olur. Kişinin yaptıkları insanlığa ve İslâm’a ne kadar uygunsa nefsini o
kadar kontrôl altına almış, insanın yaptıkları insanlığa ve İslâm’a ne kadar aykırı
ise nefsi de o oranda kışkırtılmış ve yoldan çıkmış demektir. Bu nefs insanı
istediği gibi gütmektedir.
Nefsin ne hâlde olduğu en
çok ve en bâriz şekilde ancak amel-eylemde belli olur. Nefsin ne olduğu ancak
bedel ödemeye gelince belli olur. Yoksa konuşmalardan ve yazılardan belli
olmaz. Ancak îman edenler ve o îmâna
uygun şekilde sâlih amel işleyenler hüsrandan kurtulabilirler. Sağlam bir îman
ve sâlih amel işlemenin olmazsa-olmaz şartı ise nefsin kontrôl ve dengede
tutulmasıdır. Allah bizi ancak işlediklerimize bakarak değerlendirecektir ve
ona göre yardımını ve hesapsız nîmetlerini ulaştıracak yada ulaştırmayacaktır.
Allah’ın yardımını hak etmek, sağlam bir îman ve sâlih amel hâlinde olmaktır.
Fakat bu da “müslümanlaştırılmış” sağlam bir nefse sâhip olmayı gerektirir.
Yaptıklarımız insanlığa ve
İslâm’a uygun olup-olmaması nefsimizin ne olduğunu ortaya çıkarır. Yapılması
gerekip de yapılmayanlar ve yapılmaması gerekip de yapılanlar nefsin ne
olduğunu gösterir. Nefs, en bâriz şekilde amel-eylem hâlinde kendini belli
eder. O-hâlde insanı değerlendirme ölçüsü nefs olmalıdır. Nefsin ne olduğu ise
insanın yaptıklarına bakarak anlaşılabilir, yoksa insanın bildiklerine, yazdıklarına,
konuştuklarına, şekline-şemâiline, boyuna-pusuna ve mevkî ve makâmına bakarak değil.
Tabi insana melek de
değildir ve nefs insanın maddî-fizîkî hayâtını devâm ettirmek için gereklidir.
Bu nedenle “nefsin öldürülmesinden” değil “terbiye edilmesinden”
bahsedilmelidir. Lâkin nefs, özü îtibârıyla kötülüğü ve aşırlığı emreder.
Şeytan nefsi çok kolay etkileyebilir. Zâten insanı nefs üzerinden etkiler ve
ayartır. O-hâlde insanın şeytana ne kadar uyduğu, nefsine ne kadar uyduğunu
gösterir. Nefsin ne olduğu, şeytana ne kadar bağlı olduğuna göre bilinir. Nefsin
hak-merkezli mi yoksa şeytan-merkezli mi olduğu ise kişinin amel-eylemine
bakılarak anlaşılabilir.
Peygamberler bile nefsinden
tam emin olamayıp Rabbinden af dilemişlerdir:
“(Yine de) ben nefsimi
temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği
dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim,
bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf
53).
O-hâlde önemli olan nefsi
dengede tutmak ve İslâm’a aykırı olmayacak şekilde kontrôl altına almaktır:
“Kim de Rabbinin divânında durmaktan korkmuş,
nefsini boş heveslerden menetmiş ise, kuşkusuz onun varacağı yer cennettir” (Nâziât 40-41).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder