13 Mart 2023 Pazartesi

İnsanı Nefsine Göre Değerlendirmek

 

“Kendi istek ve tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 43).

 

Her zamânın, mekânın, çağın, geleneğin, örfün, zihniyetin, ideolojinin, inancın ve konjonktürün, insanı bir “değerlendirme ölçüsü” vardır. Bunlar bâzen insanı değerlendirmede çok farklı ölçüler kullanır ve çok farklı ve hatta bambaşka değerlendirmeler yapabilirler. Üstelik her değerlendirme kendi değerlendirmesini doğru ve mutlak değerlendirme olarak görür. Peki insanı değerlendirmede gerçek ölçü ve kıstas nedir ve ne olmalıdır?.

 

Elbette insanı en iyi bilen, onu yaratandır. O-hâlde insanı değerlendirmeyi en iyi yapacak olan da insanı yaratan Allah olacaktır. Allah, insanı boyuna-pusuna, yaşına, rengine, diline, düşüncesine, bilgisine hattâ inancına göre değil, nefsini ne kadar kontrôl altına alabildiği ve bu bağlamda ne kadar insanca ve İslâm’ca sâlih amel işleyerek hem dünyâsını hem de âhiretini ne kadar mâmur ettiğine bakarak değerlendirir. İnsan, nefsini ne kadar dengede tutar ve kontrôl altına alırsa o oranda iyi bir insan ve iyi bir müslüman-mü’min olmuş olur. Çünkü bir insan aşkın bir hakîkate, yüce bir değere ve hakîki bir dâvâya îman ediyor ve olması ve izlenmesi gereken yolun bunlar olduğunu kabûl ediyor olabilir. Fakat nefsini kontrôl altında tutamıyor ve dizginleyemiyorsa, bulunduğu inanç ve dâvânın içindeyken de yoldan çıkabilir yada yolda sağlam gidemez. O-hâlde insan, nefsini ne kadar kontrôl altında tutabildiğine göre değerlendirilmelidir.

 

İnsanı değerlendirme ölçüsü nefs olmalıdır. İnsanın namazı-niyazı, düşünceleri, söyledikleri ve yazdıkları “hak” olabilir, fakat asıl önemli olan yaptıklarının “hak” olmasıdır. İnsanın yaptıkları; düşündüklerine, konuştuklarına ve yazdıklarına göre olmayabilir. Hattâ insan inandığı gibi yaşamıyor da olabilir ki kanımca özellikle günümüzde insanların ana sorunu budur; insanlar inandığı gibi yaşamıyor: Çünkü nefisleri inançlarıyla, düşünceleriyle, dâvâlarıyla orantılı olarak kontrôl altında ve denge hâlinde değil. Zîrâ modernizm bir nefs uygarlığıdır ve nefsi alabildiğine kışkırtmak modernizmin ana-hedefi ve hayâtiyetini sürdürme yolunda olmazsa-olmaz bir şeydir. Bu bağlamda modernizm insanın nefsini ağır bir kuşatma ile kuşatmış ve baskı altına almış durumdadır. Öyle ki düşünceler, söylemler, yazılanlar, zihniyetler, yeme-içme-giyme ve eyleyişler farklı-farklı olmasına rağmen hepsi de nefis-merkezli olmak noktasında birleşmişlerdir. Nefisler hep birbirine benzemektedir.

 

Mü’minleri farklı kılan şey, sağlam inancı, düşüncesi, yaşayış-şekli olmalıdır. Fakat bunun içselleştirilerek yapılmış olması için nefsin de kontrôl altına alınıp müslümanlaştırılması gerekir. Mü’minler inancını, düşüncesini, söylemini, eylemini, yeme-içme-giyme vs. her-şeyini nefsine de kabûl ettirmiş bir içsellikle yapıyor olmalı ki hem içi hem dışı ile bir olsun ve kendi şahsında tevhidi sağlamış olsun. Çünkü kendi iç-âleminde ve şahsında tevhidi gerçekleştirememiş olanların dış-âlemde tevhidi hâkim kılması mümkün olmayacaktır. Zîrâ nefisleri henüz kontrôl ve denge hâlinde olmamış olacaktır.

 

Peygamberimiz “ben nefsimi terbiye ettim ve müslümanlaştırdım” der; yâni Peygamberimiz’in düşüncesi, söylemi ve eylemi, îmânı ile tam anlamıyla örtüşmektedir ve birbiriyle içselleşmiştir. Bu tüm peygamberler ve sâlihler için böyledir. Zâten “en güzel örnek” olmak ancak böyle olabilir. Yine, kâlpler ancak böyle olduğunda tatmin bulabilir ve Allah’ın zikri olan Kur’ân ancak böyle olduğunda kişide çok güçlü bir îman ve amel-eylem olarak açığa çıkarabilir ve İslâm ancak böyle olduğunda ete-kemiğe bürünebilir. Zâten İslâmî hareket süreci de ancak; îman, eleştiri, îtirâz, isyân, sabır, mücâhede-mücâdele, vazgeçiş, mallarla ve canlarla cihad, şehâdet vs. hep bu içselleştirilmeyle yâni nefsin müslümanlaştırılmasının sonunda nihâyete erer ve zafer hâline gelir. Aksi-hâlde her ne kadar söylemler güçlü gibi görünse de nefs kendi hâlinde bırakıldığında ya hiç yola çıkamayacak yada yolda kalacaktır. Kanımca modern müslümanların günümüzdeki hâl-i pür melâllerinin nedeni nefislerini dizginleyememeleri ve kontrôl altında tutamamalarıdır.

 

Modernizm ile birlikte ruhlar çok silik kalmış ve nefisler çok parlayarak öne çıkmıştır. Artık ölçü olarak hep nefs merkeze alınmaktadır. Nefsini en çok besleyen ve kışkırtanlar başarılı ve popüler olmaktadır. Bu da herkesin nefsini alabildiğine beslemek ve kışkırtmak için çabalamasına neden olmaktadır. Bu hemen herkes için böyledir. Bu nedenle “bana nefsini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü insanın değerlendirilmesinde ölçüdür. Kişinin nefsi ne kadar serbest kalmış ve kışkırtılmışsa ve de ne kadar güçlenmişse, insan da o oranda yoldan çıkmıştır ve fitne ve ifsâd hâlindedir.

 

İnsanı değerlendirme ölçüsü, kişinin nefsinin ne kadar güçlü olduğuna göre yapılabilir. Nefsin şiddeti kişinin ne olduğunu gösterir. Nefsinin şiddeti ise kişinin inancında, savunduğu dâvâda, düşüncelerde, konuşmalarda, yazmalarda tam olarak gözükmeyebiliyor ve gözükmüyor. Nefsin ne hâlde olduğu ve sapma şiddeti, kişinin yaptıklarına bakıldığında belli olur. Kişinin yaptıkları insanlığa ve İslâm’a ne kadar uygunsa nefsini o kadar kontrôl altına almış, insanın yaptıkları insanlığa ve İslâm’a ne kadar aykırı ise nefsi de o oranda kışkırtılmış ve yoldan çıkmış demektir. Bu nefs insanı istediği gibi gütmektedir.

 

Nefsin ne hâlde olduğu en çok ve en bâriz şekilde ancak amel-eylemde belli olur. Nefsin ne olduğu ancak bedel ödemeye gelince belli olur. Yoksa konuşmalardan ve yazılardan belli olmaz. Ancak îman  edenler ve o îmâna uygun şekilde sâlih amel işleyenler hüsrandan kurtulabilirler. Sağlam bir îman ve sâlih amel işlemenin olmazsa-olmaz şartı ise nefsin kontrôl ve dengede tutulmasıdır. Allah bizi ancak işlediklerimize bakarak değerlendirecektir ve ona göre yardımını ve hesapsız nîmetlerini ulaştıracak yada ulaştırmayacaktır. Allah’ın yardımını hak etmek, sağlam bir îman ve sâlih amel hâlinde olmaktır. Fakat bu da “müslümanlaştırılmış” sağlam bir nefse sâhip olmayı gerektirir.

 

Yaptıklarımız insanlığa ve İslâm’a uygun olup-olmaması nefsimizin ne olduğunu ortaya çıkarır. Yapılması gerekip de yapılmayanlar ve yapılmaması gerekip de yapılanlar nefsin ne olduğunu gösterir. Nefs, en bâriz şekilde amel-eylem hâlinde kendini belli eder. O-hâlde insanı değerlendirme ölçüsü nefs olmalıdır. Nefsin ne olduğu ise insanın yaptıklarına bakarak anlaşılabilir, yoksa insanın bildiklerine, yazdıklarına, konuştuklarına, şekline-şemâiline, boyuna-pusuna ve mevkî ve makâmına bakarak değil.

 

Tabi insana melek de değildir ve nefs insanın maddî-fizîkî hayâtını devâm ettirmek için gereklidir. Bu nedenle “nefsin öldürülmesinden” değil “terbiye edilmesinden” bahsedilmelidir. Lâkin nefs, özü îtibârıyla kötülüğü ve aşırlığı emreder. Şeytan nefsi çok kolay etkileyebilir. Zâten insanı nefs üzerinden etkiler ve ayartır. O-hâlde insanın şeytana ne kadar uyduğu, nefsine ne kadar uyduğunu gösterir. Nefsin ne olduğu, şeytana ne kadar bağlı olduğuna göre bilinir. Nefsin hak-merkezli mi yoksa şeytan-merkezli mi olduğu ise kişinin amel-eylemine bakılarak anlaşılabilir.

 

Peygamberler bile nefsinden tam emin olamayıp Rabbinden af dilemişlerdir:

 

“(Yine de) ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir” (Yûsuf 53).

 

O-hâlde önemli olan nefsi dengede tutmak ve İslâm’a aykırı olmayacak şekilde kontrôl altına almaktır:

 

“Kim de Rabbinin divânında durmaktan korkmuş, nefsini boş heveslerden menetmiş ise, kuşkusuz onun varacağı yer cennettir” (Nâziât 40-41).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2022

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder