“İnkâr edenler ateşe
sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz dünyâ hayâtınızda bütün
güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta
bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
Modern insanın en güçlü
tutkusu “bolluk içinde yaşama” isteği, daha doğrusu ihtirâsıdır.
Müslümanlar da dâhil
insanlar, Dünyâ’da bulunmanın yegâne amacının, “Dünyâ’dan olabildiğince zevk
almak” ve “Dünyâ’nın tadının çıkarmak” olduğunu zannediyor. Zevk içinde olan
bir yaşam için ellerinden ne gelirse (meşrû yada gayr-ı meşrû) yapmayı göze
alabiliyorlar. Öyle ki, bunun için birilerinin hayâtını karartanlar bile var.
Bunu sâdece zevk ve haz içinde yaşamak için yapıyorlar. Haz ve zevk içinde
yaşamak ise; bol-bol, fazla-fazla, çok-çok, aşırı şekilde, taşarak, saçarak,
dökerek, isrâf ederek, önünü-arkasını düşünmeden alarak ve tüketerek olabilir.
İşte bu yüzden modern insanın temel sorunu budur: Bol-bol, fazla-fazla alabilmek,
parayı çok rahat kazanıp çok rahat harcayabilmek.
Peki neden böyle olmuştur?.
Bol-bol düşüncesi insana nasıl sirâyet etmiştir?. Modernizm bir Allahsızlık
uygarlığıdır. Rönesans ile birlikte, târihin belli zamanlarında ama en bâriz
şekilde yunan-roma zamanında olan yaşama şekline geri dönme düşüncesi başladı
ve bu nedenle de aşırılığı sınırlayan ve kırmızı çizgiler koyan din düşüncesinden
vazgeçilmeye başlandı, sonuçta da dünyevileşme ortaya çıktı. Dünyevileşen insan
için artık din, kitap, peygamber, âhiret hattâ Allah düşüncesi ve inancı “kesin”
olmaktan çıktı. Böyle olunca da “Dünyâ’yı doya-doya, en uzun süre boyunca, en
çok ve en kaliteli şekilde bol-bol tüketerek yaşamak” en yüce hedef ve ideâl hâline
geldi. Bu da bol-bol, döke-döke, taşa-taşa, saça-saça almak ve tüketmek
şeklinde olabilirdi. Zâten sanâyileşmenin bile arkasında işte bu düşünce
vardır. Ne kadar çok üretilirse o kadar çok tüketilecek ve zenginler zenginliklerine
zenginlik katacaklardı. Tabi bunu için insanlara kırmızı çizgi ve sınır koyan
dinden kurtulmaları gerekiyordu. Bunun için de çeşitli düşünceler, araç-gereçler
ve tüketim ürünleri ortaya çıkarıldı. İnsanların zevkleri değiştirildi, bu,
düşüncelerin ve davranışların da değişmesine neden oldu. Modern insan Dünyâ’ya
alabildiğine asılmaya başladı. Böyle olunca da temel sorun olarak
belirlediğimiz “bol-bol tüketme arzusu” ortaya çıktı. Tabi ki bundan, haddini-hudûdunu
bilen, kırmızı çizgilerini her dâim koruyan mü’minler müstesnâdır.
Hâlbuki Dünyâ geçici bir
imtihan dünyâsıdır ve asıl yurt, ebedî ve sonsuz-sınırsız nîmet diyârı olan cennettir
ki, cennet, Allah-merkezli yaşayanlara verilecek bir ödüldür. Hem de ebedî bir
hayat şeklinde. Cennet nîmetlerinin sonsuz ve sınırsız olması kanımca, Dünyâ’da
sınırsızlığa kapılmayıp da Allah’ın koyduğu sınırlara riâyet ederek cenneti hak
eden mü’minlere verilecek bir ikramdır. “Allah, sınırlara uyarak emrini
dinleyenleri ve Dünyâ nîmetlerini sınırlı bir şekilde kullananları işte böyle sınırsız
nîmetlerle ödüllendirir” mesajı verilmektedir.
Allah bu dünyâda da bize
helâl ve temiz yiyeceklerden isrâf etmeden ve abartmadan faydalanmayı meşrû
kılmıştır. Fakat Dünyâ cennet değildir ve nîmetleri sınırlıdır. İsrâf
ettiğinizde, bol-bol, döke-döke, saça-saça kullandığınızda, birilerinin hakkını
almış ve yemiş olursunuz. Dünyâ’nın bâzı bölgelerinde açlık çekilmesinin
nedeni, modern insanın temel sorunu olan bol-bol tüketme arzusu ve ihtirâsıdır.
Bu kısa dünyâ-hayâtında normâl ve doğal bir şekilde nîmetlerden faydalanmak en
doğrusu ve uygun olanıdır. Bu da bir sınır koymayı gerektirir.
Bir sınır yoksa hiç-bir
sınır yoktur. Öyle ya, ilk kırmızı çizgide durmazsanız sonraki kırmızı çizgilerde
niçin durasınız?. Temel sorun, hiç-bir kırmızı çizgide durmamaktır. Çünkü bol-bol
tüketmek isteği, sınırları çiğnemeden gerçekleşmez, gerçekleşmiyor.
İnsanlara örnek olması
gereken müslümanlar da bu bol-bol furyasına katılmaktadır. Oysa müslümanların
bol-bol yapması gereken şey infâktır, sadakadır, hayırdır, ibâdettir, Allah’ı
anmaktır. Fakat Dünyâ’nın nîmetlerini bol-bol tüketme arzusu ve ihtirâsı buna
engel oluyor ve modern insan, Allah için az-az yaparken yada hiç yapmazken,
Dünyâ için ve nefs için bol-bol, çok-çok arzusunu kırbaçlıyor.
Mü’minler çok iyi bilirler ki,
bol-bol, çok-çok, rahat-rahat, taşa-taşa, döke-döke, saça-saça tüketmek, birilerinin
hakkını yemek demek olacağı için bol-bol tüketenlerin karşısında büyük
çoğunluğu oluşturan ve az-az tüketmek zorunda kalan insanlar olacaktır. Bu
nedenle müslümanların bol-bol tüketmesi ve bolluk içinde yaşaması düşünülemez.
Çünkü müslümanlar kardeştirler. Kardeş demek “paylaşmak” demektir. Paylaşınca
Dünyâ’da bol-bol olmaz, ama âhirette sonsuz-sınırsız olur. Bir sohbet ortamında,
bir muhitte, bir işyerinde vs. bulunanlardan biri geçim sıkıntısı yaşıyorken,
bir diğeri bolluk içinde yaşıyorsa, orada bir kardeşlik oluşmaz. Paylaşma
olmadan kardeşlik oluşmaz. Kardeşliğin oluşmadığı yerden de bir hayrın çıkması
söz-konusu değildir (Medîne örneği). O-hâlde müslümanlar, ellerine fazla para
yada mal geçince yapmaları gereken en iyi şey infâk etmek ve paylaşmaktır. Aksi-hâlde
isrâf edecek, döküp saçacaklardır. Zâten Allah fazla olanın tez zamanda elden
çıkarılmasını emreder:
“Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki:
ihtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki
düşünürsünüz” (Bakara 219).
“Onlar ki, mallarını gece-gündüz; gizli ve açık infâk
ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve
onlar mahzun olmayacaklardır” (Bakara
274).
“..Altını
ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda infâk etmeyenler. Onlara acı bir azâbı
müjdele” (Tevbe 34).
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde
çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).
Modern insan sâdece
yeme-içme-harcamada değil, her-şeyde bol-bol istiyor, bolluk istiyor. Sosyâl
medyada tâkipçi sayısı, beğeni sayısı, yorum, alkışlanmak, onaylanmak, övülmek,
pohpohlanmak vs. artsın ve hep bol-bol olsun arzusunda. Evi, arabası, işyeri,
tarlası, bahçesi, manzarası geniş-geniş olsun istiyor. Her-şeyin bol-bol
olmasını istiyor. Çünkü bolluk arzusu modern insanın hem dini-imanı hem de temel
sorunu hâline gelmiştir, getirilmiştir.
Şu da var ki bolluğun
“ahlâksızlık” riski vardır. Bol-bol olunca insanın azması ve taşkınlıklar
yapması çok olasıdır. Üstelik bolluğa sâhip olanlar garibanlığı da arttırırlar.
Garibanlar en yoğun olarak, zenginlerin bol olduğu yerlerde bulunurlar.
Bolluk düşüncesi, insanı
yumuşatır ve yumuşayan insan da tâvizkâr düşüncelere kapılır. Bu düşünceler en
sonunda Allah’sız düşünceler olarak ortaya çıkar ve Allahsız düşünceler ortaya
çıkarır. O-hâlde en iyisi ölçülü ve dengeli bir tutum içinde olmaktır.
Bol-bol arzusu ve bolluk
isteği, ihtiyaç değil ihtirastır. Evet, modern insanın temel sorunu
ihtiraslarını ihtiyaç zannetmesi ve ihtiraslarının peşinde hırsla koşmasıdır.
Modern insanın temel sorunu
olan ihtirasları, hırsları ve sonsuz arzuları, rûhunun, kâlbinin, vicdânının ve
zihnin bomboş olmasından kaynaklanır. Kâlpler, vicdanlar, ruhlar ve zihinler
ancak Allah’ın zikri ile tatmin bulabilir, bol-bol harcamakla değil. Bu nedenle
aslında insanın tüm zamanlarda temel sorunu kâlp-merkezli olmak yerine nefs-merkezli
olmak ve nefsini alabildiğince kışkırtmaktır. Kâlbinin tatmin olması ve doyması
çok daha kolayken, bir türlü doymak ve tatmin olmak bilmeyen nefsini beslemesi
ve böylece nefsin gün geçtikçe kışkırması, insanı zıvanadan çıkarmakta ve sınırsızca
ister hâle getirmektedir. Bu düşünce ve arzuyla başka bir şey düşünemez ve
isteyemez olmuştur.
“Yoksa insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var
(zannediyor)?” (Necm 24).
Modern insan, ihtiraslarını
ilahlaştırmış olan bir zavallıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder