1 Mart 2023 Çarşamba

Hakîkati Duymak İstememek

 

“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).

 

Hakîkat lûgatta: “Bir şeyin aslı ve esâsı. Mâhiyeti. Gerçek. Doğru. Sahih. Sâbit ve vâki. Sadâkat, doğruluk. Kâinat, tabiat ve ulûhiyet hakkında bütün teşbih ve mecazlardan âri ve zâhir olan gerçek” anlamlarındadır.

 

“Bana göre” ve “sana göre” sözlerinde hakîkat yoktur. Hakîkat ancak “Kur’ân’a ve Sünnet’e göre” ortaya çıkar. Allah’ın dediğinden başkası hakîkat değildir. O-hâlde hakîkati idrâk etmek ve benimsemek için Kur’ân bütünlüğü ve vahyin pratiğe yansıması olan Sünnet örnekliğini iyi tespit edip benimsemek ve özümsemek gerekir. Zîrâ Kur’ân salt hakîkati ortaya koyduğu gibi, Sünnet de “hakîkate en uygun yaşama örnekliği”dir. Demek ki hakîkat, “İslâm’a göre inanmak, bilmek ve yaşamak” demektir.   

 

Hakîkati duymak ve bilmek bedel ister. Zîrâ hakîkat ucuz ve önemsiz bir şey değildir. Hattâ hakîkat, kişinin âhirette ebedî azâp yada ebedî mükâfattan biriyle karşılaşmasına neden olur. Bedelini ödeyip hakîkati bilenler, benimseyenler ve hakîkate göre yaşayanlar ebedî mükâfatla ödüllendirileceklerken, hakîkatten kaçanlar ve onu duymak bile istemeyenler ise ebedî azâba uğrayacaklardır. Çünkü hakîkatin bedelini ödemeyi göze al(a)mayanlar, Dünyâ’da kendilerine sûnî, sanal ve hayâlî bir dünyâ kurarak, zihniyetlerini ve yaşamlarını da bunlara göre düzenlerler.

 

Hakîkati bilmek, görmek ve hattâ duymak bile istemeyenlere göre bu cennet-vâri Dünyâ’da her-şey tıkır-tıkır işlemektedir, insanların hepsi melek gibidir, devletler, hükûmetler ve zenginler sürekli halkı düşünmektedir ve onların yarârı için çalışmaktadır. Bu yüzden sürekli olarak yalancı kahramanlar, sûnî-sanal melekler ve de çizgi filmlerdeki gibi yerler vs. insanların gözlerine-gözlerine sokularak insanlar sanki Dünyâ’nın her yeri böyleymiş gibi düşünürler ve yaşarlar. Yâni hakîkat yokmuş gibi yada bâtılı, hakîkat zannederek yaşarlar. Lâkin hakîkatin ortaya çıkmak ve sanal-sûnî-hayâl olanları yâni bâtılı yıkmak gibi bir özelliği vardır. Hakîkatin ortaya çıkışı, ya hakîkati; okuyarak, dinleyerek, duyarak öğrenmekle ve idrâk etmekle çok fazla yıkım yaşamadan olur, yada insanlar hakîkatten kaçarken, hakîkat, hayâtın bir aşamasında ve noktasında insanların karşısına çıkar ve insanlara hakîkatin ne olduğu, bâtılın ne olduğunu, acıtarak, hırpalayarak ve yıkarak gösterir ve öğretir. Zîrâ Allah’ın kâinâta, Dünyâ’ya ve insanlar arasındaki sosyâl hayâta koyduğu “sünnetullah” denen yasalar bunu gerektirir.     

 

Kendilerini melek gibi görüp hakîkat üzre olduğunu sanarak başkalarını bâtılda, yanlışta ve kötü yolda görmek, insanların en çok yaptıkları yanlışlardan biridir. Bu kişiler hakîkati ancak, karşı-karşıya geldiklerinde ve hayat onlara hakîkatin ne olduğunu kafalarına vura-vura öğretince anlarlar. Buna rağmen yine de hakîkati görmek, benimsemek ve kabûl etmek istememek, herhâlde ya gereksizce çok fazla iyi niyetli olmaktan, yada psikolojik bir sorundan kaynaklanır.

 

İnsanlara hurâfeleri duymak, hakîkati duymaktan daha kolay geliyor. Bu nedenle de hakîkat yerine hurâfelere ve bâtıla inanıp ona göre yaşıyorlar. İnsanlar, doğru, gerçek ve hakîkat olduğuna inanarak, inandıkları ve kabûl ettikleri şeyleri değiştirmek istemezler. Bu nedenle inanıp kabûl ettikleri şeyler üzerinde eleştiri yapmazlar ve onları sorgulamazlar. Çünkü yanlış da olsa inanılan ve kabûl edilen düşünceleri ve davranışları değiştirmek kolay değildir. Çünkü bir kere en azından kafa-konforunun bozulması gerekir. Hakîkati bilmek, kafayı yeniden formatlamayı gerektirir. Bunun için de zihnen ve de bedenen zahmete girmek gerekir ki bu zahmet bâzen ağır da olabilmektedir. Bu nedenle hakîkat için de olsa bu zahmete girmek istemeyenler, bâtıl da olsa inandıklarını ve kabûl ettikleri üzerinde kalmaya devâm ederler.

 

Lâkin burada haksızlık yapmamak için şunu da belirtmek gerekir; hakîkat olduğunu zannettiklerinden ve çok iyi niyetli olduklarından dolayı tam olarak göremediği şeye inanan ve kabûl edenleri eleştirirken biraz dikkatli davranmak şarttır. Çünkü onlar genelde iyi niyetli insanlardır ve aslında herkesi kendileri gibi zannettikleri için iyi ve temiz niyetle, aslında sorun içeren şeyleri hoş görüp mevcut hâli kabûl ederler. Onlara, hakîkat zannettikleri şeyin yanlış olduğu sert bir şekilde söylendiğinde gerçekten çok üzülürler. Çünkü onlar gerçekten de iyi insanlardır ve herkesin iyi olmasını istemektedirler. Aslında hakîkati kabûl etmeye de yatkındırlar, meyillidirler. Bildikleri ve inandıkları gibi dürüst ve temiz yaşayan bu kişiler, kendileri gibi gördükleri kişilerin ve şeylerin zannettikleri gibi olmadığını görünce çok sarsılırlar. Bu nedenle onlara hakîkatin aslında ne olduğunu anlatırken ve gösterirken olumlu ve yapıcı sözlerle söylemek gerekir. Zîrâ hakîkat bâzen sert ifâdelerle dile getirilse de, sâdece hakîkat içeren güzel sözler Allah’â yükselir ve hakîkati de ancak güzel sözler yükseltir.  

 

İnsanlar, câhillikle, yanlışlıkla yada öyle inanmak istedikleri için hakîkat zannettikleri şeylerin hakîkat olmadığını, bir-zaman sonra mutlakâ bir yerlerden, birilerinden yada hiç-biri olmazsa en sonunda mecbûren hayatta karşısına çıkınca, hakîkat olarak bildiği şeylerin aslında ne kadar da yanlış ve boş olduğunu görürler. Çünkü hak geldiğinde bâtıl sırıtıverir. Tabi bunu görmek yıkıcı ve acıtıcı olur. Hattâ kimileri için büyük bir sorun olur. İnsanların psikolojik ilaç kullanmaya başlamalarının en baştaki nedeni budur. Bâtıl sistem insana hayâli bir dünyâ kurduruyor ve bu hayâli dünyâya inandırıyor ama gerçek hayat o dünyâyı onların başlarına yıkınca insanlar yıkılıp çöküveriyorlar ve hemen psikolojik ilaçlara sarılıyorlar. Zîrâ o-andaki yıkım çok olumsuz etki bırakıyor.

 

İnsanlar en güvendiği kişilerin hattâ en yakınlarının bile nasıl da kendine karşı acımasız, bencil ve hâince davrandığını görünce hem kendisine hakîkati söyleyenlere, hem de hakîkati gözüne-gözüne sokan hayâta küsmeye başlıyor. O-hâlde hakîkati, güzelce ve bıkmadan anlatmak ve göstermek önemlidir. Hakîkatin ağırlığı zâten insanın belini bükerken bir de hakîkati acımasızca ve “lap” diye söylemek karşıdaki kişinin belini iyice bükmekte, onu yıpratmakta ve yıkabilmektedir. Böyle olunca da hakîkati anlatmanın ve göstermenin bir faydası olmamaktadır.  

 

Müslümanlar da hakîkati duymak ve görmek istemedikleri için, Kur’ân bütünlüğü ve Peygamber örnekliği ile gösterilen kesin ve net mesajı yâni İslâm hakîkatini görmek, duymak ve bilmek istememekte ve onun yerine, mevcut zamâna, mekâna ve konjonktüre uygun davranmakta, yâni alışıp yaşaya-geldikleri hayâtı meşrûlaştıracak bir yorum aramaktadırlar. Fakat bu yoruma ulaşmak için hem Kur’ân’a, hem Peygamber’e, hem de fıtratlarına ihânet ederek zulmetmektedirler. Hakîkati duymak istememek, insanı sapıklığa ve pişmanlığa götürür.

 

Kafa, zihin ve beden konforunun bozulması yada zedelenmesi olasılığı, insanlar için büyük bir sorun olarak görüldüğünden dolayı, insanların çoğu, bu konforu -hakîkat uğruna da olsa- yıkacak sözleri, düşünceleri ve davranışları kabûl etmekte çok zorlanırlar ve çoğunlukla kabûl etmezler. Böyle olunca da bunun yerine, hakîkat zannettikleri yada hakîkat olarak görüp kabûl ettikleri şekilde bâtıl ve yanlış üzere gitmeye devâm ederler. Fakat dediğimiz gibi; hayat onlara en sonunda hakîkat neymiş batıl neymiş mutlakâ gösterir. Lâkin bunu bu aşamada gösterirken -sünnetullah gereğince- acıtarak ve yıkarak gösterir. Kafa ve beden konforunu öyle bir bozar ki, insanların çoğu yine bâtıl bir yol olan psikolojik ilaçlara sığınmak zorunda kalır.

 

Hakîkatin ağırlığına dayanamayanlar ve zâten o ağırlığın altına girmeyi zinhar istemeyenler, bir yalanlar dünyâsında yaşamaya başlıyorlar ve bu bağlamda hakîkat yerine; bâtınîliğe, mistisizme, tasavvufa, ırk-merkezli abartılmış ve yalana dönmüş anlatılara, mitolojiye, masallara, zırvalıklar dünyâsı olan târikat, cemaat ve meşreplere, sayıları milyonları bulan ve Peygamberimiz’e isnât edilerek “hadis” adı altında söylenmiş olan uydurma rivâyetlere, sanat zannedilen ama ahlâksızlıktan başka bir şey olmayan resim, heykel, dans, film, tiyatro, fotoğraf, roman, saçma ve sapkın şarkılar ve sapkınlık içeren erotik-porno içerikler ile, aslında bir travma ve hastalık olan ve adına “aşk” denen kandırmacaya, psikolojik ilaçlara, makyaja, modern-bilim ve teknolojiye yâni sanal, sûnî ve hayâlî olana, hurâfeye ve koca-koca yalanlara sığınıyorlar, sığınmak zorunda kalıyorlar. Zîrâ hakîkate sığınmayınca geriye, hurâfeden, yalandan-dolandan ve sapıklıktan başka sığınacak bir şey kalmıyor.

 

Hakîkati duymak istemeyince, hakîkat hurâfe, hurâfe ise hakîkat zannedilmeye başlanır. Hakîkat ile hurâfe yer değiştirir. İnsanlık târihi işte buna karşı, peygamberlerin ve mü’minlerin hakîkati apaçık şekilde ortaya koymak ve hakîkati tüm Dünyâ’ya hâkim kılma çabası ve mücâdelesinin târihidir.

 

Peki niçin insanlar hakîkat yerine yalana, hurâfeye, sanala, hayâlî olana ve bâtıla meyleder?. Çünkü söylediğimiz gibi, bunlara meyletmenin hem bir bedeli yoktur hem de halka karşı mâsum görünürler ve gösterilirler. Oysa hakîkat nettir, acıtır ve incitir. Hattâ hakîkat insanlardan gerektiğinde mallarından ve canlarından bile vazgeçebilecek ağır bedeller ister ve bekler. Zîrâ Dünyâ imtihan dünyâsıdır. O yüzden hakîkatin peşinden, mert ve samîmi mü’minlerden başka kimse gitmez ve hattâ insanların büyük çoğunluğu hakîkati duymak bile istemez.

 

Bâzen de bir-takım insanlar, hakîkati bilirler ve ondan vazgeçmezler ama onlar da hakîkati ancak bâtıl ile karıştırarak kabûl edebilirler. Kur’ân bunlara “şirk koşamadan inanmazlar” der: “Onların pek-çoğu Allah’a ortak koşmaksızın îman etmezler” (Yûsuf 106). Saf îmana sâhip olmadıkları için, hakîkat karşısında hak ile bâtılı karıştırırlar. Zîrâ bâtıl karışmamış olan hakîkati kabûl edemezler.

 

İşte bu nedenle insanlar kafa-konforunu bozmamak için Dünyâ’yı ve mevcut durumu, kafalarındaki gibi görmek ve yaşamak istiyorlar. Aynen Cem Karaca’nın şu şiirde söylediği gibi: “İnsanlar gülüyordu de!, trende, vapurda, otobüste; yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle!”.

 

Hakîkati bâtıl ile karıştırmadan kabûl edip ona göre yaşayabilmek için sürekli olarak hakîkat üzere olmak gerekir. Hakîkati hakkıyla temsil etmeden “işte hakîkat budur” denemez. O-hâlde hakîkati duymaya, bilmeye ve yaşamaya tâlip olmak ve katlanmak gerekir. Hakîkat adına konuşabilmek için de hakîkatin bilincine ermek ve hakîkat yolunda olmak gerekir.

 

Şu da var ki; hakîkatten bahsedenler; yazanlar, konuşanlar, anlatanlar her zaman hem fitneci hem de kötü kişiler olarak görülürler. Acıtıcı olduğu için hakîkati söyleyenler de “acı” olarak görülürler. Fakat hakîkati söylememek de acıtıcıdır ve hakîkati söylememenin de bir bedeli vardır. Zîrâ hakîkati söylemesi gerekirken söylememek bâtılın acısını iptâl etmiyor. Bâtıl çoğu insanın canını yakıyor.

 

Hakîkati duymak bile istemeyenler bâtıla ve cehâlete göre davranacakları için hem kendilerine hem de hakîkatin peşinde gidenlere sıkıntı ve yük oluşturuyorlar. O-hâlde hakîkati söylemek şarttır. Bu nedenle bâtıl yolda gidenleri o şekilde kabûl etmek hakîkat erleri için pek mümkün değildir. Mü’minler insanları zorlamazlar ve zorlayamazlar ama bâtılın fitnesine de râzı olmazlar da hakîkati haykırırlar. Böylece “ya ben öleyim mi söylemeyince” sözü tezâhür eder.

 

Tabî ki hakîkati yazanlar, konuşanlar, duyuranlar yâni hakîkati temsil edenler olmalıdır. Fakat hakîkat “sâdece bilmek” değil, yaşanmak da ister ve ancak yaşandığında tamamlanır ve etki edebilir.

 

Herkesin “doğru” zannederek inandığı bir bâtıl olabilir ve ama hakîkat “tek”tir. “Hakîkat teaddüd etmez” denir. Birden fazla hakîkat yoktur ve hakîkat tektir. Hakîkat ancak, Allah’ın “hakîkat” dediğidir.

 

Hakk’ın (sâbit ve değişmez olanın) geldiğinde ve hâkim olduğunda, bâtıl’ın (geçici olanın) zâil olduğunu görebilmek için hakîkat üzere olmak gerekir. “Değişmeyen tek şey değişimdir” sözü yanlıştır. Değişmeyen tek şey hakîkattir. Hakîkat değişmez, zîrâ Allah’ın sünnetullahında ve sözünde bir değişme olmaz.

 

Bir tarafta hakîkat, diğer tarafta ise sahte, hayâl, sûnî, sanal ve bâtıl var. Aslında insanlar sanalın, sûnî olanın, bâtılın ve hayâlî olanın içinde mutlu değildirler ve parmaklarına çalınan bir parça bal ile idâre etmektedirler. Oysa hakîkat kendini sürekli gösteriyor, insanın gözünün ucuna-ucuna değiyor, haykırıyor ve insanın kulağı sürekli olarak hakîkati duyuyor. Lâkin -dediğimiz gibi- hakîkat çok değerli bir şey olduğundan dolayı bedel isteyen bir şey olduğu için, kişi bâtılın, hayâli-sûnî-sanal olanın ve sahtenin hâkimiyeti içinde öyle bir kendinden geçmiş ve haz içindedir ki, hakîkati görmesi, duyması, bilmesi ve kabûl etmesi mümkün olmuyor. Konforunun bozulmaması için sürekli olarak hakîkatten kaçıyor ve başka sığınılacak bir yer olmadığı için mecbûren bâtıla sığınıyor. Hak geldiğinde bâtılın yok olacağını ve defolup gideceğini bilmiyor yada kabûl etmek istemiyor.   

 

Modern dünyâ ve modern insan her yönden ağır bir kuşatılmışlık içindedir ve bâtılı hakîkat zannetmektedir. Hakîkatin ne olduğunu anlatanları duy(a)mamaktadır. Zîrâ bâtılın sesi, görüntüsü, hazzı ve neşesi içinde kendinden geçmiştir. Hakîkati duymamakta ve duymak da istememektedir. Tâ ki acı azâbı görene kadar. Çünkü hakîkatin ortaya çıkmak ve bâtılı yok etmek gibi bir özelliği vardır. Hakîkatin ne olduğunu onu anlatanlardan duyarak bilenler ve benimseyenler dışındaki insanlar için hakîkatin ortaya çıkarak yaptığı yıkım hem Dünyâ’da hem de âhirette çok ağır olur. Zîrâ hakîkati duymak istemeyenler Dünyâ’da rezil oldukları gibi âhirette de acı azapla karşılaşırlar.     

 

Kafa ve beden konforu uğruna kâlp ve rûh konforunu bozdukça bozmaktan geri kalmayan modern insan, hakîkate değil de bâtıla meylederek sûnî, sanal ve sahte olanı övüyor. Fakat şunu kesin olarak bilmelidir ki:

 

“Onlar, yalnızca zanna uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan (ve hakîkatten) yana hiç-bir yarar sağlamaz” (Necm 28).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2021

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder