“Hayır, onlar şüphe
içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar”
(Duhân 9).
Şüphe: “Kuşku; bir şeyle, bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu tam
olarak bilememekten, kestirememekten doğan kararsızlık, güvensizlik duygusu. Başkalarının
iyi niyet ve amaçlarını kötüye yorarak işkillenme duygusu” anlamlarındadır.
İnsan,
şüphe duyan varlıktır. Olumlu anlamda da olumsuz anlamda da şüphelenir durur.
Olumlu anlamda şüphe, sağduyuya aykırı olan şeylere karşı olur, olmalıdır.
Böylece hakkı ve hakîkati idrâk etmek için bir başlangıç olabilir. Fakat şüphe
daha çok olumsuz anlamda kullanılır ki, daha çok görünmeyen, bilinmeyen, gaybî
şeylere karşı olur. İnsan maddî olanın varlığından şüphelenmez. Gözüyle
gördüğü, eliyle dokunduğu, kulağıyla duyduğu şeylerden şüphelenmez. Gerçi
günümüzde bunlar da şüpheli hâle gelmeye başladı fakat insan için maddî
varlığın varlığı hakkında şüphelenmeye gerek yoktur. Şüphe daha çok, Allah,
âhiret, ölüm-ötesi, cennet-cehennem, vahiy, melekler, kitaplar ve
peygamberlerin peygamberliği gibi konularda olur. Gerçekten sağlam îman
sâhipleri dışında insanların çoğu bunlardan şüphelenir. İnsanların çoğunun
inançları şüpheyle karışıktır. Bu da îmânı inanca indirger. Îman ile inanç aynı
şey değildir. Îman kesin iken, inançta hem kesinlik yoktur hem de sağlamlık
yoktur, değişebilir ve başkalaşabilir. Bu nedenle inanca indirgenmiş olan
şeylere karşı bağlılık gevşek olur.
Allah’ın ve
âhiretin varlığından şüphe etmek şüphenin en bâriz olanıdır. Varlığın, “bizi
bir Yaratan var” hitâbı bakıp görebilen kimseler için çok açık olmasına rağmen,
târih boyunca insanlar, kendilerini Allah’a çağıran peygamberlerden hep kesin
delil ve kanıt istemişlerdir:
“Resûlleri dedi ki: Allah
hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)?. O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi,
günahlarınızı bağışlamak için dâvet ediyor ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar
erteliyor. Dediler ki: Siz, benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz.
Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse
bize apaçık bir delil getirin” (İbrâhim
10).
Çok ilginçtir ki, muhteşem
bir yaratılışa ve düzene sâhip olan tüm varlığın bir yaratıcısı olduğundan
şüpheleniliyorken, her-şeyin kendi-kendine olduğu bilimsel zırvalıklardan şüphe
edilmiyor. Modern-bilimin uyduruk teorilerinden neredeyse hiç şüphe
edilmiyorken, Kur’ân’dan şüphe edilebiliyor. Oysa Kur’ân’da şüpheli hiç-bir şey
yoktur. Bu nedenle de Kur’ân’da sürekli olarak “şüphesiz” ifâdesini kullanır.
Haktan ve hakîkatten şüphe
edilmeye başlandığında, -insan mutlakâ şüphe etmeyeceği bir şeye inanacağından
dolayı- bâtıldan şüphe etmemeye başlar ve hak ve hakîkat yerine bâtıla
meyletmeye ve inanmaya başlar. Hakkın ve hakîkatin ta kendisi olan Kur’ân’dan
şüphe edenler, onun yerine sayısız saçmalıklara ve zırvalıklara inanmaya ve
onlardan hiç şüphe duymamaya başlar. Oysa Kur’ân, mevcut dünyâda şüphe
edilmeyecek olan tek şeydir. Çünkü:
“Kendisinde şüphe olmayan
bu Kitab’ın indirilişi âlemlerin Rabbi tarafındandır” (Secde 2).
“Bu, kendisinde şüphe
olmayan, muttakîler için yol gösterici bir kitaptır” (Bakara 2).
Şüphe edilen şeyin mûcizevî
olduğu kabûl edilmediği için insan Kur’ân’ın bir benzerini yapabilmelidir.
Fakat yüzyıllardır Kur’ân’ın bir benzeri yapılamıştır. Zîrâ Kur’ân insanın
değil Allah’ın sözüdür. Bu yüzden de Kur’ân medyan okur ve der ki:
“Eğer kulumuza
indirdiğimiz (Kur’ân)’den şüphe içindeyseniz, o zaman, siz de bunun benzeri bir
sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka şâhitlerinizi
(kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın. Ama yapamazsanız -ki kesin olarak
yapamayacaksınız- bu durumda kâfirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile
taşlar olan ateşten sakının” (Bakar 23-24).
“Bu Kur’ân, Allah’tan
başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri
doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur,
âlemlerin Rabbindendir” (Yûnus 37).
Allah ilk insandan bêri
insana vahyetmiş ve peygamberler göndererek ideâl yaşama şeklini uygulatmıştır.
Allah’ın sözü ve peygamberlerin uygulamaları (Sünnet), insanın ulaşabileceği en
yüksek bilgi ve eylem şeklidir. Bunlara uygun olmayan ver aykırı olan tüm bilgi
ve eylem şekilleri eksiktir, yanlıştır, sorunludur. Bu yüzdendir ki, Âdem’den
bêri insanoğlunun ürettiği bilginin %95’i yanlış, %4’ü de şüpheli olmuştur.
Zîrâ vahiyle ve ideâl uygulamaya aykırıdır ve uygun değildir. Çünkü insan
Allah’tan ve peygamberlerden şüphe duyarken, kendi yaptıklarından hiç-bir zaman
şüphe duymamakta ve sürekli olarak iyi şeyler yaptığını zannetmektedir.
İnsanlar aslında belki de en
çok, her-şeyi yaratan Allah’tan daha çok, ölüm-ötesi olandan yâni âhiretten
şüphe etmektedir. Aslında âhiretten şüphe etmek işlerine de gelmektedir. Çünkü
Dünyâ’daki işleri ve yaşantıları âhirete uygun değildir ve çoğu kişi bunun farkındadır. Böyle olunca da çeşitli zorlama
yorumlarla âhiretten şüphe edilmekte ve inkâr edilmektedir. En azından âhiret
bu şüphe nedeniyle göz-ardı edilebilmektedir.
“Gerçek şu ki,
kıyâmet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde
olanları diriltecektir” (Hac 7).
“İnkâr edenler ise,
kıyâmet-saati onlara apansız gelinceye veyâ kesintiye uğramış (akim, verimsiz)
bir günün azâbı onlara yetişinceye kadar ondan yana şüphe içinde sür-git
kalacaklardır” (Hac 55).
Modern insan tarafından
sorgusuz-suâlsiz olarak sonsuz bir îman ve güven duyuluyor olsa da,
modern-bilimin verileri büyük oranda şüphelidir. Dünyâ-dışı verileri büyük
oranda gerçekçi olmadığı gibi, Dünyâ-içi verileri bile şüphelidir. Çünkü sürekli
döngü ve değişim hâlinde olan evrene bakarak “doğru”ya ulaşılamaz ve ancak
“şüphe”ye ulaşılabilir. Doğruyu aramak isteyen, vahye bakmalıdır. Kâinâta
vahiy-merkezli olarak bakmalıdır. Hakka ve hakîkate ancak böyle varılabilir.
Bunun başka bir yolu yoktur. Zâten bilim-adamları da bunun farkında olduğundan
dolayı modern-bilim için, “yanlışlanabilir, değişebilir, zamanla doğruya
ulaşılır vs. gibi laflar etmektedirler.
Dünyâ’yı sorgulamayanlar,
âhireti sorgulamaya başlarlar. Haz-merkezli mevcut Dünyâ’dan şüphelenmeyenler,
âhiretten ve İslâm’dan şüphelenmeye başlarlar. Dünyâ’yı dibine kadar yaşama
hırsı, âhiret şüphesinden kaynaklanır. İnsanları sürekli olarak haz ve hırs ile
oyalayan şeytandan, nefsten ve tâğutlardan hiç şüphelenmeyenler, Allah’tan,
âhiretten, gaybdan, haktan, hakîkatten ve İslâm’dan şüpheleniyorlar. Çünkü
Modernizm denilen melânet, mânevî olandan şüphe duymak üzerine kuruludur.
Modern toplum da buna göre şekillendirildiği için insanların çoğu mânevî olana karşı
şüphe ve inkâr içindedir. Gerek ilköğretimde gerekse de üniversitelerde
öğretilen temel şey “şüphe”dir. Fakat artık her-şeyden şüpheleniliyor ve ilim,
“şüphe etmek” zannediliyor. Yeni nesil ve modern insan ne kadar da şüpheci. Bir
türlü iknâ olmuyor, emin olamıyor, inanamıyor, bağlanamıyor, adanamıyor. Hakka
adanamadığı için de bâtıla ve sapkınlığa yöneliyor. Zîrâ böylece en azından
nefsini tatmin etmiş ve şeytanını susturmuş olmanın rahatlığını yaşıyor.
Şüphe duymadığınız şey,
dîninizdir. Bu din ya “tek hak din olan İslâm”dır, ya da bâtıl dinlerden bâtıl
bir dindir. Allah böylelerinin sapkınlığını şu şekilde açığa vurur:
“Siz ikiniz (ey
melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, hayra engel olan,
saldırgan şüpheciyi, ki o, Allah’la berâber başka bir ilah edinmişti. Artık
ikiniz, onu en şiddetli olan azâbın içine atın” (Kâf 24-26).
Peki gâlip gelecek ve
kazanacak olanlar kimlerdir?:
“Kim Allah’ı, Resûlü’nü
ve îman edenleri dost (velî) edînirse, hiç şüphe yok, gâlip gelecek olanlar,
Allah’ın taraftarlarıdır” (Mâide
56).
“Binâsının temelini,
Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binâsının
temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem
ateşi içine yuvarlanan kimse mi?. Allah, zulmeden bir topluluğa hidâyet vermez.
Onların kâlpleri parçalanmadıkça, kurdukları binâ kâlplerinde bir şüphe olarak
sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Tevbe 109-110).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder