“Ve
muhakkak ki o (Kur’ân) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride
bundan sorulacaksınız” (Zuhrûf 44).
Şeref: “Başkasının,
birine gösterdiği saygının dayandığı mânevî değer; onur. Toplumca benimsenmiş
iyi şöhret” (TDK).
Arapça “şrf”
kökünden gelen şaraf; yücelme, öne çıkma, astronomide yıldızın zirve noktası,
onur, îtibar” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça şarafa, “öne çıktı,
yükseldi” fiilinin fa’al vezninde masdarıdır.
Peki
şerefin kaynağı nedir?. Şeref kimden yada nereden gelir?. Şerefin ne ve nasıl
olduğunu kim belirleyebilir?. Elbette şerefin ne ve nasıl olduğunu belirleyecek
olan, şerefin mutlak kaynağı, yaratıcısı ve sâhibidir ki O, âlemlerin rabbi
olan Allah’tır. Peki Allah şerefi ve dolayısıyla şerefin yokluğu hâli olan
şerefsizliği ne ile belirler?. Allah insanlarla ancak vahiy ile iletişim kurduğu
için elbette şerefi ve dolayısı ile şerefsizliği belirleyecek olan şey vahiydir.
O-hâlde insan şerefini vahiyde bulurken ve oradan alırken, vahiysizlik de şerefsizlik
anlamına gelecektir.
“Vahiy
ile hiç alakaları olmadığı hâlde şerefsizlik yapmayanlar vardır” diye bir
îtirâz gelecektir elbette. Fakat bu, şerefin erdem ile karıştırılmasından dolayıdır.
Erdem de iyidir ve insanlar erdemli olmalıdır. Fakat erdem “sonuna kadar”
şerefli davranmayı sağlayamaz. Çünkü erdem sonuna kadar ahlâklı olmayı
sağlayamaz. “Sonuna kadar ahlâklı davranmayı ancak, vahiyle kazanılmış olan
şeref sağlayabilir. Eski Türkçe erdem; “yiğitlik, şan” sözcüğünden evrilmiştir.
Bu sözcük Moğolca erdem “bilgi, bilgelik, yetenek, beceri” sözcüğü ile eş
kökenlidir. Erdem bir etik üretebilir ve ona göre davranış ortaya koyabilir.
Fakat erdem “sonuna kadar” ahlâklı olmayı sağlayamaz. Zîrâ “sonuna kadar
ahlâklı olmak” ancak âhiret bilinci ve îmânı ile mümkündür. Ancak âhiret
endişesi taşıyanlar, yaptıklarının karşılığını mutlakâ göreceklerine
inandıkları için ne pahasına olursa-olsun şerefli olmak zorunda hissederler
kendilerini. Eğer âhiret inancı yoksa sonuna kadar erdemli olmak saçma olur. Sonuna
kadar ve her ne pahasına olursa-olsun erdemli olmak bâzen ahlâklı olmayı yanlış
olarak bile görebilir. “Sonuna kadar” ahlâklı olabilecek olanlar ancak, vahyin
kazandırmış olduğu şeref sâhipleridir. O şerefi onlara, vahiyle bildirilmiş
olan âhiret-merkezli düşünmek ve yaşamak bilinci kazandırmıştır.
Meselâ birini düşünün, çok dürüst
olarak bilinen erdemli biri. Fakat bu kişi ilâhi olana inanmayan biri olsun.
Yâni ahlâkı değil, etiği olan biri. Bu kişinin kimsenin malında-canında-nâmusunda
gözü yoktur. Kimsenin hakkını yemez, yalan söylemez, kimseye ve hiç-bir şeye zarar
vermez vs. Bu tabî ki iyi bir şeydir. Fakat eğer bu kişi inançsız bir kişiyse
ve doğal olarak ölümden sonraki hayâta inanmıyorsa, etiği ve erdemi yâni şerefi
onu bir yerden sonra korumayacaktır. Bu kişinin çok sevdiği biri; ana-babası
yada eşi-kızı-oğlu çok büyük bir suç işlese, meselâ mâsum birisini öldürmüş
olsa ve olayı gören de sâdece bahsettiğimiz o erdemli kişi olsa; bu kişi, çok
sevdiği ana-baba-eş-çocuklarının îdam ile yada müebbet hapis ile
cezâlandırılmasına göz yumabilir mi?. Bu kişinin meselâ annesi yada oğlu, mâsum
birini öldürse ve cinâyeti de sâdece o görse, anasını yada oğlunu ihbâr eder
mi?. Çünkü cinayeti sâdece o görmüştür ve eğer ihbâr etmezse hayat boyunca olayı
kimse bilmeyecek ve cinâyeti işleyen kişi icâbında 90 yaşına kadar yaşayacak. Âhiret
inancı ve korkusu yoksa, anasını yada oğlunu niye ihbâr etsin?. Onu, sevdiği
kişiyi ihbâr etmeye ne zorlayacak?. Toplumun oluşturduğu töre için, birilerinin
keyfinden çıkardığı yasalar için mi fedâ edecek sevdiklerini?. Kesinlikle
yapmaz bunu. Hattâ olay cinâyet değil de meselâ hırsızlık olsa, yine de ihbâr
etmez sevdiklerini. Ben şahsen inançsız biri olsam, kesinlikle fedâ etmem
sevdiklerimi. Niye edeyim ki?. Ne de olsa ölünce her-şey bitiyor. Fakat gerçek
bir “ölüm sonrası inanç” ve âhiret bilincine sâhip olanlar bunu kesinlikle
saklayamaz. Müslümanların güzel örnekliği olan Peygamberimiz, hırsızlık yapan
zengin birinin affedilmesi isteği üzerine; “hırsızlığı yapan, kızım Fâtıma da
olsa vallâhi elini keserim” demiştir. İşte îman, âhiret bilinci, inancı ve
korkusundan kaynaklanan ahlâk ve şereftir bunu yaptıran. İnsan-merkezli olan etik
ve erdem göz-ardı edebilirken, ilâhi-merkezli olan ahlâk ve şeref zinhar göz-ardı
edemez.
Dünyâ’da “nasırlaşmış bir
şerefsizlik” hüküm sürüyor. Çünkü her alanda her-şeyi belirleyenler büyük
oranda, âhiret bilinci ve îmânı olmayan ahlâksızlar ve şerefsizlerdir. Her
alanda şerefsizler hüküm sürüyor ve şerefsizce hüküm veriyorlar. Bu da insanlara
adâletsizlik, eşitsizlik, merhâmetsizlik, vicdansızlık, cehâlet, ahlâksızlık ve
zulüm olarak dönüyor.
Peygamberler
insanların en şereflileridirler. Çünkü onları insanlar içinden Allah seçmiştir
ve Allah insanlar içinden en ahlâklı ve dolayısı ile şerefli olanları peygamber
seçmiştir. Niçin başkasını değil de kendisini peygamber olarak seçtiğini
sorgulayan Peygamberimiz’e Allah şöyle karşılık vermiştir:
“Gerçekten
sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem 4).
Muhteşem
bir ahlâk ve şeref üzere olduğu için “âlemlere rahmet” olmuştur:
“Biz seni âlemler için yalnızca bir
rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ 107).
Bu nedenle de insanlara “en güzel
örnek” kılınmıştır:
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü
umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’
vardır” (Ahzâb 21).
Allah
peygamberleri insanlar içindeki en ahlâklı olanlar arasından seçer ve bu seçim
onlara ayrıca büyük bir şeref kazandırır. Vahyin onlar aracılığı ile inmesi de
peygamberlerini ve vahyi tâkip edenlere şeref kazandırırken, vahye ve
peygamberlere karşı olanlara da şerefsizlik kazandırır. O-hâlde şeref, “Allah’a
ve peygamberlere itaat” demekken, şerefsizlik ise bunun zıddıdır. Şerefsizlik
itaatsizliktir. Bu bağlamda seküler batı’nın “özgürlük” bağlamında, hiç kimseye
ve hiç-bir şeye gösterilmeyen itaatsizliği övmesi, onu şerefsizleştirmektedir.
Bu şerefsizliktir işte onları şerefsizce işler yapmaya iten sebep. Oysa İslâm’da
hiç kimse ve hiç-bir şey Allah’tan bağımsız ve özgür olamaz. İslâm ile
İslâm-dışı arasındaki en bâriz fark budur. Dünyâ’ya İslâm hâkim olmadığında
ortaya çıkan ve hayâta hâkim olan şerefsizlik de bu nedenle ortaya çıkar.
Şeref, Allah’a olan bağlılıkla, şerefsizlik ise, Allah’a olan bağın gevşemesi
yada kopmasıyla ile alâkalı olan şeydir. Şerefsizlik ne kadar artıyorsa,
Allah’a olan bağın o oranda gevşediği yada koptuğu anlaşılmalıdır.
İnsan
şerefini kazandıracak şey “sâdece Allah’a tapmak” iken, insanı
şerefsizleştirecek olan şey ise, “O’ndan başka her-şeye bağlanmak ve
tapmak”tır. Yaratan’a tapmak insana şeref kazandırırken, yaratılana tapmak ise
şerefsizlik kazandırır.
Şerefli
olmak yada şerefi arttırmak; zenginlik, ilim, soy-sop, güç, boy-pos, güzellik,
güç, başarı, gündemde ve göz-önünde olmak, popüler işler yapmak, malı-mülkü ve
parayı arttırmak vs. ile değil; takvâ yâni sorumluluk bilinciyle sorumlu
davranmakla ve adâletsizlikten, eşitsizlikten, merhâmetsizlikten ve
vicdansızlıktan, küfür ve şirkten, ahlâksızlıktan ve zulümden uzak durmakla ve
bunlarla sâbit kadem olmakla kazanılır ve arttırılır. Bunu sağlayacak olan da
Allah ve âhiret bilinci ve korkusu, vahiy-merkezli yaşamak çabasıdır. Çünkü
bütün şeref oradadır:
“Kaf. Şerefli üstün
Kur’ân’a andolsun” (Kâf 1).
“Hayır; o (Kitap),
‘şerefli-üstün’ olan bir Kur’ân’dır”
(Burûc 21).
“O (Kur’ân),
‘şerefli-üstün’ sâhifelerdedir” (Abese
13).
Şerefli Kur’ân’ı Allah’tan
alıp Resûl’e getiren elçi de (Cebrâil), Kur’ân’ın kâlbine indiği Resûl de
şeref-sâhibidirler:
“Şüphesiz o (Kur’ân),
üstün onur sâhibi bir elçinin gerçekten (Allah’tan getirdiği) sözüdür; (Bu
elçi,) bir güç sâhibidir, arşın sâhibi katında şereflidir” (Tekvir 19-20).
“Hiç şüphesiz o (Kur’ân),
şerefli bir elçinin kesin sözüdür”
(Kâf 40).
Bu nedenle tüm şeref,
Allah’ın sözü olan Kur’ân’dadır:
“Hayır, biz onlara kendi
şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi
zikirlerinden yüz çeviriyorlar” (Mü’minûn
71).
Câhiller idrâk edemese ve
fâsık, zâlim, kâfir, müşrik, münâfık ve şerefsizler kabûl etmese de, Dünyâ
ancak vahyin hükümleriyle düzene kavuşabilir. Zîrâ şerefsizlik ancak vahiy
sâyesinde bitebilir.
Birileri arkalarına almışlar
şerefsiz-zâlim batı’nın argümanlarını, sürekli olarak 1.400 yıllık İslâm
târihine vuruyorlar. Bunu da “iyi müslümanlık” zannediyorlar. İslâm’ın “modern
seküler çağ”a uymaması, onun “geriliği”nden değil, “şerefinden”dir. O-hâlde ey
mü’minler!; izzetinizi ve şerefinizi İslâm’dan-Kur’ân’dan almazsanız, onu size
hiç kimse veremez. Şerefsizlerden şeref beklemeyin.
Lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist
sistem insanları öyle bir hâle soktu ki; İslâm’ın bâtılı bile ondan daha
şereflidir.
Modern uygarlığın geçtiği
yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern
paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer
müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü
gibi müslümanlar da birilerini sömürmeye başlarlar. Bu sömürme “öldürerek
sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu durumun İslâm’ın özüyle uyuşması söz-konusu
bile olamaz. Çünkü batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak şerefsizliktir.
Savaş uçakları olmayan bir
topluma karşı, uçaklardan atılan bombalarla savaşmak şerefsizliktir.
Kafaların konforu
bozulmadan; tâğutların-zâlimlerin-şerefsizlerin konforu bozulmaz.
Bir yanlışın “câhillik
nedeniyle” yapılmış olmasıyla, “şerefsizlik nedeniyle” yapılmış olması arasında
fark vardır. Fakat insanın başına gelen musîbetlerin büyük çoğunluğu insanın
ahmaklığından yada şerefsizliğinden dolayıdır. Modern insan, şerefsizliği “akıllılık”
zannediyor. Bu yüzden de yaptığı şerefsizliklerle övünüyor.
Modernizm en temelde
köleciliğe, öldürmeye, sömürmeye ve zulme yâni şerefsizliğe dayandığı için
hiç-bir zaman genel hayır getirmedi, getirmez, getirmeyecektir.
Küresel anlamda ve Dünyâ’nın
kaderini etkileyecek oranda sermâyedar ve servet-sâhibi olmanın yolu
akıllı/zeki olmaktan değil, şerefsiz olmaktan geçer. Çünkü hakka ve hukûka
uyarak o kadar zengin olunamaz. Şerefsizlik, profesyonelce yapıldığında
“şerefsizlik” olmaktan çıkmaz.
Modern insan, popüler olan
her-şeyi hayâtına yansıtmaya başlıyor. O şey isterse şerefsizce ve ahmakça
olsun fark-etmiyor.
Kadın için şeref,
görünürlülük, bir işte çalışmak okumak makyaj ve giysilerle dikkat çekmek vs.
modern şeylere sâhip olmak değil, iffet, dürüstlük, mü’mine bir insan olmak ve
iyi bir ev-hanımlığıdır. Annelik kadının en büyük şerefidir. Zîrâ cennet bile
“annelerin” ayakları altındadır.
Şerefin göstergesi
beşerî makam ve mevkîler değildir. Bir ülkenin en başındaki kişi şerefsiz
olabilirken, dağdaki çoban üstün bir şerefe sâhip olabilir.
Tutuklanmaya/eziyet
edilmeye/öldürülmeye değer yazılar yazmak mü’min için bir şereftir.
Sömürülerek ölmektense,
sömürüye karşı isyân edip savaşmak ve ölmek “şerefli bir ölüm”dür.
Birilerinin
zannettiği gibi, hiç kimse İslâm’a katılmakla İslâm’ı şereflendirmiş olmaz,
tam-aksine, o İslâm ile şereflenirse şereflenir.
“Kim izzeti ve şerefi istiyorsa,
artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, sâlih amel de onu
yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir
azap vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur” (Fâtır 10).
İslâm’dan başka bir yerde
şeref arayanlar, şerefsizlerin önde gidenleridir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2023