“…Oysa hîleli düzen,
kendi sâhibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden
başkasını mı gözlemektedirler?. Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir
değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de
bulamazsın” (Fâtır 43).
“Bir kavim (toplum),
kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nîmet olarak bağışladığını
değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir” (Enfâl 53).
İnsanlık târihindeki en büyük
değişim, Peygamberimiz Hz. Muhammed ve o’nunla birlikte olan arkadaşlarının, İslâm
Dîni ve vahyi ile gerçekleştirdiği o eşsiz değişimdir. Bu değişim İslâm ile
olmuş bir değişimdir ki zâten böyle bir değişimin, dönüşümün ve devrimin başka
bir açıklaması olamaz. Zâten tüm peygamberler böyle bir değişimin çabası içinde
olmuş ve bunun için çalışmışlardır. Zîrâ İslâm, kişiyi İslâm’a dâhil olduğunda
büyük bir değişime uğratır ve dış-âlemde de Allah’ın sözünü ve dînini hayâta
hâkim kılmak için çalışmaya sevk eder. Bu nedenle İslâm’ın kişide yankı
bulup-bulmadığı, İslâm’a dâhil olan kişide bâriz bir değişimin olup-olmamasıyla
belli olur. Eğer İslâm’a büyük bir kararlılıkla ve ciddiyetle dâhil olmuşsa,
İslâm o kişinin iç-âleminin altını üstüne getirir ve kişiyi bambaşka biri yapar.
Bu da onun tasavvur, düşünce, söz ve davranışında külliyen bir değişim
başlatır. Lâkin eğer kişi İslâm’â dâhil olduktan sonra, İslâm’a dâhil olmadan
önceki gibi bir hayat yaşamaya devâm ediyorsa, o kişide bir değişmenin olmadığı
anlaşılır. Bu da kişinin İslâm’a tam bir teslîmiyetle teslim olmadığının
göstergesidir.
Allah, Peygamberimiz ve
arkadaşlarının kâlplerini ve dolayısı ile hayatlarını öyle bir değiştirmişti
ki, onları bambaşka insanlar hâline getirmişti. Öyle ki bu değişim onları en
kritik zamanda bile korumuştu ve kardeşler kılmıştı:
“Hepiniz Allah’ın ipine
sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın üzerinizdeki nîmetini
hatırlayın. Hani siz düşmanlar idîniz. O, kâlplerinizin arasını
uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nîmetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine
siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete
erersiniz diye, Allah, size âyetlerini böyle açıklar” (Âl-i İmran 103).
İslâm, mü’minleri
değiştirince ve kardeşler yapınca, şeytanın fitnesi bile etkili olmadı da boşa
çıktı.
İslâm, son vahiy ile
tamamlanmış ve Peygamberimiz tarafından en ideâl şekilde ve “güzel bir
örneklik” (Ahzâb 21) olarak uygulanmıştır. Böylece İslâm tamamlanmıştır ve
insanlar için gerekli olan temel ilkeler yerleştirilmiştir. Bu nedenle artık
dîne eklemeler-çıkarmalar yapmak söz-konusu değildir. Ancak yine vahiy-merkezli
olmak ve vahye uygun olmak şartıyla gerektiğinde yeni yorumlar ve geçici kurallar koyulabilir, fakat temel
ilkelerde herhangi bir değişikliğin yapılması diye bir şeyden söz edilemez:
“Rabbinin sözü, doğruluk
bakımından da, adâlet bakımından da tastamamlanmıştır. O’nun sözlerini
değiştirebilecek (kimse) yoktur. O, işitendir, bilendir” (En-âm 115).
Görüldüğü gibi değişecek ve
değiştirilebilecek bir din değildir. Fakat İslâm, samîmi, ciddî, gayretli ve
azimli kişileri “örnek insanlar” olacak şekilde değiştirir. Böyle bir değişimin
olmazsa-olmaz şartı, İslâm’a sorgusuz-suâlsiz ve kayıtsız-şartsız bir şekilde
tam bir teslîmiyetle teslim olmaktır. Çünkü böyle olmadığında ve tam bir
teslîmiyetle teslim olunmadığında çok da uzun olmayan bir vâdede gevşeme ve
kayma başlayabilir yada belli bir noktadan ileri gitmek mümkün olmaz. Çünkü
İslâm tamamlanmış bir din’dir ve kişiyi de bu nedenle tamâmen değiştirmeye
niyetlidir. Değişimin yarım olması eksik olması demek olacağından dolayı tam
değişmeyen kişilerde eksiklikler görülür. Modern müslümanların amel-eylem
noktasında zayıf olmasının nedeni budur. Kişinin iç-âlemi ne kadar eksikse,
dış-âlemindeki eksiklik o oranda açığa çıkmaktadır.
İslâm, “insanı değiştiren”
şeydir. İnsanın-müslümanın ne durumda olduğu, kendisinde meydana gelen İslâm’a
yönelik değişimin oranı ile belli olur. Zâten Dünyâ’yı değiştirecek ve
İslâm-merkezli yapabilecek, bunu başlatabilecek yada samîmi bir şekilde bunun
için çalışacak olanlar, İslâm’ın büyük bir değişim ile değiştirdiği kişiler
olur. Peki değişmemiş ve aslında değişmeye niyetli olmayanlar?.
İslâm “Îman ettim” demekle
tamamlanan ve biten değil, “îman ettim” demekle başlayan bir din’dir. Hattâ sâdece
İslâm, “îman ettim” demekle başlar. Îmânında ciddî ve samîmi olanlar, gözle
görülebilecek şekilde hemen değişmeye başlarlar ve bu değişimden zinhar tâviz
vermezler. Zâten değişimin ciddî olup-olmadığı, bu süreçte bir tâvizin
verilip-verilmediğine göre ölçülür. “Îman ettim” demesine rağmen sürekli tâviz
verenler ve bu nedenle de kendilerinde hiç-bir değişim meydana gelmeyen
kişiler, aslında İslâm’a psikolojik yada kültürel olarak bağlıdırlar ve
peygamberler ve onlarla birlikte olan ve güzel örneklik ortaya koyanlar gibi
îman etmiş değildirler.
“Îman ettim” demek; Allah’a,
âhirete, gayba, meleklere, vahye, peygamberlere ve dîni olana îmân ettikten
başka, İslâm’ın-Kur’ân’ın sosyâl, kültürel, ekonomik, âilevî, kânûnî, hukûkî,
askerî, siyâsî vs. tüm alanlarına yönelik emir ve yasaklarına ve Allah’ın
sözünü hem iç-âlemde hem de dış-âlemde hâkim kılınacağına bilinçli bir şekilde
îman etmektir. Yoksa sâdece “Îman ettim” demekle iş bitmez ve İslâm da bu
kişileri değiştirmez. İnsanlar değişmeyince Dünyâ da değişmez. Bir değişim
olmayınca da hiç-bir kötülük, çirkinlik, yanlış, adâletsizlik, haksızlık,
ahlâksızlık, küfür, şirk ve zulüm bitmez.
Dünyâ müslümanlarına sorsanız
hepsi de “îman ettim” diyecektir. Allah îmanları boşa çıkarmaz ve îmanların
inkâr edilmesini hoş görmez. Fakat bakıldığında görülen şey, İslâm’ın müslümanlarda
bir değişim yapmadığıdır. Çünkü müslümanların büyük çoğunluğu İslâm’ı Kur’ân ve
Sünnet’ten öğrenmediği için İslâm’ı bilmemektedirler. Bildikleri şeyler
hurâfeler ve masallardan başkası değildir. Bu durum onların hâl-i pür
melâllerinin nedenidir. Bu da onların değişmelerine engel olmaktadır, zîrâ
İslâm’ın ne olduğunu bilip göremedikleri için, İslâm’a adanmak yada adanmamak veyâ
değişmek yada değişmemek noktasında bir karar verememektedirler.
Şimdi; hem müslim olunacak
hem de müslim olmadan önceki gibi yaşamaya devâm edilecek.. bu mümkün değildir.
Çünkü İslâm vahyi kâlplere inmiştir ve mutlakâ kâlpleri değiştirir. kâlpler
değişince insan da değişmeye başlar ve Dünyâ’yı değiştirmeye aday olur.
Hem müslüman olunacak, hem
de hayat-tarzı ve davranışlar değişmeyecek.. Böyle bir şey söz-konusu olmaz.
Eğer İslâmî yönde değişmiyorsanız, İslâm’ın mesajını ya anlayamamışsınız yada
“kabûl edemiyorsunuz” demektir. Böyle olduğu için de “ben de müslimlerdenim”
demenize rağmen tasavvurunuzda, düşüncelerinizde, konuşmalarınızda ve en
önemlisi de davranışlarınızda bir değişme olmuyor. Bu sisin samîmi ve ciddî
olmadığınızı gösterir. Çünkü îman ispât ister. İspât ise en çok da
davranışlarda kendini belli eder. Çünkü kimin ne kadar îmânı olduğunu yalnızca
Allah bilir. O-hâlde davranışlarınız sizin ne olduğunuzu gösterir.
Buna göre, hem îman edip hem
de değişmeyerek müslüman olmadan önceki gibi davranmak îman iddiâsını geçersiz
kılar. Çünkü îman ettikten ve müslimlerden olduktan sonra ibâdetlerinizi
hiç-bir şartta iptâl edemez, erteleyemez ve kalitesizleştiremezsiniz. Hem îman
edip hem de namaz kılmamak, oruç tutmamak vs. olmaz. Hem îman edip hem de
giyinişiniz önceki gibi olamaz. Hem îman edip hem de konuşmalarınız önceki gibi
olamaz. Hem îman edip hem de davranışlarınız önceki ve diğerleri gibi olamaz. Zîrâ
îman edip İslâm ‘a dâhil olmak kişiyi değiştirir ve “ben artık önceki gibi
değilim, diğerleri gibi değilim” dedirtir insana. O-hâlde önceki gibi, hem îman
edip hem de tesettüre yakışmayacak ortamlarda bulunamazsınız. Hem îman edip hem
de önceki gibi namaza-niyaza yakışmayacak muhabbetler yapamazsınız. Önceki gibi
ekrana bağımlı olamazsınız. Önceki gibi, bir teşhir alanı olan sosyâl medyaya
takılamazsınız. Anne-babanıza, eşinize, çocuklarınıza, eşinize-dostuna önceki
gibi davranamaz ve onlarla eskisi gibi geyik muhabbetleri yapamazsınız. İslâm
sizi artık değiştirdiği için gözünüze, dilinize, elinize, sözünüze,
konuşmalarınıza ve davranışlarınıza hâkim olmanız şarttır. Ortamınız,
arkadaşlarınız, muhabbetleriniz, alışkanlıklarınız, yatma-kalkma saatiniz hep
İslâm’a göre olmalıdır. İslâm sizi öyle bir değiştirmiş olmalı ki, İslâm’a
uygun olmayacak olan bir hâl ve hareketiniz kalmamalıdır. İslâm’ın değiştirdiği
insanlar böyle olur. Çünkü onlar şu âyeti dillerine pelesenk ederler:
“De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman
olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).
Eğer sizde büyük bir değişim
olup da davranışlarınız da tümüyle değişmemiş ve değişecek gibi durmuyorsa,
sizin Îman iddiânız sakat olduğu gibi, İslâm’a da sâdece kültürel olarak oda
körü-körüne dâhil olduğunuz gösterir. Böylece ne iç-âleminizde ne de dış-âlemde herhangi bir
değişiklik yapmanız beklenemez. Zîrâ siz değişmemesinizdir.
Müslümanların anlamak yada
yerine getirmek istemediği şey şudur: Eğer müslümanım diyorsanız, İslâm’i bilginiz
arttıkça hayâtınız da mü’mince değişmelidir. Kendilerini ilmî anlamda
değiştirseler de amel-eylem anlamında değiştirmek istemeyenler, hep aynı
muhabbetleri yaparlar. Bu da bir kısır-döngüye yol açar. Oysa anlayışı ve
idrâki vahiy ile değiştirmek, davranışı da vahiy ile değiştirmeyi gerektirir.
İşte peygamberler bunun için gönderilirler. Onlar değişmenin öncüsü ve
örneğidirler. “İslâm bir insanı ve bir toplumu nasıl değiştirir”in cevâbı
peygamberler ve onlarla birlikte değişenlerdir.
Vahyin
bilincine erememiş olan insan, eşyâya göre düşünür ve değişimi de yine eşyâya
göre olur. Sonuçta da insanların düşüncesini ve davranışlarını mekân belirler.
Değişim İslâm’a göre değil de mekâna göre olur. Mekân değiştikçe insan da bu
seküler mekâna göre değişir ki modernizm süreci bunu çok net olarak
göstermektedir. İslâm’a göre değişmeyenler yada değişmek istemeyenler, mecbûren
mekâna göre değişirler ve İslâm’ı da seküler mekâna göre değiştirmeye
kalkarlar. Bunu yapanlar, İslâm ile değişmeyen kişilerdir.
Eğer din adına bir şey
yapmıyorsanız, din sizi kötülükten uzaklaştırıp iyiliğe yöneltmiyorsa ve sizi
olumlu anlamda değiştirmiyorsa, sizin “îman ettim” demenizin hiç-bir anlamı ve
değeri yoktur. Zîra İslâm
Eğer yaşamınızda hiç-bir şey
değişmeyecekse, müslüman olmakla olmamak arasında bir fark yoktur. Tasavvur,
düşünce, konuşma ve davranışlarınızda bir değişme olmadıysa ve yine İslâm’a
dâhil olmadan önce yada İslâm’ın ne olduğunu bilmeden önceki gibiyseniz, siz
zâten İslâm üzere değilsiniz demektir. “Ben artık müslümanım” dedikten sonra
sizde bir değişme yoksa, siz hâlâ önceki gibisiniz ve müslüman falan
olmamışsınız demektir. İnsanların içinden “müslümanım” diyenlerin çoğu,
müslümanlıktan çıksalar hayatlarında bir değişiklik olmaz. Çünkü zâten müslüman
iken de olmamıştı ve herhangi bir değişim gerçeklememişti. Bu nedenle Dünyâ’da
değişmemiş durumda olan müslümanların %90’ı dinden çıksa değişen bir şey
olmayacaktır. Tüm câmileri yıksanız, tüm Kur’ânları-vahiyleri yaksanız, tüm âlimleri
kesseniz, Dünyâ müslümanları (müslim ve mü’minleri değil) için bir değişiklik olmayacaktır.
Kendinize şu soruyu sorun;
Allah Dünyâ’dan tüm Kur’ân’ları kaldırsa, herkese Kur’ân ile ilgili her-şeyi
bir-anda unuttursa ve sanki Kur’ân diye bir şey hiç olmamış gibi olsa, sizin için ne fark eder?. Yaşamınız alt-üst
olur mu?. Ne yapacağınız bilmez bir duruma düşer misiniz?. Yoksa yine dünkü
gibi yaşamaya devâm mı edersiniz?. Baktığınızda göreceğiniz şey maalesef şu
olacaktır ki; Allah bize sâdece Kur’ân’ı değil de, tüm İslâm’ı bir-anda
unuttursa, insanların-müslümanların %90’ı için değişen bir şey olmayacak ve
onlar yine bir-önceki gün gibi aynı yada benzer şeyleri düşünecek, konuşacak,
yazacak ve yine önceki gibi davranacaklardır. Çünkü daha önce de İslâm %90
oranındaki insanlarda bir değişim meydana getirmemişti. Zîrâ insanlar İslâm’a-dîne
dâhil olduklarını söyleseler de kendilerini İslâm’a göre değiştirmemişler ve
hattâ böyle bir şeyi çoğu kişi düşünmemişti bile.
Bu nedenledir ki, İslâm,
kişinin sosyo-kültürel, sosyo-psikolojik ve sosyo-ekonomik durumunu
değiştirmiyorsa, o kişinin îmânı en fazla “ucundan-kıyısından îman etmek”
şeklinde olur. Târih boyunca Dünyâ’yı hep “derdi olanlar” değiştirmiştir.
Dünyâ’da zevk, neşe ve refah içinde yaşayanların yada yaşamak isteyenlerin
hakka uygun bir değişim yapabilmeleri hattâ bunu düşünebilmeleri bile
söz-konusu değildir. Dünyâ İslâm-merkezli olarak haz, zevk ve neşe içinde
değiştirilemez. Tam-aksine bir değişimin yaşanması için bir-çok fedâkârlıklar
yapmak ve bâzı acılar çekmek icâp eder. Çünkü duruma göre malları ve canları
bile ortaya koyabilmeyi göze alabilmek gerekir.
Îmânın delîli “yaşam-tarzı
değişimi”dir. Seküler-modern dünyâda “herkes gibi yaşayanlar”ın îmânı
sorunludur. İnsanın tabiat ve insan hakkındaki düşüncesinin bile değişmesi,
Allah hakkındaki düşüncesinin değişmesiyle başlar. Allah’a göre olan bir
değişim, tüm her-şey hakkındaki düşüncenin değişmesine neden olur. Zâten Allah’sız
değişimler, yakın-uzak vâdede mutlakâ insanın aleyhine olur.
Sürekli olarak iyi yönde bir
ilerleme yoktur. Hak ve bâtıl arasında bir döngü ve değişim vardır. Değişim
neye göreyse, insan ve Dünyâ da ona göre değişir. Herkes için hak-hakîkat,
adâlet-eşitlik ve herkes için olacak iyi yönde değişimi ise ancak İslâm
sağlayabilir ki İslâm’ın varlık nedenlerinden biri de budur. Dîn mevcut dünyâya
göre değil, mevcut dünyâ dîne göre yorumlanıp değiştirmelidir ki bu, eleştirel
bir yorum ve değiştirme olacaktır. Çünkü doğru, herkese göre değişen bir değer
ölçüsü değildir. Doğru, “Allah’a göre doğru” olandır.
Bir insanın değişmesi, ilk
önce hayâllerinin değişmesiyle başlar. İnsanın hayâli, onun “ne” olduğunu
gösterir.
İslâm diğer beşerî din ve
inançlar gibi bir süre sonra sıkıcı olmaya başlamaz. Eleştiriye, îtirâza, isyâna
ve amele-eyleme dönük bir din olduğu için hedefleri büyüktür ve bu nedenle de
sıkıcı değildir. Zîrâ İslâm yoğun bir din’dir. Beşeri dinlerin ise hedefleri yoktur
ve kısa zamanda sıkmaya başlar ve bu nedenle de sık-sık ilâveler yapılır ve yenilenir.
Meselâ uzunca bir süre Güneş’e tapan aynı toplum, bir süre sonra Ay’a tapmaya
başlayabilir.
Kendini/kendilerini
paralayan birisi/birileri olmadıkça Dünyâ ve insanlık, maddi yada mânevî olarak
olumlu anlamda değişemez. İşte bu yüzden mesele, “kendini paralayacak
birilerinin olması yada olmaması” meselesidir. Îman etmek, “Allah rızâsı için
paralanmayı göze alabilmek” demektir. Bunu yapabilecek olanlar ise ancak, İslâm
ile değişmiş olanlardır.
Dünyâ’yı İslâmî yönde
değiştirmek çok zor bir şeydir. Fakat bunun bir kısa-yolu da vardır: “Allah’ı
râzı ederek O’nun yardımını celb-etmek”. İşte ancak O’nun yardımı ile
başarabilirsiniz bu işi. O yardım ederse mutlakâ olur. Aksi-hâlde aslâ!.Fakat
O’nun yardımı celb-edebilmek için de kâlplerin İslâm-merkezli olarak değişmiş
olması gerekir.
İslâm insanın “değişmez ve
dokunulmaz” zannettiği şeyleri değiştirir. “Aslâ vazgeçemem” dediği şeyleri
iptâl eder. Samîmi olanlar için İslâm’a aykırı olan hiç-bir şey bırakmaz. Hattâ
belki de, mü’minler için, tutundukları İslâm-dışı son dalı bile keser atar.
Sıra-dışı durumları
değiştirmek için, sıra-dışı bilinç sâhibi olup, sıra-dışı eylemler yapmak
gerekir. Bunu yapabilecek olanlar elbette İslâm’ın değiştirdiği kişiler
olacaktır.
Kişisel ve toplumsal
şartları değiştirmeyi düşünmeden okunan Kur’ân, ancak tâğutlara alan açar. Kur’ân’ı
okudukça bilginiz-mâlûmâtınız artıyor fakat hayat-tarzlarınız değişmiyorsa,
Kur’ân’ı hâlen kavrayamamış ve rûhunu idrâk edememişsiniz demektir. Kur’ân’ın
bu kadar çok okunmasına rağmen İslâm âleminde ve Dünyâ’da olumlu anlamda bir
değişikliğin olmamasının nedeni, -insanların İslâm ile değişmediği için- Kur’ân’ın
hayâta değil de, “boşluğa” okunmasıdır. Lafa gelince: “Kur’ân kusursuz bir
kitap, içinde aradığımız her-şey var, insana hem bilgi-bilinç hem de huzûr
veren bir kitap, insanın hayâtını tümden değiştiren kitap” denip duruyor, peki
o zaman niçin insanlarda ve Dünyâ’da bir değişim meydana gelmiyor. Kur’ân’ın
değiştirdiği mü’minler, “değişik” işler yapmaya başlarlar-başlamalıdırlar. Bu
onlara zor gelmez. Değişip-değişmediğimiz, değişik işler yapıp-yapmadığımızla
belli olur. Peygamberimiz ve o’nunla birlikte olanların yaptığı gibi;
olağan-üstü şeyler yapmadıkça olağan-üstü değişimler ve olağan-üstü sonuçlar
beklemek abes ve hayâldir.
Lâkin sünnetullahın yönü
başka, müslümanların yönü bambaşkadır. Müslümanlar “sırât-ı müstakîm” olan
sünnetullah yoluna girip de tümden değişene kadar da “değişen” bir şey
olmayacaktır.
Modern müslümanlar, modern
paradigmaya uygun olmayan İslâmî düşünceyi, aşırı yoruma tâbi tutup
değiştirmeden kabûl edemiyor. Allah’ın kânunları, beşerin nefsine uyana kadar
yorumlanıp değiştirilirken, beşerin kânunlarının değiştirilmesi teklif bile
edilemiyor. Şirk denen pislik budur işte. Değiştirilmesi teklif edilemeyecek ve
hattâ düşünülemeyecek olan tek kânun, “Allah’ın kânunları”dır. Devletin
“değiştirilmesi teklif dâhi edilemeyecek kânunları”na laf edemeyenler,
Kur’ân’ın hükümlerinin, “modern zamâna uymuyor(!)” diye değiştirilmesi
gerektiğini savunuyorlar. Dünyâ’da, “değiştirilemez” zannedilen ne “beşerî
kânunlar” çıkartıldı ki, şu-anda esâmisi bile okunmuyor. Kıyâmete kadar değişmeyecek
olan tek şey Kur’ân’ın hükümleri olacaktır.
Allah’ın istediği
“değişik”liği yapmayanlar ve İslâm-merkezli olarak değişmeyenler, “Allah’a
rağmen” değişiklikler yapmaya başlarlar.
Sizin İslâm’a göre
değişip-değişmediğiniz Allah için sorun değildir: “Eğer siz yüz çevirecek
olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin
benzeriniz de olmazlar” (Muhammed 38).
Ey müslümanlar!; şunu iyi
bilin ki, değiştiremiyorsanız “değişmemişsiniz” demektir. Zîrâ değişmedikçe
değiştiremezsiniz.
“Artık
dileyen, düşünüp-öğüt alsın” (Abese 12).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2023