19 Mart 2023 Pazar

Nedenler ve Sonuçlar

 

“İşte âhiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takvâ sâhiplerinindir” (Kasas 83).

 

Allah’ı hesâba katmayanlar, Allah’ın cezâsını da hesâba katmamaktadırlar. Sonra da âhirette; “bu başımıza nereden/neden geldi” derler. Tabî ki de, “Allah’ı hesâba katmadığınız için” geldi. Âhirette ortaya çıkan sonucun nedeni, Dünyâ’da yapıp-ettiklerimiz olacak. İyi olursak iyi sonuçla, kötü olursak kötü sonuçla karşılaşacağız.  

 

Mü’minlerin tüm zamanlardaki hedefi, “Allah’ın rızâsını kazanmak ve Dünyâ’da iyi bir hayat yaşadığı gibi âhirette de cenneti hak etmek ve kazanmak” hedefi. Fakat bunun için bâzı şartlar var. O şartlar yerine getirildiğinde ancak hedefe ulaşılabilir. Yâni güzel sonuca ulaşabilmek için güzel nedenlere sarılmak da gereklidir.

 

Kâinatta bir neden-sonuç kuralı işler. Meselâ bardak düşer ve kırılır. Düşmesi “neden”, kırılması “sonuç”tur. Fakat Allah neden ve sonuçlara bağımlı değildir. Neden ve sonuç, O’nun kâinâta koyduğu yasalardan biridir sâdece. Allah istediği anda o yasaları bir üst-yasayla aşar, târihin bâzı zamanlarında aşmıştır da. Kullarından dilediklerinin bu yasaları aşmasına izin vermiş ve olağan-üstü bir deneyim yaşatmıştır. “Mûcize” denilen bu deneyimlerin neden-sonuç kuralına (determinizm) göre olması mümkün gözükmediğinden dolayı mûcizeler inkâr edilmiş, “eskilerin masalları” yada “hurâfe” olarak görülmüş ve neden-sonuç kuralına göre işleyen modern-bilim ile yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Oysa biz hem Allah’ın tüm yasalarını bilmediğimizden dolayı nedenleri ve sonuçları tam olarak kestiremiyoruz, hem de Kuantum Teorisi’ne göre “bardak önce kırılır, sonra düşer” düşüncesi de vardır. İnsan “henüz bilmediğinin” inkârcısı olmamalıdır.

 

Modernler, “neden” sorusunu atlayıp da “nasıl”a yoğunlaştıkları için -ki nasıl sorusu sonuçları anlamak içindir-, “neden” sorusunun kendiliğinden açığa çıkardığı Allah inancını es geçiyorlar. Sonuçların bir nedeni vardır ve en büyük neden Allah’tır. Nasıl sorusu-merkezli olunduğunda “neden”e yâni Allah’a gerek kalmıyor.

 

Felsefe “neden” sorusunu sorar, modern-bilim ise “nasıl” sorusunu. Bu nedenle modern-bilim “neden”i yâni Allah’ı hesâba katmaz. Böyle olunca da kesin ve net sonuçlara ulaşamaz ve sürekli olarak nefsini-zihnini tatmin edecek teoriler üretir durur. Felsefe “neden” sorusunu sorar. Fakat o soruya Allah-merkezli bir cevap vermeyi şart koşmaz. Fakat neden sorusu Allah ile ilgili olduğu için Allah’ı hesâba katmadıkça bu soruya kıyâmete kadar kesin ve net bir cevap veremeyeceğini bir türlü kabûl edemiyor. Modern-bilim “nasıl” sorusunu sorar ve nedeni tartışmaz hattâ inkâr eder. “Bir nedeni yoktur” der. Zîrâ modern-bilim madde-merkezlidir ve maddede direkt olarak anlam yoktur. O alamı maddeye Allah katar. Modern-bilim nedeni es geçer, çünkü varlık ta bir amaç yâni neden görmez. Nasıllığa bakar sâdece. Allah’sızlığı buradan gelir.  

 

Neden-sonuç (determinizm) varlığın yasalarından biridir. Fakat mutlak bir yasa değildir ve icâbında indeterminizm ile bu yasa aşılabilir. Kuantum seviyesinde determinizm işlemez meselâ. Mûcizeler neden-sonuç zincirinin kırıldığı olaylardır. Fakat her-şeyin mutlak bir nedeni vardır ki o Allah’tır. “İlk neden” her-şeyin nedenidir. Neden yoksa sonuç da yoktur.

 

Tasavvuf her-şeyi O olarak kabûl eder. “Varlığın tamâmı -hâşâ- Allah’tır” der. Böyle olunca da neden-sonuç zinciri ortadan kalkar. Her-şey O olduğunda “neden” diye bir şey yoktur ve olması da gerekmez. Her-şey O olarak kabûl edildiğinde, “neden” sorusu ortadan kalkar ve “neden”e dâir hiç-bir sorgulama yapılmaz. Zîrâ “neden” kabûl edildiğinde bir “sonuç”un da kabûl edilmesi gerekir. Fakat o zaman da Allah “sonuç” olmuş olur ki bu Allah’ın ezeliliğine aykırıdır. Bu düşünceye göre “yaratılmış” bir şey yoktur. Çünkü Allah “yaratılmış” değildir. İşte bundan dolayı tasavvufta “mutlak bir kadercilik” olmak zorundadır. Bu kadercilik, “yapan-eden O’dur” düşüncesini açığa çıkartır. Tasavvufta “neden?” sorusunun cevâbı her zaman “çünkü her-şey O’dur” olur.

 

Spinoza Panteizm’i savunduğu ve her-şeyin toplamını Allah olarak gördüğü için, “neden” sorusunun daha da gereksiz olduğunu söyler. Panteizm her-şeyin ebedî ve ezelî olduğunu söyler. O zaman da “neden” sorusuna gerek kalmaz. Fakat doğa yasalarının kralı olan Termodinamiğin 2. Kânunu Entropi’ye göre her-şey zamanla en kullanışsız hâline doğru gittiği için, her-şeyin bir başlangıcı olmak zorundadır. Zîrâ varlığın en kullanışlı hâli onun başlangıcıdır. Bu da maddenin ezeliliği ve ebediliği düşüncesini al-üst eder. “Her-şeyin bir başlangıcı varsa bir nedeni de vardır” demektir.

 

Aydınlanma’nın “neden” sorusunu geçersiz kılması Tanrı’nın her-an müdâhil bir Tanrı olduğu inancını zedelemiştir. Allah’ı her-an hissetmeyen kişi için “neden” sorusu anlamsızlaşmıştır. Böylece her-şeyin nedenine değil, nasıllığına bakılmaya başlanmıştır. “Neden” sorusu sorulmamaktadır, çünkü her-şey “nasıl” sorusuyla sınırlandırılmıştır. “Nasıl” sorusunun doğruya götürdüğü, “neden” sorusunun ise bâtıl inancı ilgilendirdiği kabûl edilmektedir. “Neden” sorusunu soranlar ilkel, yobaz ve hattâ terörist olarak görülmektedir.

 

 “Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir?. Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz Güneş’i ona bir delil kılmışızdır” (Furkân 45).

 

Bu âyete göre ilk önce gölge yaratılmış ve sonra da Güneş ona delil kılınmıştır. Gölgeye neden olacak Güneş, daha sonra yaratılmıştır. Âyetten anlaşılan budur. Yâni burada bir neden-sonuç değil, sonuç-neden durumu vardır. Çünkü Allah bu âyette neden-sonuca göre konuşacak olsaydı, -Allahuâlem-, “biz Güneş sebebiyle gölgeyi uzattık” diyebilirdi. Biz kendi Dünyâmızdan ve kendi ölçülerimizden değerlendirme yapabildiğimiz için, kendimize göre olan ölçümlere ve değerlendirmelere uymadığında o şeyin yanlış olarak görüyor ve kabûl ediyoruz. Oysa bir şey “sonuç-neden” şeklinde de ortaya çıkabilir. Tabi biz bu yazıda olağan-üstü durumlarda ortaya çıkan “sonuç-neden”i değil, “neden-sonuç”u konuşacağız yâni nedenlerden ve sonuçlarından bahsedeceğiz.  

 

Ortada bir bâtıl varsa, o bâtılı ezmek ve yok etmek için başka bir bâtıla başvurmak, ezmek istenilen bâtılı daha da güçlendirir. Meselâ Feminizm’i modern-bilimi kullanarak bertarâf etmeye çalışmak, Feminizm’i daha çok besler ve güçlendirir. Zîrâ Feminizm zâten modern-bilimin bir sonucudur. Çünkü modern-bilim rûhu inkâr eder ve varlığı sâdece maddî yönüyle ele alır. İnsanı da maddî yönüyle ele alır ve der ki; “insan bildiğimiz maddedir ve farklı bir özelliği yoktur”. Bu noktada devreye hemen bâtıl düşünceler girmeye başlar. Meselâ Feminizm der ki; “o zaman kadın ile erkek arasında da fark yoktur, biz de erkeklerle eşit olacağız, onların yaptığı her-şeyi yapabiliriz.” Böylece Allah’ın kadına özel yaratımı inkâr edilmiş olur. Sonuçta bir-çok yanlış ve zulüm ortaya çıkar ki aslında bunun bedelini ödeyecek olanlar da yine kadınlar olacaktır-oluyor. Yine; Darwinizm ve Evrim Teorisi ortaya çıkar ve der ki; “insanlarla hayvanlar arasında fark yoktur”. Hemen hayvan-severler devreye girer ve “o zaman insana verilen haklar gibi hayvanlara da haklar verilmelidir” demeye başlarlar ki bu konuda çok absürd ve sapıkça şeyler önerirler. Demek ki biz bâtılı erleştirirken başka bir bâtılı kullanarak yâni bir “sonuç”u başka bir “sonuç” ile değil, hak-merkezli olarak “gerçek neden” ile eleştireceğiz ki o da vahiydir. Eleştirilerimiz vahiy-merkezli olmalıdır. Ancak o zaman gerçek ve etkili bir eleştiri yapmış oluruz. Böylece sonuçlarla oyalanmamış oluruz ve işi temelinden yâni nedeninde hâlledebiliriz.

 

Yukarıda bahsettiğimiz bâtıl düşünceler birer sonuçtur. Bu sonuçları konuşup durmanın bir yararı yoktur. Sonuçları konuştukça bâtıl güçlenir ve yerleşir. O yüzden bâtılın ortaya çıkmasına sebep olan nedenleri konuşmak ve nedenlere çatmak gerekir. İşin temeline ve nedenine inmek şarttır. Çünkü sonuçları tartışmak, sonuçların dallanıp-budaklanmasına neden oluyor. “Peki bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler nelerdir?” diye sormak gerekir. Böylece konuyu farklı bir yöne yâni sorunun temeline çekmiş oluruz.

 

Kötü sonuçlara sövüp-sayanlar, aslında o sonuçların çıkmasına sebep olan nedenleri destekleyenlerdir çoğunlukla. Nedenlere inanıyor ama nedenlerin sonuçlarından rahatsız oluyorlar. Bu büyük bir çelişkidir. Meselâ demokrasiyi kutsayıp destekliyor ve savunuyor. Fakat demokrasinin kötü sonuçları karşısına çıktığında basıyor vaveylayı. Ortaya çıkan kötü sonuçları ve yanlışları konuşuyor da konuşuyor. Fakat hiç-bir anlamı ve yararı olmuyor. Çünkü işin temeline yâni nedenine inmedikçe ve nedene sövmedikçe ve nedeni ortadan kaldırmaya uğraşmadıkça hiç-bir şey değişmez. Tartışmaya çok düşkün olan insana bir tartışma alanı daha açılmış olur ve sonuçları tartışan kişi, tartışmada biraz üstün olmuşsa “zihnî bir orgazm hâli” yaşar o kadar. Fakat kötü sonuç her zaman orada durur. Zîrâ “neden” aynen duruyordur.

 

Mevcut sonuçları konuşarak; yeni neslin çok edepsiz olduğundan, kadınların-kızların çok açık giyindiğinden, sigara-içki-esrar kullanımının arttığında, her-şeyin çok pahalı olduğundan, samîmiyetin, yardımlaşmanın azaldığından, evliliklerin azalıp boşanmaların çoğalmasından vs. bahsedip duruyor. Bu durumdan gerçekten de rahatsız olabilir. Fakat bu sonuçların ortaya çıkmasına neden olan şey nedir?. Şikâyet edip durulan şeylerin ortaya çıkmasına ne neden olmaktadır?. Bu, hem cehâletten dolayı hem de aslında o kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olan şeyi bilmesine rağmen kabûl etmek istememsinden dolayı olduğunu biliyor. Fakat yine onu konuşmuyor da bu sefer de “bu parti geleli böyle oldu” diyor. İyi de o parti ne yapınca oldu bunlar?. Şikâyet edilenlerin ortaya çıkmasının nedeni, Allah’ı, âhireti, İslâm’ı, Kitab’ı, Peygamber’i yâni adâleti ve ahlâkı hesâba katmayan dinsiz beşerî ideolojiler ve sistemlerdir. Bâtıl düşünceler ve eylemlerdir. Lâik, seküler, demokratik, feminist, kapitâlist, liberâl, emperyâl ideolojiler ve sistemlerdir. Şimdi; ortaya çıkan ve mîde bulandırıcı oranda fazlalaşan kötü sonuçlardan şikâyet eden kişi, bu ideolojilerden ve sistemlerden de şikâyet ediyor mu?. Çünkü bir sonucun nedeni vardır mutlakâ. Bu da yönetim ve idâre şeklidir. Yönetim ve idâre-şekli İslâm olmadığına yâni İlâhî olmadığına göre, suç, az önce saydığımız bâtıl-beşerî ideolojiler ve sistemlerden başkası değildir. O hâlde bu bâtıl ideoloji ve sistemleri destekliyorken ve şiddetle savunuyorken, o ideolojiler ve sistemler nedeniyle ortaya çıkan sonuçlardan niye rahatsız oluyorsun?. Buna hakkın yok ki!. Çünkü sen sonuçların ortaya çıkmasına sebep olan nedenleri destekliyorsun. Demokrasi’yi, Lâikliği, Feminizm’i, Kapitâlizm’i vs. destekliyorsan, sonuçlarına da katlanacaksın ve sesini çıkarmayacaksın.    

 

Aynı şeyleri yapanlar aynı sonuçlarla karşılaşırlar. Bunu zâten açıkça gözlemleyebiliyoruz. Aynı nedenler ne kadar çok-kez ortaya çıkarsa-çıksın, aynı sonuçlar da o kadar çok ortaya çıkar. Aynı şeyler aynı şekilde sonuçlanır. Buna rağmen insanlar gerek câhilliklerinden, gerekse de inatlarından dolayı aynı yanlışları yapıp aynı kötü sonuçlarla karşılaşmaya devâm ediyorlar. Bir yanlışı yapıp kötü sonuç almak, artık onun bir daha yapılmamasını gerektir ki insan bunu fark edip yeniden aynı şeyi yapmamalı ve böylece o dertten kurtulmalıdır. Fakat ya alışkanlıktan dolayı yada inadından ve körü-körüne bağlılığından dolayı aynı yanlışı yapmaya devâm edebiliyor. İzmir’de arsenikli su sorunu açığa çıktıktan kısa süre sonra yapılacak seçimde, İzmir’liler, “biz arseniği sek içeriz”, “aman diğerleri gelmesinler de biz yine arsenikli su içelim” diyebildiler.  

 

İnsanlık târihi, aynı yanlışların körü-körüne ve inatla yapılmasının ve netîcede aynı kötü sonuçların ortaya çıkmasının târihidir. Sonuçlar farklı zamanlarda ve mekânlarda farklı şekillerde ortaya çıksa da, genel anlamda benzer nedenler benzer sonuçları doğurmaktadır.

 

Bir sonucu eleştirilebilir ama “sâdece sonuçları” eleştirmek ve kötülemekle o sonuç ortadan kalkmaz, en fazla biçim değiştirerek farklı görünüşte yeniden karşımıza gelir. Bu yüzden alttaki nedeni bilmek ve ona çatmak, onu eleştirmek, ona îtirâz etmek ve ona isyân etmek gerekir. Bunu tabî ki, şaşmaz bir ölçü ile yapmak gerekir ki bu da ancak İslâm’dır, vahiydir. Yoksa kapitâlizmden komünizme geçmek çâre olmaz. Netîcede ikisi de maddeyi kutsayan beşerî ideolojiler ve dinlerdir.

 

Sünnetullah, Allah’ın doğaya koyduğu yasalardır. Tabiatın yasaları vardır ve tabiat; doğal, normâl ve fıtrî olmayan şeyleri yâni kendisine uygun olmayan ve aykırı olan şeyleri zaman içinde ortadan kaldırır ve yok eder. Doğa kendi-kendini temizler. O yüzden bir şey doğaya aykırı ise zâten sonuna kadar yaşayamaz. Fakat imtihanın, şeytanın,  ve nefsin bir gereği olarak kötü sonuçları ortaya çıkaran nedenler her zaman potansiyel olarak vâr olacaktır. Kıyâmete kadar da sürecektir bu. İşte bizim mücâdele etmemiz gereken şey, bâtılın, hakkın önüne geçmemesi ve her zaman hakkın gâlip olmasıdır. Bu uğurda yapılacak mücâdele ancak ve ancak İslâm ile olabilir. Zîrâ bâtıl karşısında tek hak olan İslâm’dır. Ancak İslâm-merkezli mücâdele ile başarılı olabilirsiniz. Yoksa demokrasinin kötü sonuçlarının çâresi için “daha fazla demokrasi” terâneleri sayıklayıp durursunuz. Hak İslâm’dır. İslâm geldiğinde yâni hak geldiğinde bâtıl yok olur ve def olup gider. Aksi-hâlde bâtıl güçlendikçe güçlenir.

 

Bâtıl, doğaya, fıtrata ve normâle aykırı olandır. Bu yüzden sürekli kötü sonuçlar ortaya çıkarır. Doğa yâni kevnî âyetler ile Kur’ân yâni kavlî âyetler, bâtılı yok etmeye programlı ve meyyâldir. Fakat yok etme süreci de doğal olarak ilerleyeceği için zaman alacaktır ve bu-arada bâtılın zarârından ve kötü sonuçlarından etkilenmeler devâm edecektir. İşte bunun için bâtılın hak ile ortadan kaldırılmasını çabuklaştırmak gerekir ki bu, İslâm yâni Kur’ân ve de Sünnet pratikliği ve kılavuzluğu ile olur. Yoksa bâtılın temeli ve nedeniyle değil de sonuçlarıyla uğraşırsak, bâtıl da, kötü sonuçlar da hayâtiyetini sürdürmeye devâm edecektir.

 

Meselâ bir ağrımız vardır ve o ağrı sonuçtur. Bu sonucu bastırmak için sürekli olarak ağrı kesici içersek o ağrı azaltılır ve geçici olarak giderilebilir. Fakat ağrı kesiciyi içmeyi bıraktığınızda ağrı tekrâr edecektir ve bu nedenle de sürekli ağrı kesici kullanmak gerekecektir. Bu da yan etkilerden  dolayı yeni sorunlara neden olacaktır. Oysa ağrıyı yapan etkeni bulduğunuzda ve onu tedâvi ettiğinizde kısa sürede iş çözüme kavuşacak ve sorun temelinden ortadan kalkmış olacaktır. Nedenini kökünden kestiğinizde sonuçlar ve sonuçların ortaya çıkardığı sorunlar da ortadan kalkmış olacaktır. Meselâ ağrıya neden olan şey bir bakterinin üremesi ve vücutta fazlalaşmasına bağlı olarak bir yerde yoğunlaşması ve de o bölgede şişme ve ağrı yapması ise, yapılması gereken şey, o bakteriyi yâni nedeni ortadan kaldırmaktır. Nedeni ortadan kaldırmadıkça sürekli olarak ilaçlara ve ağrıya mâruz kalmak yâni kötü sonuçlara odaklanmak zorunda kalırsınız. Sonuçta da ilaç bağımlısı olursunuz ve bu da ilaç firmalarını çok hoşuna gider. Seküler-beşerî sistem, sürekli ilaç kullanmanız için elinden gelenin fazlasını yapacaktır. Zâten sistem kendini, insanların “şifâ” anlamında iyileşmesine değil de sürekli tedâvi görmesine göre ayarlamıştır. Böylece sürekli bir ilaç üretimi-tüketimi olacaktır.   

 

Allah, âhiret, cennet-cehennem, vahiy ve gayb ile ilgili olan şeyler, “nasıl” sorusuyla değil, “neden” sorusuyla yanıtlanabilir.

 

Aslında maddî âlemin nasıl yaratıldığı da “nasıl” sorusuyla bilinemez. Nasıllığını anlatan teoriler bir yerden sonra (Planck Uzunluğu) tıkanır kalır ve bir adım daha ileriye gidemez. Çünkü orada “nasıl” işe yaramaz ve bir “neden”e ihtiyaç duyulur. Varlığın “niçin yaratıldığı”, “nasıl yaratıldığı” sorusuna gerek bırakmaz ve cevap olarak “ol dedi oldu-oluverir” âyeti yeter de artar bile.

 

Kendisini çevreci olarak gören ve çevrenin pislenmesini istemeyen kişi, sürekli olarak bu konuda konuşur ve çevrenin kirlenmesinden şikâyet eder durur. Fakat çevrenin kirlenmesi bir sonuçtur. Çevreci kişi, bu kötü sonucun, sanâyileşmenin ve endüstrileşmenin bir sonucu olduğunu akledemiyor mu, yoksa görmezden mi geliyor?: Amerikan marka ayakkabı, İtalyan marka pantolon, Fransız marka gömlek, kazak ve tişört giyiyor ve teknolojik aygıtların her çeşidini kullanıyorken çevrenin pislenmesinden bahsettiğinde aslında ciddiyetsizliğinden bahsetmiş oluyor. Çünkü kötü sonuçları ortaya çıkaran nedenlere, -kendisi de kullandığı ve faydalandığı için- bir şey dememektedir.

 

Çıkıp bakın; dışarıda herkes sonuçları konuşuyor. O böyle olmuş, şu şöyle olmuş, devlet çalışmıyor, bizden hayır gelmez vs. Nedenleri konuşan ise ya çok azdır yada yoktur. Çünkü nedenler konuşulmaya başlandığında, aslında kötü sonuçların ortaya çıkmasının sebebinin “neden”ler olduğu ve daha da kötüsü o nedenleri ortaya çıkaranların ve destekleyerek besleyenlerin de, sonuçlardan şikâyet eden kalabalıklar olduğu görülecektir.

 

Kendi ırkından başkasına düşman oluyor. İyi de o da sana düşman oluyor. Çünkü sonuçlardır bunlar. Neden ise ırkçılıktır. Irkçılık Allah’ın sistemine aykırıdır. Nasıl olmasın ki?. Tüm ırkları çeşitli-çeşitli Allah yaratmıştır ve Allah bu çeşitliliğe “âyet” demiştir. Allah’ın yarattığına düşman olmak da ne demek?.

 

Şu da var ki, bizim “kötü sonuçların nedenleri” olarak söylediğimiz şeyler de aslında birer sonuçtur. Onlar için belki ara-nedenler diyebiliriz. Kötülüğün, çirkinliğin, adâletsizliğin, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün ve dolayısı ile zulmün asıl nedeni, şeytan, nefs ve de tâğutlardır. O hâlde kötü sonuçları ortadan kaldırmak için şeytana, nefse ve tâğutlara karşı çıkmamız, bunun içinde eleştiri, îtirâz ve isyân merkezli bir dil kullanmamız  şarttır. Bunu yapmayanların kötü sonuçları konuşmaya hakkı yoktur. Zâten nedenlere inilmedikçe ne kadar konuşulsa da bir şey değişmeyecektir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder