“İşte âhiret yurdu; biz
onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan)
kılarız. (Güzel) Sonuç takvâ sâhiplerinindir” (Kasas 83).
Allah’ı hesâba katmayanlar,
Allah’ın cezâsını da hesâba katmamaktadırlar. Sonra da âhirette; “bu başımıza
nereden/neden geldi” derler. Tabî ki de, “Allah’ı hesâba katmadığınız için”
geldi. Âhirette ortaya çıkan sonucun nedeni, Dünyâ’da yapıp-ettiklerimiz
olacak. İyi olursak iyi sonuçla, kötü olursak kötü sonuçla karşılaşacağız.
Mü’minlerin tüm zamanlardaki
hedefi, “Allah’ın rızâsını kazanmak ve Dünyâ’da iyi bir hayat yaşadığı gibi
âhirette de cenneti hak etmek ve kazanmak” hedefi. Fakat bunun için bâzı şartlar
var. O şartlar yerine getirildiğinde ancak hedefe ulaşılabilir. Yâni güzel
sonuca ulaşabilmek için güzel nedenlere sarılmak da gereklidir.
Kâinatta bir neden-sonuç
kuralı işler. Meselâ bardak düşer ve kırılır. Düşmesi “neden”, kırılması “sonuç”tur.
Fakat Allah neden ve sonuçlara bağımlı değildir. Neden ve sonuç, O’nun kâinâta
koyduğu yasalardan biridir sâdece. Allah istediği anda o yasaları bir
üst-yasayla aşar, târihin bâzı zamanlarında aşmıştır da. Kullarından
dilediklerinin bu yasaları aşmasına izin vermiş ve olağan-üstü bir deneyim yaşatmıştır.
“Mûcize” denilen bu deneyimlerin neden-sonuç kuralına (determinizm) göre olması
mümkün gözükmediğinden dolayı mûcizeler inkâr edilmiş, “eskilerin masalları”
yada “hurâfe” olarak görülmüş ve neden-sonuç kuralına göre işleyen modern-bilim
ile yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Oysa biz hem Allah’ın tüm yasalarını
bilmediğimizden dolayı nedenleri ve sonuçları tam olarak kestiremiyoruz, hem de
Kuantum Teorisi’ne göre “bardak önce kırılır, sonra düşer” düşüncesi de vardır.
İnsan “henüz bilmediğinin” inkârcısı olmamalıdır.
Modernler, “neden” sorusunu
atlayıp da “nasıl”a yoğunlaştıkları için -ki nasıl sorusu sonuçları anlamak
içindir-, “neden” sorusunun kendiliğinden açığa çıkardığı Allah inancını es geçiyorlar.
Sonuçların bir nedeni vardır ve en büyük neden Allah’tır. Nasıl sorusu-merkezli
olunduğunda “neden”e yâni Allah’a gerek kalmıyor.
Felsefe “neden” sorusunu sorar, modern-bilim ise
“nasıl” sorusunu. Bu nedenle modern-bilim “neden”i yâni Allah’ı hesâba katmaz.
Böyle olunca da kesin ve net sonuçlara ulaşamaz ve sürekli olarak nefsini-zihnini
tatmin edecek teoriler üretir durur. Felsefe “neden” sorusunu sorar. Fakat o
soruya Allah-merkezli bir cevap vermeyi şart koşmaz. Fakat neden sorusu Allah
ile ilgili olduğu için Allah’ı hesâba katmadıkça bu soruya kıyâmete kadar kesin
ve net bir cevap veremeyeceğini bir türlü kabûl edemiyor. Modern-bilim “nasıl”
sorusunu sorar ve nedeni tartışmaz hattâ inkâr eder. “Bir nedeni yoktur” der.
Zîrâ modern-bilim madde-merkezlidir ve maddede direkt olarak anlam yoktur. O
alamı maddeye Allah katar. Modern-bilim nedeni es geçer, çünkü varlık ta bir
amaç yâni neden görmez. Nasıllığa bakar sâdece. Allah’sızlığı buradan gelir.
Neden-sonuç (determinizm) varlığın yasalarından
biridir. Fakat mutlak bir yasa değildir ve icâbında indeterminizm ile bu yasa aşılabilir.
Kuantum seviyesinde determinizm işlemez meselâ. Mûcizeler neden-sonuç
zincirinin kırıldığı olaylardır. Fakat her-şeyin mutlak bir nedeni vardır ki o
Allah’tır. “İlk neden” her-şeyin nedenidir. Neden yoksa sonuç da yoktur.
Tasavvuf her-şeyi O olarak kabûl eder. “Varlığın
tamâmı -hâşâ- Allah’tır” der. Böyle olunca da neden-sonuç zinciri ortadan
kalkar. Her-şey O olduğunda “neden” diye bir şey yoktur ve olması da gerekmez.
Her-şey O olarak kabûl edildiğinde, “neden” sorusu ortadan kalkar ve “neden”e
dâir hiç-bir sorgulama yapılmaz. Zîrâ “neden” kabûl edildiğinde bir “sonuç”un
da kabûl edilmesi gerekir. Fakat o zaman da Allah “sonuç” olmuş olur ki bu
Allah’ın ezeliliğine aykırıdır. Bu düşünceye göre “yaratılmış” bir şey yoktur.
Çünkü Allah “yaratılmış” değildir. İşte bundan dolayı tasavvufta “mutlak bir
kadercilik” olmak zorundadır. Bu kadercilik, “yapan-eden O’dur” düşüncesini
açığa çıkartır. Tasavvufta “neden?” sorusunun cevâbı her zaman “çünkü her-şey
O’dur” olur.
Spinoza Panteizm’i savunduğu ve her-şeyin toplamını
Allah olarak gördüğü için, “neden” sorusunun daha da gereksiz olduğunu söyler.
Panteizm her-şeyin ebedî ve ezelî olduğunu söyler. O zaman da “neden” sorusuna
gerek kalmaz. Fakat doğa yasalarının kralı olan Termodinamiğin 2. Kânunu Entropi’ye
göre her-şey zamanla en kullanışsız hâline doğru gittiği için, her-şeyin bir
başlangıcı olmak zorundadır. Zîrâ varlığın en kullanışlı hâli onun
başlangıcıdır. Bu da maddenin ezeliliği ve ebediliği düşüncesini al-üst eder.
“Her-şeyin bir başlangıcı varsa bir nedeni de vardır” demektir.
Aydınlanma’nın “neden” sorusunu geçersiz kılması
Tanrı’nın her-an müdâhil bir Tanrı olduğu inancını zedelemiştir. Allah’ı her-an
hissetmeyen kişi için “neden” sorusu anlamsızlaşmıştır. Böylece her-şeyin
nedenine değil, nasıllığına bakılmaya başlanmıştır. “Neden” sorusu
sorulmamaktadır, çünkü her-şey “nasıl” sorusuyla sınırlandırılmıştır. “Nasıl”
sorusunun doğruya götürdüğü, “neden” sorusunun ise bâtıl inancı ilgilendirdiği
kabûl edilmektedir. “Neden” sorusunu soranlar ilkel, yobaz ve hattâ terörist
olarak görülmektedir.
“Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl
uzatıvermiştir?. Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz Güneş’i ona
bir delil kılmışızdır” (Furkân 45).
Bu âyete göre ilk önce gölge
yaratılmış ve sonra da Güneş ona delil kılınmıştır. Gölgeye neden olacak Güneş,
daha sonra yaratılmıştır. Âyetten anlaşılan budur. Yâni burada bir neden-sonuç
değil, sonuç-neden durumu vardır. Çünkü Allah bu âyette neden-sonuca göre
konuşacak olsaydı, -Allahuâlem-, “biz Güneş sebebiyle gölgeyi uzattık”
diyebilirdi. Biz kendi Dünyâmızdan ve kendi ölçülerimizden değerlendirme
yapabildiğimiz için, kendimize göre olan ölçümlere ve değerlendirmelere
uymadığında o şeyin yanlış olarak görüyor ve kabûl ediyoruz. Oysa bir şey
“sonuç-neden” şeklinde de ortaya çıkabilir. Tabi biz bu yazıda olağan-üstü
durumlarda ortaya çıkan “sonuç-neden”i değil, “neden-sonuç”u konuşacağız yâni
nedenlerden ve sonuçlarından bahsedeceğiz.
Ortada bir bâtıl varsa, o bâtılı
ezmek ve yok etmek için başka bir bâtıla başvurmak, ezmek istenilen bâtılı daha
da güçlendirir. Meselâ Feminizm’i modern-bilimi kullanarak bertarâf etmeye
çalışmak, Feminizm’i daha çok besler ve güçlendirir. Zîrâ Feminizm zâten
modern-bilimin bir sonucudur. Çünkü modern-bilim rûhu inkâr eder ve varlığı
sâdece maddî yönüyle ele alır. İnsanı da maddî yönüyle ele alır ve der ki;
“insan bildiğimiz maddedir ve farklı bir özelliği yoktur”. Bu noktada devreye
hemen bâtıl düşünceler girmeye başlar. Meselâ Feminizm der ki; “o zaman kadın
ile erkek arasında da fark yoktur, biz de erkeklerle eşit olacağız, onların
yaptığı her-şeyi yapabiliriz.” Böylece Allah’ın kadına özel yaratımı inkâr
edilmiş olur. Sonuçta bir-çok yanlış ve zulüm ortaya çıkar ki aslında bunun
bedelini ödeyecek olanlar da yine kadınlar olacaktır-oluyor. Yine; Darwinizm ve
Evrim Teorisi ortaya çıkar ve der ki; “insanlarla hayvanlar arasında fark
yoktur”. Hemen hayvan-severler devreye girer ve “o zaman insana verilen haklar
gibi hayvanlara da haklar verilmelidir” demeye başlarlar ki bu konuda çok
absürd ve sapıkça şeyler önerirler. Demek ki biz bâtılı erleştirirken başka bir
bâtılı kullanarak yâni bir “sonuç”u başka bir “sonuç” ile değil, hak-merkezli
olarak “gerçek neden” ile eleştireceğiz ki o da vahiydir. Eleştirilerimiz
vahiy-merkezli olmalıdır. Ancak o zaman gerçek ve etkili bir eleştiri yapmış
oluruz. Böylece sonuçlarla oyalanmamış oluruz ve işi temelinden yâni nedeninde
hâlledebiliriz.
Yukarıda bahsettiğimiz bâtıl
düşünceler birer sonuçtur. Bu sonuçları konuşup durmanın bir yararı yoktur.
Sonuçları konuştukça bâtıl güçlenir ve yerleşir. O yüzden bâtılın ortaya
çıkmasına sebep olan nedenleri konuşmak ve nedenlere çatmak gerekir. İşin
temeline ve nedenine inmek şarttır. Çünkü sonuçları tartışmak, sonuçların dallanıp-budaklanmasına
neden oluyor. “Peki bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler nelerdir?” diye sormak
gerekir. Böylece konuyu farklı bir yöne yâni sorunun temeline çekmiş oluruz.
Kötü sonuçlara sövüp-sayanlar,
aslında o sonuçların çıkmasına sebep olan nedenleri destekleyenlerdir
çoğunlukla. Nedenlere inanıyor ama nedenlerin sonuçlarından rahatsız oluyorlar.
Bu büyük bir çelişkidir. Meselâ demokrasiyi kutsayıp destekliyor ve savunuyor.
Fakat demokrasinin kötü sonuçları karşısına çıktığında basıyor vaveylayı.
Ortaya çıkan kötü sonuçları ve yanlışları konuşuyor da konuşuyor. Fakat hiç-bir
anlamı ve yararı olmuyor. Çünkü işin temeline yâni nedenine inmedikçe ve nedene
sövmedikçe ve nedeni ortadan kaldırmaya uğraşmadıkça hiç-bir şey değişmez.
Tartışmaya çok düşkün olan insana bir tartışma alanı daha açılmış olur ve sonuçları
tartışan kişi, tartışmada biraz üstün olmuşsa “zihnî bir orgazm hâli” yaşar o
kadar. Fakat kötü sonuç her zaman orada durur. Zîrâ “neden” aynen duruyordur.
Mevcut sonuçları konuşarak;
yeni neslin çok edepsiz olduğundan, kadınların-kızların çok açık giyindiğinden,
sigara-içki-esrar kullanımının arttığında, her-şeyin çok pahalı olduğundan,
samîmiyetin, yardımlaşmanın azaldığından, evliliklerin azalıp boşanmaların
çoğalmasından vs. bahsedip duruyor. Bu durumdan gerçekten de rahatsız olabilir.
Fakat bu sonuçların ortaya çıkmasına neden olan şey nedir?. Şikâyet edip
durulan şeylerin ortaya çıkmasına ne neden olmaktadır?. Bu, hem cehâletten
dolayı hem de aslında o kötü sonuçların ortaya çıkmasına neden olan şeyi
bilmesine rağmen kabûl etmek istememsinden dolayı olduğunu biliyor. Fakat yine
onu konuşmuyor da bu sefer de “bu parti geleli böyle oldu” diyor. İyi de o
parti ne yapınca oldu bunlar?. Şikâyet edilenlerin ortaya çıkmasının nedeni,
Allah’ı, âhireti, İslâm’ı, Kitab’ı, Peygamber’i yâni adâleti ve ahlâkı hesâba
katmayan dinsiz beşerî ideolojiler ve sistemlerdir. Bâtıl düşünceler ve
eylemlerdir. Lâik, seküler, demokratik, feminist, kapitâlist, liberâl, emperyâl
ideolojiler ve sistemlerdir. Şimdi; ortaya çıkan ve mîde bulandırıcı oranda
fazlalaşan kötü sonuçlardan şikâyet eden kişi, bu ideolojilerden ve
sistemlerden de şikâyet ediyor mu?. Çünkü bir sonucun nedeni vardır mutlakâ. Bu
da yönetim ve idâre şeklidir. Yönetim ve idâre-şekli İslâm olmadığına yâni
İlâhî olmadığına göre, suç, az önce saydığımız bâtıl-beşerî ideolojiler ve
sistemlerden başkası değildir. O hâlde bu bâtıl ideoloji ve sistemleri
destekliyorken ve şiddetle savunuyorken, o ideolojiler ve sistemler nedeniyle
ortaya çıkan sonuçlardan niye rahatsız oluyorsun?. Buna hakkın yok ki!. Çünkü
sen sonuçların ortaya çıkmasına sebep olan nedenleri destekliyorsun.
Demokrasi’yi, Lâikliği, Feminizm’i, Kapitâlizm’i vs. destekliyorsan,
sonuçlarına da katlanacaksın ve sesini çıkarmayacaksın.
Aynı şeyleri yapanlar aynı
sonuçlarla karşılaşırlar. Bunu zâten açıkça gözlemleyebiliyoruz. Aynı nedenler
ne kadar çok-kez ortaya çıkarsa-çıksın, aynı sonuçlar da o kadar çok ortaya çıkar.
Aynı şeyler aynı şekilde sonuçlanır. Buna rağmen insanlar gerek câhilliklerinden,
gerekse de inatlarından dolayı aynı yanlışları yapıp aynı kötü sonuçlarla
karşılaşmaya devâm ediyorlar. Bir yanlışı yapıp kötü sonuç almak, artık onun
bir daha yapılmamasını gerektir ki insan bunu fark edip yeniden aynı şeyi
yapmamalı ve böylece o dertten kurtulmalıdır. Fakat ya alışkanlıktan dolayı yada
inadından ve körü-körüne bağlılığından dolayı aynı yanlışı yapmaya devâm
edebiliyor. İzmir’de arsenikli su sorunu açığa çıktıktan kısa süre sonra
yapılacak seçimde, İzmir’liler, “biz arseniği sek içeriz”, “aman diğerleri
gelmesinler de biz yine arsenikli su içelim” diyebildiler.
İnsanlık târihi, aynı
yanlışların körü-körüne ve inatla yapılmasının ve netîcede aynı kötü sonuçların
ortaya çıkmasının târihidir. Sonuçlar farklı zamanlarda ve mekânlarda farklı şekillerde
ortaya çıksa da, genel anlamda benzer nedenler benzer sonuçları doğurmaktadır.
Bir sonucu eleştirilebilir
ama “sâdece sonuçları” eleştirmek ve kötülemekle o sonuç ortadan kalkmaz, en
fazla biçim değiştirerek farklı görünüşte yeniden karşımıza gelir. Bu yüzden alttaki
nedeni bilmek ve ona çatmak, onu eleştirmek, ona îtirâz etmek ve ona isyân
etmek gerekir. Bunu tabî ki, şaşmaz bir ölçü ile yapmak gerekir ki bu da ancak
İslâm’dır, vahiydir. Yoksa kapitâlizmden komünizme geçmek çâre olmaz. Netîcede
ikisi de maddeyi kutsayan beşerî ideolojiler ve dinlerdir.
Sünnetullah, Allah’ın doğaya
koyduğu yasalardır. Tabiatın yasaları vardır ve tabiat; doğal, normâl ve fıtrî
olmayan şeyleri yâni kendisine uygun olmayan ve aykırı olan şeyleri zaman
içinde ortadan kaldırır ve yok eder. Doğa kendi-kendini temizler. O yüzden bir
şey doğaya aykırı ise zâten sonuna kadar yaşayamaz. Fakat imtihanın, şeytanın, ve nefsin bir gereği olarak kötü sonuçları
ortaya çıkaran nedenler her zaman potansiyel olarak vâr olacaktır. Kıyâmete
kadar da sürecektir bu. İşte bizim mücâdele etmemiz gereken şey, bâtılın,
hakkın önüne geçmemesi ve her zaman hakkın gâlip olmasıdır. Bu uğurda yapılacak
mücâdele ancak ve ancak İslâm ile olabilir. Zîrâ bâtıl karşısında tek hak olan
İslâm’dır. Ancak İslâm-merkezli mücâdele ile başarılı olabilirsiniz. Yoksa
demokrasinin kötü sonuçlarının çâresi için “daha fazla demokrasi” terâneleri
sayıklayıp durursunuz. Hak İslâm’dır. İslâm geldiğinde yâni hak geldiğinde bâtıl
yok olur ve def olup gider. Aksi-hâlde bâtıl güçlendikçe güçlenir.
Bâtıl, doğaya, fıtrata ve
normâle aykırı olandır. Bu yüzden sürekli kötü sonuçlar ortaya çıkarır. Doğa
yâni kevnî âyetler ile Kur’ân yâni kavlî âyetler, bâtılı yok etmeye programlı
ve meyyâldir. Fakat yok etme süreci de doğal olarak ilerleyeceği için zaman
alacaktır ve bu-arada bâtılın zarârından ve kötü sonuçlarından etkilenmeler
devâm edecektir. İşte bunun için bâtılın hak ile ortadan kaldırılmasını çabuklaştırmak
gerekir ki bu, İslâm yâni Kur’ân ve de Sünnet pratikliği ve kılavuzluğu ile
olur. Yoksa bâtılın temeli ve nedeniyle değil de sonuçlarıyla uğraşırsak, bâtıl
da, kötü sonuçlar da hayâtiyetini sürdürmeye devâm edecektir.
Meselâ bir ağrımız vardır ve
o ağrı sonuçtur. Bu sonucu bastırmak için sürekli olarak ağrı kesici içersek o
ağrı azaltılır ve geçici olarak giderilebilir. Fakat ağrı kesiciyi içmeyi bıraktığınızda
ağrı tekrâr edecektir ve bu nedenle de sürekli ağrı kesici kullanmak gerekecektir.
Bu da yan etkilerden dolayı yeni sorunlara
neden olacaktır. Oysa ağrıyı yapan etkeni bulduğunuzda ve onu tedâvi ettiğinizde
kısa sürede iş çözüme kavuşacak ve sorun temelinden ortadan kalkmış olacaktır.
Nedenini kökünden kestiğinizde sonuçlar ve sonuçların ortaya çıkardığı sorunlar
da ortadan kalkmış olacaktır. Meselâ ağrıya neden olan şey bir bakterinin
üremesi ve vücutta fazlalaşmasına bağlı olarak bir yerde yoğunlaşması ve de o
bölgede şişme ve ağrı yapması ise, yapılması gereken şey, o bakteriyi yâni
nedeni ortadan kaldırmaktır. Nedeni ortadan kaldırmadıkça sürekli olarak
ilaçlara ve ağrıya mâruz kalmak yâni kötü sonuçlara odaklanmak zorunda kalırsınız.
Sonuçta da ilaç bağımlısı olursunuz ve bu da ilaç firmalarını çok hoşuna gider.
Seküler-beşerî sistem, sürekli ilaç kullanmanız için elinden gelenin fazlasını
yapacaktır. Zâten sistem kendini, insanların “şifâ” anlamında iyileşmesine
değil de sürekli tedâvi görmesine göre ayarlamıştır. Böylece sürekli bir ilaç
üretimi-tüketimi olacaktır.
Allah, âhiret,
cennet-cehennem, vahiy ve gayb ile ilgili olan şeyler, “nasıl” sorusuyla değil,
“neden” sorusuyla yanıtlanabilir.
Aslında maddî âlemin nasıl
yaratıldığı da “nasıl” sorusuyla bilinemez. Nasıllığını anlatan teoriler bir
yerden sonra (Planck Uzunluğu) tıkanır kalır ve bir adım daha ileriye gidemez.
Çünkü orada “nasıl” işe yaramaz ve bir “neden”e ihtiyaç duyulur. Varlığın “niçin
yaratıldığı”, “nasıl yaratıldığı” sorusuna gerek bırakmaz ve cevap olarak “ol
dedi oldu-oluverir” âyeti yeter de artar bile.
Kendisini çevreci olarak
gören ve çevrenin pislenmesini istemeyen kişi, sürekli olarak bu konuda konuşur
ve çevrenin kirlenmesinden şikâyet eder durur. Fakat çevrenin kirlenmesi bir
sonuçtur. Çevreci kişi, bu kötü sonucun, sanâyileşmenin ve endüstrileşmenin bir
sonucu olduğunu akledemiyor mu, yoksa görmezden mi geliyor?: Amerikan marka
ayakkabı, İtalyan marka pantolon, Fransız marka gömlek, kazak ve tişört giyiyor
ve teknolojik aygıtların her çeşidini kullanıyorken çevrenin pislenmesinden
bahsettiğinde aslında ciddiyetsizliğinden bahsetmiş oluyor. Çünkü kötü
sonuçları ortaya çıkaran nedenlere, -kendisi de kullandığı ve faydalandığı
için- bir şey dememektedir.
Çıkıp bakın; dışarıda herkes
sonuçları konuşuyor. O böyle olmuş, şu şöyle olmuş, devlet çalışmıyor, bizden
hayır gelmez vs. Nedenleri konuşan ise ya çok azdır yada yoktur. Çünkü nedenler
konuşulmaya başlandığında, aslında kötü sonuçların ortaya çıkmasının sebebinin
“neden”ler olduğu ve daha da kötüsü o nedenleri ortaya çıkaranların ve destekleyerek
besleyenlerin de, sonuçlardan şikâyet eden kalabalıklar olduğu görülecektir.
Kendi ırkından başkasına
düşman oluyor. İyi de o da sana düşman oluyor. Çünkü sonuçlardır bunlar. Neden
ise ırkçılıktır. Irkçılık Allah’ın sistemine aykırıdır. Nasıl olmasın ki?. Tüm
ırkları çeşitli-çeşitli Allah yaratmıştır ve Allah bu çeşitliliğe “âyet” demiştir.
Allah’ın yarattığına düşman olmak da ne demek?.
Şu da var ki, bizim “kötü
sonuçların nedenleri” olarak söylediğimiz şeyler de aslında birer sonuçtur.
Onlar için belki ara-nedenler diyebiliriz. Kötülüğün, çirkinliğin,
adâletsizliğin, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün ve dolayısı ile zulmün asıl
nedeni, şeytan, nefs ve de tâğutlardır. O hâlde kötü sonuçları ortadan
kaldırmak için şeytana, nefse ve tâğutlara karşı çıkmamız, bunun içinde
eleştiri, îtirâz ve isyân merkezli bir dil kullanmamız şarttır. Bunu yapmayanların kötü sonuçları
konuşmaya hakkı yoktur. Zâten nedenlere inilmedikçe ne kadar konuşulsa da bir
şey değişmeyecektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder