“İnsanların kendi
ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur
ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine
tattırmaktadır” (Rûm 41).
“Andolsun, biz sizi biraz
korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele” (Bakara 155).
İnsanlar en çok ve en kolay
bir şekilde ancak korku ile yönetilebilirler. Eğer insanları yeterli derecede
korkutmayı başarabilirseniz onlara istediğinizi yaptırabilirsiniz. Artık sizin
istediğiniz gibi düşünürler, konuşurlar, yazarlar ve eylemde bulunurlar.
Korkunun en şiddetlisi ise ölüm korkusudur. İnsanoğlu yaşamak iç-güdüsüne sâhiptir
ve bu güdü modernite ile birlikte kışkırtılmış ve çok abartılmıştır. Ölüm hayâtın
doğal bir sonucu yada parçası olmasına rağmen modern insan tarafından bir trajedi
gibi görülmekte ve bu nedenle de modern insan ondan alabildiğine kaçıp uzaklaşmak
istemektedir. İşte şeytan ve onun uşakları olan küresel güçler bu korkuyu istedikleri
gibi kullanmak için normâl ve doğal bir olayı köpürtmekte, korkuyu abartmakta
ve yaygınlaştırmaktadırlar. Bunu yapmak eskiden çok zordu, çünkü belli bir
sürede herkese ulaşmak mümkün değildi. Şimdi ise medya, internet, televizyon ve
çeşitli iletişim araçlarıyla insanlar çok kısa sürede haberdar edilmekte, doğru
yada yalan bir haberle yada olayla etkilenmekte, kandırılmakta ve dehşete
düşürülmektedir. Paniğe kapılan insan ise akla-mantığa sığmayacak, manyakça
şeyleri bile yapar hâle gelebilmektedir. Medya bir panik motoruna dönmüştür ve
insanları sürekli olarak paniğe düşürmekte ve korku hâlinde tutmaktadır.
Böylece amacına çok daha kolay ulaşabilmektedir.
Aslında korona-virüs yada
Kovid 19 diye bize gösterilen virüs fotoğrafı gerçek değildir. Çünkü virüs
izole edilememiştir ve resmi falan yoktur. Abdurrahman Dilipak bu konuda
şunları söyler: “DSÖ de bulamadı bu mikrobu. Bize bu mikrop diye tanıtılan
görsel, bilgisayardan elde edilmiş bir modelleme. Yâni gerçek bir elektron mikroskop
görüntüsü değil. Yâni ‘DeepFake’ bir görsel”.
Korona-virüs denilen şey,
aslında virüslerden bir virüs ve griplerden bir griptir. Bu virüsün etkisi
laboratuvarlarda bir miktar arttırılarak daha yıkıcı hâle getirilmiş olsa da,
vâr olan her-şey gibi o da zamanla gücünü yitirecekti ve yitirdi de. Hiç-bir
şey gücünü yitirmeden sürekli olarak aynı etkide vâr olamaz ve hele daha güçlü
hâle gelemez. Etkisi arttırılmış olan korona-virüs, 2020 yılının başlarında
yaygınlaştı ve tüm dünyâ’da etkin hâle geldi. Fakat bu bir salgın ve hele
pandemi değildir. Salgın ve pandemi denmeyi hak edecek olan durum, 1346 ile
1353 yılları arasında yaşanan ve “kara ölüm” diye adlandırılan olaydır. Öyle ki
her âileden 1 yada 2 kişinin ölümüne sebep olmuş, en etkili olduğu Avrupa’da nüfusu
yarıya düşürmüştür. Oysa korona-virüs, -bırakın her âileyi- her apartmandan,
her sokaktan ve her mahâlleden 1 kişinin ölümüne bile neden olmamıştır. Çünkü
korona-virüs bir salgın yada pandemi değil, 2020 yılı yaz aylarına kadar etkisi
süren, kirli ellerce “güçlendirilmiş bir grip vâkâsı”dır, yâni salgın değil
“yaygın”dır. Zâten bu târihten sonra mecbûren değişime uğramış ve normâlleşmeye
başlamıştır. Zâten Dünyâ Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü olarak görev yapan
Etiyopyalı bir mikrobiyolog ve uluslararası kabûl görmüş sıtma araştırmacısı
Tedros Adhonam Ghebreyesus “bu bir salgın değil, salgın kelimesini dikkatsizce
kullanmanın bir yararı yok” demişti. Sorun şu ki, aşırı korkutulan ve bu yüzden
aşırı gard alan, sonuçta da aklı, düşüncesi ve değerlendirme yeteneği blôke
olmuş olan insanlar tarafından öcü gibi görüldüğünden dolayı, korona-virüs bir
balon gibi şişirilmeye devâm edilmiş, insanların gözüne-gözüne sokulan
istatistiklerle bir korku imparatorluğu kurulmuş ve tüm insanlık bu korku
imparatorluğunun modern köleleri hâline getirilmiştir.
Korona-virüs ve Covid-19 yeni
bir şey değildir, yıllardır vardır ve diğer virüsler gibi her sene mutasyona uğruyor.
Bu mutasyonlarla karşılaşan ve doğal olarak aşılanan insanların bağışıklık sistemi
de her yıl güçlenmiş oluyor. Çünkü çeşitli mikrop, bakteri ve virüslere karşı bağışıklık
kazanıyor. Dolayısıyla bir-önceki yıl karşılaşılan grip, insanın bağışıklık
sistemi tarafından tanınıyor ve bir sene sonra insanlar o virüsten daha az
etkileniyor. Covid-19’un kirli ellerce kışkırtılmış ve güçlendirilmiş 2020
yılındaki mutasyonu, bağışıklık sisteminin ilk kez karşılaştığı şekilde/biçimde
bir virüs olduğu için onunla tanışması ve onu yok etmesi için bir süre ve süreç
gerekiyordu. O süreç yaşandı ve bitti. Yaşadığımız süreç ise “yalan o virüs”
sürecidir.
2020 yılında ortaya çıkan
etkisi arttırılmış Covid-19 virüsünün -görece- bulaşıcılığı, hastâneye yatma ve
ölüm oranı -2020 yılı yaz aylarına kadar- yüksek olan bir virüs idi. Fakat aslında
etkisi söylendiği ve şişirildiği kadar değildi. Daha fazla insana bulaşsa da
daha çok sayıda insanı etkilemedi. Yaptığı hastalık şiddeti düşük olduğu gibi,
aslında öldürme gücü de düşüktür. Medya ise bunu sanki insanlık târihin gördüğü
en ağır felâketmiş gibi gösteriyor ve insanları paniğe sokuyor. Oysa istatistikler
çok nettir ve göz atanlar için korkulacak çok da fazla bir şeyin olmadığını
söylemektedir.
Bundan dolayı artık değişime
uğramış ve etkisi normâlleşmiş olan korona-virüsten kokmanın derecesi, normâl
bir gripten fazla olmamalıdır. Gripten ne kadar korkuluyorsa korona-virüsten de
o kadar korkulmalıdır. Tabi bu “korona-virüse ve diğer virüs ve mikroplara kafa
atmak” anlamına gelmez. Yeteri kadar bir önlem ve tedbir alınmalıdır tabî ki.
Fakat bunu abartmamak gerekir. Zîrâ abartılacak kadar etkili bir virüs
kalmamıştır ve insanları hasta eden virüsler, geçen yıllarda olduğu gibi
normâl-doğal hâldeki virüsler, mikroplar ve bakterilerdir. Hattâ meselâ domuz
gribi korona-virüsten daha beterdir. Çok daha ağır seyreder ve her yakalanan insanı
mutlakâ yatağa düşürür. Diğer gripler, üst-alt solunum yolları hastalıkları ve
zâtürre de korana-virüste görülen belirtileri yapıyor ve hattâ daha çok
zorluyor. Zâten ölümler de daha çok korona-virüsten dolayı değil, korona-virüsün
de neden olabileceği herhangi bir virüs, mikrop ve bakterilerden kaynaklanan solunum-yolu
hastalıklarından dolayıdır. Fakat her solunum-yolu hastalığından ölen kişi
“korona-virüs ölümü” diye kaydedildiğinden dolayı, insanlar sürekli olarak
tedirgin olmakta ve kraldan fazla kralcı olarak ortalığı velveleye vermektedir.
Eğer panik yapmayı bırakıp da biraz araştırıp düşünürseniz, göreceksiniz ki
aslında hiç-bir şey söylendiği kadar kötü değildir ve yıllık olağan sayıdaki
vâkâ, hastâneye yatma, solunum güçlükleri ve ölümler görülmektedir. Bunu fark
edenler korona-virüsün iyice şişirilmiş ve patlamaya hazır bir balon olduğunu
görebilirler.
Korona-virüs, aynen
influenza ve diğer solunum-yolu hastalıklarında olduğu gibi, bâzı insanları çok
daha fazla etkiler ve hattâ ölüme kadar götürür. Bu durum sâdece korona-virüs
için geçerli değildir. Araştırmalara göre bâzı insanların hastalığı daha ağır
geçirmeleri ve hastalıktan vefât etmelerinin nedeninin “interferon gen
mutasyonu” olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda şunlar söylenir:
“İnterferonlar,
vücut hücreleri tarafından virüslerin çoğalmasını önlemek için enfeksiyonun
erken döneminde üretilen proteinlerdir. Virüs bir hücreye girip üremeye
başladığında hemen bir lokâl cevap başlatırlar ve hücrenin virüse saldırması
için protein üretirler. Bunlar, tabii öldürücü hücreler ve makrofajlar gibi
bağışıklık hücrelerini aktive ederler, MHC antijenlerinin ekspresyonunu
artırarak antijen sunumunun düzenlemesini artırırlar ve komşu hücreleri
enfeksiyonla mücâdeleye hazırlarlar. İnterferonlar, virüs enfeksiyonlarında çok
sık görülen ateş, kas ağrısı, hâlsizlik gibi belirtilerden de mesûldürler.
20’den fazla interferon geni ve proteini vardır ve tip I, tip II ve tip III
olarak sınıflandırılırlar. Bâzı kişilerin Covid’i çok ağır geçirmesi ve
hayâtını kaybetmesinde bâzı interferon mutasyonların veyâ bağışıklık sistemi
kusurlarının rôlü olduğu gösterildi. İnterferonlar, mutasyon nedeniyle
antikorlar tarafından blôke edilince, interferon mutasyonu olanlar Covid-19’u
daha ağır geçiriyor ve bir-çoğu da vefât ediyor. Bu durum diğer virüsler için
de geçerlidir. Bâzı kişilerin gribi ağır geçirmesi ve pnömoniye (zâtürre)
dönüşüp kişiyi öldürmesi bu nedenledir”.
Demek ki interferon gen
mutasyonu olan kişiler, sâdece korona-virüs ile değil, diğer virüslerle de ağır
hasta olabilirler ve hayatlarını kaybedebilirler. Virüs, mikrop ve
bakterilerden kaynaklanan hastalıklardan, kimi insanların pek etkilenmemesine
rağmen bâzı insanların ise hastalıklardan çok etkilenmesinin ve hattâ ölmesinin
nedenlerinden biri işte bu tür zayıflıklardır. Yaşlılarda bu hastalıklar bu
zayıflıklar nedeniyle daha fazla oluyor. Tabi interferon gen mutasyonu bir
kader değildir. Bu mutasyona neden olan şey, doğadan, doğaldan, normâlden,
fıtrattan kopmak ve yanlış bir beslenme ve hayat-tarzında yaşamanın bir
sonucudur. Elektro-manyetik alanlar hücrelerimize çok zarar vermesine rağmen
insanlar bundan yine de vazgeçmiyor meselâ. İnsan, kendisine zarar verecek ne
varsa yapıyor ve sonuçta, aslında çok da zarar vermeden atlatabileceği bir
hastalığı ağır geçirmekte yada bu hastalıklar nedeniyle hayâtını
kaybetmektedir.
Modern-bilim ve modern-tıp
ne diyorsa halk ona sanki kesin bir bilgiymiş gibi hemen inanıyor. Hiç-bir
şüphe duymuyor ve sorgulamıyor. Tabi sorgulayanlar da var, onları istisnâ
ediyoruz.
Ortada bir “pandemi” değil “pandomim”
vardır. Bir tiyatro oyunu, izleyicisi oldukça oynanmaya devâm eder.
Modern-bilime ve bilim-adamlarına hiç sorgulamadan koşulsuz-şartsız teslim
olmuş ve îman etmiş olanlar, onların sözleriyle korktukça korkmakta ve oyunun
yaygınlaşmasına neden olmaktadırlar. Oysa bir süreliğine -görece- a-normâl olan
durum çoktan bitmiş ve artık normal hastalık, vâkâ ve ölüm olayları
yaşanmaktadır. Fakat birileri bu olayları istatistik olarak başta televizyon
olmak üzere çeşitli kanallardan insanların gözüne-gözüne soktukları için sanki
olağan-üstü bir şey varmış gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Oysa resmî
açıklamada, korona-virüsten ölenlerin oranı, geçen yıldaki virüslere bağlı olan
ölüm oranlarından düşük çıkmıştır. Fakat korku, bunu görmeyi ve değerlendirmeyi
engellemiş ve filmin sonraki serileri olan “korona-virüs 2”, “korona-virüs 3”
versiyonları sahneye sürülmüştür.
Korana-virüs diye bir virüs
yoktur demiyoruz. Korona-virüs tâ Hz. Âdem’den bêri vardır ve yıllardır
insanları hasta edip duruyordu ve de zayıf bir bünyeye sâhip olan kişiler bu
virüs yüzünden solunum yetmezliği gibi nedenlerle ölüyordu. 2020 yılı başı
îtibârıyla bu virüsün etkinliği bir nebze arttırılarak bir yaygınlık
oluşturuldu. Lâkin virüsün etkisinden çok, bir plân dâhilinde korkutuculuğu
arttırıldı ve “hiç bitmeyecek bir salgın” gibi gösterilmeye başlandı. Böylece insanlar
huy değiştirdi, düşünceleri ve davranışları değişti hattâ inançları
farklılaştı. Amaç buydu ve amaca maalesef ulaşıldı. Kesin olarak anladılar ki,
birazcık korku pompalamakla kitlesel anlamda insanları istedikleri gibi yönlendirebilecekler
ve yönetebilecekler.
Korona-virüs küresel bir
hipnozdur, kandırmacadır ve balondur. İnsanların bu kadar çok paniğe kapılmalarına
neden olan şey medya ve sürekli olarak yapılan ve birbirini tutmayan
açıklamalardır. Medya büyük bir kandırma aracına dönüşebilmektedir ve bu
vesîleyle bu çok net olarak görülmüştür. Çin’de insanların bir-anda yere
düşmesi, âni nöbetler geçirenler, ceset torbaları, kanlı görüntüler vs. bunları
zihnimize medya aracılığı ile kazıdılar. İnsanlar da herkesi medyada gördükleri
gibi zannetmeye başladı. Öyle ki insan boğazını temizlemeye bile çekinir hâle
geldi fişlenme korkusu ve “hasta değilsin değil mi?” diye sormamaları için.
Çünkü bu durum, küresel bir hipnotik seanstır ve bunu medyanın her yerinden sürekli
olarak göstererek insanları hipnotize etmektedirler. Tüm dünyâ-insanları hipnoz
edilmiş durumdadır. Koronayla yatıyor, koronayla kalkıyorlar.
Önlem olarak yapılanların
çoğu saçma-sapan şeylerdir. Durumdan haberi olmayan biri uzaydan bir yerlerden
insanlara baksa, “ne yapıyor bunlar” diye yaptıkları saçma-sapan hareketlerden
dolayı hayrete düşerdi herhâlde. Bu hipnozun içinde olanlar artık başka bir şey
düşünememekte, korkmakta, bu korkuyla yaşamakta ve böyle yaşamaya alıştırılmak
istenmektedir. İşin garibi, -sözde- salgının başladığı yer olan Vuhan Eyâleti’nden
çıkan virüs tüm Dünyâ’yı sarmasına rağmen Çin’in diğer eyâletlerinde virüsün
görülmemesidir. Çünkü bu bir tiyatrodur; korona-virüs tiyatrosu. Bu tiyatroda
nice korona-balonlar havalarda uçmaktadır.
Modern sistem, insanları
komutlarla yönetmeye başladı. Aldığı kararlar ve açıklamalarla insanları
yönetiyor ve yönlendiriyorlar. Amerikan Merkez Bankası FED nasıl ki bir fâiz karârıyla
tüm Dünyâ’yı etkiliyor ve insanlar da ona hiç sorgulamadan uyuyor ve
konumlanıyorlarsa, DSÖ yâni Dünyâ Sağlık
Örgütü de bir sözüyle tüm insanları etkiliyor ve insanlar DSÖ’yü de hiç
sorgulamıyor. Sorgulamayınca da geriye sâdece korkmak kalıyor. Bütün sorun buradadır.
Korona-virüsten korkmak bir
inanca dönüşmüştür. Öyle ki özellikle korona-virüsten çok korkanlar, korona-virüsten
korkmayanların yada korona-virüsü “griplerden bir grip” olarak görenlerin
koronaya yakalanmasını ve (ölmelerini istemeseler bile) korona-virüs tarafından
iyice bir hırpalanmasını istemektedirler. Böylece haklılıklarını(!) ispatlamış
olacakladır.
İnsanlarda paranoya hâline
gelmiş olan korona-virüs korkusu, insanların koro hâlinde dile getirdiği bir
gürültü olarak kalmaya devâm ettikçe bitmeyecektir ki zâten amaç da budur.
Korku, insana her türlü saçmalığı yaptırır. Öyle ki, herhangi bir şeyden korkan
insanlar, korktuğu şeyle karşılaştığında ve onu yaşadığında ve de aslında o şeyden
çok da korkmaya gerek olmadığını görüp anladığında bile yine de o şeyden
korkmaya devâm etmektedir. Birileri insanlara “korkulacak!” komutu vermiş ve
insanlar da korkmaya başlamıştır. Olan şey budur. Sistemi tek otorite olarak
görenler de komuta kayıtsız-şartsız ve sorgusuz-suâlsiz uymaktadırlar. Yoksa
korkunun seviyesi, normâl bir gribe yakalanma korkusu- ve çekincesinden öteye
gidecek bir korku ve çekince değildir. Zîrâ korona-virüs genelde, normâl bir
grip virüsü kadar bile insanları etkilememektedir. Solunum güçlüğüne ve zâtürreye
ise, sâdece korona-virüs değil, normâl grip virüsü de neden olabilmektedir.
Fakat bir-çok insan, aynen korona-virüste olduğu gibi, normâl influenza gribini
ölmeden atlatmaktadır.
Korona-virüs, kendisinden
korkanlara çok bulaşıyor. Köpek nasıl ki kendisinden korkanlara daha fazla saldırıyorsa,
korona-virüs de -aynen diğer virüs, bakteri ve mikroplar gibi- kendisinden
korkanlara daha çok bulaşıyor. Çünkü aşırı korku yüzünden bağışıklık düşüyor ve
vücûd korona-virüse ve diğer hastalıklara daha açık hâle geliyor. Belki de
korku ile zayıflayan beden, virüsleri, mikropları ve bakterileri dâvet edecek
çeşitli sinyâller gönderiyordur.
İnsanları sürekli olarak bir
şeylerden korkar hâle getirdiler. İnsanlar bir şeylerden korkmadan yapamaz hâle
geldiler-getirildiler. Öyle ki insanlar korkacak şeyler aramaya başladılar.
Sonra da korktukları şeylere karşı aşırı bir gard alıyorlar. Oysa korkulması
gereken sâdece, âlemlerin rabbi olan Allah iken, sakınılması gereken şey ise
nefs ve şeytandır. İnsanlar korona-virüsten Allah gibi korkmaya başladı. Oysa korona-virüsten
korunmak için basit önlemler yeterlidir.
İnsanlar artık maskesiz
dolaşamıyorlar ve maskeleri olmadığında pencereden bile bakmaya çekinenler var.
“Acaba havadan bir yerlerden virüs gelir de bulaşır mı?” diye. Dünyâ’da maske
takma uygulamasını en katı şekilde uygulayan ülke Türkiye’dir. Fakat buna rağmen
maskeler insanları hastalıktan korumamıştır. Çünkü vâkâ sayısı sürekli olarak
artmaktadır yada kontrôl altına alınamamıştır. Fakat yine de maske-maske demeye
devâm etmektedirler. Önlerini süpüre-süpüre temizleyen ve yürüyen Caynizm’in
maskeli râhiplerine çevirdiler herkesi.
İstatistiklere baktığımızda,
yapılan testlerde pozitif çıkan ve enfekte olanların %99,99’u hayatta kalmış,
iyileşmiş ve hayatlarına devâm ediyorlar. Aynen normâl gripte olduğu gibi. Aslında
bu oran diğer griplerden çok daha az. Hattâ 70 yaş üzerinde koronaya yakalananların
bile %95’i hayatta kalmış. Oysa bu yaş ve üstünde olup da normâl bir grip yada üst-alt
solunum yolu hastalığına yakalanıldığında hayatlarını kaybedenlerin sayısı çok
daha fazla oluyor. Fakat sanki korona testi pozitif çıkan ve enfekte olanların
hepsi ölecek yada yoğun bakıma yatacak gibi bir inanç var. Hattâ testi pozitif
çıkanlara acıyarak ve üzülerek “eyvah!” deniyor. Sanki korona-virüse yakalanmak
“ölmek” demekmiş gibi.
Kânunlara taparcasına bağlı
olanlar ve aşırı kuralcı ahmak insanlar da bu balona üflüyor ve olayın
köpürtülmesine çanak tutuyorlar. Bu hipnozun ve tiyatronun ameleliğini yapıyorlar.
İnsanlık şişirilmiş -sözde- salgınlarla kontrôl altına alınmak ve kontrôl
altında tutulmak isteniyor. Çünkü küresel güçler insanları en kolay şekilde
korku ile denetim altına alabiliyor ve denetim altında tutabiliyor. “2.000
yılında îtibâren korkuyu kullanarak toplumları dizayn etme modeli geliştirildi
ve üzerimizde sürekli deneniyor” deniyor. Sürekli bir felâket tellallığı
yapılıyor. Belirsizlik ve korku, insanları sistemin kölesi hâline getiriyor.
PCR testleri güvenilir değildir
ve bir gün aralıkla yapılan iki testte, ilk sonuç negatif çıkarken ikincisi
pozitif çıkabiliyor. Aynı gün içerisinde dört defâ korona-virüs testi yaptıran
biri, bu testlerden ikisinin pozitif, ikisinin ise negatif çıktığını söyledi. Oysa
kişi o sırada başkalarıyla hiç temasta olmamış oluyor. Çünkü bu testler normâl
grip virüslerini de gösteriyor ve aslında testi pozitif çıkan kişilerde hangi
hastalığın olduğu ayırt edilemiyor.
Şöyle bir ilginçlik de var
ki, korona çıkalı diğer gripler ve zâtürre, üst-alt solunum yolu hastalıkları
sayısı istatistiklerde azaldı. Normâl grip ve solunum yolu hastalıklarının sayıları
nedense belirgin şekilde azaldı. Peki niçin?. Çünkü onların yerini Covid-19
aldı ve gribâl hastalıkların neredeyse hepsine Covid-19 denilmeye başlandı. Kayıtlara
“korona-virüs” diye kaydedildi. Ölümlerin de aynı nedenden dolayı olduğu
söyleniyor. Kayıtlara ölüm-şeklinin korona-virüs olduğu yazıyor.
Dünyâ’da koronadan başka,
insanların tanımadığı binlerce hattâ milyonlarca virüs var ve bunlar her virüs
gibi sürekli olarak mutasyona uğruyor. Mehmet
Ceyhan ilk başlarda; “korona-virüs 50 binin üzerinde mutasyon geçirdi. Bu da
demek oluyor ki bu kadar mutasyon geçiren bir virüsün aşısı yapılamaz. Bugün
izole ettiğimiz virüs, yarın başka bir forma girer. Virüsün insanları ve Dünyâyı
terk etme ihtimâli yoktur” diyordu, sonradan ağız değiştirdi. Zâten başından
bêri izleyecek olursanız, bir dediğinin diğerini tutmadığını, bugün söylediğini
yarın değiştirdiğini görürsünüz.
Bulaşıcı hastalık defterinin
kapatıldığı 1967’den bugüne, hayvanlardan insanlara en az 50 tehlikeli
virüs bulaştı. Son yüzyılda yeni bulaşıcı hastalıkların sayısı dört kat
arttı. Peki, virüslerle yolumuzun bu kadar sık kesişmeye başlamasının
nedeni nedir?.
Vahşi yaşam ve insan birbirine
yakınlaştıkça, virüs riski de artıyor. Bir diğer neden ise küreselleşme. Dünyâ’nın
ayrı uçları arasında 7/24 yapılan uçuşlar da bir salgını kolayca yaygınlaştırabiliyor. Milyarlarca
insanı besleyen endüstriyel gıdâ üretimi; sığır, tavuk, domuz gibi besi
hayvanlarının üretimindeki muazzam artış da doğal bağışıklığımızın olmadığı virüslerin
bize ulaşma ihtimâlinde muazzam bir artış yapıyor. Ama en önemli neden,
gezegenin doğal yapısını bozacak düzeydeki müdâhale kapasitemiz. Ormanlarda,
özellikle de yağmur ormanlarındaki hızlı tahribat, insanı tehlikeli virüslerle
temâsa geçiriyor. HIV, Ebola, Zika, sarı humma ve daha bir-çokları yağmur
ormanlarındaki canlılardan insanlara geçti.
Kevin
Olival, Malezya’nın Borneo Yağmur Ormanları’na gördüğü virüsler için “bu
virüsler yeni değil, sâdece onlardan yeni haberimiz oluyor” demişti. Öyle ya;
yarasalar, maymunlar, kemirgenler, türümüz için öldürücü olabilen bu virüsleri
binlerce yıldır taşıyor. Bugün tehdide dönüştülerse, sebebi insanın
yağmur ormanlarına müdâhalesidir. Son 40 yılda Borneo Yağmur Ormanları’nın
üçte biri yok edilerek, yerine ucuz bitkisel yağ elde etmekte kullanılan
palmiyeler dikildi. Amazon Ormanları soya fasulyesi veyâ şeker kamışı tarlası,
Kuzey Amerika’da ormanlar banliyö siteleri inşâ etmek için yok ediliyor.
İnsanın haddini bilmediğinden ve kendini eko-sistemin yöneticisi veyâ sâhibi zannetmesinden
dolayı istediği gibi hareket ediyor ve hiç gerek yokken, dokunmaması gereken
yerlere ve şeylere dokunuyor. Böylece yeni virüsler bulaşıyor ve yaygınlaşmaya
başlıyor.
Bir de aşı konusu var. Sanki
influenza gribinden yâni bildiğimiz gribe karşı gerçek bir aşı yapılmış ve bu
aşılar insanlara çok da fayda veriyormuş gibi, korona-virüs aşısı yapıp
hastalığı bitirebileceklerini söylüyorlar. Virüsten korunmaya aşı dâhil ne
bahsedilen tedbirler yeterli olur ne de korona-virüs bir gün gelip bitecektir. “Aşının
anne-sütünden bile daha üstün ve etkili olduğunu” söyleyen ahmaklar vardır.
Fakat gelinen yerde aşıların hastalığı durduramadığı ve bitiremediği lamba gibi
ortadadır. Önemli olan şey, bağışıklığımızı bozan ve düşüren şeylerden uzak
kalmak ve onu güçlendirecek şeyler yapmaktır. Mehmet Özdemir bu konuda şunları
söyler:
“Maske,
Mesâfe, Musluk’tan oluşan 3M pandomim tedbirlerini bırakın, salın kendinizi,
diyen birisi değilim. Ancak kalıcı tedbirler MMM’den ibâret değil. Bedeninizin
D vitamini, Magnezyum, Çinko düzeylerini biliyor musunuz?. ADSL cihazınızı
yatak odalarınızda tutuyor musunuz?. Akşam erken saatte kapatıyor musunuz?. Ne
kadar açık tutuyorsunuz?. Cep telefonlarınızı açık ve başucunuzda tutarak nasıl
bir fayda sağlamayı umuyorsunuz?. Wireless ADSL cihazlarının kaç Ghz
frekansında mikrodalga yayınladığını biliyor musunuz?. Çok kurnaz telefonunuzun
hücresel yayınını 3 G’ye indirdiniz mi?. Çevrenizde yeni yerleştirilmiş 4,5 dan
5 G anteni var mı?. Bu vericilere ne kadar yakınsınız?. Meselâ bir tomografi
çekiminde kaç tâne düz röntgene eşdeğer radyasyon alacağınızı yada MR
çektirdiğinizde hücrelerinizin ne kadar ısındığını anlatmadılar mı size?. Yoksa
yalnızca hangi siyâsî görüşten olursa-olsun size hikâyeler anlatan
politikacılara, onların liyâkatsiz, itaatkâr sağlık yöneticilerine,
televizyonlara çıkabiliyorlar diye ağzının içine baktığınız doktorların
söylediklerine mi güveniyorsunuz?. Meselâ sigara içmekten veyâ fabrikalarda,
atölyelerde sürekli solunan kimyâsallardan ölmek neredeyse garanti olmasına
rağmen bunları umursamayıp da, hastalananların yüzde 99,94 oranında sağ
kalacağı bilinen bir gariban virüsten dolayı mı bu panik ve dehşetli korkunuz?.
Hangi korkuyla zihinlerinizi, aklınızı üst-akıllara sorgusuz emânet ettiniz?.
Bundan
sonraki binlerce, yüz binlerce yıl boyunca, insanlar ve hayvanlar vâr olduğu
sürece vâr olacak olup sürekli mutasyon geçirerek salgın yapacak olan
korona-virüs ve benzerlerine de maskeyle mi karşı koyacaksınız?. Bunlara karşı
bez maske mi elyaf maske mi kullanıp korunacaksınız?. Yoksa maske ve gözlükleri
takınca Azrâil sizi tanıyamayıp pas geçecek mi zannediyorsunuz?.
Siz
kafanızı çevirseniz de ‘Kral çıplaktı ve hâlâ çıplak!'. ‘Kral çıplak’ diyene
‘komplo teorisyeni’ diyen yönlendirilmiş zihinler sâyesinde bu acıları ve
eziyetleri çekiyoruz. Sağlığın şifresini, kısaca rahmetli Ahmet Mete
Işıkara’nın şu cümlesi ile özetleyeyim: Depremler hep olacak, siz binâyı sağlam
tutun”.
İtalyanların dünyâca ünlü viroloji
uzmanı Giulio Tarro aşı hakkında şunları söyler:
“Bâzı
virüsler için -Covid-19 da bunlardan biri- aşı gerçekçi bir yaklaşım değil. Tüm
virüsler mutasyon geçiriyor; bunların pek-çoğu da bizim zarârımıza mutasyonlar
değil. Korona-virüs, 2002-2003 yılında ortaya çıkan SARS salgınının da
sorumlusudur, ama şimdi bu virüs yok meselâ, ortadan kayboldu. Aynı durumun
Covid-19 için de geçerli olmaması için hiç-bir sebep yok”.
Dr. Stefano Montanari de
şöyle der:
“Hızla
mutasyona uğrayan, antikor oluşturmayan korona-virüse karşı aşı hiç-bir işe
yaramaz. Kızamığın aşısı olur, soğuk-algınlığının, nezlenin aşısı olmaz. Kişi
hayâtı boyunca 200 kez nezleye, soğuk algınlığına yakalansa dâhi vücûdunda
antikor oluşmaz. Bu yüzden, hızla mutasyon geçiren korona-virüse karşı da aşı
geliştirmek teknik olarak mümkün değil. Korona-virüse karşı aşı diye
tutturmaları tam bir küresel sahtekârlık. Düşünün, Dünyâ üzerindeki 7 milyar
insandan 600 milyonu aşı yapmaya zorladıkları takdirde ne muazzam paralar
kazanacaklar. Kış aylarında yapılan soğuk algınlığı aşıları sahtekârlıktır.
Korona-virüse karşı yapmamız gereken, bağışıklık sistemimizi
güçlendirmemizdir”.
Şu soru da insanların aklını
karıştırıyor: “İlaç şirketleri, korona-virüs aşısını nasıl bu kadar çabuk
geliştirebildi?. Yoksa virüsü de kendileri ürettiği için, aşısını da önceden mi
hazırlamışlardı?.
Canan Karatay:
“Korona dâhil
hiç-bir grip aşısı, virüsleri öldürmez. Korona dâhil hiç-bir grip
enfeksiyonunun ilacı da yoktur. Virüsler tuzlu suda ve alkali ortamda ölürler ve
de bulaşmazlar. Ultraviyole B ve C’de yâni gün-ışığında da virüsler ölür. Korona-virüsüne karşı aşı
yapamazsınız. Sağlıklı bir hücrede kapılar kale-kapısı gibi sağlamdır, açılmaz
ve hastalanmayız. Ben onu söylüyorum onun için doğal besleneceğiz. Virüs ve
griplerin her sene yenisi çıkar, bunun aşısı olmaz. Bunun tek aşısı ve tek yolu
kendi hücrelerimizi güçlü ve sağlık kılmaktır. 7 tür korona-virüsü var ve diğer
virüslerden farkı yok. Virüs canlı vücûdun içinde; hayvanda, bitkide ve insanda
yaşar ve büyür, kuru yerde yaşayamaz. Yâni hücre içerisine girer, hücrenin
içindeki matereleri kullanır, büyür ve hücreyi parçalar. Hücrenin içine
girebilmesi için hücrenin kapıları açılması lâzım. Zayıf bir hücrede kapılar
açılır. Sağlık bir hücrede kapılar kale-kapısı gibi sağlam açılmaz ve
hastalanmayız. Kalabalıktan uzak durup, eli-yüzü yıkamak yâni bulaşmayı
azaltmak ve de doğal bağışıklığımızı güçlendirmek şarttır. Tek doğru yol ve de
tek gerçek budur. Korku imparatorluğu yaratmak yanlış bir uygulamadır” der.
Aşı dediğin, virüsün, mikrobun
ve bakterinin ölü yada azaltılmış hâlidir. Son çıkan ve mRNA denilen sıvı, “aşı”
değil, bir “gen terapi sıvısı”dır.
İlk başta Çin aşısı olan
Sinovac için “% 95 koruyor” derlerken, şimdi ise 2 doz Sinovac aşısının bile
korumadığını ve bu nedenle de bir yada iki doz da Biontech aşısı yapılması
gerektiği söyleniyor. Hangi aşı kaç doz yapılırsa-yapılsın yine de koruma
olmayacaktır ve tam-aksine çeşitli yan-etkiler görülecektir. Virüs ile alâkalı
hastalıklar ancak, “doğal yollardan aşılanmak” diyebileceğimiz “kitlesel bağışıklık” yada “sürü bağışıklığı”
ile normâlleşebilir. Fakat aslında normâl ve mâkûl bir zamanda etkisini yitirip
normâlleşecek olan bir virüs, ona çeşitli ve ağır müdâhalelerle güçlendiriliyor
ve normâlleşmesi ve etkisizleşmesi önlenmiş oluyor. Ne maske, ne mesâfe ne
aşırı temizlik, ne ilaç ne de maske bir işe yaramaz. Her yıl yakalandığımız ve
atlattığımız virüsler gibi artık etkisi kalmamış korona-virüs de aynı şekilde
normâlleşecektir. Zâten yapı olarak nerdeyse normâlleşti ama insan üzerindeki
psikolojik etkisi normâlleşemiyor. Çünkü çeşitli kanallardan ha-bire korkutma
devâm etmektedir. Korona-virüse hem fizîki hem de psikolojik olarak müdâhale
etmek tam olarak bırakıldığında, korona-virüs de hem fizîki olarak hem de
psikolojik olarak normâlleşecektir. Tabi tüm bakteri, mikrop ve diğer virüsler
gibi, korona-virüs de eskiden olduğu gibi birilerini yine ağır hasta
edebilecek, birilerinin hastâneye yatmasına neden olabilecek ve birilerinin de
hayâtını kaybetmesine neden olabilecektir. Yapılması gereken en doğru şey,
temizliğe önem verdikten başka beslenmeye dikkat etmek ve bağışıklığın doğru
çalışmasını sağlamaktır.
Evet; virüsten
korunmaya ne bahsedilen tedbirler yeterli olur ne de korona-virüs bir gün gelip
bitecektir. Önemli olan şey, bağışıklığımızı bozan ve düşüren şeylerden uzak
kalmak ve onu güçlendirecek şeyler yapmaktır.
Senelerden beri biz korona-virüs
ile yaşıyoruz. İnfluenzadan (grip) daha tehlikeli değil. Zâten sağlık bakanı da
îtiraf etti: “Bulaşıcı tek hastalığın Covid-19 olduğunu düşünmek yanlıştır. 5 haftadır İnfluenza virüsü tarıyoruz, bu dönemde daha yok. Her yıl
şu dönemde çocuk poliklinikleri, üst-solunum yolu enfeksiyonundan geçmez
biliyorsunuz. Şu-an çocuk poliklinikleri çok sâkindir ve erişkin dâhili
poliklinikleri daha yoğun. Çünkü Covid daha fazla. Bu dönemin mevsimsel gribi
artık Covid’tir” dedi. Desenize, o çok kadar önlem alınmış ki, influenza virüsü
tutunacak bir insan bulamamış(!).
Kanada'nın
önde gelen Patolog ve Virologlarından olan ve aynı zamanda Covid-19 test
kitlerini yapan firmanın CEO’su Dr. Roger Hodkinson şöyle der; “Korona-virüs
krizi, şüphesiz ki toplum üzerinde şimdiye kadar yapılmış en büyük
aldatmacadır”.
Covid-19
pozitif tanısı konulanların çoğu bildiğimiz normâl griptir. Hani o yıllardır
bildiğimiz grip. İşte küresel tâğutlar, korona-virüs yanında bu gribi de kullanarak
sistemi ve kitleleri yönetiyor. Hem de çok kolay bir şekilde.
Bu virüs
ancak, insanlar “ölüm korkusu”ndan (ölümden değil) kurtulduğunda yok olacaktır. Oluşturulan küresel korona-virüs korkusu, bugün
maske, yarın da aşı ve çip takmak için bir gerekçe oluşturuyor. Korktuktan
sonra insanların kendilerine taktırmayacağı şey yoktur.
İnsanları
maske takmaya zorlayanlar, kendi maskelerinin ardında gülme krizlerine
giriyorlardır herhâlde. 2 metrelik sosyâl mesâfe, bizi izledikleri kameralar
daha iyi görüş sağlasın ve bizi daha iyi kontrôl edebilsinler diyedir. Unutulmasın
ki maske ve mesâfe bizi sonuna kadar koruyamaz:
“Her nerede
olursanız (olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkîm edilmiş şatolarda
olsanız bile…” (Nîsâ 78).
“De ki: Eğer
ölümden veyâ öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar
sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında yararlandırılmazsınız” (Ahzâb 16).
Artık korona-virüse
“grip” muamelesi yapmak en doğrusudur. Yeni mutasyonlar ve varyantlar,
yıllardır bildiğimiz ve yaşadığımız mevsimsel solunum-yolu hastalıkları ve
griplerdir. DSÖ’nün, Sağlık Bakanlığı’nın ve doktorların mutasyon ve varyant
dedikleri şeyler, normal mevsimsel hastalıklardır. Artık doktorların yaptıkları şey, mevsimsel grip
çeşitlerine isim takmaktan ibârettir. Zâten hangi isimlerin takılabileceği çoktan
belirlenmiş ve listesi yapılmış bile. Şu da var ki, mevsimsel gripler de bâzen
ciddî olabilir.
İçinde bulunduğumuz durum
bir salgın-pandemi değil, “yaygın bir grip”tir. Dr. Bodo Schiffmann şöyle diyor: “Ortada herhangi bir hastalık yok, rakamlara
bakın, ortada ikinci bir dalga yok, ilk dalga var mıydı veyâ bu sâdece normâl
bir grip dalgası mıydı?. Bu sorulmalı. Bu ilk denemeleri değil. Bu kuş gribi ve
domuz gribinden sonra üçünce denemeleri, biz ebeveynler olarak, insan olarak
bir şeyler yapmak zorundayız. Şu-anda Dünyâ’da yaşananların gerçek olması
inanılmaz, biz sevinemiyor, gülemiyor ve bir şeyleri kutlayamıyoruz. Sokaklara
çıkmamıza izin verildiği için seviniyoruz. Korona yalanına karşı çıktığımızı
söylesek korona mevzuatına da karşı çıkmış oluyoruz. Bu mevzuat, her-şeyin arkasında
saklı olduğu şeydir. Mesele güç elde etmek, mesele toplum kontrôlü, mesele daha
zengin olmak. Olan-bitenin sebepleri bunlar ve hep aynı”. Evet, insanlık, bir zaman
sonra mecbûren ortaya çıkacak olan skandallarla birlikte bunun bir tiyatro ve
oyun olduğunu görecek ve korona-virüsün bir balon olduğunu anlayacak ama bu-arada
atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacak.
Şu-an
Dünyâ’da en çok para getiren şeylerden biri “aşı”dır. O hâlde herkese aşı yapılmalıdır.
İnsanların aşı yaptırmak için koşturacakları bir sebep ortaya çıkarmak gerekir.
Bill Gates; “aşıda inanılmaz bir potansiyel görüyorum, aşının altın çağı
yaşanacak” diyordu. Aslında süreç içinde doğal-normâl bir bağışıklık kazanarak
bitecek olan virüs için herkes aşı bulma telâşında. Aşıyı bulan köşeyi dönecek.
İstiyorlar ki doğal bağışıklık oluşmadan aşıyı bulalım da tüm Dünyâ’yı
aşılayalım. Bir-an önce aşı bulmak için girdikleri telaş, insanları
düşündükleri için değil, “fırsatı kaçırmama telâşı”dır. Çünkü -görece- işe
yarayan aşıyı bulanlar köşeyi döneceklerdir. Oysa doğal aşı bağışıklık
sistemimizdir. Aşırı ve gereksiz tedâvilerle bağışıklık sistemi blôke edilerek
zayıf düşürülüyor. Bağışıklık sistemimizin doğal ve normâl yollardan bağışıklık
kazanması çeşitli önlem, ilaç ve aşılarla önleniyor.
Güneş girmeyen eve doktor
girer. Şu-şu saatlerde Güneş’e çıkmayın diyerek D vitamininin alımı engelliyorlar.
Şimdi buna karantina da eklendi. Günde yaklaşık yarım saat güneşlenmek insanı
bir-çok hastalıktan koruduğu gibi şifâ da verir. Karantina ile insanlar Güneş’ten
uzaklaştırıldı. Tam da gribâl enfeksiyonların başladığı zamanlarda insanları
evlere kapadılar ve D vitamini kaynağı olan Güneş’ten uzaklaştırdılar. D
vitamini 50 mikrogram ve üzeri olan insanların gribe ve dolayısıyla koronaya
yakalanma riski çok büyük oranda düşmektedir. Özellikle esmer olanların Güneş’ten
çok daha fazla faydalanması gerekir. Zîrâ onların derileri D vitaminini daha az
sentezleyebiliyor. Çünkü Afrika’da sürekli olarak Güneş altında kalıp da D
vitamini fazlalığından dolayı sıkıntı yaşama olasılığı vardır.
Karantina
denilen şey, küresel bir hapistir. Çek Cumhuriyeti karantinayı en sert
uygulayan ülke olmasına rağmen uyguladığı karantina işe yaramamış ve vâkâ
sayısı yine de yükselmiştir-yükselmektedir. Karantina ve diğer önlemler vâkâ
sayılarını yükseltmiştir-yükseltmektedir. İsveç ise önlemleri uygulamıyor ve
toplum bağışıklığı deniyor. Kesin sonuçları ileride görülecektir. Ukrayna ve
diğer bir-kaç ülke ise hiç takmadı. Önlem olarak kadim kültürün ortaya koyduğu
önlemlerden başka bir önlem yoktur. Maske, mesâfe ve temizlik. Aslında gerçek
önlem temizliktir. Elleri-yüzleri yıkamak, sümkürmek ve boğazı temizlemek en
ideâl önlemdir ki bu önlem müslümanların günde beş kez yaptıkları abdestten
başkası değildir. Maskeler ile daha az oksijen almak zorunda kalan insanların
hastalıktan korunması mümkün değildir. Sosyâl mesâfe denilen şey, doğal
aşılanmayı ve bağışıklığı engelliyor.
HES
uygulaması da işe yaramıyor. Bu HES Kodu ancak insanları tâkip etmeye yarıyor
ve aslında herkese takılacak “çip”in ön hazırlığıdır. HES, bir tâkip sistemidir.
Başka bir işe yaramıyor. Fakat yine de küresel güçler tarafından zorunlu
tutuluyor. İnsanlar korona-virüs nedeniyle zorunluluğa alıştırılıyor. PCR ise
bir yalan makinesidir.
İnsanlara olmayacak saçmalıklar
yaptırılabiliyor ki maske bunlardan biridir. Maske, insanları yavaş-yavaş
öldürüyor. İstatistiklere göre maske takanların %70’i Covid-19’a mâruz kalmış
ve hastalanmış. Maske kullanmayanlarda ise oran %3,5 olmuş. “Ameliyatlarda dâhi
maskenin enfeksiyonu engellediğine dâir kesin bulgular bulunmamıştır” deniyor. Zâten
cerrahlar maske takmaya 1920 yılında başlamışlardı. Hattâ takılmadığında
enfeksiyonlar daha az olmuş. Yapılan deneylerde maskeye gerek olmadığı açığa
çıkmış. 94 yaşındaki İngiltere kraliçesi hiç maske takmıyor. Çünkü işi biliyor.
Yoksa bunların canı çok tatlıdır. Maske gerçekten korusaydı bunlar maskeyi çifter-çifter
takarlardı hattâ kendilerine özel maskeler yaptırırlardı.
Maske; “sus
konuşma!, biz ne diyorsak onu yap” mesajıdır. Maskeler üzerinde 8 saat süreyle
yapılan deney ve gözlemden sonra şu sonuç ortaya çıkmıştır: “8 saat kalan
maskede 82 bakteri ve 14 mantar türü oluşuyor. Bu da bir-çok hastalığı ortaya
çıkarıyor ve arttırıyor”. Çocuk yaşta maske takmak nörolojik bozuklukların
ortaya çıkmasına neden oluyor. “Maskeyi yıllarca sürekli olarak takacaksınız”
diyorlar. Böylece çocuklar dâhil insanlar mutlak itaate alıştırılıyor. Maske
zorunluluğu bir “oksijen hırsızlığı”dır. Yakında sâbit yada taşınabilir tüpler
içinde oksijen satışları başlarsa şaşırmayın.
Bâzı
bölgelerin haritasını gösteriyorlar ve kıpkırmızı olduğunu söylüyorlar, yâni gösterdikleri
yerde insanların %90’ı korona-virüse yakalanmış ve testi pozitif çıkmış.
Öyleyse korkmaya gerek yok, çünkü bu sonuç, o bölgede toplum bağışıklığının
oluşmuş olduğunu ve korona-virüsün bir balon olduğunu gösterir. Zîrâ o kadar
çok vâkâya rağmen ölüm sayısı fazla değildir yada artmamaktadır.
Bir de “sosyâl
mesâfe” sendromu var. Sosyâl mesâfe, yakın akrabâlar ve hattâ âile-içinde bile
birbirleriyle olan mesâfeyi ve samîmiyeti azalttı ve bitirdi. Böylece insanlar birbirlerini
görememekte. Oysa olması gereken mesâfe “sosyâl” değil “fizîki”dir. Çünkü bir virüsün
bulaşmaması için belli bir uzaklık yetmektedir. Bu mesâfenin “sosyâl” mesâfe
olması gerekmez. Fakat insanlar herkesi “şüpheli” görmekte ve artık kimse ile
muhâtap olmamaktadır. Böylece bireycilik, liberâlizm ve kapitâlizm artmaktadır.
Mevsimsel
grip, solunum-yolu ve zâtürre gibi hastalıklardan dolayı olan ölüm sayısı Dünyâ’da
yılda 5 milyonu bulabiliyor. Son 6 ayda kanserden ölenlerin sayısı 90 bin.
Günde 500-600 kişi kanserden dolayı ölüyor. Karantina nedeniyle bu sayı
artmaktadır. Korona-virüs, zorunlu yada gönüllü karantina nedeniyle hastâne-tedâvi-kontrôl
ertelenmesi nedeniyle kanserden ve diğer kronik hastalıklardan ölümlerin sayısını
arttırmaktadır.
Korona-virüs
için yapılan hastâne tedâvileri de hastalığı daha fazla arttırıyor. Dr Richard
Urso şöyle der: “Salgının erken safhasında fark ettim ki bu virüs için tedâvimiz
var. Hastaları başından bêri solunum cihazlarına bağlamak hiç mantıklı bir iş değil.
Aslında bir tedâvimiz var. Nedir bu?. Bir virüs değil mi?. Enfeksiyon, iltihap,
kanda pıhtılaşma ve nefes almada sıkıntılarımız var. Hangi doktor iltihabı
nasıl tedâvi edeceğini bilmez?. Her doktor bilir. Her doktor enfeksiyonu tedâvi
ediyor mu?. Her zaman. Her doktor damar hastalıklarını ve kanda pıhtılaşmayı
tedâvi edebiliyor mu?. Kesinlikle!. Nefes alma sıkıntılarını düzeltebilir
miyiz. Tabî ki yapabiliriz. İşte bu yüzden başından bêri her-şey yalandı. Her
kim size farklı şeyler söylüyorsa bu bilim-kurgudur, bilim değildir. Her kim
size farklı bir şey söylüyorsa bu ikiyüzlülüktür”.
Korona nedeniyle insanları
-sözde- korumak için evlere tıkıyorlar ve birbirleriyle ilişkilerini
kesiyorlar. Fakat bu-arada insanlar rûhen çöküntüye uğruyor ve bu durum bedene
de hastalık olarak sirâyet ediyor. Sonuçta her-şeyde olduğu gibi korona
kısıtlaması da insanları hastalıklardan hastalık beğenmeye mecbur bırakıyor. Bu
durum özellikle yaşlıları rûhen çökertiyor. Yusuf Karaca, korona-virüsün
“küresel bir balon” olduğundan şu şekilde bahseder:
“DSÖ (Dünyâ
Sağlık Örgütü) ilaç kartellerinin kuklasıdır. Ülkelerin sağlık bakanlıkları
DSÖ’ye bağlı olarak çalışır ve hiç-bir îtirâz durumları yoktur. Politikacılar
da yoğun baskı altında olduklarından dolayı küresel bir komploya ses
çıkaramazlar. DSÖ, NATO’dan sonra en güçlü örgüt. 4 milyar dolar bütçeden
sağlığa ayırdığı miktar, 162 milyon. Sağlığa ilgileri, işte bu miktar kadar.
Devletler, uyduruk salgında DSÖ’nün dediğini yaptılar ve bütün insanları
koyunlar gibi içeri tıkıldılar. Güce bakar mısınız!.
Alman
hekim, Dr. Claus Köhnlein; ‘korku ve panik, tedâvi adı altında hekimlerin
uygulamaya mecbur bırakıldıkları süreç, ölümlerin asıl nedeni’ demişti.
Hamburg-Eppendorf (UKE) Üniversite Hastanesi Adlî Tıp Bölümü’nden Prof. Klaus
Püschel, Almanya’nın Hamburg kentinde otopsi sonucunda, ‘Çin korona-virüsü
nedeniyle ölen hasta olmadığını’ açıkladı. İtalyan doktorlar, ‘sâdece otopsi
ile kimin korona-virüsten öldüğünü anlayabiliriz. Otopsi Covid’in nasıl
çalıştığını ve nasıl iyileştirileceğini de anlamamızı sağlar’ dediler. Bunun
üzerine, DSÖ’nün dünyâ sağlık yasasına uymadılar ve otopsi yaptıkları kişide
bir virüs değil, ölüme neden olan bir bakteri olduğunu buldular. Bakteriler ise
aynı-zamanda iltihap ve oksijen yetmezliği üreten 5G elektromanyetik radyasyon
ile çoğalıyordu. Bakteri, kanın pıhtılaşmasını sağlıyor ve vâr olan kronik
rahatsızlıkla birleşince, ölüm kaçınılmaz oluyor. Covid-19 ölümlerinin tek
sorumlusu Dünyâ Sağlık Örgütü’dür. Nedeni ise DSÖ’nün Bill Gates ile birlikte
yürüttüğü 5G’ye geçiş projesiydi. COVID-19 krizi, DSÖ himâyesinde,
dünyâ-çapında bir ekonomik, sosyâl ve politik yeniden yapılanma sürecini
tetiklemek için bir bahane olarak kullanılmaktadır. Sosyâl mühendislik
uygulanmaktadır. Hükümetler, yıkıcı ekonomik ve sosyâl sonuçlarına rağmen,
karantina gibi uygulamaları genişletme baskısı altına alınmıştır.
Koyunları
ağıla sürükleyen ‘çoban köpekleri’ gibi bütün insanlığı evlere sürüklediler. Bu
bir ‘salgın’ değil, ‘dikkatle plânlanmış bir operasyon’dur. Kendiliğinden veyâ
kazârâ olan bir şey yoktur. Ekonomik durgunluk ulusal ve küresel düzeyde
tasarlanmıştır. Kriz ABD-NATO askeri ve istihbârat plânlamasına da entegre
edilmiştir. Çin, Rusya ve Îran’ı zayıflatmakla kalmayıp, aynı-zamanda Avrupa
Birliği’nin istikrarsızlaştırılmasını da içeriyor”.
Dr. Uğur Yılmaz korona-virüs
hakkında şunları söyler:
“Virüs var
fakat sanıldığı gibi önemli hastalık ve ölümlere neden olan bir virüs değil.
Bütün yayınlarda insanların % 80’inin hafif ve belirtisiz geçirdiği söyleniyor.
Bir virüs pandemisi olsaydı hastalığa yakalanan insan sayısının 30-40-50 milyon
gibi rakamlara ulaşması gerekirdi. Hem hasta hem de ölen hasta sayısı (Ben
bunların da doğru olmadığını biliyorum) çok düşük.
Tanı
testleri çok hassas ve güvenilir değil. Virüs testleri böyledir. SB’nın
açıklamalarında PCR testi müspet olanları hasta gibi takdim ediyorlar. Hattâ
hastaların büyük bir çoğunluğunda ateş bile olmadığını belirttiler. Ateş bile
yoksa bana göre hastalık da yok. Ama sokakta ateşi olan herkes hasta muâmelesi
görüyor.
Diğer soğuk
algınlığı virüsleri gibi. Virüs bu günden sonra da görülecek. İlk ne zaman
oluştuğunu bilmiyoruz. Virüs belki bin yıldır var. Doğadaki bütün virüsleri ve
bu virüslerin ne zaman oluştuğunu bilemiyoruz. Bilmemiz de mümkün değil. 2019
sonunda belirlenmesi bu tarihte oluştuğu anlamına gelmez.
Virüsün
hava ile yayıldığına inanan bir kişinin tek korunma yöntemi astronotlar gibi
maskeden solumasıdır. Havadan virüsün temizlenmesi için hepa filtresinden
havayı süzmek gerekir. Doğa ve hava sterilize edilemez. N-95 maske 0.3 micron’a
kadar partikülleri tutabiliyor. 300 nanometre. Virüs boyutu ortalamam 125 nm
çapta. Bu virüsün hem maskeden hem de maskenin kenarından havaya karışacağı
anlamına gelir. Virüs taş, böcek veyâ balık değil. Ağa takılmaz. Çok hafif
olduğu için devamlı olarak hava hareketleri ile havada hareket eder (polenler
gibi). Bu eğer yaygın bir virüs hastalığı olsaydı havaya çok fazla virüs yayılacağı
anlamına gelir. Hava ile bulaşma oluyor olsaydı çok fazla kişi hemen hastalığa
yakalanırdı. Her bir nefeste, bir günde ortama ne kadar virüs yayıldığı ve
bunun ne kadarının kilometrelerce uzağa gittiği, bir metreküpte ne kadar virüs
bulunduğu gibi soruların cevâbı bulunamaz. Virüs balgam ve tükürükle değil hava
ile yayılır. Lokanta ve kahve gibi yerlerde virüse karşı alınabilecek tek önlem
havanın devamlı olarak hepa filtreleri ile süzülmesidir.
Burada
virüsün akciğerinde pnömoni gelişen hastaların soluk alıp-vermesi ile virüsün
havaya karışacağını, maske veyâ başka bir şeyin buna engel olamayacağını; bu
virüsün yere çakılmayacağı, polen gibi havada dolaşacağını ve hava-akımları ile
seyahat edeceğini ve hava olan her yerde olacağını anlatmaya çalıştım. Havada
bu kadar virüs olsaydı milyonlarca kişinin hastalığa yakalanması gerekirdi.
Bütün bunlar virüsün hava ile yayıldığını fakat bulaşmadığını gösterir. Virüs
ancak elektron mikroskobuyla görülebilecek boyutta çok küçük olduğu için
hiç-bir maske bu virüsün geçişini engelleyemez. Kaldı ki solunan hava maskeden
değil kenarındaki boşluklardan ortama yayılır. Ağızdan tükürük yayılması ile
virüs yayılması farklı şeylerdir. Tükürük ağızdan, virüs akciğerden havaya
karışır.
Virüs bir
gıda artığı, bir böcek değildir. Havaya karıştıktan sonra yere düşmez. Hattâ bu
çok nâdir bir olaydır. Virüs hava-akımları ile havaya karışır ve yer
değiştirir. Herhangi bir ortamda havada ne kadar virüsün bulunduğu ve dolaştığı
hiç-bir şekilde belirlenemez. Amazon yerlilerinde ve Mir uzay istasyonundan
dönen astronotta bile virüsün pozitif çıktığı görüldü. Virüs bir buçuk metre
doğrusal bir yol izledikten sonra yere düşmez. Virüsün nasıl bir yol izlediğini
hiç-bir zaman bilemeyiz. Solunumdan da fazla etkileneceği belli değil. Kütlesi
çok küçük olduğu için havanın basıncı onun küresel ve doğrusal bir şekilde
yayılmasını engeller.
Şimdi
TV’lerde sürekli olarak ve her gün yapılan propaganda ile beyinler yıkanmış.
Kişiler bu söylediklerimi resmi görüşle değerlendiriyor. Dünyâ Bankası’nın son
verdiği korona kredisinin bir bölümünün de Covid-19 mücâdelesi için
propagandaya harcanması şartı var. Bence bu haberleri yapanlar bu krediden
yemleniyor.
Devamlı
sorulan diğer bir soru: ‘Ama ölenler var’. Hiç-birisine otopsi yapılmadı. Neden
öldükleri belli değil. Kişiden alınan örnekte virüs saptanması ile kişide Covid-19
hastalığı bulunması ve bundan ölmesi farklı bir şey. Ayrıca bütün veriler
Sağlık Bakanlığı’nda değil SGK MEDULA sistemindedir. Bu sistemde hastaneler
kesin tanı olmadan hastaları Covid-19 tanısı ile yatırabilir. (SGK Sağlık
Uygulama Tebliği Ek -2’de 510021 kodlu ve ilişkili kodlara bakabilirsiniz).
Hiç-bir
test % 100 virüs mevcûdiyetini göstermez. Virüs testinin pozitif olması kişinin
hasta olması anlamına gelmez. Hastalığı geçirmiş olabilir. Soğuk algınlığı,
grip geçirenlerde ve grip aşısı yaptıranlarda da virüs testi müspet
çıkabiliyor. Bir kişide virüs bulunması veyâ saptanması kişinin hasta olması
anlamına gelmiyor. Virüsle hiç temâsı olmayan uzaydan gelen Rus astronot ve
Amazon yerlilerinde hastalık ve virüs saptanmıştı.
Bir kişi Covid-19’dan
öldü diyebilmeniz için gerçekten bu hastalıktan öldüğünü otopsi raporu ile
belirlemek gerekir. Bir kişiden alınan örnekte virüs saptanması ile kişinin
bundan ölmesi farklı bir şeydir. Hasta sepsis, organ yetmezliği, kâlp krizi,
beyin kanaması veyâ kanserden de ölmüş olabilir. Virüs tanısı çoğu zaman ve
genellikle de sâdece tanıdır. Bunların çoğunda hiç-bir semptom yoktur.
Bâzı
yalanlar sürekli tekrarlanıyor ve karşı görüşlere izin verilmiyor. Bu
Goebbels’in taktiğidir. Bir yalan sürekli tekrarlanırsa insanlar yalana inanır”.
Bu virüs
korona-virüs değil, küresel medya virüsüdür ve tüm Dünyâ’ya çabucak yayılmıştır
ve yayılmaktadır. Medya ile küresel anlamda tüm insanlar kandırılmakta,
yönlendirilmekte ve sürüleştirilmektedir.
Yapılan
otopsilerde ölümlerin çoğunun korona-virüsten olmadığı görüldü. Adlî Tıp
profesörü Klaus Püschel şöyle der: “Korona sebebiyle öldüğü belirtilen
kişilerin yaş ortalaması 80 ve istisnâsız hemen hepsi yüksek tansiyon, kâlp
krizi veyâ organ hasârı gibi önceki hastalıklara sâhipti. Hattâ 60 yaşından
genç olan bâzılarının, farkında bile olmadıkları şiddetli iç hastalıkları vardı”.
Yâni insanların çok büyük kısmının koronadan değil, altta yatan hastalıklardan
dolayı öldüğü görülmüş.
Korona-virüs
küresel bir kuşatmadır. Birileri ahtapot gibi her yanı sarmaktadır. Zâten bu
virüsün bulaşıcılığının yüksek olması ve her yere dağılması onların işi
gibidir. Geçen yıl Eylül-Ekim aylarında
kanalizasyonlarda korona-virüs parçacıklarının olduğu söylenmiştir. Bir-çok
başka şüpheler de vardır.
Bilim-kurulu
da pek bir şey yapamamaktadır ve sanki biraz da işe fazla karışmak istememektedir.
Böyle olunca bilim-kurulunun da aslında bilim-kurgu olduğu açığa çıkmıştır. Korona
değil “korna” görevi yapıyorlar. Hele kurulda olmayan biri var ki, bir felâket
tellalı gibi ve sanki birileri tarafından görevlendirilmiş gibi sürekli
ekranlara çıkıyor ve insanları paniğe sevk edecek laflar edip duruyor. Virüs ve
aşı konusunda tekel gibi konuşuyor ve hareket ediyor. Herkes de onun ağzına
bakıyor. Fakat o kişinin ağzından hiç hayırlı bir söz çıkmamaktadır.
Anlaşılan, bundan böyle her-şeyimizin
denetlemesine izin vermek zorunda kalacağız. Zîrâ maske, HES ve PCR ile adım
attırmıyorlar. Devlet dâirelerinde işlerimiz görülmüyor. Aşı yapılmayanlara
hizmet vermeyecekler. Bizi her türlü denetleyip yönlendirecekler. Böylece
kendilerine bağımlı kılmış olacaklar. Kapitâlizme takla attırma tiyatrosu ve saçmalığıdır
bu. Bu tiyatronun senaristliğini elbette küresel güçler yâni tâğutlar yapıyor. Elbette
şeytanın ve nefislerinin fısıltılarının etkisiyle yaptıkları şeydir bu. Yoksa
Allah rızâsı için değil.
2.0 hatta
3.0 insanlar oluşturmak ve insanları dönüştürmek için yapılan bir projedir bu.
İnsanları adım-adım dönüştürmenin bir basamağı ve yada yollarından biridir.
Bu işin
ortaya çıkarılmasının nedeni, küresel şeytanların insanları daha çok ve yoğun şekilde
kontrôl altına alabilmek ve böylece istedikleri gibi yönlendirerek kazançlarına
ve güçlerine kazanç ve güç katmak istemesinden başka bir şey değil. Yoksa bunlar
zâten insan düşmanı şerefsizlerdir. Tüm dünyâ ekonomilerini toptan mahvettiler.
Sağlık, eğitim, ekonomi vs. her-şey bir yalanla çökertildi. İnsanların
psikolojileri hepten bozuldu. Artık herkes depresif oldu. Bu durumun küresel
güçlere getireceği kazançları ileride göreceğiz.
Demek ki neymiş; bu lâik-seküler-demokratik-liberâl-kapitâlist-feminist-emperyâl
sistem, insanlara özgürlük falan getirmediği gibi özgürlüklerini elinden almaya
çalışıyormuş ve bunun için de her türlü küresel yalanlar söylediği gibi
acımasızca işler de yapabiliyorlarmış. Demek ki neymiş; İslâm-dışı tüm sistemler
insan düşmanıymış. İslâm-dışı sistemleri övmek “küresel intihar” demekmiş.
Modernizmin
yâni modern-bilim ve teknolojinin ve de medyanın söylediği her-şeye inanmanın,
şişirdikleri her balona üflemenin netîcesini yaşıyoruz ve cezâsını çekiyoruz.
Olan şey budur.
2020 yılında ortaya çıkan
korona-virüs ve Covid-19, “yeni tür korona-virüs”tür, “yeni çıkmış bir virüs” değildir.
Korona-virüs ve Covid-19 tâ Hz. Âdem’den bêri vardır ve kıyâmete kadar da her
insanda olacaktır. 2020 yılında mutasyona uğrayan “yeni tür korona-virüs”ün
öldürücülüğü değil ama bulaşıcılığı ve sûnî korkusu yüksektir.
Duyduğunuz
her-şeye hemen inanmayın. Duyduğunuz şeyler bir fitne de olabilir. Kur’ân bu
konuda bizi uyarır ve şöyle der:
“Ey îman edenler!; eğer
bir fâsık, size bir haber getirirse onu etraflıca araştırın. Yoksa cehâlet
sonucu bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişmân
olursunuz” (Hucurât 6).
Karşıt görüşler karşısında sisteme kolay entegre
olmuş kişiler hemen; “bilimsel bir çalışma var mı, belge var mı?” diye
soruyorlar. İyi de aşıyla ilgili verileri üretenler zâten aşıyı üretenler yada
aşıyı üretenlerin kontrôl edip desteklediği ve yön verdiği kişiler ve kurumlardır.
Bu nedenle aşı-karşıtı veri, çalışma ve kaynaklar yine bu kurumlara ve kişilere
dayandırılamaz. Bu nedenle de hastalık ve aşı-karşıtı söylemler, televizyonlara
çıkartılmaktan korkulan bağımsız doktorlar ve araştırmacılar tarafından ortaya
konulmaktadır. İyi
insanların dürüstlüğe verdikleri değer, bilginlerin bilime verdikleri değerden
daha yüksektir.
Korona-virüse yakalananlar
yada yakalananları görenler, aslında korona-virüsün çok da etkili olmadığını
görmelerine rağmen yine de ondan korkmaya devâm ediyorlar. Çünkü hastalığın adı
hastalıktan çok daha büyüktür. Korona-virüse yakalanıp da hastanede yatanlar ve
hastalıktan çok etkilenenler vardır. Fakat bu etki, aşırı korku ve
“yakalanırsam çok kötü olurum” psikolojisiyle artmış bir etkidir. Hastalık,
bulaş, yaygınlaşma, hastâneye yatma, yoğun-bakıma yatma, entübe edilme ve ölüm,
sâdece korona-virüse mahsus bir şey değildir. Bu etkiler sâdece korona-virüse
has değildir. Bu tür vakalar ve ölümler, tüm diğer virüs, mikrop ve bakteriler
için de geçerlidir. Diğer virüs, bakteri ve mikroplar da aynı etkileri yapabilir
ve kişileri ağır hasta edebilir, hastaneye ve yoğun-bakıma yatmasına ve
hayâtını kaybetmesine neden olabilir. Korona-virüsün yada Covid 19’un farkı,
bulaşıcılığının çok fazla olması ama aslında hastalığı ağır geçirme ve ölüm
oranının diğer virüs, bakteri ve mikroplardan fazla olmamasıdır. Bu hastalığa
yakalananlar ve hastaneye yatacak kadar ağır geçirenler, daha önce benzer
(meselâ domuz gribi) bir hastalığı geçirmeyen ve bir kıyaslama yapamadığı için
ve söylediğimiz gibi psikolojik etki nedeniyle hastalıktan etkilenmeyi çok ağır
değerlendiriyorlar ve aşırı zorluklardan bahsediyorlar. Oysa diğer hastalıklar
da o kadar kolay geçmiyor ve benzer etkiler yapabiliyor. Ölmeyi isteyecek kadar
ağır geçirilen ve ızdırap veren hastalıklar vardır.
Meselâ tüm ölümlerin %20’si aslında
“sepsis”ten (kan zehirlenmesi) kaynaklanır. Sepsis, vücûdun enfeksiyona karşı
verdiği çok aşırı tepkidir. Korona-virüs ölümlerinin bile bir-çoğu aslında
sepsisten olmaktadır. Korona-virüs sepsis ile öldürür. Tabi hastâne ortamında
verilen ağır ve gereksiz ilaçlar da buna dâvetiye çıkarır ve bu ilaçlar ağır
hastalık sürecini uzatır yada ölümü hızlandırır.
Bu virüs birileri tarafından
güçlendirilmiş ve etkisi fazlalaştırılmış bir virüstür ama kişiye göre diğer
virüs, bakteri ve mikroplardan kaynaklı hastalıklar nedeniyle de Covid’i ağır
geçirenler gibi ağır geçirmişlerdir. Meselâ domuz gribi de çok ağır geçirilen
bir gripti. Ben domuz gribi denilen hastalığa yakalanmıştım ve “demek ki buraya
kadarmış” diyecek kadar kötü olmuştum. Hastalık nedeniyle muhâtap olduğum
üçüncü doktorun yazdığı ve üstüne basa-basa “mutlakâ bu ilaç olacak” dediği
ilacı zor bir şekilde bulup kullandım ve kısa sürede iyileştim Allah’ın
izniyle. Aynı şekilde; isteseler korona-virüsü de tedâvi edebilirler. Fakat
prosedür buna engel oluyor. Birilerinin para kazanma hırsı ve başka amaçları
buna engel oluyor.
Milyonlarca vâkâdan sâdece
bâzıları gerçekten Covid-19 hastasıdır. Üstelik, virüsle enfekte olan bir-çok
kişinin hiç-bir belirti göstermediğini veyâ orta şiddetle belirtiler
gösterdiğini unutmayalım. Enfeksiyon ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Ramazan
Kenan Arıcan şunları söyler:
“Korona-virüse
yakalanan 60 yaş altı hastalarda ölüm riskinin yüzde 1 civârındadır.
Korona-virüs domuz gribinden daha ölümcül değildir. Türkiye’de yaşlılarda en
çok ölüm nedeni akciğer enfeksiyonu. Buna da pek-çok virüs ve bakteri sebep
olabiliyor. Bu 50 yıl önce de böyleydi, şimdi de böyle. Enfeksiyona sebep olan
ne kadar virüs ve bakteri varsa; bu mikroplardan birisi akciğer enfeksiyonu ile
hastanın hayâtını kaybetmesine sebep olabiliyor. Korona-virüsü de bu
virüslerden biri. Korona-virüs bunu yapıyor da diğer virüsler bunu yapmıyor mu,
yapıyor. 80 yaşındaki hasta için zâten yüksek risk var. Sıfırdan bağışıklık
inşâ etmek yaşlılarda daha güç, çünkü bağışıklık sistemleri zâten yavaşlamış ve
yıpranmış oluyor. Bizim kullandığımız klâsik anti-virâl ilaçların bir bölümünün
bu virüs üzerinde etkili olduğunu biliyoruz. ‘Bunun hiç-bir ilacı yok, çâresiz
perişânız’ gibi algı yaratılıyor, öyle bir şey yok”.
Gribin, nezlenin ileri
evresi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Abdurrahman Şenyiğit: “Aslında grip bir
virütik enfeksiyondur. Yâni, gribâl enfeksiyonların çoğu korona-virüs grubuna
dayanıyor”.
Peygamberimiz bir hadisinde
şöyle der: “Yüce Allah, insanlar topluca günah işlediklerinde, öğüt alıp tövbe
etsinler diye onlara salgın bir belâ gönderir. Emr-i
bi’l mâ’ruf ve nehy-i ani’l münker; ‘iyiliği emretmek, kötülükten
sakındırmak’ ilkesini terk ettiklerinde, onları evlerinden dışarıya çıkamayacakları
duruma düşürür. Allah’ı anmayı unuttuklarında ise, Dünyâ’dan lezzet almasınlar
diye ölüm korkusunu onların arasında yaygınlaştırır” (el-Kâfi, c.4, s.145).
Eğer siz kendiniz birer mikrop,
bakteri ve virüs hâline geldiyseniz, tüm mikrop, bakteri ve virüsler gelip sizi
bulacaktır.
Korona-virüs
bir balondur ve boom! diye patla(tıl)mayı beklemektedir. Lâkin çok fazla
şişirilmiş bu balon şişerken çok fazla gürültü çıkardığı gibi, patlayınca da
çok gürültü çıkaracaktır.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020