6 Mart 2023 Pazartesi

Bilgiyi Biriktirmek


“Ey îman edenler!, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resulü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur” (Saff 10-12).

 

Âyette, îman, vazgeçiş (hicret) ve cihad öne çıkarılıyor ki İslâm üç kelime ile anlatılacak olsa; “îman, hicret ve cihad” denmesi gerekir. İnsanlık târihi boyunca inen vahiylerin ortak söylemi; îman, hicret ve cihadtır. Allah için her-şeyden vazgeçebilmek, her-şeyi göze alabilmek ve hayat boyunca Allah yolunda olmak ve ölmek, insanı altından ırmaklar akan cennete ulaştırır.

 

Tabi “yapmak” için ilk önce “bilmek” gerekir. Sahih bilgi kişinin îmânını-takvâsını arttırır ve onu sâlih amele yönlendirir. Yoksa amel-eylem körü-körüne olacak bir iş değildir. Bu nedenle Kur’ân’da: “…De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9) denir. Fakat bu bilme, mutlakâ amele-eyleme götürecek bir bilgi olmalıdır. Sahih bilgi zâten budur ve kişiyi mutlakâ amele-eyleme yönlendirir. Sahih bilgi yâni vahiy-merkezli olan bilgi, biriktirilecek ve çoğaltılıp övünülecek bir bilgi değildir. İslâm’da “bilmek için bilmek” diye bir şey yoktur ve bilmenin amacı “yapmak için bilmek”tir. Bu bağlamda bilginin ve bilincin kaynağı olan Kur’ân, büyük mutluluk ve kurtuluşun reçetesini şöyle verir: “…Allah’a ve Resulü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz…” (Saff 11).

 

İslâm’da bilgi ancak îmânı, huşûyu ve takvâyı arttırıyorsa ve de sâlih amele-eyleme yönlendiriyorsa kıymetlidir. Çünkü İslâm’da amaç bilmenin kendisi değildir, bilerek yapılacak olan amel-eylemlerdir. Zîrâ İslâm’a göre hiç-bir şeyin bilgisi o şeyin kendisi değildir. Ahlâkın bilgisi ahlâk, îmânın bilgisi îman, takvânın bilgisi takvâ, hicretin bilgisi hicret, cihadın bilgisi cihad ve şehâdetin bilgisi şehâdet değildir. Çünkü bunlar hep amel-eylemin sonucunda olan şeylerdir. Zîrâ İslâm’da bilgi, kişiyi söylediğimiz bu amel-eylemlere sevk etmesi içindir. Yoksa İslâm’da kuru-kuruya bilgiyi biriktirmek yoktur. Aslında İslâm’da, kullanılmayacak ve âtıl kalacak olan hiç-bir şeyi biriktirmek câiz değildir. Bu nedenle Kur’ân, mallarını biriktirip de infâk etmeyenleri iflas etmiş cimriler olarak gördüğü gibi, bilgiyi biriktirip de kullanmayanları yâni bilgiyi amel-eyleme dönüştürmeyenleri ise “eşek” olarak adlandırır:

 

“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu yüklenmemiş olanların durumu, (yâni amel-eyleme dökmeyenleri) koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zâlim bir kavmi hidâyete erdirmez” (Cum’a 5).

 

Görüldüğü gibi bilgi, biriktirmek ve bilgiyi sürekli olarak bir yerlere kaydetmek, taşıyıp, anlatıp ve yazıp durmak için değil, bilginin ve de bilincin insana kazandırmış ve yüklemiş olduğu sorumluluk ve takvâ ile sâlih amel-eylemde bulunmak içindir. Fakat ne yazık ki özellikle modern müslümanlar modernizmin ağır baskısı ve kuşatmasının ve de yenilmişliğin sonucunda îman, hicret ve cihadı yâni sâlih amel ve eylemi büyük oranda unutmuş ve bilgiyi biriktirmekle uğraşmaya başlamışlardır. Modern insanlar ve müslümanlar, çok çabuk ve kolay ulaşabildiği bilgi ile kendinden geçip entelektüel bir orgazm hâlinde olduğu için, “insanın ulaşabileceği en üstün şey” olarak bilgiyi, daha doğrusu mâlûmat sâhibi olmayı görmektedir. Bu da bilginin biriktirildikçe-biriktirilmesine ve sonunda da kişinin “kitap yüklü eşeklere” hattâ develere benzemesine neden olmaktadır. Günümüz modern insanı ve müslümanı, modern-teknolojik ürünler nedeniyle kolayca ve çokça ulaştığı bilgiyi ilahlaştırıp tapmakta ve bilgi biriktirmeyi en yüce değer olarak görmektedir.

 

Peki ey modern insanlar ve modern müslümanlar!, söyler misiniz?; biriktirdiğiniz bu bilgileri nerede ve ne zaman kullanacaksınız?. Bu bilgileri kullanmayı yâni amele-eyleme dönüştürmeyi düşünüyor musunuz?. Nereye kadar biriktireceksiniz?. Çünkü bilginin bir sonu yoktur. Allah bunu Kur’ân’da şu şekilde ifâde eder:

 

“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Lokman 27).

 

Kanımca Allah bu âyette zımnen: Tamam, bilgi önemlidir ve Ben bu nedenle size bilginin hasını indiriyorum, çünkü bilmeden olmaz. Fakat bilginin ve bilmenin de bir sonu yoktur, ne kadar uğraşsanız da şeytan kadar bile bilgili olamazsınız. Sizi değerli yapacak olan, bilgiyi çoğaltmanız ve biriktirip durmanız değil, size indirdiğim sahih bilgiyle îmânınızı arttırmanız ve böylece sâlih amele-eyleme ulaşmanızdır. Zîrâ Ben sizin bildiklerinize değil yaptıklarınıza bakarım ve sizi bildiklerinizle değil yaptıklarınızla yargılarım. Çünkü bilgiyi, biriktirmeniz için değil, amel-eyleme dökmeniz için indirdim” der.

 

Bu neden böyledir?. Çünkü:

 

“Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).

 

Bilgi edinmenin ve bilgiyi biriktirmenin sonu bir türlü gelmeyince, modern insanlar ve müslümanlar “kitap yüklü eşeklere” dönmüşlerdir ve anırdıkça-anırtmaktadırlar. Üstelik bu bağlamda, bilgiyi edinmek ve biriktirmek için çeşitli araçların üretildiği modern sistemde, bilgi çok fazlalaştığı ve bilgiye ulaşmak çok kolaylaştığı için, zihinsel orgazmlarla kendinden geçmiş olup modernizme meftûn, râm ve hayrân olmaya başlayan modern insan ve modern müslüman, modernizmi, pozitivistlerin zannettikleri gibi “insanın erişebileceği en üst ve ileri seviye” olarak görmeye başlamıştır. Tabi böyle olunca da müslümanların târih boyunca kurdukları büyük devletleri ve imparatorlukları da, cehâlet, şirk, küfür ve zulüm ile itham etmektedir. Yâni Emevi, Abbâsi, Endülüs, Aglebiler, İdrisiler, Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular, Memlüklüler, Osmanlılar vb. gibi müslüman devletleri ve imparatorlukları kötülerken, içinde yaşadığı modernizmi ise övüp göklere çıkarmaktadırlar. Tabi böyle olunca İslâm’ın bir devlet talebinin olmadığı düşüncesi de yaygınlaşmaktadır.

 

Saydığımız bu devletler ve imparatorluklarda elbette cehâlet, şirk, küfür ve zulümler yaşanmıştır, fakat modernizm ile bir kıyaslama yaptığımızda, saydığımız bu devlet ve imparatorlukların bâriz şekilde İslâm’a ve insanlığa çok daha uygun dönemler olduğu -câhiller ne kadar kabûl etmek istemese de- çok açık olarak görülür. Tabi bizim ölçümüz, Peygamberimiz ve o’nunla birlikte olanların ortaya koyduğu ve İslâm’ın hâkim olarak hakkıyla yaşandığı “örnek zaman” ve güzel örnekliklerdir.

 

 İnsanlık târihinde adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün, zulmün, her türlü günahın, haramın, suçun ve ayıbın ve de her türlü şerefsizliğin ayyuka çıkarak en üst derece yaşandığı dönem, son 150-200 yıldır tüm Dünyâ’ya hâkim olan ve Modernizm denen melânettir. Bu nedenle bir mü’minin, müslimin ve müslümanın Modernizm denen bu şeytâni dönemde yaşamayı zûl görerek nefret etmesi gerekirken, modern zamanlardan -sâdece bilginin çokluğundan ve birikmiş olmasından dolayı- çok memnun olması ve “iyi ki de bu zamanda doğmuşum” diye içten-içe memnun ve mutlu olması, derin bir cehâlet ve ağır bir ahmaklıktır. Zîrâ modernizm, her türlü haramın, günahın, ayıbın, suçun ve her türlü melânetin alabildiğine en yoğun şekilde işlendiği ve yaşandığı bir dönemdir.

 

Modernizm bir “biriktirme uygarlığı” olduğu için, modernizme meftûn, râm ve hayrân olanlar da her-şeyi biriktirirler. Çokça biriktirilen şeylerden biri de “bilgiyi biriktirmek” ve onu çeşitli yerlerde muhâfaza etmeye çalışmaktır. Fakat şu iyi bilinsin ki, -bilgi dâhil- biriktirilen şey kimsenin işine yaramaz da saklandığı yerde öylece durur.

 

“Sâdece bilmek” bir din hâline gelmiştir. İslâm, bir “bilme ama yapmama dîni” hâline getirilmektedir. Öyle ki yapmamak için bilmeyi uzattıkça uzatmaktadırlar. Yapmamak için her-şey yapılmaktadır. Alevilerde eğer sazı ve bağlamayı çok iyi çalıp söylüyorsanız, iyi bir alevi ve iyi-üstün bir insan sayılırsınız. Bu nedenle alevi türkülerinde; “ben sazı erkekçe çaldım giderim”, “elimizde ‘telli Kur’ân, gideriz hakkın izinde” gibi sözlerle sazı iyi çalıp-söyleyen kişilerin en üst seviyeyi yakaladıkları kabûl edilir. Aynen bunun gibi; modern insan ve müslüman da, bilgiyi çoğalttıkça yâni bilgiyi biriktirdikçe “üstün insan ve iyi müslüman” olduğunu zannetmektedir. Oysa eyleme ve sâlih amele dönmeyen biriktirilmiş bilgi, kişiyi ancak kuru mâlûmât sâhibi olmaya yada bir eşeğe dönüştürür ve eşeğe dönmüş kişilerin de anırmaktan başka yapacakları bir şey olmaz.

 

Allah, Kur’ân’da “bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını” söyler fakat bu bilme amele-eyleme dönük olan bilgidir, yoksa biriktirilip duran bilgi değildir. İslâm’da bilgi bir araçtır, amaç değil. Amel-eylem için kullanılacak bir araç. O yüzden Allah bilgiye değil de bilgiyle varılacak olan sonucu hedef olarak gösterir ve zâten cennetin de, bilgiyi biriktirip çok bilgiye sâhip olanlara değil, bilgiyle îmânını ve takvâsını arttırarak amel-eylemi bayraklaştıranlara verilecek bir ödül olduğunu söyler:

 

“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar; ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır)” (Ra’d 29).

 

Îmânın ispâtı ve bilginin sağlaması ancak amel-eylem ile yapılabilir. Bilgiye sâhip olmak yetmez, onu doğru istikâmette kullanmak da gerekir. Aksi-hâlde bilgi saptırır.

 

Amele-eyleme dönmeyen bilgi aslında bir işe de yaramaz. Meselâ suyun formül olarak H2O yâni “iki hidrojen bir oksijen” olduğunu bilmenin insanlığa hiç-bir faydası yoktur. Fakat su sıkıntısı çekenlere su sağlamak sâlih bir amel ve eylemdir.

 

Allah, Kur’ân’da mü’min kişinin hayâtını adayacağı şeyleri sıralarken bilgi biriktirmekten hiç bahsetmez. Çünkü dediğimiz gibi, İslâm’da bilgi sâdece bir araçtır ve amaç değildir. “Bilgi ile yapılan şey” önemlidir. Eğer edinilen ve biriktirilen bilgiyle bir şey yapılmamışsa o bilgi bir işe yaramaz ve boşa gider. Bilgi rafta durduğu gibi beyinde ve zihinde öylece durmuş ve tozlanmış olur. Bilgiyi biriktirmek ve çok bilgiyle övünmek değil, bilgiyle amel-eyleme ulaşmak ve tüm hayâtı bu şekilde yaşamak önemlidir. Çünkü önemli olan bilgiye değil, amel-eyleme ulaşmaktır. Allah bizi bilgimize değil, amel-eylemelerimize göre yargılayacak ve değerlendirecektir. İşte bunun bilincinde olan mü’minler bu yüzden şöyle derler:

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).

 

Biriktirenler aynı-zamanda bir kibre de sâhip olurlar ve yersiz gururlara kapılırlar. Hattâ biriktirme belli bir seviyeye gelince, biriktiren kişi kendisi kadar biriktiremeyenlerle yada biriktirmemiş olanlarla alay eder ve karşısındaki kişiyi “ezik” görmeye başlar, tabî ki kendi ezikliğine ve rezilliğine bakmadan.

 

Bildiğini yerine getirmedikten sonra bilgi hiç-bir işe yaramaz ve hattâ yarar yerine zarar vermeye de başlayabilir. “Ne de olsa biliyorum” düşüncesi umursamazlığa neden olabilir. Bildiğini yapmamak “daha çok bilinmediği” ve “bilginin daha çok biriktirilmediği” için değil, şeytan, nefs ve tâğutların şekillendirdiği hayat-şekline, üretimlere ve kışkırtmalara “lâ” diyememektir. Bunun nedeni de sağlam bir îmâna ve takvâya sâhip olmamaktır. Bu yoksunluk ise, onaylanmış bir lîder öncülüğünde amel-eylemde olmamak ve şirke, küfre, adâletsizliğe, sapkınlığa, zulme vs. karşı mücâdele etmemekten dolayıdır. Zîrâ îman ve takvâ, masa-başından ziyâde meydanda, sâlih-amel işlerken artar ve bereketlenir.

 

Tamam, eyvallah, fikrî savrulmalar çok artmıştır, cehâlet çok artmıştır ve bunlar ancak vahiy-merkezli sahih bilgiyle düzeltilebilir. Fakat mevcut sistem ve modern üretimler ve ortaya konan şeytânî şeyler, sâdece fikrî savrulmalar nedeniyle ortaya çıkmamaktadır. Şeytan fısıldayıp durmakta, nefs onaylamakta ve tâğut emretmektedir ve bu nedenle kışkırtılan nefisle birlikte “amelî savrulmalar” ortaya çıkmakta ve önüne geçilemez bir hâl almaktadır. Amelî savrulmalar, fikrî savrulmalardan 10 kat daha fazla artmıştır. Zâten insanların çoğu herhangi bir konuda bir fikre de sâhip değildir. Bu nedenle de sâdece fikrî savrulmaların ve cehâletin düzeltilmesiyle bir şeylerin düzeltilmesi mümkün değildir ve mümkün olmamaktadır. Fikrî ve amelî savrulmalara birlikte karşı koymak gerekmektedir ki, bu da bilginin aşırı şekilde biriktirilmesinden ziyâde, hakkı amel-eylem şeklinde ortaya koymak ve her türlü sapkınlığa fiîlî olarak karşı çıkmakla mümkündür. Amel biriktirmek “bilgi biriktirmekten daha önemli ve etkilidir.

 

Bilgi biriktirmek de bir hastalıktır. Niçin o kadar çok bilgi biriktiriliyor?. Ortalık bilgi-çöplüğüne dönmüş durumda. Ey bilgi biriktirenler!; ne yapacaksınız ki biriktirdiğiniz o bilgileri?. Nerede kullanacaksınız?. O bilgiler hayâta yansıtılmadıkça beş para etmez. O-hâlde bilginin infâkı, hem onu birileri ile paylaşmak hem de hayatta görünür kılmaktır.

 

Biriktirilmiş bilgi bir işe yaramaz-yaramıyor. Eyleme geçmedikten sonra bilgi bir işe yaramaz. Amele-eyleme geçmemiş bilgi, ha bi eğlencedir, oyun ve oyalanmacadır. Ey sürekli bilgi biriktirenler!; yapılan onca birikimin amacı ve hedefi ne?. Ne için bu çabalar, koşuşturmacalar?. Sizin derdiniz ne?. Bir hedefiniz var mı?. Sonunda ne yapacaksınız?. Ulaştığınız ve biriktirdiğiniz bilgileri, yazdığınız kitapları, kaydettiğiniz konferansları-konuşmaları-dersleri vs. nerede kullanacaksınız?. Bunları sâdece yazmış-konuşmuş-söylemiş olmak Allah’ın ve Kur’ân’ın bir emri ve Peygamberin örnekliği midir?. Bilgi biriktirme anlamındaki çalışmalarınız dünyâ-çapında bir yaraya merhem oldu mu-oluyor mu?. Pratik anlamda, ıslah anlamında bir sonuca ulaşılmış mıdır?. Meselâ Kur’ân’ı komple tefsir ederek, bu tefsiri haftalık dersler şeklinde bir-kaç senede bitirdikten sonra ne yaptınız?. Tekrar başa dönüp tekrar tefsir etmeye neden başladınız?. İlk okumada ve tefsirde anlayamadınız mı?. “Kur’ân’ı yeniden okumak ve bilgiyi çoğaltmak” mı?. Ne olacak ki yeniden okuyunca ve daha fazla bilgiye ulaşınca?. Ne değişecek?. Müslümanların ve Dünyâ’nın böyle bir beklentisi yok. Müslümanların ve Dünyâ’nın “Kur’ân’ı okuyup harekete geçmek” sorunu ve beklentisi var. Kur’ân “hiç-bir şey yapmadan sürekli okuma kitabı” değildir. Sürekli okuyarak sürekli eyleme geçme ve eylemde olma kılavuzudur. Kur’ân bilgisini biriktirmek de bir çeşit biriktirmedir. Onu hayatta görünür kılmakla ancak, bu birikim bir işe yarayabilir.

 

Peki bize ne kadar bilgi gereklidir?. Ne kadar uğraşsak da şeytanın bilgisi kadar bir bilgiye bile ulaşamayız. Fakat şeytan o kadar bilgiye rağmen Allah’ın apaçık emrine karşı gelmişti de bilgisini öne çıkararak kendini övmüştü, kibirlenmişti. Bu da onun lânetlenip kovulmasına neden olmuştu. Şeytan biriktiricidir. Bilgi biriktirmiştir, kibir biriktirmiştir. Bu birikimdir onu kibirli yapan ve emre karşı gelmesine neden olan. O-hâlde “Allah’ın bize bildirdiği kadar” -ki en sahih bilgi odur- olan bilgi, hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtuluşa, huzûra ve mutluluğa kavuşmamız için bize yeterli olacaktır. Zâten Allah’ın bildirdiğinden başka tüm bilgiler göreceli, eksik ve yanlış bilgilerdir. Bizim Allah’ın bildirdiğinden başka bilgimiz yoktur:

 

“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın” (Bakara 32).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2022

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder