“Ey îman edenler!, sizi
acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resulü’ne
îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu,
sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar,
sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel
konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur” (Saff 10-12).
Âyette, îman, vazgeçiş
(hicret) ve cihad öne çıkarılıyor ki İslâm üç kelime ile anlatılacak olsa;
“îman, hicret ve cihad” denmesi gerekir. İnsanlık târihi boyunca inen
vahiylerin ortak söylemi; îman, hicret ve cihadtır. Allah için her-şeyden
vazgeçebilmek, her-şeyi göze alabilmek ve hayat boyunca Allah yolunda olmak ve ölmek,
insanı altından ırmaklar akan cennete ulaştırır.
Tabi “yapmak” için ilk önce “bilmek”
gerekir. Sahih bilgi kişinin îmânını-takvâsını arttırır ve onu sâlih amele
yönlendirir. Yoksa amel-eylem körü-körüne olacak bir iş değildir. Bu nedenle
Kur’ân’da: “…De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz,
temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9) denir. Fakat bu bilme,
mutlakâ amele-eyleme götürecek bir bilgi olmalıdır. Sahih bilgi zâten budur ve
kişiyi mutlakâ amele-eyleme yönlendirir. Sahih bilgi yâni vahiy-merkezli olan
bilgi, biriktirilecek ve çoğaltılıp övünülecek bir bilgi değildir. İslâm’da “bilmek
için bilmek” diye bir şey yoktur ve bilmenin amacı “yapmak için bilmek”tir. Bu
bağlamda bilginin ve bilincin kaynağı olan Kur’ân, büyük mutluluk ve kurtuluşun
reçetesini şöyle verir: “…Allah’a ve Resulü’ne îman edersiniz, mallarınızla
ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz…” (Saff 11).
İslâm’da bilgi ancak îmânı,
huşûyu ve takvâyı arttırıyorsa ve de sâlih amele-eyleme yönlendiriyorsa kıymetlidir.
Çünkü İslâm’da amaç bilmenin kendisi değildir, bilerek yapılacak olan
amel-eylemlerdir. Zîrâ İslâm’a göre hiç-bir şeyin bilgisi o şeyin kendisi
değildir. Ahlâkın bilgisi ahlâk, îmânın bilgisi îman, takvânın bilgisi takvâ,
hicretin bilgisi hicret, cihadın bilgisi cihad ve şehâdetin bilgisi şehâdet
değildir. Çünkü bunlar hep amel-eylemin sonucunda olan şeylerdir. Zîrâ İslâm’da
bilgi, kişiyi söylediğimiz bu amel-eylemlere sevk etmesi içindir. Yoksa
İslâm’da kuru-kuruya bilgiyi biriktirmek yoktur. Aslında İslâm’da,
kullanılmayacak ve âtıl kalacak olan hiç-bir şeyi biriktirmek câiz değildir. Bu
nedenle Kur’ân, mallarını biriktirip de infâk etmeyenleri iflas etmiş cimriler
olarak gördüğü gibi, bilgiyi biriktirip de kullanmayanları yâni bilgiyi
amel-eyleme dönüştürmeyenleri ise “eşek” olarak adlandırır:
“Kendilerine Tevrat
yükletilip de sonra onu yüklenmemiş olanların durumu, (yâni amel-eyleme dökmeyenleri) koskoca kitap
yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan kavmin
durumu ne kötüdür. Allah, zâlim bir kavmi hidâyete erdirmez” (Cum’a 5).
Görüldüğü gibi bilgi,
biriktirmek ve bilgiyi sürekli olarak bir yerlere kaydetmek, taşıyıp, anlatıp
ve yazıp durmak için değil, bilginin ve de bilincin insana kazandırmış ve
yüklemiş olduğu sorumluluk ve takvâ ile sâlih amel-eylemde bulunmak içindir.
Fakat ne yazık ki özellikle modern müslümanlar modernizmin ağır baskısı ve kuşatmasının
ve de yenilmişliğin sonucunda îman, hicret ve cihadı yâni sâlih amel ve eylemi
büyük oranda unutmuş ve bilgiyi biriktirmekle uğraşmaya başlamışlardır. Modern
insanlar ve müslümanlar, çok çabuk ve kolay ulaşabildiği bilgi ile kendinden
geçip entelektüel bir orgazm hâlinde olduğu için, “insanın ulaşabileceği en
üstün şey” olarak bilgiyi, daha doğrusu mâlûmat sâhibi olmayı görmektedir. Bu
da bilginin biriktirildikçe-biriktirilmesine ve sonunda da kişinin “kitap yüklü
eşeklere” hattâ develere benzemesine neden olmaktadır. Günümüz modern insanı ve
müslümanı, modern-teknolojik ürünler nedeniyle kolayca ve çokça ulaştığı bilgiyi
ilahlaştırıp tapmakta ve bilgi biriktirmeyi en yüce değer olarak görmektedir.
Peki ey modern insanlar ve
modern müslümanlar!, söyler misiniz?; biriktirdiğiniz bu bilgileri nerede ve ne
zaman kullanacaksınız?. Bu bilgileri kullanmayı yâni amele-eyleme dönüştürmeyi
düşünüyor musunuz?. Nereye kadar biriktireceksiniz?. Çünkü bilginin bir sonu
yoktur. Allah bunu Kur’ân’da şu şekilde ifâde eder:
“Eğer yeryüzündeki
ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek-
(mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz
Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Lokman 27).
Kanımca Allah bu âyette
zımnen: Tamam, bilgi önemlidir ve Ben bu nedenle size bilginin hasını indiriyorum,
çünkü bilmeden olmaz. Fakat bilginin ve bilmenin de bir sonu yoktur, ne kadar
uğraşsanız da şeytan kadar bile bilgili olamazsınız. Sizi değerli yapacak olan,
bilgiyi çoğaltmanız ve biriktirip durmanız değil, size indirdiğim sahih
bilgiyle îmânınızı arttırmanız ve böylece sâlih amele-eyleme ulaşmanızdır. Zîrâ
Ben sizin bildiklerinize değil yaptıklarınıza bakarım ve sizi bildiklerinizle
değil yaptıklarınızla yargılarım. Çünkü bilgiyi, biriktirmeniz için değil,
amel-eyleme dökmeniz için indirdim” der.
Bu neden böyledir?. Çünkü:
“Mü’minlerden, özür
olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler
eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre
derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak
Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).
Bilgi edinmenin ve bilgiyi
biriktirmenin sonu bir türlü gelmeyince, modern insanlar ve müslümanlar “kitap
yüklü eşeklere” dönmüşlerdir ve anırdıkça-anırtmaktadırlar. Üstelik bu bağlamda,
bilgiyi edinmek ve biriktirmek için çeşitli araçların üretildiği modern
sistemde, bilgi çok fazlalaştığı ve bilgiye ulaşmak çok kolaylaştığı için, zihinsel
orgazmlarla kendinden geçmiş olup modernizme meftûn, râm ve hayrân olmaya
başlayan modern insan ve modern müslüman, modernizmi, pozitivistlerin zannettikleri
gibi “insanın erişebileceği en üst ve ileri seviye” olarak görmeye başlamıştır.
Tabi böyle olunca da müslümanların târih boyunca kurdukları büyük devletleri ve
imparatorlukları da, cehâlet, şirk, küfür ve zulüm ile itham etmektedir. Yâni Emevi,
Abbâsi, Endülüs, Aglebiler, İdrisiler, Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular,
Memlüklüler, Osmanlılar vb. gibi müslüman devletleri ve imparatorlukları
kötülerken, içinde yaşadığı modernizmi ise övüp göklere çıkarmaktadırlar. Tabi
böyle olunca İslâm’ın bir devlet talebinin olmadığı düşüncesi de
yaygınlaşmaktadır.
Saydığımız bu devletler ve
imparatorluklarda elbette cehâlet, şirk, küfür ve zulümler yaşanmıştır, fakat
modernizm ile bir kıyaslama yaptığımızda, saydığımız bu devlet ve
imparatorlukların bâriz şekilde İslâm’a ve insanlığa çok daha uygun dönemler
olduğu -câhiller ne kadar kabûl etmek istemese de- çok açık olarak görülür.
Tabi bizim ölçümüz, Peygamberimiz ve o’nunla birlikte olanların ortaya koyduğu
ve İslâm’ın hâkim olarak hakkıyla yaşandığı “örnek zaman” ve güzel
örnekliklerdir.
İnsanlık târihinde adâletsizliğin, eşitsizliğin,
haksızlığın, ahlâksızlığın, şirkin, küfrün, zulmün, her türlü günahın, haramın,
suçun ve ayıbın ve de her türlü şerefsizliğin ayyuka çıkarak en üst derece
yaşandığı dönem, son 150-200 yıldır tüm Dünyâ’ya hâkim olan ve Modernizm denen
melânettir. Bu nedenle bir mü’minin, müslimin ve müslümanın Modernizm denen bu
şeytâni dönemde yaşamayı zûl görerek nefret etmesi gerekirken, modern zamanlardan
-sâdece bilginin çokluğundan ve birikmiş olmasından dolayı- çok memnun olması
ve “iyi ki de bu zamanda doğmuşum” diye içten-içe memnun ve mutlu olması, derin
bir cehâlet ve ağır bir ahmaklıktır. Zîrâ modernizm, her türlü haramın, günahın,
ayıbın, suçun ve her türlü melânetin alabildiğine en yoğun şekilde işlendiği ve
yaşandığı bir dönemdir.
Modernizm bir “biriktirme
uygarlığı” olduğu için, modernizme meftûn, râm ve hayrân olanlar da her-şeyi
biriktirirler. Çokça biriktirilen şeylerden biri de “bilgiyi biriktirmek” ve
onu çeşitli yerlerde muhâfaza etmeye çalışmaktır. Fakat şu iyi bilinsin ki,
-bilgi dâhil- biriktirilen şey kimsenin işine yaramaz da saklandığı yerde öylece
durur.
“Sâdece bilmek” bir din
hâline gelmiştir. İslâm, bir “bilme ama yapmama dîni” hâline getirilmektedir.
Öyle ki yapmamak için bilmeyi uzattıkça uzatmaktadırlar. Yapmamak için her-şey
yapılmaktadır. Alevilerde eğer sazı ve bağlamayı çok iyi çalıp söylüyorsanız,
iyi bir alevi ve iyi-üstün bir insan sayılırsınız. Bu nedenle alevi türkülerinde;
“ben sazı erkekçe çaldım giderim”, “elimizde ‘telli Kur’ân, gideriz hakkın
izinde” gibi sözlerle sazı iyi çalıp-söyleyen kişilerin en üst seviyeyi
yakaladıkları kabûl edilir. Aynen bunun gibi; modern insan ve müslüman da,
bilgiyi çoğalttıkça yâni bilgiyi biriktirdikçe “üstün insan ve iyi müslüman”
olduğunu zannetmektedir. Oysa eyleme ve sâlih amele dönmeyen biriktirilmiş
bilgi, kişiyi ancak kuru mâlûmât sâhibi olmaya yada bir eşeğe dönüştürür ve
eşeğe dönmüş kişilerin de anırmaktan başka yapacakları bir şey olmaz.
Allah, Kur’ân’da “bilenlerle
bilmeyenlerin bir olmadığını” söyler fakat bu bilme amele-eyleme dönük olan
bilgidir, yoksa biriktirilip duran bilgi değildir. İslâm’da bilgi bir araçtır,
amaç değil. Amel-eylem için kullanılacak bir araç. O yüzden Allah bilgiye değil
de bilgiyle varılacak olan sonucu hedef olarak gösterir ve zâten cennetin de,
bilgiyi biriktirip çok bilgiye sâhip olanlara değil, bilgiyle îmânını ve
takvâsını arttırarak amel-eylemi bayraklaştıranlara verilecek bir ödül olduğunu
söyler:
“Îman edip sâlih
amellerde bulunanlar; ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı
(onlarındır)” (Ra’d 29).
Îmânın ispâtı ve bilginin
sağlaması ancak amel-eylem ile yapılabilir. Bilgiye sâhip olmak yetmez, onu doğru
istikâmette kullanmak da gerekir. Aksi-hâlde bilgi saptırır.
Amele-eyleme dönmeyen bilgi
aslında bir işe de yaramaz. Meselâ suyun formül
olarak H2O yâni “iki hidrojen bir oksijen” olduğunu bilmenin
insanlığa hiç-bir faydası yoktur. Fakat su sıkıntısı çekenlere su sağlamak
sâlih bir amel ve eylemdir.
Allah,
Kur’ân’da mü’min kişinin hayâtını adayacağı şeyleri sıralarken bilgi
biriktirmekten hiç bahsetmez. Çünkü dediğimiz gibi, İslâm’da bilgi sâdece bir
araçtır ve amaç değildir. “Bilgi ile yapılan şey” önemlidir. Eğer edinilen ve
biriktirilen bilgiyle bir şey yapılmamışsa o bilgi bir işe yaramaz ve boşa
gider. Bilgi rafta durduğu gibi beyinde ve zihinde öylece durmuş ve tozlanmış
olur. Bilgiyi biriktirmek ve çok bilgiyle övünmek değil, bilgiyle amel-eyleme
ulaşmak ve tüm hayâtı bu şekilde yaşamak önemlidir. Çünkü önemli olan bilgiye
değil, amel-eyleme ulaşmaktır. Allah bizi bilgimize değil, amel-eylemelerimize
göre yargılayacak ve değerlendirecektir. İşte bunun bilincinde olan mü’minler
bu yüzden şöyle derler:
“De ki: Şüphesiz benim
namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun
hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).
Biriktirenler
aynı-zamanda bir kibre de sâhip olurlar ve yersiz gururlara kapılırlar. Hattâ
biriktirme belli bir seviyeye gelince, biriktiren kişi kendisi kadar
biriktiremeyenlerle yada biriktirmemiş olanlarla alay eder ve karşısındaki
kişiyi “ezik” görmeye başlar, tabî ki kendi ezikliğine ve rezilliğine bakmadan.
Bildiğini yerine
getirmedikten sonra bilgi hiç-bir işe yaramaz ve hattâ yarar yerine zarar
vermeye de başlayabilir. “Ne de olsa biliyorum” düşüncesi umursamazlığa neden
olabilir. Bildiğini yapmamak “daha çok bilinmediği” ve “bilginin daha çok biriktirilmediği”
için değil, şeytan, nefs ve tâğutların şekillendirdiği hayat-şekline,
üretimlere ve kışkırtmalara “lâ” diyememektir. Bunun nedeni de sağlam bir îmâna
ve takvâya sâhip olmamaktır. Bu yoksunluk ise, onaylanmış bir lîder öncülüğünde
amel-eylemde olmamak ve şirke, küfre, adâletsizliğe, sapkınlığa, zulme vs.
karşı mücâdele etmemekten dolayıdır. Zîrâ îman ve takvâ, masa-başından ziyâde
meydanda, sâlih-amel işlerken artar ve bereketlenir.
Tamam, eyvallah, fikrî
savrulmalar çok artmıştır, cehâlet çok artmıştır ve bunlar ancak vahiy-merkezli
sahih bilgiyle düzeltilebilir. Fakat mevcut sistem ve modern üretimler ve
ortaya konan şeytânî şeyler, sâdece fikrî savrulmalar nedeniyle ortaya
çıkmamaktadır. Şeytan fısıldayıp durmakta, nefs onaylamakta ve tâğut
emretmektedir ve bu nedenle kışkırtılan nefisle birlikte “amelî savrulmalar”
ortaya çıkmakta ve önüne geçilemez bir hâl almaktadır. Amelî savrulmalar, fikrî
savrulmalardan 10 kat daha fazla artmıştır. Zâten insanların çoğu herhangi bir
konuda bir fikre de sâhip değildir. Bu nedenle de sâdece fikrî savrulmaların ve
cehâletin düzeltilmesiyle bir şeylerin düzeltilmesi mümkün değildir ve mümkün
olmamaktadır. Fikrî ve amelî savrulmalara birlikte karşı koymak gerekmektedir
ki, bu da bilginin aşırı şekilde biriktirilmesinden ziyâde, hakkı amel-eylem
şeklinde ortaya koymak ve her türlü sapkınlığa fiîlî olarak karşı çıkmakla
mümkündür. Amel biriktirmek “bilgi biriktirmekten daha önemli ve etkilidir.
Bilgi
biriktirmek de bir hastalıktır. Niçin o kadar çok bilgi biriktiriliyor?.
Ortalık bilgi-çöplüğüne dönmüş durumda. Ey bilgi biriktirenler!; ne yapacaksınız
ki biriktirdiğiniz o bilgileri?. Nerede kullanacaksınız?. O bilgiler hayâta yansıtılmadıkça
beş para etmez. O-hâlde bilginin infâkı, hem onu birileri ile paylaşmak hem de
hayatta görünür kılmaktır.
Biriktirilmiş
bilgi bir işe yaramaz-yaramıyor. Eyleme geçmedikten sonra bilgi bir işe
yaramaz. Amele-eyleme geçmemiş bilgi, ha bi eğlencedir, oyun ve oyalanmacadır.
Ey sürekli bilgi biriktirenler!; yapılan onca birikimin amacı ve hedefi ne?. Ne
için bu çabalar, koşuşturmacalar?. Sizin derdiniz ne?. Bir hedefiniz var mı?.
Sonunda ne yapacaksınız?. Ulaştığınız ve biriktirdiğiniz bilgileri, yazdığınız
kitapları, kaydettiğiniz konferansları-konuşmaları-dersleri vs. nerede
kullanacaksınız?. Bunları sâdece yazmış-konuşmuş-söylemiş olmak Allah’ın ve Kur’ân’ın
bir emri ve Peygamberin örnekliği midir?. Bilgi biriktirme anlamındaki çalışmalarınız
dünyâ-çapında bir yaraya merhem oldu mu-oluyor mu?. Pratik anlamda, ıslah
anlamında bir sonuca ulaşılmış mıdır?. Meselâ Kur’ân’ı komple tefsir ederek, bu
tefsiri haftalık dersler şeklinde bir-kaç senede bitirdikten sonra ne yaptınız?.
Tekrar başa dönüp tekrar tefsir etmeye neden başladınız?. İlk okumada ve tefsirde
anlayamadınız mı?. “Kur’ân’ı yeniden okumak ve bilgiyi çoğaltmak” mı?. Ne
olacak ki yeniden okuyunca ve daha fazla bilgiye ulaşınca?. Ne değişecek?.
Müslümanların ve Dünyâ’nın böyle bir beklentisi yok. Müslümanların ve Dünyâ’nın
“Kur’ân’ı okuyup harekete geçmek” sorunu ve beklentisi var. Kur’ân “hiç-bir şey
yapmadan sürekli okuma kitabı” değildir. Sürekli okuyarak sürekli eyleme geçme
ve eylemde olma kılavuzudur. Kur’ân bilgisini biriktirmek de bir çeşit
biriktirmedir. Onu hayatta görünür kılmakla ancak, bu birikim bir işe yarayabilir.
Peki bize ne kadar bilgi
gereklidir?. Ne kadar uğraşsak da şeytanın bilgisi kadar bir bilgiye bile ulaşamayız.
Fakat şeytan o kadar bilgiye rağmen Allah’ın apaçık emrine karşı gelmişti de
bilgisini öne çıkararak kendini övmüştü, kibirlenmişti. Bu da onun lânetlenip
kovulmasına neden olmuştu. Şeytan biriktiricidir. Bilgi biriktirmiştir, kibir
biriktirmiştir. Bu birikimdir onu kibirli yapan ve emre karşı gelmesine neden
olan. O-hâlde “Allah’ın bize bildirdiği
kadar” -ki en sahih bilgi odur- olan bilgi, hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtuluşa,
huzûra ve mutluluğa kavuşmamız için bize yeterli olacaktır. Zâten Allah’ın bildirdiğinden
başka tüm bilgiler göreceli, eksik ve yanlış bilgilerdir. Bizim Allah’ın
bildirdiğinden başka bilgimiz yoktur:
“Dediler ki: Sen yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi
bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın” (Bakara 32).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder