6 Mart 2023 Pazartesi

Bilgiye Tapmak


“…De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

Âyetin söylediği gibi, bilmek önemlidir. İnsanı farklı ve farkında kılar, bakış-açısını değiştirir, ferâset kazandırır, kişiye bir özgüven verir. Lâkin bilgi aynı-zamanda çabuk kirlenen ve böylece fitne ve fesada alan açan bir şey hâline de gelebilir ki günümüzde bu çok bârizdir. Bilgi özellikle Allah’tan, dinden ve vahiyden kopuksa ve hattâ bunlara karşı oluşturulmuş bir bilgiyse, o bilginin yakın-uzak vâdede fitneye-fesada ve zulme sebep olmaması imkânsızdır. Zîrâ bilgi, ancak Mutlak Olan’dan gelen bilgiyle uyumlu olduğunda insanın yarârına olur. Aksi-hâlde insanın başına büyük belâlar açar ve açmıştır ki meselâ yapılan ve atılan atom bombaları şeytânî bir bilginin sonucudur.

 

Eyleme geçmek için bilgi, bilinç, düşünmek ve kararlılık çok önemlidir. Fakat çok bilirseniz ve çok düşünürseniz eyleme geçemezsiniz. Bu İslâmî eylem için de, dünyevî eylemler için de geçerlidir. Gereğinden fazla aşırı öğrenmek ve bilmek inisiyatif kullanmayı ve imgelemi köreltir. Böyle kişiler konuştukça-konuşurlar ama bir türlü netliğe ve sonuca gelemezler.

 

Mutlak bilgi, hem Dünyâ’da hem de âhirette geçerli olan bilgidir. O-hâlde kâinâta âit olan bilgi mutlak değildir. Buna vahiy bilgisi de dâhildir. Çünkü vahiy bilgisi de Mutlak Varlık’ın bilgisinin tamâmı değildir. Vahiy bilgisi, insanın kâinatta ulaşabileceği en doğru bilgidir?. Beşerî bilim ise, “kesinlik” diye bir şey yoktur, “kesin bilgiye ulaşılamaz” demektedir.

 

Modern insan bilgiyi kutsamakta ve ona tapmaktadır. Çünkü bu bilgi genelde Allahsız beşerî bilgidir. Allah’ın hesâba katılmadığı bir bilgidir. Zâten çok kolay ve bol-bol elde edilebilmektedir. Kolay elde edilen her-şey gibi kolay elde edilen bilgi de kalitesiz ve içeriksiz olacağından dolayı çok aşırı ve çok fazla ilgi ortaya çıkmıştır ve bir bilgi fazlalığı ve kirliliği oluşmuştur. Bu fazlalık ve kirlilik ortalığı “yanlış bilgi çöplüğüne” çevirmiştir. “Çöp bilgi” çok bol olduğundan dolayı en çok îtibar gören bilgi olmuştur. Kolayca ulaşılabilen bilgi, modern insanı istediği gibi yönlendirmekte, yönetmekte ve kendine kul etmektedir. Modern insan da böylece beşerî bilgiye adetâ tapmaktadır. Zîrâ Allah’ın bildirdiğine sırt çevirmiştir.

 

Her-şeyin olduğu gibi bilginin aşırısı da zararlıdır. Bilemeyeceğimiz ve bilmememiz gereken şeyler hakkında bilgi edinmeye çalışmak bize yarar değil zarar verir. Maddî ve mânevî bir zarardır bu. Meselâ Allah rûh hakkında bize az bir bilgi vermiştir. Fazlasına hem gerek yoktur hem de bize yarârı olmaz. Hattâ bilmemiz gereken şeylerin bilgisini belki de anlamlandırmayız bile. Çünkü dediğimiz gibi, bilmek insan için her zaman iyi değildir ve her zaman doğruya götürmez. Allahsız bilgi ise mutlakâ yanlışa ve bâtıla sürükler, sonunda da uçuruma yuvarlar. Kur’ân, Allah’ı hesâba katmayan bilgililerden de bahseder. Şu örnekler ibretliktir:

 

“Gerçek şu ki, Kârun, Mûsâ’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazîneler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu” (Kasas 76).

 

“Kârun dedi ki: ‘Bu (servet), bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir’. Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz” (Kasas 78).

 

“Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lûtfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felâh bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas 79-82).

 

Kârun, çok zengin olmuştu ve bu zenginliği kendisinde olan bilgiye bağlıyordu. Çünkü bilgisine âdetâ tapıyordu. Bu düşünce ve inançla bir süre yaşadı ama işe Allah’ı karıştırmadığı, kazancının hakkını vermediği ve paylaşmadığı için, Mülkün Sâhibi tarafından alaşağı edildi de iflâs ederek battı. O çok övündüğü ve ilahlaştırarak taptığı bilgisi kendisini kurtaramadı. 

 

İnsan zarâra uğradığında hemen Allah’a sığınır ama bir yarâra ulaştığında onu Allah’tan bilmez de bilgisini öne çıkarır:

 

“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize duâ eder; sonra tarafımızdan ona bir nîmet ihsan ettiğimizde, der ki: ‘Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi’. Hayır; bu bir fitne (kendisini bir deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyor. Bunu kendilerinden öncekiler de söylemişti; ama kazandıkları şeyler onlara hiç-bir yarar sağlamadı” (Zümer 49-50).

 

Bâzen kişi, kendisinde bulunan bâtıl ve Allahsız bilgiden yâni kuru mâlûmattan dolayı, zihninin kabûl ettiği hak bilgiyi inkâr eder:

 

“Çünkü o bir düşündü, ölçtü biçti. Kahrolası, nasıl ölçüp biçti. Sonra (yine) kahrolası nasıl ölçüp biçti. Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti. Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar). Böylece: ‘Bu, yalnızca aktarılarak öğrenilen bir büyüdür’ dedi. ‘Bu, bir beşer sözünden başkası değildir’ dedi” (Müddesir 18-25).

 

Üstün zekâya sâhip bir Arap dâhisi olan Velid bin Muğire, burada teslîmiyet göstermeyip de bilgisine ve zekâsına tapınca, vahyin âyetleri belki de zihnini etkilemiş olsa bile, çıkarına endeksli bilgisiyle çelişen vahyin apaçık hakîkatlerini inkâr etmişti de apaçık bir nûr olan âyetler için “eskilerin masalları” deyivermişti.

 

Allahsız bilgi şirke ve küfre düşürür. Çünkü hak bilgi Allah’tandır. Allah ile ilişkilendirilmeyen bilgi ise kişiyi yoldan çıkararak şirke, küfre ve zulme düşürür. Meselâ buna örnek olarak Samîri verilebilir. Samîri de bilgisini kullanarak put yapmıştı. Üstelik bu putun “hakîki ilah” olduğunu söylemişti:

 

“Dediler ki: ‘Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyâlarından bir-takım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samîri de attı. Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, ‘işte bu sizin ilahınız, Mûsâ’nın ilahı da budur; fakat (Mûsâ) unuttu’ dediler” (Tâ-hâ 87-88).

 

“(Mûsâ) dedi ki: ‘Ya senin amacın nedir ey Samîri?’. Dedi ki: Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi” (Tâ-hâ 95-96).

 

Samîri halkın görmediğini görmüş. Bu görüş bâtıl bilgi ile bâtılı görmektir. Çünkü bâtıl bilgi çoğunlukla bâtılı gösterir. Bu bilgiyle ve görüşle böğüren bir buzağı putu yapıvermişti de şirke ve küfre düşenlerden ve böylece Dünyâ’da da âhirette de kaybedenlerden olmuştu. 

 

“Onlara kendisine âyetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu. Eğer biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veyâ yere saplandı), hevâsına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler” (Âl-i İmran 175-176).

 

Bel’am, Allah adını kullanarak saptırır. O yüzden Allah: “Allah ile aldatılmayın” der. Bu, -sözde- “ilâhi bilgi ile aldatmayın” anlamını da içerir. Bilginin aldatıcılığı da vardır. Bilgiyle aldatmak en büyük aldatma ve aldanmadır. Bahse konu kişi Bel’am İbn-i Bâura’dır. Müfesirlere göre Bel’am, Hz. Mûsâ’ya karşı mücâdele eden âlim biridir. Bu, Allah’ın peygamberine karşı, Allah adına mücâdele veren ve insanlar arasındaki îtibârını kullanarak tevhid mücâdelesine karşı direnen azgın biridir. Bilgisiyle ünlenmiş fakat bilgisi vahyi yâni Allah’ı hesâba katmayan bir bilgi olduğu için bâtıl bir bilgiye dönmüştür ve sürekli olarak bâtıl üretmeye başlamıştır.

 

Aşırı bilgi kibirleştirir. Bilginin doğasında vardır bu. Bundan ancak, bilgisini Allah’a isnât etmiş ve vahiy-merkezli edinmiş olanlar müstesnâdır. Kibrin panzehiri ise îmandır, kulluk bilincidir. Bâtıl bilgi bu bilincin önüne set çeker. Demek ki hak da olsa hiç-bir bilgi, îmânın ve kulluk bilincinin önüne geçirilmemelidir.

 

Hak bilgi, hem Dünyâ hem de âhiret bilgisinin bir-arada olmasıyla olur. Âhireti, Allah’ı, dîni ve vahyi hesâba katmayan bilgi bir zaman sonra putlaşır ve bu bilginin peşinde olanlar da ona tapmaya başlarlar. Bilgiyi Allah’tan ve âhiretten koparmak, bilgiyi ve dolayısıyla bilinci sınırlandırmak anlamına gelir: 

 

“Onlar, dünyâ hayâtından (yalnızca) dışta olanı (zâhiri) bilirler. Âhiretten ise gâfil olanlardır” (Rûm 7).

 

Bilgi arttıkça îmânın artması gerekir ama seküler-modern bilgi arttıkça îman azalıyor ve inkâr artıyor. Çünkü modern Allahsız bilgi îmâna düşmandır. Zâten Allah’ı hiç hesâba katmaz. Bu nedenle Allahsız ve îmansız bilgi hem bilgiye tapmayı yanında getirecek hem de kişiyi uçuruma yuvarlayacaktır.

 

Bilgi, şeytanın, nefsin ve tâğutların yönlendirmesine ve isteğine göre üretildiğinde bilgi kutsallaşacak ve ona tapılmaya başlanacaktır. İşte modern insan bu yüzden bilgiye putlaştırıp tapan insandır. Bir yazıda “inanmak” yerine “bilmek”in öne çıkarılış sürecinden şöyle bahsedilir:

 

“Hem tabiattan hem de aşkın bir varlıkla ilişkide bulunma gibi özelliklerinden sıyrılan insan kendi-kendinin yaratıcısı olduğunu, mutlak otonom bir bilince sâhip olduğunu îlân etti. Hristiyan düşüncenin varlığı temellendirmede kullandığı ‘inanıyorum, o-hâlde varım’ yada ‘inanmak vârolmaktır’ modeli Descartes’la; ‘düşünüyorum, o-hâlde varım’ yada ‘düşünmek vârolmaktır’ kalıbına  dönüştü. Burada, cogito (bilme), credo (inanma)ya karşıt olarak konumlandırılmış oldu.

 

Bilmenin inanmaya karşıt olarak bu yanlış konumlandırılışıyla Tanrı sâdece îmânın konusu hâline getirildi. Îmânı bilgi karşısında bütünüyle ayrı bir kategori olarak değerlendirme, bu ikisi arasında bir alan ayrımı değil ‘önem sıralaması’ olarak takdim edildi. Bu da anılan bu yeni dönemde hem inananları hem de inandıkları Tanrı’yı reel dünyâdan uzaklaştırma teşebbüslerinin en ciddîsi olarak kendini gösterdi”.

 

Sâdece entelektüel seviyede kalan ve kendine toplumsal bir temel bulamayan bilginin, dinamik bir eyleme temel teşkil etmesi mümkün değildir.

 

“Bilginin İslâmîleştirilmesi”nden de bahsedilir. Fakat İslâmîleştirilecek olan bilgi hangi bilgidir?. Tabî ki batı’lı modern bâtıl bilgi. Bu bilgi daha ilk çıkışında Allahsız olduğu için hattâ Allah’a, İslâm’a ve dîne karşı üretilmiş bir bilgi olduğu için modern batı’nın bilgisi büyük oranda İslâmîleştirilemez. Bâtıl bilgi İslâmîleştirilmeye çalışıldığında İslâm’ın müntesipleri de bâtıl bilgi-sâhipleri gibi olurlar ve onlar gibi fitne üretirler, fesat çıkarırlar ve zulmederler. O yüzden îman edilecek ve söylenecek olan şey şudur:

 

“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın” (Bakara 32).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2021

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder