“Gerçek şu ki bunlar,
çarçabuk geçmekte olanı (Dünyâ) seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü
bırakıyorlar” (İnsan 27).
İki çeşit insan vardır. Bu insan tipleri, hayâtı
hangi merkezde yaşadığına göre ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı seçenler.
2-Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler
Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat Dünyâ-merkezli yaşamı seçenler âhiretten
olumlu faydalanamazlar. Yine, iki
çeşit müslüman vardır: 1-Âhireti merkeze alarak İslâm’ı yaşayanlar. 2-Dünyâ’yı
merkeze alarak İslâm’ı yaşadığını zannedenler.
Âhiret bilinci ve “cennet
hedefi” ile yaşamayanlar, sürekli olarak modern hayâtın üst seviyesi için hayâl
kurarlar, kurmak zorundadırlar. Bunu şeytan, nefs ve tâğutun dürtmesinin bir sonucu
olarak yaparlar. Fakat insan madde ile aslâ mutmain olmaz. Çünkü insan salt
maddeden ibâret bir varlık değildir. Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için
bu tatminsizlik ve eksiklik yine sürekli olarak madde ile desteklenmek ve
tamponlanmak zorunda bırakır insanı. Böylece hayat “tatminsizliği tamponlamak”la
ziyân olur gider. Zîrâ kâlpler ancak Allah’ın zikri-Kur’ân ile tatmin bulabilir.
Îman etmek, “âhiret kaygısı
duymak” demektir. Bu kaygı ise âhiret-merkezli yaşamayı gerektirir. Îmân
iddiâları boğazından aşağı geçmeyenler ise âhireti hatırlarına bile getirmezler
de Dünyâ’ya asıldıkça-asılırlar. Dünyâ’yı ıskalamak onlar için çok büyük bir
kayıptır.
İnsanlar; “Dünyâ’da ne kadar
rahat edersem, âhirette de o kadar rahata ererim” diye düşündüklerinden olsa
gerek, sürekli olarak Dünyâ’ya yatırım yapıyorlar. Yoksa Dünyâ’ya bu kadar
asılmanın başka bir îzâhı olamaz.
Dünyâ’ya mı yoksa âhirete mi
daha bağlı olduğunuz, hangisini riske atmaktan ve ıskalamaktan daha çok
korktuğunuzun sonucuna göre belli olur. Samîmi mü’minlerin âhireti riske atmak
gibi bir şey yapmaları söz-konusu değildir. Çünkü gerçek iyilik, ahlâk ve
adâlete ancak Allah korkusu ve âhiret endişesi ile ulaşılabilir. Dünyâ’da ve
âhirette iyiliğe ulaşmanın olmazsa-olmaz tek yolu, âhiret-merkezli yaşamaktır.
Tüm peygamberler ve Peygamberimiz,
Allah’ı kabûl etmeyen değil, âhireti kabûl etmeyen (En-âm 29) bir topluma
gönderilmiştir. Çünkü ana-sorun ve öncelikli konu “âhiret-merkezli yaşamamak
yada yaşamamak”tır.
Âhiret-merkezli yaşamayanlar
sâdece Dünyâ hayâtını bilirler ve bu yüzden de tüm değerlendirmelerini,
düşüncelerini ve eylemlerini Dünyâ’ya göre yaparlar: “Onlar, dünyâ
hayâtından (yalnızca) dışta olanı (zâhiri) bilirler. Âhiretten ise gâfil
olanlardır” (Rûm 7). Fakat âhiretten gâfil oldukları için düşündükleri,
söyledikleri ve yaptıkları şeyler hep eksiktir, yanlıştır. Eksik ve yanlış olduğu
için kısa-uzun vâdede zarar verici olur. Zâten Allah ve âhiret hesâba
katılmadığında işler sarpa sarar:
Âhireti hesâba katmadan
sâdece Dünyâ’ya yönelmek anlamsızdır, içeriksizdir, gerçek anlamda iknâ ve
tatmin edici değildir ve ancak bir oyun ve oyalanmadır:
“Bilin ki, (âhireti hesâba katmayan) dünyâ-hayâtı ancak bir
oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir
övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir
yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir,
sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey
değildir” (Hadîd 20).
Fakat mü’minler başkadır. Onlar vahye îman ettikleri
gibi âhirete kesin olarak îman ederler:
“Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere
îman ederler ve âhirete de kesin bir bilgiyle inanırlar” (Bakara 4).
Bu îman ve güven onlara dosdoğru bir yaşam sağlar:
“Ki onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler
ve onlar, âhirete kesin bilgiyle îman ederler” (Neml 3).
Âhiret
bilinci ve korkusu olmadığında, insanın yapmayacağı çirkeflik ve pislik yoktur.
Âhiret bilinci ve îmânı olmadığında insanın işlemeyeceği günah, haram, yasak,
suç ve ayıp kalmaz. İnsan âhiret-merkezli yaşamadığında mutlakâ şirke, küfre,
adâletsizliğe, ahlâksızlığa ve zulme düşer.
Âhireti hesâba katmayan
Dünyâ, bir “tiyatro salonu”na dönüşür ve herkes rôl yaparak yaşar. Âhiret-merkezli
yaşanmadığında ciddiyet ve samîmiyet kaybolur.
Âhiret-merkezli
yaşamayanlar, “Dünyâ ile cezâ”landırılırlar. Dünyâ’yı âhiret bilinci ve îmânı
ile yaşamamak bir cezâdır. İnsanın başına gelen tüm belâlar ve kötülükler,
âhiret-merkezli yaşamamanın bir sonucudur. Çünkü âhiret bilinci ve inancı olmadığında
insanı tutacak bir şey olmayacağı için insanın şeytana, nefse ve tâğutlara kanması
ve aldanması kaçınılmaz olur. Dünyâ-hayâtını âhirete tercih etmek günah ve
suçtur. Bu suçun bir cezâsı vardır ve bu suçun cezâsı bizzat o şeyin
kendisidir. Yâni âhirete rağmen Dünyâ’yı tercih etmek bir cezâdır.
Âhiretteki “büyük gelecek”
için hiç kaygı duymayanlar, Dünyâ’daki “küçük gelecekler” için
bunalımdan-bunalıma girmek zorunda kalırlar.
Âhiretteki cennetten vazgeçenlerin,
“cenneti Dünyâ’da kurma cinneti”ne kapılmaları kesindir.
Dünyâ’da
Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenler ve âhiret-merkezli yaşamayanlar, âhirette
Allah’ın ağır hükümlerine mâruz kalırlar.
Dünyâ’nın geçici bir imtihan
alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu olduğuna inanan ve buna
göre yaşayan bir mü’minin “kaybedeceği” bir şey yoktur.
Dünyâ’ya bağlılığın
derecesi, “âhirete îmân”ın zayıflığıyla ters orantılıdır.
Kur’ân’a îman edenler
“âhiret cenneti”ne; Kur’ân’ı istismâr edenler ise “dünyâ cenneti”ne girerler. Çünkü
Kur’ân-merkezli olarak âhiret îmânı ve bilinci olmayanların yapacağı yada
hayâlini kuracağı şey, “refahı tâkip etmek”ten başkası olmayacaktır.
Ay’da, Mars’ta yada herhangi
bir yerde hayat falan yok; fakat öldükten sonra herkesin ister-istemez gideceği
ve karşılaşacağı ebedî bir âhiret hayâtı var. Hazırlanılması gereken hayat
âhiret hayâtıdır. Bu hayâta hazırlanmak, âhiret-merkezli yaşamakla olur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder