6 Mart 2023 Pazartesi

Bilgiyi ve Bilmeyi İlahlaştırmak


“Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet-sâhibi olansın” (Bakara 32).

 

Baştaki âyetin de söylediği gibi bilenlerle bilmeyenler bir olmaz. Bilenler bilmeyenlerden üstündür. Fakat dikkat ederseniz bu bilgi amel-eylem içeren ve hattâ amel-eylem ile birlikte olan bilgidir. Bilgi ve amel-eylem birbirinin neden-sonucudur.

 

İki tür bilme vardır; “teorik bilme” ve “pratik bilme”. Teorik bilme pratik bilme ile birleşerek “gerçek bilmeye” dönmezse bilmenin pek de yarârı olmaz, o ancak “beyin fırtınası” yada “zihin tatmini” olarak kalır. Bilmek, “bilmek için bilmek” değildir. Bilginin ve bilincin insana yüklediği bir yük ve sorumluluk vardır. Bilmek insana bir görev yükler.  

 

Bilgi ve bilme fazla abartılıyor. Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz ama “yapanlarla yapmayanlar” da bir olmaz. Hattâ yapanlar yâni sâlih amelde bulunanlar bilenlerden üstündür. Meselâ hiç limon görmemiş ama limon hakkında 1.000 kitap okumuş olan birine göre limonu bir kere yalamış olan kişi daha bilgilidir ve daha doğru bilgiye sâhiptir.

 

İslâm’a göre hakîkat içeren bilgi ve hakîkati bilmek, “Allah’ın bildirdiği kadar ve bildirdiği gibi bilmek”le olur. Zîrâ bilgi ve bilmek “varlığı bilmek” ile olur ki onu en doğru şekilde ancak varlığı yaratan Allah bildirmesiyle bilebiliriz. O hâlde Allah’ı hesâba katmayan bilgi ve bilmek işi hakkı değil, bâtılı açığa çıkarır ve bâtıl-merkezli olur. Bu nedenle “Hz. Âdem’den bêri insanoğlunun ürettiği bilginin %90’ı yanlış, %9’u de şüphelidir” desek çok da yanlış olmaz. Üstelik moderniteyle birlikte gidişâta bakılırsa bu bâtıl bilgi uzun bir süre bu oranda olacak ve insan çok büyük oranda bâtıl, yanlış ve şüpheli bilgi üretmeye devâm edecektir. Tabi kötü sonuçlarına da katlanmak zorunda kalacaktır.

 

Gerçek bilgi, hak-hakîkat ve amel-eyleme dönük olan bilgidir. Yoksa şeytana, nefse ve tâğutlara alan açan bilgiler ilk başta doğru gibi görünse de yakın-uzak vâdede bâtıl ve yanlış bilgi oldukları görülecektir.

 

Montaigne; “her-şeyi ezbere bilmek, bilmek demek değildir” der, çünkü bilmek, idrâk etmekle ve o idrâk ile amel-eyleme dönmekle tamamlanır ve kemâle erer. Demek ki bilgi ve bilmek, “vahiy-merkezli bilmek ve yine Kur’ân-Sünnet merkezli amel-eylemde olmak” demektir. Yoksa şeytanın ve nefsin fısıldadığı şekilde bilmek ve insana zarar verecek şekilde yapmak “bilmek” demek değildir. Bu bağlamda bilmek ve yapmak, modern batı gibi bilmek ve dolayısı ile batı gibi yapmak değildir. Çünkü batı Allahsız bir bilme ve yapma yolundadır. Bu şekilde bilmek ve yapmaktansa, bilmemek ve yapmamak daha iyidir. Zâten insanlar binlerce yıl boyunca modern-seküler batı gibi bilmeden ve yapmadan yaşayıp gitti ve nice devletler ve uygarlıklar kurdu. Bilmede merkeze neyin alınacağı önemlidir. Merkeze Allah alınmadığında, merkeze mutlakâ şeytan ve nefs alınır.

 

Modern insanın bilgi ve bilmek deyince anladığı, bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi mecbûren önce bilir sonra yapar. Fakat “ilim” denilen kadim bilgi ve bilme işinde ise bilmekle yapmak birlikte yürür. Çünkü yanlış bilgi ancak bu şekilde kolayca fark edilir ve terk edilir. Gerçek bilme, amel-eylem hâlindeyken olur.

 

Bilgi, şeytanın araya çok kolay karışabileceği bir alandır. Bir bilginin sonucu olan Allahsız üretimde çok büyük risk olur ve çoğunlukla insan zarar görür. Modern bilgi ve bilme, kötülüğün önünü almayı düşünmez. Çünkü amacı “insana yarar” değil, azınlığın çıkarıdır. Bir çıkarı olmayanlar için ise bilgi, “bilmek için bilmek” şeklindedir. Onlar için sâdece bilmek yeterlidir. Böyle olunca da her-şeyi bilmek isterler ve çoğunlukla yanlış şeyleri öğrenip bilmeye başlarlar.

 

Her-şeyin bilgisi ve bilmesi olmaz yâni her-şey bilinemez. Meselâ en başta yaratılışın nasıllığı bilinemez. O “ilk yaratılış” hiç-bir zaman bilinemez. Aslında Allah bize o mûcizevî ilk yaratılışı anlatsa ve gösterse bile biz onu yine de idrâk edemeyiz, anlayamayız ve bilemeyiz. Çünkü gaybı bilemeyiz, mûcizeyi bilemeyiz. Peki neyi bilebiliriz?; Allah’ın bize bildirdiklerini ve bilmemize izin verdiklerini ki bu bilme de, zâten görüp durduğumuz şeyleri daha ayrıntılı bilmek kadar olur. Meselâ insanın, canlıların ve de nihâyet tüm varlığın ilk başta nasıl yaratıldığını bilemeyiz. Biz o “ilk yaratma”yı bilemeyiz, fakat sonraki tekrar yaratmaları bilebiliriz, çünkü biz ancak gördüğümüz ve gözlemleyebildiğimiz şeyleri bilebiliriz. Fakat bu alandaki bilme de ancak aklımızın ve çabamızın çapı kadar olur. Gözlemleyemediğimiz şeylere ise inanırız yada inanmayız.

 

Modern bilgi kuramına göre bir şeyi çok fazla bilebilmek için o şeyi aşırı didiklemek ve parçalarına ayırmak gerekir. Lâkin o parçaların bilgisi bütünün bilgisi olmayacağından dolayı eksik ve yanlış bir bilgi olacaktır. Zîrâ bütünün bilgisi parçaların tüm bilgisinden fazla ve başkadır. O yüzden bilebileceğimiz şeyler üzerinde ayrıntılı bilmekte bile bir sınır olmalıdır. Bütünsel bilgiden uzaklaşmayacak kadar bilmek önemlidir.

 

Prometheus tanrılardan ateşi-bilgiyi çalmış ve böylece Tanrı’ya karşı bir meydana okuma başlamıştır. Modern insanın her biri birer Prometheus olmuşlar ve Tanrı’dan bilgi çalıyorlar sanki.. Oysa, -bir yazıda da söylendiği gibi-; insanı Allah’a boyun eğdiren sâik, cehl ve aczden başka bir şey değildir. İnsan, bilgisi ve kuvveti artınca Allah fikrine ve ibâdetlere lüzum kalmayacağını düşünmeye başlıyor ve insanın Allah olduğunu yada olacağını söyletiyor.

 

Her-şeyi bilmeyi istemek haddini bilmemek demektir. Bu nedenle bilmede de mutlakâ bir sınır olmalıdır. İslâm demek “sınır” demektir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle ifâdesini bulur. Biz, bilebileceğimiz şeyler üzerinde bile her-şeyi bilebilecek çapta değiliz. Bu yüzden her-şeyi bilmek düşüncesi Allahsızdır. Ne demişti Kârûn, “bu bana bilgim sâyesinde verildi”. Allahsız bir bakış-açısı bunu söyler. Her-şeyi Allah’a bağlayacağına bilmeye ve bilgiye bağlar. Bu, “bilmeyi ve bilgiyi ilahlaştırmak” demektir.

 

Allah’ın bildirdiği kadar ve Allah-merkezli bilmede bilgi ve bilmek ilahlaşmaz ve bilgi ve bilmek, sâdece güzel işler yapmak için gerekli ön-bilgi olur. Zâten bu nedenle varlığa bir zarar da vermez. Fakat seküler-modern-Allahsız bilgi çok fazla arttı. Modern insan bu Allahsız bilgiyi yönetemediği için fitne ve fesat ortaya çıktı ve ortalığı sardı. Zîrâ modern insan “Allah’ın bildirdiği”nden başka ve fazla bilgilere ulaşmaya çabalamaktadır. Lâkin sonuçta eksik ve yanlış bilgiye ulaştığı için yanlış işler yapmaktadır. Modern insanın neredeyse tüm bilgisi yanlış yada eksiktir. Bu yüzden de sürekli olarak şeytanı ve nefsi sevindirmekte fakat kendisi dâhil insanlığa büyük zararlar vermektedir.

 

Modern insan çok bildiğini zanneden ve bâtıl bilgisiyle övünen câhiller sürüsüdür. Ne yazık ki bunlara müslümanım diyenler de dâhil olmaktadır. Modern-bâtıl bilgi insanları ateist ve deist yapmaktadır. Yada en azından özellikle gençler bu mâzeretlerle hak bilgiden yâni İslâm’dan uzak durmaktadır. Zîrâ Dünyâ’ya Allahsız ve Kitapsız bir bilgi ve bilme şekli hâkim olmuştur ve bu bilgi ve bilme şekli insanı hem iknâ etmemekte hem de mutmain etmemektedir. Zîrâ modern bilgi ve bilmek işi haddini aşmış bir bilgi ve bilmek şeklindedir.

 

Aslında bir şeyi bilmek ve anlamak yetmez. O şeyi benimsemek ve tüm varlığınızla onu hayâtınızın merkezine almanız gerekir. Bu da uğruna tüm hayâtınızı adayabileceğiniz değerde bir bilgi olmalıdır ki bu bilgi ancak sonsuzluğa açılan ve sonsuzluğa-cennete yönlendiren bilgi olmalıdır. Bu bilgi ise elbette Allah’ın indirdiği vahiy-merkezli bir bilgidir. Hayâtın adandığı yaşam tarzı Kur’ân’da şöyle ifâde edilir:

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).

 

Bâtılı bilmenin ve yanlış bilgi peşinde koşmanın bir anlamı ve kıymeti yoktur. Sâdece zevki ve hazzı vardır. Fakat hak ortaya konunca bâtıl def olup gider ve esâmisi bile okunmaz. O-hâlde bilinmesi gereken şey Allah’ın bildirdiklerinden başkası değildir. Allah’ın bildirdikleri ise; doğala, normâle, fıtrata, vahye ve sünnetullaha uygun olan ve aykırı düşmeyen şeylerdir. Bu ise “sınırı olan bir bilgi ve bilmek”tir. Zîrâ sınırsızca bilmek yalnızca Allah’a âittir. Çünkü varlığın ve maddenin bir sınırı varsa, insan için bilmenin de bir sınırı olacaktır.

 

Bir bilgi şeklinin Dünyâ’ya hâkim olmuş olması, onun hak ve mutlak doğru olduğu anlamına gelmez. İnsanoğlu târih boyunca nice “mutlak doğru” ve “hak-hakîkat” zannettiği bilgiler üretmiştir ki şimdilerde o bilgilere lânet etmektedir. İşte modern-seküler bilgi de bir zaman sonra lânet edilecek bir bilgi olacaktır. Modern zamanlar, insanlığın en karanlık çağları olarak anılacaktır. Zîrâ Allahsızlık, “zifirî karanlık” demektir.   

 

Bir bilginin akla ve mantığa uygun olması bile o bilginin sağlam olduğunu göstermez. Zîrâ akıl ve mantık şaşmaz bir kuyumcu terâzisi değildir. Çünkü akıl ve mantık da nihâyetinde bir paradigmaya göre şekil alır ve ona göre mantık kurar ve akleder. Fakat bu akletme Allahsız olduğunda genelde yanlış ve bâtıl sonuçlar ortaya çıkarır ki bâzen sonuçları çok ağır olabilir. 1. ve 2. Dünyâ Savaşları’nı çıkaranlar aklı ve mantığı ilahlaştırmış olanlardı. Maalesef milyonlarca insanın perişân ve mazlum olmasına neden olmuşlardı. Yine atom bombası, bu Allahsız modern-seküler bilginin, aklın ve mantığın bir sonucu değil miydi?. Atom bombası bilgisi değerli bir bilgi değildir?. Her-şeyi bilmek düşüncesinin sonucudur. En doğru bilgiye dolayısıyla en düzgün davranışa ulaşmak için mutlakâ, mutlak bilgi sâhibi olan Allah’ın merkeze alınması gerekir.

 

Her-şeyin bilgisine vâkıf olduğunu zannedenlerin ortaya koyduğu veriler bilginin değil, inancın konusudur. Meselâ Evrim Teorisi ve Big-Bang Teorisi başta olmak üzere bir-çok modern teori, aslında kesin sonuca ulaşamamasına ve bir-çok çelişkiler barındırmasına rağmen kesin bilgi gibi sunulmaktadır ve insanlar tarafında da kesin ve mutlak bilgi gibi kabûl edilmektedir. Çünkü modernite insanların nefsine nişan almakta ve bilgi dâhil tüm üretimlerini nefis-merkezli yapmaktadır. İnsanlar nefse uygun olan bilgiyi “kesin bilgi” olarak kabûl etmektedir. Böyle olunca insanlar da o teorilerin bilgilerini sorgulamadan kabûl edebilmektedirler. İçlerinden bâzıları yanlışlar görse ve şüphelenseler de seslerini çıkarmamaktadırlar. Çünkü mevcut bilginin doğru olup-olmamasından ziyâde, o bilgiyle ortaya konan hayat-tarzını yâni dîni ve inancı kabûl etmişlerdir.

 

Meselâ cansız maddeden bir canlının nasıl meydana gelebileceğiyle ilgili doğrudan hiç-bir bilgiye sâhip olmamalarına ve sâdece bâzı dolaylı bâtıl bilgi kırıntılarına sâhip olmalarına rağmen yine de Evrim Teorisi’ni kabûl edebilmektedirler. Çünkü Evrim Teorisi Allahsızdır, çünkü nefse uygundur, çünkü insandan sorumluluğu kaldırmaktadır, böylece haz vermektedir. Evrim Teorisi bilimsel bir teori değil, bâtıl bir inançtır, modern bir hurâfedir. Çünkü ilk yaratılış denilen o mûcizevî örneksiz yaratılış gaybın konusudur ve gayb konusunda bilgi ve bilmek kelimelerinin hiç-bir kıymeti yoktur.

 

Üzerinde çalıştığı ve uğraştığı alanda bir sonuca ulaşamamalarına rağmen yine de Allahsız teorilerin peşinde koşanlar, aslında bilimi, bilgiyi ve bilmeyi din yapıp ona tapanlardır. Çünkü bilgi, bilim ve bilmek işi onlarda din ve inanç hâline gelmiştir. İnançlı olmak yerine bilgili olmayı koydular ve bilgili olmayı inançlı olmayla eşitlediler. Hattâ bilgili olmak inançlı olmaktan üstün tutulur hâle geldi. Oysa bilmek, “Allah’ın bildirdiği kadar bilmek”ten başka bir şey değildir. Allah’ın bildirdiği kadarından daha fazlasını bilemeyiz. Bilmeye çalıştığımızda ise yanlış ve eksik şeyler üretmekten başkasını yapamayız.

 

İnsanı hayvandan ayıran şey bilgi değil, inançtır. Çünkü hayvanlarda da kendilerine göre yeterli bir bilgi vardır. Ayrıntılı bilgi insanın temel ihtiyâcı değildir. Zâten insanoğlu binlerce sene ayrıntılı bilgi olmadan yaşamıştır ve nice hârika eserler yapmış ve büyük devletler-uygarlıklar-medeniyetler kurmuştur.

 

İnsan, sınırını aşabilen bir varlıktır ama bu aşım nefisten ve şeytandandır. Çünkü sınırı aşmak her zaman sorun ortaya çıkarır. Buna hiç gerek yoktur. Allah’ın tek hak dîni olan İslâm baştan-sona sınırlı olmayı ve sınırı korumayı emreder. Sınırı aşmak şeytandandır.

 

Kuantum fiziğine göre bütün bilgileri toplasak bile hiç-bir şey üzerinde kesin olarak karar veremeyiz. Çünkü en doğrusuna hiç-bir zaman ulaşamayız. Zîrâ en doğrusunu sâdece Allah bilir. Bilim, insan faaliyetlerinden biridir, gerçekliğe dâir bilgi edinme yollarımızdan sâdece bir tânesidir. Fakat modern insan bilimi de modernleştirmiş ve yoldan çıkarmıştır. Artık ürettiği bilgilerin çoğu eksik ve dolayısı ile yanlıştır.

 

Bilgi, bilim ve bilmek hakîkatin tek ve mutlak târif edicisi değildir. Bir îman bin problemi çözebilir. Allah’ı hesâba katmayıp da her-şeyi bilgiden ve bilimden beklemek onu ilahlaştırmak anlamına gelir. İnsana Allah tarafında doğuştan verilen ön-bilgi ve sonradan seçtiği bir peygambere vahyederek indirdiği vahiyler, bilginin en kesini ve doğrusudur. O-hâlde insanın yapması gereken şey bu ilâhi bilgiyi tâkip etmek ve ayrıntılı bilgi edinecekse de bunu vahiy-merkezli olarak yapmasıdır.

 

Bilgi, bilim ve bilmek önemlidir, olmazsa olmazdır. Fakat sorun, bilgiyi, bilmeyi ve bilimi ilahlaştırmak noktasındadır. Allah’tan, dinden, kitaptan ve peygamberden kopuk bilgi ve bilim mutlakâ insan tarafından ilahlaştırılır ve kutsallaştırılır. Oysa insan onu Allah-merkezli olarak ve Allah’ın bildirdiği kadar yâni doğal, normâl ve fıtrî sahada ve sınırda kullansa sorun olmayacak ve insana yarar sağlayıp onu geliştirecektir. Tabi şu da var ki, Allah’ın her söylediği ve her indirdiği bilgi araştırılmak zorunda değildir ve vahiy bilgisi her zaman araştırılmak için değil, bâzen “araştırmamak” içindir. Meselâ rûhun varlığı ve nasıllığı, yine Nûr Sûresi 35. âyetin Allah’ı anlatırken söyledikleri şeyler, araştırılmak için değil, araştırmamak için indirilmiştir. Her-şey için bilimsel açıklama yapmak zorunlu değildir. Zâten bilim her-şeyin açıklamasını da yapamaz. Bir-çok şey aslında bir inanç işidir, bilgiyle ifâde edilemez.

 

Hakîkat aşırı bilgiyle perdeleniyor. Bilgi sonuç değil, başlangıçtır. Eyleme dönmeyen bilgi, -aynen modern zamanlarda olduğu gibi- kibre döner. Mutlak bilgi kibir ortaya çıkarır. Mutlak bilgi sâhibi olan Allah’ın kibriyâsı bundan dolayıdır ve bu kibriyâ sâdece O’na mahsustur.

 

Bilgi, hareketin bir sonucudur. Hareket değiştikçe meydana gelen şekil bir bilgi oluşturur. Belli bir seviyeden sonra bilgisinin artması için, insanın sosyo-kültürel alanda “değişmesi” gerekir. Değiş(e)miyorsa, bulunduğu ilmî seviye kişinin zirvesidir. Artık o kişi o seviyede yatay seyirler yapabilir ancak.

 

Bilgi, “gözümüzün önündekini” görmemizi sağlar. Gözümüzün görmediği ve göremeyeceği şeyler bilgiyle değil îmanla alâkalıdır. Bilgiye ulaşmak, “bilince de ulaşmak” demek değildir. Bilince ulaşmak, ancak vahiy-merkezli bilgiyle ve amel-eylem ile olur. Vahiy-merkezli olmayınca bilgi, kuru bir mâlûmâttan öteye gidemez. 

 

Bilgiye sâhip olmak yetmez, onu doğru istikâmette kullanmak da gerekir. Aksi-hâlde bilgi saptırır. Bilginin saptırmasından kurtulmak için onu amel-eylem ile sınamak gerekir. Bir bilginin sahih olması için eyleme yönlendirmesi ve sâlih amel üretmesi gerekir. Aksi-hâlde o bilgi eksik, dolayısıyla da yanlış bir bilgidir. En doğru bilgi, inancın ışığında ulaşılan ve amele-eyleme yönelten bilgidir.

 

Gereği yapılmayan bilgi, önemsiz bir mâlûmattan öteye gidemez. Gerekli yere bir çivi çakmak, bir milyon kitabın bilgisine sâhip olmaktan üstündür. Çünkü daha çok işe yarar. Biriktirilmiş salt bilgi bir işe yaramıyor. Eyleme geçmedikten sonra bilgi bir işe yaramaz, ha bi eğlencedir, oyun ve oyalanmacadır.

 

Halka hitâp etmeyen bilgi eyleme dönüşemez; Eyleme dönüşmeyen bilgi devrime dönüşemez; Devrime dönüşmeyen bilgi devlete dönüşemez; devlete dönüşmeyen bilgi medeniyete dönüşemez.

 

Kişi, bilgisi ve bilgisine göre yaptığı amellerdir. Kişinin bilgisi neye göre ise, eylemi de ona göre olur. Kişinin eylemi ise, o kişinin dînidir. Mâkûl bir süreçten sonra “hareket”e geçirmeyen bilgi, yozlaşmaya ve yozlaştırmaya başlar. “Hasat”a zamânında başlanmalıdır. Aksi-hâlde çürüme kaçınılmazdır.

 

Bâtıl siyâset bir “devrim” ile değişmedikçe; bilgi bir şeyi değiştiremez. Lâkin devrim de sahih ilim ve bilgi ile olunca Allahlı ve anlamlı olur.

 

Kişi, dînine göre eylemde bulunur. Kültürü içinde yaşamadığınız şeyin bilgisini de hakkıyla idrâk edemezsiniz. Bu nedenle de onu gerçek anlamda benimseyemezsiniz.

 

Ne kadar çabalarsanız-çabalayın, şeytan kadar bilgili olamazsınız. Âdem, şeytandan bilgisiyle değil, “secde etmekle” yâni ameliyle üstün oldu.

 

Doğru bilgi kendini belli eder. Sezgi ile ulaşılan bilgi eyleme dön(e)mez. Eyleme dönmeyen bilgi kuru bir mâlûmattan öteye gidemez.

 

2+2’nin 4 olduğunun nedenini ve nasılını bilmek işlemin sonucunu değiştirmez.

 

Bilmek konusunda; “daha çok bilmek” ile “daha iyi bilmek” farklı şeylerdir.

 

Bilmek, amel etmenin bir sonucudur: “Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi öğretir” (sav).

 

Bilimin ve bilmenin araç değil de amaç olduğunu sanan kişiler, bilgiyi ve bilmeyi putlaştırmaya başlarlar ve bilime-bilmeye tapmaya-taptırmaya başlarlar. Oysa bilim, evren ve madde-ötesi hakkında kesin ve net sonuçlar ortaya koymaktan çok uzaktır. Hattâ bu uzaklık, hiç-bir zaman aşılamayacak bir uzaklıktır.

 

Her-şeyi bilmeye de gerek yoktur. Yeterince bilmek yeterlidir.

 

Madde “mutlak” olmadığı için, ondan edinilen bilgi de “mutlak doğru” ol(a)maz. Maddî bilgi sınırlı bir bilgidir. Çünkü maddenin bir sınırı vardır. Bu nedenle sınırlı olan maddî bilgiyle kesin bir yargıya varılamaz. Vahyî bilgi ise Sınırsız’dan gelen bilgidir. Kesinlik içerir.

 

Bilgisi zayıf ve yanlış olan İslâm değil, müslümanlardır. Bilim ve bilgi ile bağlantısını vahiy-merkezli olarak tekrar kurmadan da bu zâfiyetten aslâ kurtulamayacaklardır. Fakat bu kurtuluş, Allahsız modern bilgi ve bilim ile olmayacaktır. Çünkü modern-bilim ve bilgi insanı da modernleştirir ve tersinden yozlaştırı(yo)r.

 

İlim “ilim” bilmektir. İlim kendini bilmektir. Sen kendini bilmez isen, bu nice okumaktır?. Modern insan, bir şeyin bilgisini o şeyin kendisi zannetmektedir. Bir şeyin sâdece bilgisi, kişiyi kendini bilmekten uzaklaştırır.  

 

Okuma-araştırma ile bir şeyin ne olduğu “tam anlamıyla” bilinemez. Tam anlamıyla bilinebilmesi için o şeyin içinde “yaşanması” gerekir. Bilmek, yaşamaktır. İslâm’da bilmek, uygulanmayla tamamlanır. Uygulanmayan ve yaşanmayan şey tam olarak bilinmiş olmaz. Doğru bilgi önemlidir, fakat “doğru davranış” daha önemlidir.

 

Hak bilginin içeriğinde bir bilinç vardır. O bilinçtir kişiyi amele-eyleme sevk eden. O-hâlde bilgilenmedikçe, sonra da bilgimiz bilince ve nihâyet de amele-eyleme dönmedikçe bir şey değişmeyecektir. Eyleme dönmediğinde, bilgide çelişki kaçınılmaz olur. Eyleme dönüşmeyen bilgi, kuru bir mâlûmat olmaktan öteye gidemez. Hayâtın tam ortasında yaşama geçirilerek sindirilmeyen bilgiler, şirke alan açar.

 

Îman etmenin ve îmânın gereğini yerine getirmenin bedelini ödemeye yanaşmayanlar, rûhun tatmini için nâfile bir şekilde “bilgi”ye yumuluyorlar. Îmânın ispâtı ve bilginin sağlaması, ancak amel-eylem ile yapılabilir. Kapitâlizmin bir görünümü de, bilgiyi (hayâta geçirmek yerine) biriktirmektir. Çünkü kapitâlizm demek “biriktirmek” demektir. İnsanları tanımak için “kitâbî bilgisi”ne değil, “Kitâbî ameli”ne bakın. Peygamberler bilgileriyle değil; îman, ahlâk, takvâ ve amel-eylemleriyle öne çıkan ideâl örnekliklerdir.

 

Müslümanların anlamak ve yerine getirmek istemediği şey şudur: Eğer “müslümanım” diyorsanız o-hâlde bilginiz arttıkça hayâtınız ve davranışlarınız da mü’mince değişmelidir. İslâmî bilgi, îmânî bir değişim gerektirir. Îmânî değişim, kişinin tüm hayâtında değişiklikler yapmasını zorunlu yapar. Zîrâ îman, kişinin tüm düşüncesini, amelini ve eylemini değiştirir.

 

Eyleme geçmeyen düşünce ve bilgi, sonsuz soruların kuşatmasından kurtulamaz. Dünyâ’daki bütün bilgileri toplasanız, “sahih bir îman”ın ve “sâlih bir amel”in yerini tutmaz.

 

Târih boyunca insan, kendisini iki nedenden dolayı “ilah” îlan etmiştir: Maddî güç ve bilgi.

 

Allah’ın bildirdiği kadar bilgiye, bilime ve bilmeye tâlip olmak ve bildiğimiz şeylerle amel etmek.. İşte Allah’ın insandan beklediği şey budur. Yoksa amel-eylemsiz bir bilme ve bilgilerin, “zihinsel orgazmlar” dışında pek de bir faydası yoktur. Bu nedenle bilgiyi bilince ve amele-eyleme dönüştürmek çok önemlidir. Çünkü gün gelir tüm bildiklerinizi “bil(e)mez” duruma gelebilirsiniz. Fakat yaptıklarınızı “yapmamış” duruma gelemezsiniz.

 

Allah bizi bildiklerimizle değil, yaptıklarımızla yargılayacaktır. Lâkin şu da var ki, sâlih amel için sahih bilgi şarttır. Sahih bilgi ise ancak Allah’ın bildirdikleridir. Bu bilgi vahiy-merkezli olan bilgidir. Âhirette vahiy-merkezli bir bilgi ve bilinçle amel-eylemde bulunanlar sonsuz nîmetlerin olduğu ebedî cenneti kazanacaklardır. İşte yarışanlar bunun için yarışmalıdır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2021

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder