“Yoksa o, gece saatinde
kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten
sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: ‘Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).
“Dediler ki: Sen yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi
bilen, hüküm ve hikmet-sâhibi olansın”
(Bakara 32).
Baştaki âyetin de söylediği
gibi bilenlerle bilmeyenler bir olmaz. Bilenler bilmeyenlerden üstündür. Fakat dikkat
ederseniz bu bilgi amel-eylem içeren ve hattâ amel-eylem ile birlikte olan
bilgidir. Bilgi ve amel-eylem birbirinin neden-sonucudur.
İki tür bilme vardır; “teorik bilme” ve “pratik bilme”.
Teorik bilme pratik bilme ile birleşerek “gerçek bilmeye” dönmezse bilmenin pek
de yarârı olmaz, o ancak “beyin fırtınası” yada “zihin tatmini” olarak kalır. Bilmek,
“bilmek için bilmek” değildir. Bilginin ve bilincin insana yüklediği bir yük ve
sorumluluk vardır. Bilmek insana bir görev yükler.
Bilgi ve bilme fazla
abartılıyor. Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz ama “yapanlarla yapmayanlar” da
bir olmaz. Hattâ yapanlar yâni sâlih amelde bulunanlar bilenlerden üstündür.
Meselâ hiç limon görmemiş ama limon hakkında 1.000 kitap okumuş olan birine
göre limonu bir kere yalamış olan kişi daha bilgilidir ve daha doğru bilgiye
sâhiptir.
İslâm’a göre hakîkat içeren
bilgi ve hakîkati bilmek, “Allah’ın bildirdiği kadar ve bildirdiği gibi bilmek”le
olur. Zîrâ bilgi ve bilmek “varlığı bilmek” ile olur ki onu en doğru şekilde
ancak varlığı yaratan Allah bildirmesiyle bilebiliriz. O hâlde Allah’ı hesâba
katmayan bilgi ve bilmek işi hakkı değil, bâtılı açığa çıkarır ve
bâtıl-merkezli olur. Bu nedenle “Hz. Âdem’den bêri insanoğlunun ürettiği
bilginin %90’ı yanlış, %9’u de şüphelidir” desek çok da yanlış olmaz. Üstelik
moderniteyle birlikte gidişâta bakılırsa bu bâtıl bilgi uzun bir süre bu oranda
olacak ve insan çok büyük oranda bâtıl, yanlış ve şüpheli bilgi üretmeye devâm
edecektir. Tabi kötü sonuçlarına da katlanmak zorunda kalacaktır.
Gerçek bilgi, hak-hakîkat ve amel-eyleme dönük olan
bilgidir. Yoksa şeytana, nefse ve tâğutlara alan açan bilgiler ilk başta doğru
gibi görünse de yakın-uzak vâdede bâtıl ve yanlış bilgi oldukları görülecektir.
Montaigne; “her-şeyi ezbere bilmek, bilmek demek
değildir” der, çünkü bilmek, idrâk etmekle ve o idrâk ile amel-eyleme dönmekle
tamamlanır ve kemâle erer. Demek ki bilgi ve bilmek, “vahiy-merkezli bilmek ve
yine Kur’ân-Sünnet merkezli amel-eylemde olmak” demektir. Yoksa şeytanın ve
nefsin fısıldadığı şekilde bilmek ve insana zarar verecek şekilde yapmak “bilmek”
demek değildir. Bu bağlamda bilmek ve yapmak, modern batı gibi bilmek ve dolayısı
ile batı gibi yapmak değildir. Çünkü batı Allahsız bir bilme ve yapma
yolundadır. Bu şekilde bilmek ve yapmaktansa, bilmemek ve yapmamak daha iyidir.
Zâten insanlar binlerce yıl boyunca modern-seküler batı gibi bilmeden ve
yapmadan yaşayıp gitti ve nice devletler ve uygarlıklar kurdu. Bilmede merkeze
neyin alınacağı önemlidir. Merkeze Allah alınmadığında, merkeze mutlakâ şeytan
ve nefs alınır.
Modern insanın bilgi ve bilmek
deyince anladığı, bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi mecbûren önce bilir sonra
yapar. Fakat “ilim” denilen kadim bilgi ve bilme işinde ise bilmekle yapmak
birlikte yürür. Çünkü yanlış bilgi ancak bu şekilde kolayca fark edilir ve terk
edilir. Gerçek bilme, amel-eylem hâlindeyken olur.
Bilgi, şeytanın araya çok kolay
karışabileceği bir alandır. Bir bilginin sonucu olan Allahsız üretimde çok
büyük risk olur ve çoğunlukla insan zarar görür. Modern bilgi ve bilme,
kötülüğün önünü almayı düşünmez. Çünkü amacı “insana yarar” değil, azınlığın
çıkarıdır. Bir çıkarı olmayanlar için ise bilgi, “bilmek için bilmek”
şeklindedir. Onlar için sâdece bilmek yeterlidir. Böyle olunca da her-şeyi
bilmek isterler ve çoğunlukla yanlış şeyleri öğrenip bilmeye başlarlar.
Her-şeyin bilgisi ve bilmesi
olmaz yâni her-şey bilinemez. Meselâ en başta yaratılışın nasıllığı bilinemez.
O “ilk yaratılış” hiç-bir zaman bilinemez. Aslında Allah bize o mûcizevî ilk
yaratılışı anlatsa ve gösterse bile biz onu yine de idrâk edemeyiz, anlayamayız
ve bilemeyiz. Çünkü gaybı bilemeyiz, mûcizeyi bilemeyiz. Peki neyi bilebiliriz?;
Allah’ın bize bildirdiklerini ve bilmemize izin verdiklerini ki bu bilme de,
zâten görüp durduğumuz şeyleri daha ayrıntılı bilmek kadar olur. Meselâ
insanın, canlıların ve de nihâyet tüm varlığın ilk başta nasıl yaratıldığını
bilemeyiz. Biz o “ilk yaratma”yı bilemeyiz, fakat sonraki tekrar yaratmaları
bilebiliriz, çünkü biz ancak gördüğümüz ve gözlemleyebildiğimiz şeyleri
bilebiliriz. Fakat bu alandaki bilme de ancak aklımızın ve çabamızın çapı kadar
olur. Gözlemleyemediğimiz şeylere ise inanırız yada inanmayız.
Modern bilgi kuramına göre bir şeyi çok fazla bilebilmek
için o şeyi aşırı didiklemek ve parçalarına ayırmak gerekir. Lâkin o parçaların
bilgisi bütünün bilgisi olmayacağından dolayı eksik ve yanlış bir bilgi
olacaktır. Zîrâ bütünün bilgisi parçaların tüm bilgisinden fazla ve başkadır. O
yüzden bilebileceğimiz şeyler üzerinde ayrıntılı bilmekte bile bir sınır
olmalıdır. Bütünsel bilgiden uzaklaşmayacak kadar bilmek önemlidir.
Prometheus tanrılardan
ateşi-bilgiyi çalmış ve böylece Tanrı’ya karşı bir meydana okuma başlamıştır.
Modern insanın her biri birer Prometheus olmuşlar ve Tanrı’dan bilgi çalıyorlar
sanki.. Oysa, -bir yazıda da söylendiği gibi-; insanı Allah’a boyun eğdiren sâik,
cehl ve aczden başka bir şey değildir. İnsan, bilgisi ve kuvveti artınca Allah
fikrine ve ibâdetlere lüzum kalmayacağını düşünmeye başlıyor ve insanın Allah
olduğunu yada olacağını söyletiyor.
Her-şeyi bilmeyi istemek haddini bilmemek demektir.
Bu nedenle bilmede de mutlakâ bir sınır olmalıdır. İslâm demek “sınır”
demektir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle ifâdesini bulur. Biz, bilebileceğimiz
şeyler üzerinde bile her-şeyi bilebilecek çapta değiliz. Bu yüzden her-şeyi
bilmek düşüncesi Allahsızdır. Ne demişti Kârûn, “bu bana bilgim sâyesinde
verildi”. Allahsız bir bakış-açısı bunu söyler. Her-şeyi Allah’a bağlayacağına
bilmeye ve bilgiye bağlar. Bu, “bilmeyi ve bilgiyi ilahlaştırmak” demektir.
Allah’ın bildirdiği kadar ve
Allah-merkezli bilmede bilgi ve bilmek ilahlaşmaz ve bilgi ve bilmek, sâdece
güzel işler yapmak için gerekli ön-bilgi olur. Zâten bu nedenle varlığa bir zarar
da vermez. Fakat seküler-modern-Allahsız bilgi çok fazla arttı. Modern insan bu
Allahsız bilgiyi yönetemediği için fitne ve fesat ortaya çıktı ve ortalığı
sardı. Zîrâ modern insan “Allah’ın bildirdiği”nden başka ve fazla bilgilere
ulaşmaya çabalamaktadır. Lâkin sonuçta eksik ve yanlış bilgiye ulaştığı için
yanlış işler yapmaktadır. Modern insanın neredeyse tüm bilgisi yanlış yada
eksiktir. Bu yüzden de sürekli olarak şeytanı ve nefsi sevindirmekte fakat
kendisi dâhil insanlığa büyük zararlar vermektedir.
Modern insan çok bildiğini zanneden
ve bâtıl bilgisiyle övünen câhiller sürüsüdür. Ne yazık ki bunlara müslümanım
diyenler de dâhil olmaktadır. Modern-bâtıl bilgi insanları ateist ve deist
yapmaktadır. Yada en azından özellikle gençler bu mâzeretlerle hak bilgiden
yâni İslâm’dan uzak durmaktadır. Zîrâ Dünyâ’ya Allahsız ve Kitapsız bir bilgi
ve bilme şekli hâkim olmuştur ve bu bilgi ve bilme şekli insanı hem iknâ
etmemekte hem de mutmain etmemektedir. Zîrâ modern bilgi ve bilmek işi haddini
aşmış bir bilgi ve bilmek şeklindedir.
Aslında bir şeyi bilmek ve anlamak
yetmez. O şeyi benimsemek ve tüm varlığınızla onu hayâtınızın merkezine almanız
gerekir. Bu da uğruna tüm hayâtınızı adayabileceğiniz değerde bir bilgi
olmalıdır ki bu bilgi ancak sonsuzluğa açılan ve sonsuzluğa-cennete yönlendiren
bilgi olmalıdır. Bu bilgi ise elbette Allah’ın indirdiği vahiy-merkezli bir
bilgidir. Hayâtın adandığı yaşam tarzı Kur’ân’da şöyle ifâde edilir:
“De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman
olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).
Bâtılı bilmenin ve yanlış
bilgi peşinde koşmanın bir anlamı ve kıymeti yoktur. Sâdece zevki ve hazzı
vardır. Fakat hak ortaya konunca bâtıl def olup gider ve esâmisi bile okunmaz.
O-hâlde bilinmesi gereken şey Allah’ın bildirdiklerinden başkası değildir.
Allah’ın bildirdikleri ise; doğala, normâle, fıtrata, vahye ve sünnetullaha uygun
olan ve aykırı düşmeyen şeylerdir. Bu ise “sınırı olan bir bilgi ve bilmek”tir.
Zîrâ sınırsızca bilmek yalnızca Allah’a âittir. Çünkü varlığın ve maddenin bir
sınırı varsa, insan için bilmenin de bir sınırı olacaktır.
Bir bilgi şeklinin Dünyâ’ya
hâkim olmuş olması, onun hak ve mutlak doğru olduğu anlamına gelmez. İnsanoğlu
târih boyunca nice “mutlak doğru” ve “hak-hakîkat” zannettiği bilgiler
üretmiştir ki şimdilerde o bilgilere lânet etmektedir. İşte modern-seküler
bilgi de bir zaman sonra lânet edilecek bir bilgi olacaktır. Modern zamanlar,
insanlığın en karanlık çağları olarak anılacaktır. Zîrâ Allahsızlık, “zifirî
karanlık” demektir.
Bir bilginin akla ve mantığa
uygun olması bile o bilginin sağlam olduğunu göstermez. Zîrâ akıl ve mantık
şaşmaz bir kuyumcu terâzisi değildir. Çünkü akıl ve mantık da nihâyetinde bir
paradigmaya göre şekil alır ve ona göre mantık kurar ve akleder. Fakat bu
akletme Allahsız olduğunda genelde yanlış ve bâtıl sonuçlar ortaya çıkarır ki
bâzen sonuçları çok ağır olabilir. 1. ve 2. Dünyâ Savaşları’nı çıkaranlar aklı
ve mantığı ilahlaştırmış olanlardı. Maalesef milyonlarca insanın perişân ve
mazlum olmasına neden olmuşlardı. Yine atom bombası, bu Allahsız modern-seküler
bilginin, aklın ve mantığın bir sonucu değil miydi?. Atom bombası bilgisi
değerli bir bilgi değildir?. Her-şeyi bilmek düşüncesinin sonucudur. En doğru bilgiye
dolayısıyla en düzgün davranışa ulaşmak için mutlakâ, mutlak bilgi sâhibi olan
Allah’ın merkeze alınması gerekir.
Her-şeyin bilgisine vâkıf olduğunu zannedenlerin
ortaya koyduğu veriler bilginin değil, inancın konusudur. Meselâ Evrim Teorisi ve
Big-Bang Teorisi başta olmak üzere bir-çok modern teori, aslında kesin sonuca
ulaşamamasına ve bir-çok çelişkiler barındırmasına rağmen kesin bilgi gibi
sunulmaktadır ve insanlar tarafında da kesin ve mutlak bilgi gibi kabûl
edilmektedir. Çünkü modernite insanların nefsine nişan almakta ve bilgi dâhil
tüm üretimlerini nefis-merkezli yapmaktadır. İnsanlar nefse uygun olan bilgiyi
“kesin bilgi” olarak kabûl etmektedir. Böyle olunca insanlar da o teorilerin
bilgilerini sorgulamadan kabûl edebilmektedirler. İçlerinden bâzıları yanlışlar
görse ve şüphelenseler de seslerini çıkarmamaktadırlar. Çünkü mevcut bilginin
doğru olup-olmamasından ziyâde, o bilgiyle ortaya konan hayat-tarzını yâni dîni
ve inancı kabûl etmişlerdir.
Meselâ cansız maddeden bir canlının nasıl meydana
gelebileceğiyle ilgili doğrudan hiç-bir bilgiye sâhip olmamalarına ve sâdece
bâzı dolaylı bâtıl bilgi kırıntılarına sâhip olmalarına rağmen yine de Evrim
Teorisi’ni kabûl edebilmektedirler. Çünkü Evrim Teorisi Allahsızdır, çünkü
nefse uygundur, çünkü insandan sorumluluğu kaldırmaktadır, böylece haz
vermektedir. Evrim Teorisi bilimsel bir teori değil, bâtıl bir inançtır, modern
bir hurâfedir. Çünkü ilk yaratılış denilen o mûcizevî örneksiz yaratılış gaybın
konusudur ve gayb konusunda bilgi ve bilmek kelimelerinin hiç-bir kıymeti yoktur.
Üzerinde çalıştığı ve
uğraştığı alanda bir sonuca ulaşamamalarına rağmen yine de Allahsız teorilerin
peşinde koşanlar, aslında bilimi, bilgiyi ve bilmeyi din yapıp ona tapanlardır.
Çünkü bilgi, bilim ve bilmek işi onlarda din ve inanç hâline gelmiştir. İnançlı
olmak yerine bilgili olmayı koydular ve bilgili olmayı inançlı olmayla
eşitlediler. Hattâ bilgili olmak inançlı olmaktan üstün tutulur hâle geldi. Oysa
bilmek, “Allah’ın bildirdiği kadar bilmek”ten başka bir şey değildir. Allah’ın
bildirdiği kadarından daha fazlasını bilemeyiz. Bilmeye çalıştığımızda ise
yanlış ve eksik şeyler üretmekten başkasını yapamayız.
İnsanı hayvandan ayıran şey
bilgi değil, inançtır. Çünkü hayvanlarda da kendilerine göre yeterli bir bilgi
vardır. Ayrıntılı bilgi insanın temel ihtiyâcı değildir. Zâten insanoğlu
binlerce sene ayrıntılı bilgi olmadan yaşamıştır ve nice hârika eserler yapmış
ve büyük devletler-uygarlıklar-medeniyetler kurmuştur.
İnsan, sınırını aşabilen bir
varlıktır ama bu aşım nefisten ve şeytandandır. Çünkü sınırı aşmak her zaman
sorun ortaya çıkarır. Buna hiç gerek yoktur. Allah’ın tek hak dîni olan İslâm
baştan-sona sınırlı olmayı ve sınırı korumayı emreder. Sınırı aşmak
şeytandandır.
Kuantum fiziğine göre bütün
bilgileri toplasak bile hiç-bir şey üzerinde kesin olarak karar veremeyiz.
Çünkü en doğrusuna hiç-bir zaman ulaşamayız. Zîrâ en doğrusunu sâdece Allah
bilir. Bilim, insan faaliyetlerinden biridir, gerçekliğe dâir bilgi edinme yollarımızdan
sâdece bir tânesidir. Fakat modern insan bilimi de modernleştirmiş ve yoldan
çıkarmıştır. Artık ürettiği bilgilerin çoğu eksik ve dolayısı ile yanlıştır.
Bilgi, bilim ve bilmek hakîkatin
tek ve mutlak târif edicisi değildir. Bir îman bin problemi çözebilir. Allah’ı
hesâba katmayıp da her-şeyi bilgiden ve bilimden beklemek onu ilahlaştırmak anlamına
gelir. İnsana Allah tarafında doğuştan verilen ön-bilgi ve sonradan seçtiği bir
peygambere vahyederek indirdiği vahiyler, bilginin en kesini ve doğrusudur. O-hâlde
insanın yapması gereken şey bu ilâhi bilgiyi tâkip etmek ve ayrıntılı bilgi
edinecekse de bunu vahiy-merkezli olarak yapmasıdır.
Bilgi, bilim ve bilmek önemlidir,
olmazsa olmazdır. Fakat sorun, bilgiyi, bilmeyi ve bilimi ilahlaştırmak noktasındadır.
Allah’tan, dinden, kitaptan ve peygamberden kopuk bilgi ve bilim mutlakâ insan
tarafından ilahlaştırılır ve kutsallaştırılır. Oysa insan onu Allah-merkezli olarak
ve Allah’ın bildirdiği kadar yâni doğal, normâl ve fıtrî sahada ve sınırda
kullansa sorun olmayacak ve insana yarar sağlayıp onu geliştirecektir. Tabi şu
da var ki, Allah’ın her söylediği ve her indirdiği bilgi araştırılmak zorunda
değildir ve vahiy bilgisi her zaman araştırılmak için değil, bâzen “araştırmamak”
içindir. Meselâ rûhun varlığı ve nasıllığı, yine Nûr Sûresi 35. âyetin Allah’ı
anlatırken söyledikleri şeyler, araştırılmak için değil, araştırmamak için
indirilmiştir. Her-şey için bilimsel açıklama yapmak zorunlu değildir. Zâten
bilim her-şeyin açıklamasını da yapamaz. Bir-çok şey aslında bir inanç işidir,
bilgiyle ifâde edilemez.
Hakîkat aşırı bilgiyle
perdeleniyor. Bilgi sonuç değil, başlangıçtır. Eyleme dönmeyen bilgi, -aynen
modern zamanlarda olduğu gibi- kibre döner. Mutlak bilgi kibir ortaya çıkarır.
Mutlak bilgi sâhibi olan Allah’ın kibriyâsı bundan dolayıdır ve bu kibriyâ sâdece
O’na mahsustur.
Bilgi, hareketin bir
sonucudur. Hareket değiştikçe meydana gelen şekil bir bilgi oluşturur. Belli
bir seviyeden sonra bilgisinin artması için, insanın sosyo-kültürel alanda
“değişmesi” gerekir. Değiş(e)miyorsa, bulunduğu ilmî seviye kişinin zirvesidir.
Artık o kişi o seviyede yatay seyirler yapabilir ancak.
Bilgi, “gözümüzün
önündekini” görmemizi sağlar. Gözümüzün görmediği ve göremeyeceği şeyler
bilgiyle değil îmanla alâkalıdır. Bilgiye ulaşmak, “bilince de ulaşmak” demek
değildir. Bilince ulaşmak, ancak vahiy-merkezli bilgiyle ve amel-eylem ile olur.
Vahiy-merkezli olmayınca bilgi, kuru bir mâlûmâttan öteye gidemez.
Bilgiye sâhip olmak yetmez,
onu doğru istikâmette kullanmak da gerekir. Aksi-hâlde bilgi saptırır. Bilginin
saptırmasından kurtulmak için onu amel-eylem ile sınamak gerekir. Bir bilginin
sahih olması için eyleme yönlendirmesi ve sâlih amel üretmesi gerekir.
Aksi-hâlde o bilgi eksik, dolayısıyla da yanlış bir bilgidir. En doğru bilgi, inancın ışığında ulaşılan ve amele-eyleme
yönelten bilgidir.
Gereği yapılmayan bilgi,
önemsiz bir mâlûmattan öteye gidemez. Gerekli yere bir çivi çakmak, bir milyon
kitabın bilgisine sâhip olmaktan üstündür. Çünkü daha çok işe yarar. Biriktirilmiş
salt bilgi bir işe yaramıyor. Eyleme geçmedikten sonra bilgi bir işe yaramaz,
ha bi eğlencedir, oyun ve oyalanmacadır.
Halka hitâp
etmeyen bilgi eyleme dönüşemez; Eyleme dönüşmeyen bilgi devrime dönüşemez;
Devrime dönüşmeyen bilgi devlete dönüşemez; devlete dönüşmeyen bilgi medeniyete
dönüşemez.
Kişi, bilgisi ve bilgisine
göre yaptığı amellerdir. Kişinin bilgisi neye göre ise, eylemi de ona göre
olur. Kişinin eylemi ise, o kişinin dînidir. Mâkûl bir süreçten sonra
“hareket”e geçirmeyen bilgi, yozlaşmaya ve yozlaştırmaya başlar. “Hasat”a
zamânında başlanmalıdır. Aksi-hâlde çürüme kaçınılmazdır.
Bâtıl siyâset
bir “devrim” ile değişmedikçe; bilgi bir şeyi değiştiremez. Lâkin devrim de
sahih ilim ve bilgi ile olunca Allahlı ve anlamlı olur.
Kişi, dînine göre eylemde
bulunur. Kültürü içinde yaşamadığınız şeyin bilgisini de hakkıyla idrâk
edemezsiniz. Bu nedenle de onu gerçek anlamda benimseyemezsiniz.
Ne kadar
çabalarsanız-çabalayın, şeytan kadar bilgili olamazsınız. Âdem, şeytandan bilgisiyle
değil, “secde etmekle” yâni ameliyle üstün oldu.
Doğru
bilgi kendini belli eder. Sezgi ile ulaşılan
bilgi eyleme dön(e)mez. Eyleme dönmeyen bilgi kuru bir mâlûmattan öteye
gidemez.
2+2’nin 4 olduğunun nedenini
ve nasılını bilmek işlemin sonucunu değiştirmez.
Bilmek konusunda; “daha çok
bilmek” ile “daha iyi bilmek” farklı şeylerdir.
Bilmek, amel etmenin bir
sonucudur: “Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi
öğretir” (sav).
Bilimin ve bilmenin araç değil de amaç olduğunu sanan
kişiler, bilgiyi ve bilmeyi putlaştırmaya başlarlar ve bilime-bilmeye
tapmaya-taptırmaya başlarlar. Oysa bilim, evren ve madde-ötesi hakkında kesin
ve net sonuçlar ortaya koymaktan çok uzaktır. Hattâ bu uzaklık, hiç-bir zaman
aşılamayacak bir uzaklıktır.
Her-şeyi bilmeye de gerek
yoktur. Yeterince bilmek yeterlidir.
Madde “mutlak” olmadığı
için, ondan edinilen bilgi de “mutlak doğru” ol(a)maz. Maddî bilgi sınırlı bir
bilgidir. Çünkü maddenin bir sınırı vardır. Bu nedenle sınırlı olan maddî
bilgiyle kesin bir yargıya varılamaz. Vahyî bilgi ise Sınırsız’dan gelen
bilgidir. Kesinlik içerir.
Bilgisi zayıf ve yanlış olan İslâm değil, müslümanlardır.
Bilim ve bilgi ile bağlantısını vahiy-merkezli olarak tekrar kurmadan da bu zâfiyetten
aslâ kurtulamayacaklardır. Fakat bu kurtuluş, Allahsız modern bilgi ve bilim
ile olmayacaktır. Çünkü modern-bilim ve bilgi insanı da modernleştirir ve
tersinden yozlaştırı(yo)r.
İlim “ilim” bilmektir. İlim kendini bilmektir. Sen
kendini bilmez isen, bu nice okumaktır?. Modern insan, bir şeyin bilgisini o
şeyin kendisi zannetmektedir. Bir şeyin sâdece bilgisi, kişiyi kendini
bilmekten uzaklaştırır.
Okuma-araştırma
ile bir şeyin ne olduğu “tam anlamıyla” bilinemez. Tam anlamıyla bilinebilmesi
için o şeyin içinde “yaşanması” gerekir. Bilmek, yaşamaktır. İslâm’da bilmek, uygulanmayla tamamlanır.
Uygulanmayan ve yaşanmayan şey tam olarak bilinmiş olmaz. Doğru bilgi
önemlidir, fakat “doğru davranış” daha önemlidir.
Hak
bilginin içeriğinde bir bilinç vardır. O bilinçtir kişiyi amele-eyleme sevk
eden. O-hâlde bilgilenmedikçe, sonra da bilgimiz bilince ve nihâyet de
amele-eyleme dönmedikçe bir şey değişmeyecektir. Eyleme dönmediğinde, bilgide çelişki kaçınılmaz olur. Eyleme dönüşmeyen
bilgi, kuru bir mâlûmat olmaktan öteye gidemez. Hayâtın tam ortasında yaşama
geçirilerek sindirilmeyen bilgiler, şirke alan açar.
Îman etmenin ve îmânın
gereğini yerine getirmenin bedelini ödemeye yanaşmayanlar, rûhun tatmini için
nâfile bir şekilde “bilgi”ye yumuluyorlar. Îmânın ispâtı ve bilginin sağlaması,
ancak amel-eylem ile yapılabilir. Kapitâlizmin bir görünümü de, bilgiyi (hayâta
geçirmek yerine) biriktirmektir. Çünkü kapitâlizm demek “biriktirmek” demektir.
İnsanları tanımak için “kitâbî bilgisi”ne değil, “Kitâbî ameli”ne bakın. Peygamberler
bilgileriyle değil; îman, ahlâk, takvâ ve amel-eylemleriyle öne çıkan ideâl
örnekliklerdir.
Müslümanların anlamak ve
yerine getirmek istemediği şey şudur: Eğer “müslümanım” diyorsanız o-hâlde
bilginiz arttıkça hayâtınız ve davranışlarınız da mü’mince değişmelidir. İslâmî
bilgi, îmânî bir değişim gerektirir. Îmânî değişim, kişinin tüm hayâtında
değişiklikler yapmasını zorunlu yapar. Zîrâ îman, kişinin tüm düşüncesini,
amelini ve eylemini değiştirir.
Eyleme geçmeyen düşünce ve
bilgi, sonsuz soruların kuşatmasından kurtulamaz. Dünyâ’daki bütün bilgileri
toplasanız, “sahih bir îman”ın ve “sâlih bir amel”in yerini tutmaz.
Târih boyunca insan,
kendisini iki nedenden dolayı “ilah” îlan etmiştir: Maddî güç ve bilgi.
Allah’ın bildirdiği kadar
bilgiye, bilime ve bilmeye tâlip olmak ve bildiğimiz şeylerle amel etmek.. İşte
Allah’ın insandan beklediği şey budur. Yoksa amel-eylemsiz bir bilme ve
bilgilerin, “zihinsel orgazmlar” dışında pek de bir faydası yoktur. Bu nedenle
bilgiyi bilince ve amele-eyleme dönüştürmek çok önemlidir. Çünkü gün gelir tüm
bildiklerinizi “bil(e)mez” duruma gelebilirsiniz. Fakat yaptıklarınızı “yapmamış”
duruma gelemezsiniz.
Allah bizi bildiklerimizle
değil, yaptıklarımızla yargılayacaktır. Lâkin şu da var ki, sâlih amel için
sahih bilgi şarttır. Sahih bilgi ise ancak Allah’ın bildirdikleridir. Bu bilgi
vahiy-merkezli olan bilgidir. Âhirette vahiy-merkezli bir bilgi ve bilinçle
amel-eylemde bulunanlar sonsuz nîmetlerin olduğu ebedî cenneti kazanacaklardır.
İşte yarışanlar bunun için yarışmalıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder