5 Mart 2023 Pazar

Araçlar ve Amaçlar

 

“Sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Mü’minûn 115).

 

İnsanlık târihi, amaçlarla araçların karıştırılmasının târihidir. Amaçlarla araçlar karıştırıldığında amaçlar blôke olur ve araçlar amaç hâline gelir. Amaçlarla araçların karıştırılması en çok da modernizm ile birlikte olmaktadır. Öyle ki, modernite ile birlikte araçlar sayıca çok çeşitlenip çok fazlalaşınca, amaçlar görünmez hâle gelmiştir. Artık insanlar amaç için değil araç için yaşamaya başlamıştır. Modern insan, amaca yönelik değil, araca yönelik yaşamaktadır. Zîrâ bir amacı kalmamıştır ve tüm amacı araçlara erişmek olmuş, sonunda da araçlar amaçlaşmıştır. Zîrâ araçlar ilahlaştırılmıştır. Artık araçlar her-şeyken, amaçlar hiç-bir şey değildir. Yüce bir amaç için yaşamak ise hem gereksiz bir şey olarak, hem de ilkellik ve yobazlık olarak görülmektedir.

 

Allah araçları yarattığı gibi amaçları da yaratandır. Allah’ın yarattığı bir şey O’nun gereksinimi ve amacı olmaz. Allah sırât-ı müstakîm üzeredir fakat Allah’ın bir amacı olmaz. O “Hallâk”tır ve sürekli yaratır. Yarattıkları için araçlar ve amaçlar koyar, kânunlar belirler. Yâni araçlar ve amaçlar, yaratılmışlar için geçerlidir. Bu nedenle Allah’ın bir amacı yoktur. Böyle olunca da “niçin, niye, ne zaman yarattı” gibi sorular anlamsızdır. O zâten yaratır durur. Bu yaratma zorunlu bir yaratma değildir ama Allah’lık, “yaratmak” demek olduğu için, O’nun niçin yarattığının sorgulanması abestir. Fakat şu da var ki, Allah’ın yaratması, amacını içinde taşır. Allah bir şeyi yarattıktan sonra ayrıca bir amaç belirlemez. Allah’ın yaratması amaç belirlemesidir. Allah, yarattığında, amacı da yaratmış olur. Bu nedenle der ki:

 

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayâtı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır” (Mülk 2).

 

Allah bir yaratma yaptığında amacı da yaratmış olur. Çünkü O’nun yaratmasında bir eksiklik olmaz. Yaratılmışlar içindeki bilinçli-akıllı varlıkların “niçin” sorusuna âyetteki cevâbı verir. İşte, yarattığı bu “kâinat formatında” da genel bir amaç doğrultusunda ara-amaçlar ve bu amaçlara ulaşmak için araçlar yaratmıştır. Allah’ın insanlar için koyduğu amaç “O’na hakkıyla kul olmak”, O’nun rızâsını ve cenneti kazanmak” için çalışmaktır. Bu amaç için kullanabileceğimiz en iyi araç Allah’ın en büyük nîmeti olan vahiy yâni Kur’ân’dır. Ayrıca Allah, vahyin yanından vahyin en ideâl temsilciliğini yapan peygamberleri de göndererek en güzel örnekliği da ortaya koyar ki insanların bu örnekliğe bakarak bir hareket ve davranış metodu belirlemelerinin önünü açmış olur.

 

Sünnetullahın, imtihanın ve varlığın formatı gereğince ve de Allah’tan başkasının bilemeyeceği hikmetler nedeniyle, genel amaca ulaşmada amacı hedef edinenlerin ellerinde her zaman daha az araç olagelmiş ve sayıca ve güç olarak zayıf kalmışlardır. İmtihanın rajonu budur. Fakat şöyle bir şey de vardır ki Allah “îman” denilen potansiyel bir gücü de inananların kâlbine yerleştirir ki, aslında îmânın gücüne denk bir güç yoktur aslında. Zîrâ Allah, ancak îman edenlere ve sâlih amelde bulunanlara yardım eder ve Allah’ın yardım ettiğini hiç kimse yenemez.

 

Allah bâzen kullarına öyle bir güç verir ki, karşısından bakınca bir şeye benzetilemeyen bir şey, o zamânın en büyük gücünü alt edebilir. Meselâ bu bağlamda Hz. Mûsâ’nın âsâsı böyledir:

 

“Bunun üzerine âsâsını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderhâ oluverdi” (Şuârâ 32).

 

“Onlar da, iplerini ve âsâlarını atıverdiler ve: ‘Firavun’un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz’ dediler. Böylelikle Mûsâ da âsâsını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor” (Şuârâ 44-45).

 

“(Mûsâ:) ‘Siz atın’ dedi. (âsâlarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Mûsâ’ya: ‘Âsânı fırlat’ diye vahyettik. (O da fırlatınca) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını toplayıp yutuyor” (A’raf 116-117).

 

“Böylelikle (Mûsâ) âsâsını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi” (A’raf 107).

 

Yüce amaç uğruna teslîmiyetini tam gösterenlere ve îmanlarını en net şekilde ortaya koyanların yardımcısı Allah’tır. Allah kimin yardımcısı ise, üstün olan odur:

 

“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).

 

Demek ki teslimiyetten (îman) doğan basit araçlar, teknolojinin üstün araçlarını alt edebiliyor. Bunun en iyi örneği, Firavun’un sihirbazlarının üstün teknolojik araçlarının, Hz. Mûsâ’nın “âsâ”sı tarafından yok edilmesidir. Teslîmiyet hem araç hem de amaçtır. 

 

Âhiret bilinci ve “cennet hedefi” ile yaşamayanlar, sürekli olarak modern hayâtın üst seviyesi için hayâl kurarlar. Zîrâ  âhireti amaç edinmeyenler Dünyâ’yı alabildiğine amaç edinirler. Bu aslında şeytan, nefs ve tâğutun ayartmasının bir sonucudur. Fakat insan madde ile aslâ mutmain olmaz. Zîrâ insan salt maddeden ibâret değildir. Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için bu tatminsizlik ve eksiklik yine sürekli olarak madde ile desteklenmek ve tamponlanmak zorunda bırakır insanı. Böylece hayat “tatminsizliği tamponlamak”la ziyân olur gider. Çünkü kâlpler ancak Allah’ın zikri-Kur’ân ile tatmin olur.

 

İnsanlar târih boyunca konuşmalarını, “söz ile ve insanlara göre” olmaktan; “yazıya, telgrafa, telefona, televizyona, bilgisayara, internete ve sosyâl medyaya göre” şeklinde değiştirmiştir. Araçlar konuşmanın yönünü ve yöntemini belirliyor. İnsanları araçlar yönlendiriyor ve hiç olmadık yönlere bile sürükleyebiliyor. Çünkü yüce bir amaç olmadığında araçlar amaç hâline geliyor. İnsanlar yüce bir amaçtan kopuk olunca her-şeyi boş olarak görüyor. Böylece araçlara yöneliyor ve araçları amaç ediniyor. Araçların amaç edilmesi, insanın sapmasının bir göstergesidir. Çünkü aslında insan özünde yüce amaca meyyâl olarak yaratılmıştır. Lâkin nefsi onu bu amaca yönelmekten saptırmaktadır:

 

“Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi” (Beled 11-12).

 

İnsanın yüce amacı terk edip basit araçlara yönelmesi ve araçları amaç yapmasının nedenini bu âyet çok net açıklıyor. Çünkü yüce amaçlar sonsuzluğa açıldığı için bedeli de üzerlerinde taşırlar. Bu nedenle yüce amaçlar peşince olmak için bâzı bedelleri göze alabilmek gerekir. En azından kafa ve beden konforunu bozmak gerekir. İnsanlar bu bedeli ödemekten kaçınca araçlara yöneliyor ve o sarp yokuşu es geçiyor. Hâlbuki sarp yokuşun arkası cennettir. Bi-gayretle o yokuşu geçenler ebedî nîmet diyârına ulaşırlar. O sarp yokuşa yanaşmayanlar ise, mecbûren araçlara sarılırlar ve araçları amaç hâline getirirler. 

 

Çalışmak bir araçtır. Modern zamanlarda insanlar onu amaç edindi. İş ve çalışmak modern insan için amaçtır. İyi de ne için çalışılıyor?. Araçlara ulaşmak için. Çalışmanın amacı araçlara ulaşmak içindir. Araçlara ulaşmanın amacı ise araçları kullanarak bir amaca yönelmek için değil, nefsin kışkırtılması ve rahat etmesi içindir. Böylece aslında araçlar üzerinden nefsiler amaç edinilmiş yâni ilahlaştırılmış olur:

 

“Kendi istek ve tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 43).

 

Araçları en çok amaç edinenler, nefislerini ilah edinenlerdir. Çünkü nefislerini ilah edinenler, âhireti gözden çıkarmış olanlardır.

 

İnsanın düşüncesi, amaçladığı hedef ile şekillenir. Hedefi olmayanın ise, zâten üzerinde düşüneceği bir düşüncesi bile yoktur. Onun tek düşüncesi araçlara ulaşmaktır.

 

Mutluluk bir amaç-hedef değil, bir sonuçtur. Amaç yerine geldiğinde mutluluk da ortaya çıkar. Gerçek mutluluk, cenneti kazanmaktır. Yoksa insanların çoğunun mutsuz olduğu hattâ perişân olduğu bir dünyâda mutlu olmak büyük bir sorundur. Asıl amaç ve hedef, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın rızâsını kazananlar Dünyâ’da olmasa da sonuçta âhirette mutlu olurlar.

 

Allah rızâsından başka hiç-bir şey “kesin amaç” olamaz. Allah’ın yarattığı her-şey insanın en büyük amacı için kullanacağı araçlardır. En büyük araç ise îman, takvâ,  teslîmiyet, Kur’ân ve Sünnet’tir. Vahyi ve Peygamber’in vahiy-merkezli hareket metodunu tâkip etmek, insanı o yüce amaç yolunda yürütür ve amaca ulaştırır ki bu amaç cennettir. Cenneti kazanmak uğruna helâl ve meşrû araçlara sarılmak da meşrûdur. Fakat yüce bir amacı olmayanların sarıldıkları araçlar onların amaçları olur. Büyük amaçları/hedefleri olmayanlar, hazların peşine düşmeye ve hazları düşlemeye başlarlar.

 

İslâm için, mevcut seküler-modern sapmanın “eski sapmalar”a göre farklılığı, kullandığı araçların daha kompleks olmasıdır. Artık insanlar daha kompleks araçlar kullanarak yüce amaçtan daha hızlı uzaklaşmakta ve kopmaktadırlar.

 

Hem namaz kılıp hem de “kötü insan” olanlar, namazı “hedef” yâni amaç olarak görenlerdir. Oysa namaz, kişiyi iyiliğe ve yüce amaca yönlendiren ve ileten bir “araç”tır.

 

Mevcut zamanda seküler sisteme karşı mücâdele edecek güç ve araçlara sâhip olmayanlar, yeterli dik duruşu gösteremeyeler, zihnen ve kâlben dik durmanın imtihanını vermelidirler. Dilleriyle ve elleriyle bir şey yap(a)mayanlar, en azından kâlplerini temiz tutmalıdırlar.

 

Allah “amaç”ı da yaratandır. “Bir amaç ortaya koyan”dır. Bu nedenle “Allah’ın amacı-hedefi” olmaz. Bu durumda “Allah kâinatı niçin yarattı” sorusu sorulamaz:

 

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır” (Lokmân 6).

 

Yüce bir hedef-amaç üzre olmayanlar, ya hazzın kuşatması, yada ölümü düşünmenin buhrânı içinde yaşarlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2020

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder