“Sizi boş bir amaç uğruna
yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Mü’minûn 115).
İnsanlık târihi, amaçlarla
araçların karıştırılmasının târihidir. Amaçlarla araçlar karıştırıldığında
amaçlar blôke olur ve araçlar amaç hâline gelir. Amaçlarla araçların
karıştırılması en çok da modernizm ile birlikte olmaktadır. Öyle ki, modernite
ile birlikte araçlar sayıca çok çeşitlenip çok fazlalaşınca, amaçlar görünmez
hâle gelmiştir. Artık insanlar amaç için değil araç için yaşamaya başlamıştır.
Modern insan, amaca yönelik değil, araca yönelik yaşamaktadır. Zîrâ bir amacı
kalmamıştır ve tüm amacı araçlara erişmek olmuş, sonunda da araçlar amaçlaşmıştır.
Zîrâ araçlar ilahlaştırılmıştır. Artık araçlar her-şeyken, amaçlar hiç-bir şey
değildir. Yüce bir amaç için yaşamak ise hem gereksiz bir şey olarak, hem de
ilkellik ve yobazlık olarak görülmektedir.
Allah araçları yarattığı
gibi amaçları da yaratandır. Allah’ın yarattığı bir şey O’nun gereksinimi ve
amacı olmaz. Allah sırât-ı müstakîm üzeredir fakat Allah’ın bir amacı olmaz. O “Hallâk”tır
ve sürekli yaratır. Yarattıkları için araçlar ve amaçlar koyar, kânunlar
belirler. Yâni araçlar ve amaçlar, yaratılmışlar için geçerlidir. Bu nedenle
Allah’ın bir amacı yoktur. Böyle olunca da “niçin, niye, ne zaman yarattı” gibi
sorular anlamsızdır. O zâten yaratır durur. Bu yaratma zorunlu bir yaratma
değildir ama Allah’lık, “yaratmak” demek olduğu için, O’nun niçin yarattığının
sorgulanması abestir. Fakat şu da var ki, Allah’ın yaratması, amacını içinde
taşır. Allah bir şeyi yarattıktan sonra ayrıca bir amaç belirlemez. Allah’ın
yaratması amaç belirlemesidir. Allah, yarattığında, amacı da yaratmış olur. Bu
nedenle der ki:
“O, amel (davranış ve
eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü
ve hayâtı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır” (Mülk 2).
Allah bir yaratma yaptığında
amacı da yaratmış olur. Çünkü O’nun yaratmasında bir eksiklik olmaz. Yaratılmışlar
içindeki bilinçli-akıllı varlıkların “niçin” sorusuna âyetteki cevâbı verir. İşte,
yarattığı bu “kâinat formatında” da genel bir amaç doğrultusunda ara-amaçlar ve
bu amaçlara ulaşmak için araçlar yaratmıştır. Allah’ın insanlar için koyduğu
amaç “O’na hakkıyla kul olmak”, O’nun rızâsını ve cenneti kazanmak” için
çalışmaktır. Bu amaç için kullanabileceğimiz en iyi araç Allah’ın en büyük nîmeti
olan vahiy yâni Kur’ân’dır. Ayrıca Allah, vahyin yanından vahyin en ideâl
temsilciliğini yapan peygamberleri de göndererek en güzel örnekliği da ortaya
koyar ki insanların bu örnekliğe bakarak bir hareket ve davranış metodu
belirlemelerinin önünü açmış olur.
Sünnetullahın, imtihanın ve
varlığın formatı gereğince ve de Allah’tan başkasının bilemeyeceği hikmetler
nedeniyle, genel amaca ulaşmada amacı hedef edinenlerin ellerinde her zaman
daha az araç olagelmiş ve sayıca ve güç olarak zayıf kalmışlardır. İmtihanın rajonu
budur. Fakat şöyle bir şey de vardır ki Allah “îman” denilen potansiyel bir
gücü de inananların kâlbine yerleştirir ki, aslında îmânın gücüne denk bir güç
yoktur aslında. Zîrâ Allah, ancak îman edenlere ve sâlih amelde bulunanlara yardım
eder ve Allah’ın yardım ettiğini hiç kimse yenemez.
Allah bâzen kullarına öyle
bir güç verir ki, karşısından bakınca bir şeye benzetilemeyen bir şey, o zamânın
en büyük gücünü alt edebilir. Meselâ bu bağlamda Hz. Mûsâ’nın âsâsı böyledir:
“Bunun üzerine âsâsını
bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderhâ oluverdi” (Şuârâ 32).
“Onlar da, iplerini ve
âsâlarını atıverdiler ve: ‘Firavun’un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün
olanlar gerçekten bizleriz’ dediler. Böylelikle Mûsâ da âsâsını bırakıverdi,
bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor” (Şuârâ 44-45).
“(Mûsâ:) ‘Siz atın’ dedi.
(âsâlarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete
düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Mûsâ’ya: ‘Âsânı
fırlat’ diye vahyettik. (O da fırlatınca) bir de baktılar ki, o bütün
uydurduklarını toplayıp yutuyor” (A’raf
116-117).
“Böylelikle (Mûsâ)
âsâsını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi” (A’raf 107).
Yüce amaç uğruna teslîmiyetini
tam gösterenlere ve îmanlarını en net şekilde ortaya koyanların yardımcısı
Allah’tır. Allah kimin yardımcısı ise, üstün olan odur:
“Gevşemeyin, üzülmeyin;
eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).
Demek ki teslimiyetten
(îman) doğan basit araçlar, teknolojinin üstün araçlarını alt edebiliyor. Bunun
en iyi örneği, Firavun’un sihirbazlarının üstün teknolojik araçlarının, Hz.
Mûsâ’nın “âsâ”sı tarafından yok edilmesidir. Teslîmiyet hem araç hem de
amaçtır.
Âhiret bilinci ve “cennet
hedefi” ile yaşamayanlar, sürekli olarak modern hayâtın üst seviyesi için hayâl
kurarlar. Zîrâ âhireti amaç edinmeyenler
Dünyâ’yı alabildiğine amaç edinirler. Bu aslında şeytan, nefs ve tâğutun ayartmasının
bir sonucudur. Fakat insan madde ile aslâ mutmain olmaz. Zîrâ insan salt
maddeden ibâret değildir. Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için bu
tatminsizlik ve eksiklik yine sürekli olarak madde ile desteklenmek ve
tamponlanmak zorunda bırakır insanı. Böylece hayat “tatminsizliği
tamponlamak”la ziyân olur gider. Çünkü kâlpler ancak Allah’ın zikri-Kur’ân ile
tatmin olur.
İnsanlar târih boyunca
konuşmalarını, “söz ile ve insanlara göre” olmaktan; “yazıya, telgrafa,
telefona, televizyona, bilgisayara, internete ve sosyâl medyaya göre” şeklinde
değiştirmiştir. Araçlar konuşmanın yönünü ve yöntemini belirliyor. İnsanları
araçlar yönlendiriyor ve hiç olmadık yönlere bile sürükleyebiliyor. Çünkü yüce
bir amaç olmadığında araçlar amaç hâline geliyor. İnsanlar yüce bir amaçtan
kopuk olunca her-şeyi boş olarak görüyor. Böylece araçlara yöneliyor ve araçları
amaç ediniyor. Araçların amaç edilmesi, insanın sapmasının bir göstergesidir.
Çünkü aslında insan özünde yüce amaca meyyâl olarak yaratılmıştır. Lâkin nefsi
onu bu amaca yönelmekten saptırmaktadır:
“Biz ona ‘iki yol-iki
amaç’ gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi” (Beled 11-12).
İnsanın yüce amacı terk edip
basit araçlara yönelmesi ve araçları amaç yapmasının nedenini bu âyet çok net
açıklıyor. Çünkü yüce amaçlar sonsuzluğa açıldığı için bedeli de üzerlerinde
taşırlar. Bu nedenle yüce amaçlar peşince olmak için bâzı bedelleri göze
alabilmek gerekir. En azından kafa ve beden konforunu bozmak gerekir. İnsanlar
bu bedeli ödemekten kaçınca araçlara yöneliyor ve o sarp yokuşu es geçiyor.
Hâlbuki sarp yokuşun arkası cennettir. Bi-gayretle o yokuşu geçenler ebedî
nîmet diyârına ulaşırlar. O sarp yokuşa yanaşmayanlar ise, mecbûren araçlara
sarılırlar ve araçları amaç hâline getirirler.
Çalışmak bir araçtır. Modern
zamanlarda insanlar onu amaç edindi. İş ve çalışmak modern insan için amaçtır.
İyi de ne için çalışılıyor?. Araçlara ulaşmak için. Çalışmanın amacı araçlara
ulaşmak içindir. Araçlara ulaşmanın amacı ise araçları kullanarak bir amaca
yönelmek için değil, nefsin kışkırtılması ve rahat etmesi içindir. Böylece
aslında araçlar üzerinden nefsiler amaç edinilmiş yâni ilahlaştırılmış olur:
“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?” (Furkân 43).
Araçları en çok amaç
edinenler, nefislerini ilah edinenlerdir. Çünkü nefislerini ilah edinenler,
âhireti gözden çıkarmış olanlardır.
İnsanın düşüncesi, amaçladığı hedef ile şekillenir.
Hedefi olmayanın ise, zâten üzerinde düşüneceği bir düşüncesi bile yoktur. Onun
tek düşüncesi araçlara ulaşmaktır.
Mutluluk
bir amaç-hedef değil, bir sonuçtur. Amaç yerine geldiğinde mutluluk da ortaya çıkar.
Gerçek mutluluk, cenneti kazanmaktır. Yoksa insanların çoğunun mutsuz olduğu
hattâ perişân olduğu bir dünyâda mutlu olmak büyük bir sorundur. Asıl amaç ve
hedef, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın rızâsını kazananlar Dünyâ’da
olmasa da sonuçta âhirette mutlu olurlar.
Allah rızâsından başka
hiç-bir şey “kesin amaç” olamaz. Allah’ın yarattığı her-şey insanın en büyük
amacı için kullanacağı araçlardır. En büyük araç ise îman, takvâ, teslîmiyet, Kur’ân ve Sünnet’tir. Vahyi ve
Peygamber’in vahiy-merkezli hareket metodunu tâkip etmek, insanı o yüce amaç
yolunda yürütür ve amaca ulaştırır ki bu amaç cennettir. Cenneti kazanmak
uğruna helâl ve meşrû araçlara sarılmak da meşrûdur. Fakat yüce bir amacı olmayanların
sarıldıkları araçlar onların amaçları olur. Büyük amaçları/hedefleri
olmayanlar, hazların peşine düşmeye ve hazları düşlemeye başlarlar.
İslâm için, mevcut seküler-modern
sapmanın “eski sapmalar”a göre farklılığı, kullandığı araçların daha kompleks
olmasıdır. Artık insanlar daha kompleks araçlar kullanarak yüce amaçtan daha
hızlı uzaklaşmakta ve kopmaktadırlar.
Hem namaz
kılıp hem de “kötü insan” olanlar, namazı “hedef” yâni amaç olarak görenlerdir.
Oysa namaz, kişiyi iyiliğe ve yüce amaca yönlendiren ve ileten bir “araç”tır.
Mevcut zamanda seküler
sisteme karşı mücâdele edecek güç ve araçlara sâhip olmayanlar, yeterli dik
duruşu gösteremeyeler, zihnen ve kâlben dik durmanın imtihanını vermelidirler.
Dilleriyle ve elleriyle bir şey yap(a)mayanlar, en azından kâlplerini temiz
tutmalıdırlar.
Allah “amaç”ı da yaratandır.
“Bir amaç ortaya koyan”dır. Bu nedenle “Allah’ın amacı-hedefi” olmaz. Bu
durumda “Allah kâinatı niçin yarattı” sorusu sorulamaz:
“İnsanlardan öyleleri
vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu
edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın alırlar. İşte onlar için
aşağılatıcı bir azab vardır” (Lokmân
6).
Yüce bir hedef-amaç üzre
olmayanlar, ya hazzın kuşatması, yada ölümü düşünmenin buhrânı içinde yaşarlar.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder