“De ki:
Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber
vereyim mi?. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken,
kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin
âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri
boşa çıkmıştır, kıyâmet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız” (Kehf 103-105).
Modernizm bir “anlamsızlık” ve “anlamsızlaştırma”
uygarlığıdır. Modernizm, “açıklama”nın “anlamlandırma”ya üstün tutulmasıdır.
Kâinâtın ilk yasası anlamlılık yasasıdır. Bu yasaya uyulmadığında diğer
yasalara uymanın bir anlamı olmaz. İnsanın başına gelebilecek en büyük felâket,
anlamdan kopmasıdır. Çünkü anlamsızlık Allahsızlıktır. Zîrâ anlam demek Allah
demektir.
Modernite, anlamdan kopuk
bir hayat önermesiyle insanları bunalıma soktu-sokuyor. Fakat şu bilinmelidir
ki, anlamlı olmayan hayat-tarzları, kendi-kendilerini bitirmeye mahkûm ve
mecburdur. Dünyâ bir anlamsızlık girdabında boğulmaktadır. Mevcut Dünyâ
“anlamsız” bir Dünyâ’dır. Mü’minin bu anlamsız Dünyâ’ya anlam katma zorunluluğu
vardır. Gerekirse bunu, Dünyâ’nın altını üstüne getirerek yapması gerekir. Zîrâ
anlamsızlık, insanın başına gelebilecek en büyük fitne ve belâdır.
Allah’a, âhirete, meleklere,
peygamberlere ve kitaplara îman etmeyenler yâni anlamdan yoksun olanlar,
mecbûren Dünyâ hazlarını “din” yaparlar. Maddeyi ilahlaştırırlar, parayı
ilahlaştırırlar, nefislerini ilahlaştırırlar. Paranın yâni maddenin hâkim
olduğu ve anlamın kaybolduğu yerde ne rûh kalır, ne değer kalır ne de ahlâk
kalır.
İnsanın “sürekli ilgilendiği
şey” hakkındaki yargısı genişler. Sonuçta incelediği şeye, olduğundan çok daha
fazla anlam ve özellik yüklemeye başlar. Eşyâya gereğinden fazla ve taşımadığı
anlamlar yüklemek yanlıştır. Çünkü bir şey ne ise odur.
Semirmiş insanda
“anlamlandırma” ya çok az olur yada hiç olmaz. Anlamlandırma, bir şeyin
eksikliği, yokluğu ve özleminde olur. Sınırsızlıkta anlam kaybolur. Zîrâ
sınırsız olan tek varlık Allah’tır. Meselâ kâinâta “sınırsız” derseniz Allah
inkâr edilmeye başlanır. Allah olmayınca anlam da kaybolur. Varlıktaki anlam,
maddenin kendisinde değil, “yaratılması”ndadır. Allah’ın yaratmış olması
maddeyi değerli kılar. Madde “yaratılmış” olduğu için anlamlıdır, yoksa
kendi-kendine olan bir şeyde anlam bulunmaz.
Apaçıktır ki, îmanlı bir
yaşam, îmansız bir yaşamdan daha anlamlıdır. İnsanın dîni, “varlığı onunla
anlamlandırdığı şey”dir. Varlığı ne ile anlamlandırıyorsanız, dîniniz de
ilahınız da odur. Fakat varlık gerçek anlamda sâdece Allah ile anlamlı hâle
gelebilir. Zîrâ anlam demek Allah demektir. Anlamı çıkardığınızda insanın
yaptıkları şeyler çok saçma olur. Anlam, mantıksız gibi görülen şeyleri yüce
hedefler haline getirir.
Kıyâmet kopmadıkça Kur’ân’ın
anlamı tükenmez. Kur’ân’da “zamanla anlamsızlaşacak” âyetler yoktur. Çünkü Kur’ân’da
“pasif anlamlar” yoktur. Kur’ân’ın anlamları, “güzel
örneklik” olan Peygamberimiz’in Sünnet’i ile (Ahzâb 21) ete-kemiğe bürünmüştür
ve Dünyâ anlamla dolmaya başlamıştır. İslâm, sâdece dört duvar arasında
anlamlandırılacak bir din değildir. Hayâtın tümü anlamlı hâle gelinceye kadar
anlamlandırma faaliyeti devâm eder. Bu da anlamlandırmanın kıyâmete kadar
süreceği demektir. Kur’ân’ın hedefi hem iç-âlemleri hem de dış-âlemi anlamlandırmaktır.
Bu nedenle iç-âlemimizi vahiy ile anlamlandırdıktan sonra, dış-âlemi de
anlamlandırmak için Sünnet örnekliğini de göz-önünde bulundurmamız şarttır. Sünnet
göz-ardı edildiğinde, Kur’ân’ın anlamları izâfileşebilir. Güzel örneklik, anlamlandırmanın
hayattaki sağlamasıdır, çünkü en doğru anlayışın ve anlamlandırmanın
pratikliğidir. Eğer “Allah’ın dînini ve sözünü hayâtın her alanında
hâkim kılmak” mücâdelesi içinde olunmayacaksa, müslüman olmanın ne anlamı ve ne
heyecânı vardır ki?.
Varlığı Allah ile anlamayı
ve açıklamayı zûl görenlere, varlığı anlamlandırmak için ne “zaman” yeter ne de
“mekân”. Bu nedenle de “milyarlarca yıl”dan ve “sonsuz evrenler”den bahsedip
dururlar. Fakat bu da tatmin etmez. Çünkü, “Kâlpler ancak Allah’ın zikri ile
tatmin bulur” (Ra’d 28).
Anlamlı yaşamak “sınırlı
yaşamak”tır, sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir.
Meselâ “sınırlı yemek” demek olan oruç, “yemek”e anlam katar. İnfâk ettiğiniz
para, malınıza anlam katar. Abdest alıp namaz kılmak, zamânınıza anlam katar.
Hac, ümmete anlam katar yada katması gerekir. Hac, anlamsız bir turizm
etkinliği değildir. İslâm’ın her emri, nehyi ve tavsiyesi, anlamı çoğaltmak ve
yaymak için, en sonunda da Dünyâ’yı anlam ile doldurmak içindir. Zîrâ Dünyâ’dan
Cennet’e ancak bu yolla bir köprü kurulabilir ve Cennet’e ulaşılabilir. O hâlde
hayâtınıza anlam katan bir şey yoksa, bir hedef, ideâl ve amacınız yoksa; siz insan
olamazsınız, maâzallah bir hayvan, hattâ hayvandan da aşağı bir varlık hâline
dönersiniz ki azap edilen kavimlerin içinde yaşayanlar böyle oldukları için
azaplarla karşılaşmışlardı.
Haz ile anlam aynı-anda
birlikte bulun(a)maz. Hazza yöneldiğinizde anlamdan, anlama yöneldiğinizde de
hazdan vazgeçmeniz yada en azından hazdan kısmanız gerekir. Bu nedenle anlam,
vazgeçmektedir. Anlamsızlıktan vazgeçmenin bizzat kendisi anlamlıdır.
Anlamlı olunca akla uygunluk
ikinci plânda kalır. Eğer anlamlı yâni Allah’lı bir yola çıktıysanız orada akıl
ve mantık ikinci plânda kalır, kalabilir. Bunun örneği Mute Savaşı’dır. Mute, aklın
ve mantığın değil, îmânın ve anlamın bir savaşıdır. Akla ve mantığa kalsa böyle
bir savaşa çıkmak anlamsız ve imkânsızdır. Zîrâ 150.000 kişiye karşı 3.000 kişi
ile meydana çıkmanın akıl ve mantıkla îzâhı yapılamaz.
Hümanizme göre kâinatta bir
“anlam” yoktur. Bu nedenle kâinatta bir anlam aramak boşunadır. Anlamın kaynağı
Allah değil, “evrimini tamamlamış” olan insandır. Kâinâta anlamı “modernleşmiş
Homo Sapiens” verir. Fakat aslında onun anlam dediği şey haz ve zevkten başkası
değildir. Zîrâ modernite anlamı değil, hazzı ve zevki, dolayısı ile fitne ve
fesadı çoğaltmaktadır. Bu-arada anlam kaybolmakta ve insanların iç-âlemleri
bomboş hâle gelmektedir. Modern insanın krizi bu nedenledir. Modern insan bir
türlü tatmin olamamaktadır. Çünkü gerçek tatmin kâlp ile ilgilidir ve kâlpler
ise ancak Allah’ın zikri ile tatmin olabilir. Allah’ın zikri ise Kur’ân’dır.
Kur’ân ile tatmin olmak, hayâtı Kur’ân ile anlamlandırmak yâni Kur’ân ile
doldurmakla olur. Aksi-hâlde her-şey anlamsız olur. Anlamsızlığın sonu
ahlâksızlıktır, adâletsizliktir, şirktir, küfürdür ve dolayısı ile zulümdür.
Evet; anlamsızlık zulüm açığa çıkarır ve Dünyâ anlam ile dolacağına zulüm ile
dolmaya başlar. İşte bu yüzden mü’minler Dünyâ’ya kapılmazlar, Dünyâ’da,
“cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar.
Bir kötülüğe yapılan îtiraz,
ancak “iyi” tarafından olursa anlamlı ve tutarlı olur. Yoksa kötüye, diğer bir
kötülük tarafından yapılan îtiraz hem anlamsız, hem de tutarsızdır. Hak ile
bâtıl arasındaki farkın anlamsızlaşması, bâtıla alan açarken, hakkı blôke eder.
Zîrâ hak, anlamsız bâtıl ile bir-araya gelemez., bir-arada duramaz.
Modern bilim, bir
“anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Zîrâ modern bilim parçalayıcıdır. Parçalanan
şey anlamsızlaşır. Parçalanan bütün, “o” olmaktan çıkar ve böylece anlamı
kaybolur. Bir şeyi aşırı araştırıp incelemek, o şeyi anlamsızlaştırır. Modern
teoriler ve modern hayat-tarzı, bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Eşyâya
taşımadığı anlamlar yükler. Modern hümanist bilim, “evreni Allah’tan bağımsız
olarak anlamlandırma(!)” öğretisidir. Bu nedenle de modern-bilimde bir anlam
aramak boşunadır. O ancak anlamsız soğuk deneyler yapar ve anlamsız ve
Allah’sız sonuçlar açığa çıkarır ki bunlar da anlamsız olduğu için kısa sürede
yetersiz gelmeye başlar ve değiştirilmek zorunda kalınır. Zîrâ anlamlı ve
dolayısı Allah’lı olmayınca insana hiç-bir şey yetmez, onu hiç-bir şey kesmez
ve bir zaman önce kendisini heyecanlandıran şeyden bir zaman sonra sıkılıp
nefret etmeye başlar. Bir zaman önce “mutlak doğru” olarak gördüğü şeyi kısa
süre sonra yanlışlar ve elinin tersiyle iter. Böylece Dünyâ’da bir anlamsızlık
girdabı içinde yaşar ve ölür gider. Sonunda da cehennemi boylar. Çünkü anlamsız
yâni Allah’sız yaşamanın cezâsı, âhirette de Allah’sız yaşamaktır. Anlamsız-Allah’sız
yaşayanlar, âhirette Allah’ın nîmetlerinden mahrûm kalırlar.
Hayat boşluk kabûl etmez,
hayâtını anlamlı şeylerle doldurmayanlar mutlakâ anlamsız şeylerle doldurmak
zorunda kalırlar. Fakat anlamsız olunca onu aslâ tatmin etmez, boğar ve sıkar.
Bu yüzden, eğer çok sıkılıyorsanız, “anlamsız bir hayat” yaşıyorsunuz demektir.
Yerine daha iyisini
yap(a)mayacaksanız, “yıkma”nın bir anlamı olmaz. Yıkmak, daha iyisini ve
anlamlısını yapmak için olmalıdır.
Ölüm korkusunun şiddeti,
kişinin yaşamındaki tatminsizliğin şiddetine eşittir. Hayatta tam anlamıyla
tatmin olamayanlar, ölümden çok korkarlar.
Yazacak şeyleri olmayanlar,
anlamsız cümleler kurarlar.
Tasavvuf da “anlam katıyorum”
diyerek her-şeyi anlamsızlaştırır. Çünkü her-şeyi Allahsızlaştırır. Bunu, -hâşâ-
her-şeyi Allah îlân ederek yapar. Her-şey Allah olunca, aslında Allah inkâr
edilmiş olur. Tasavvuf bu bağlamda her-şeyin Allah olduğunu su, buz, kar ve
dolu örneği ile göstermek ve ispât etmek isterler. “Buz, kar ve dolu da sudur, aslı
sudur, ama buz, kar ve dolu olarak gözükürler, sonunda aslına döneceklerdir.
Ölmeden önce bunu anlayanlar kendilerinin de ‘asıl olan varlık’ yâni Allah
olduklarını idrâk etmiş olurlar” derler. Fakat bu mantığa göre şöyle bir sonuç ortaya
çıkıyor; su, buz, kar ve dolunun tamâmı aslında maddedir. Aynı şeydir yâni. Buna
göre; “bir ‘bâkî madde’ yâni ‘su’ vardır, bir de ‘fânî maddeler’ yâni buz, kar
ve dolu vardır. Fâni maddelerin hayâtiyeti sona erince ‘bâki maddeler’ hâline
geliyorlar” mantığı ortaya çıkar. Bu, Allah ile tüm varlık ve hattâ insan arasında
da böyledir. Fakat bunu kabûl ettiğimizde “her-şey maddedir” dememiz gerekir.
Şimdi, bir insan var,
maddeden müteşekkil maddî bir varlık. Su ve buz misâli, Allah iken insan olmuş.
Allah’ın bir değişimi ve görünümü ile insana dönmüş. Geçici olarak insan gibi
görünüyor. Buz aslında su ise, buz eriyince yâni hayâtiyeti bitince aslında
dönüp su oluyorsa yâni sudan suya bir dönüş oluyorsa, o zaman maddeden
müteşekkil olan insan da maddeden maddeye dönecektir. İnsanın hayâtiyeti
bitince nereye dönüyor?. “Fânî insan” ölünce “bâkî insan”a yâni Allah’a dönüyor.
Fânî madde bâkî maddeye dönmüş oluyor. Çünkü Allah’a dönmek maddeye dönmek
demek oluyor. O zamanda “varlığın tamâmı fânî maddedir, Allah ise bâkî maddedir”
sonucu çıkıyor. Böylece “lâ mevcûde illâ madde (yada enerji)” yâni “maddeden
başka varlık yoktur” ve “maddeden başka ilah yoktur” sonucuna ulaşılıyor ki bu
Panteizmdir. Vahdet-i Vücut denilen şey de aslında Panteizmdir. Buna göre
her-şey bâkîdir ve fânî olan bir şey yoktur. Yâni aslında sanıldığı gibi bir
Allah yoktur ve “sâdece bâkî madde vardır”. Fânî ile bâkî aynı şeydir. Bâkî
maddenin bir bilincinin olmasına da gerek yoktur. Her-şey şansına oluyor. O
bilinç maddeye içkindir. Maddeye içkin olan bilinç her yeni yaratılışta
potansiyel olarak bulunuyorsa da, her yaratılışta ortaya çıkmak zorunda
değildir. Çünkü ayrıca bir bilinçli varlık yoktur. Böylece materyâlizm haklı
çıkıyor. Evrim Teorisi haklı çıkıyor. Dolayısı îman ettiğimiz şekilde bir âhiret
yoktur, melek yoktur, vahiy yoktur, peygamberlik diye bir şey yoktur ve
“Muhammed kendini Peygamber îlân etmiş, Kur’ân’ı da kendisi yazmış” düşüncesi
doğru olmuş oluyor. “İslâm, isyân içeren bir eşitlik hareketinden başkası
değildir” sonucu çıkıyor. Çünkü anlam ortadan kalkmıştır ve her-şey
anlamsızlaşmıştır.
Bu düşüncede yâni
anlamsızlıkta, aslında iyilik-kötülük, çirkinlik-güzellik, şerefsizlik-asâlet,
haram-helâl, günah-sevap, şirk-küfür, zulüm vs. sayısı sınırsız olan her “iyi”
ve “kötü” dediğimiz şey buharlaşıp yok oluyor. Böyle olunca sorumluluk almak
çok saçmadır. Hattâ aslında tevhid edilecek bir şey de yoktur. Maddeden başka
bir şeyin olmadığını bilmek ve buna inanmak yeterlidir. Böyle inanınca da
insana düşen şey, “Dünyâ’da en güzel-yakışıklı, en zengin, en sağlıklı, en
yoğun haz ve zevk içinde en uzun hayâtı yaşamak ve hattâ mümkünse hiç ölmeden
yaşamayı sağlamak”tır. Önemli olan budur. Çünkü anlam diye bir şey yoktur. Tek
şey haz ve zevk almak ve acıdan olabildiğince kaçmaktır. En üstün ve en iyi
insan da zâten hiç acı duymadan ve sıkıntı çekmeden kesintisiz haz ve zevk
içinde yaşayan insandır. Tabi bu düşüncede olan insan, diğer insanların hakkını
kolayca yiyebilecek, kendi hazzı için başkalarının hazzını kesebilecektir. Yumurtasını
pişirmek için Dünyâ’yı yakmayı bile göze alabilecektir. Üstelik bunu “hak”
olarak görecektir.
Sonuçta hayat; zenginler,
fizîken güçlüler, yakışıklı ve güzeller, cins kafalılar gibileri için cennete
dönüşürken, büyük çoğunluk için cehenneme dönecektir. Zâten onlar “olmasa da olur,
hattâ olmasa daha iyi olur” varlıklardır. Biraz daha sabretmek yeterlidir.
Çünkü ne de olsa, onların yerine biz ne istersek onu yapacak olan yapay zekâya
sâhip robotlar geçecektir.
Evet, anlamdan kopmak Allah’tan
kopmaktır. Allah’tan kopmak ise “insanlıktan çıkmak” anlamına gelir. Zîrâ
anlamlandırmayı sâdece insan yapabilir. Eğer anlamlandırma yapılmayacaksa, o zaman
insan olmanın bir farkı kalmaz. Böylece anlamlandırmadan yoksun olan hayvanlara
dönülmüş olunur. Anlam olmayınca ha hayvan olmuşsunuz, ha bitki, ha bir taş..
Ne fark eder ki!.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder