5 Mart 2023 Pazar

Anlamsızlık Allahsızlıktır

 

“De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyâmet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız” (Kehf 103-105).

 

Modernizm bir “anlamsızlık” ve “anlamsızlaştırma” uygarlığıdır. Modernizm, “açıklama”nın “anlamlandırma”ya üstün tutulmasıdır. Kâinâtın ilk yasası anlamlılık yasasıdır. Bu yasaya uyulmadığında diğer yasalara uymanın bir anlamı olmaz. İnsanın başına gelebilecek en büyük felâket, anlamdan kopmasıdır. Çünkü anlamsızlık Allahsızlıktır. Zîrâ anlam demek Allah demektir.

 

Modernite, anlamdan kopuk bir hayat önermesiyle insanları bunalıma soktu-sokuyor. Fakat şu bilinmelidir ki, anlamlı olmayan hayat-tarzları, kendi-kendilerini bitirmeye mahkûm ve mecburdur. Dünyâ bir anlamsızlık girdabında boğulmaktadır. Mevcut Dünyâ “anlamsız” bir Dünyâ’dır. Mü’minin bu anlamsız Dünyâ’ya anlam katma zorunluluğu vardır. Gerekirse bunu, Dünyâ’nın altını üstüne getirerek yapması gerekir. Zîrâ anlamsızlık, insanın başına gelebilecek en büyük fitne ve belâdır.

 

Allah’a, âhirete, meleklere, peygamberlere ve kitaplara îman etmeyenler yâni anlamdan yoksun olanlar, mecbûren Dünyâ hazlarını “din” yaparlar. Maddeyi ilahlaştırırlar, parayı ilahlaştırırlar, nefislerini ilahlaştırırlar. Paranın yâni maddenin hâkim olduğu ve anlamın kaybolduğu yerde ne rûh kalır, ne değer kalır ne de ahlâk kalır.

 

İnsanın “sürekli ilgilendiği şey” hakkındaki yargısı genişler. Sonuçta incelediği şeye, olduğundan çok daha fazla anlam ve özellik yüklemeye başlar. Eşyâya gereğinden fazla ve taşımadığı anlamlar yüklemek yanlıştır. Çünkü bir şey ne ise odur.

 

Semirmiş insanda “anlamlandırma” ya çok az olur yada hiç olmaz. Anlamlandırma, bir şeyin eksikliği, yokluğu ve özleminde olur. Sınırsızlıkta anlam kaybolur. Zîrâ sınırsız olan tek varlık Allah’tır. Meselâ kâinâta “sınırsız” derseniz Allah inkâr edilmeye başlanır. Allah olmayınca anlam da kaybolur. Varlıktaki anlam, maddenin kendisinde değil, “yaratılması”ndadır. Allah’ın yaratmış olması maddeyi değerli kılar. Madde “yaratılmış” olduğu için anlamlıdır, yoksa kendi-kendine olan bir şeyde anlam bulunmaz.

 

Apaçıktır ki, îmanlı bir yaşam, îmansız bir yaşamdan daha anlamlıdır. İnsanın dîni, “varlığı onunla anlamlandırdığı şey”dir. Varlığı ne ile anlamlandırıyorsanız, dîniniz de ilahınız da odur. Fakat varlık gerçek anlamda sâdece Allah ile anlamlı hâle gelebilir. Zîrâ anlam demek Allah demektir. Anlamı çıkardığınızda insanın yaptıkları şeyler çok saçma olur. Anlam, mantıksız gibi görülen şeyleri yüce hedefler haline getirir.  

 

Kıyâmet kopmadıkça Kur’ân’ın anlamı tükenmez. Kur’ân’da “zamanla anlamsızlaşacak” âyetler yoktur. Çünkü Kur’ân’da “pasif anlamlar” yoktur. Kur’ân’ın anlamları, “güzel örneklik” olan Peygamberimiz’in Sünnet’i ile (Ahzâb 21) ete-kemiğe bürünmüştür ve Dünyâ anlamla dolmaya başlamıştır. İslâm, sâdece dört duvar arasında anlamlandırılacak bir din değildir. Hayâtın tümü anlamlı hâle gelinceye kadar anlamlandırma faaliyeti devâm eder. Bu da anlamlandırmanın kıyâmete kadar süreceği demektir. Kur’ân’ın hedefi hem iç-âlemleri hem de dış-âlemi anlamlandırmaktır. Bu nedenle iç-âlemimizi vahiy ile anlamlandırdıktan sonra, dış-âlemi de anlamlandırmak için Sünnet örnekliğini de göz-önünde bulundurmamız şarttır. Sünnet göz-ardı edildiğinde, Kur’ân’ın anlamları izâfileşebilir. Güzel örneklik, anlamlandırmanın hayattaki sağlamasıdır, çünkü en doğru anlayışın ve anlamlandırmanın pratikliğidir. Eğer “Allah’ın dînini ve sözünü hayâtın her alanında hâkim kılmak” mücâdelesi içinde olunmayacaksa, müslüman olmanın ne anlamı ve ne heyecânı vardır ki?.

 

Varlığı Allah ile anlamayı ve açıklamayı zûl görenlere, varlığı anlamlandırmak için ne “zaman” yeter ne de “mekân”. Bu nedenle de “milyarlarca yıl”dan ve “sonsuz evrenler”den bahsedip dururlar. Fakat bu da tatmin etmez. Çünkü, “Kâlpler ancak Allah’ın zikri ile tatmin bulur” (Ra’d 28).     

 

Anlamlı yaşamak “sınırlı yaşamak”tır, sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir. Meselâ “sınırlı yemek” demek olan oruç, “yemek”e anlam katar. İnfâk ettiğiniz para, malınıza anlam katar. Abdest alıp namaz kılmak, zamânınıza anlam katar. Hac, ümmete anlam katar yada katması gerekir. Hac, anlamsız bir turizm etkinliği değildir. İslâm’ın her emri, nehyi ve tavsiyesi, anlamı çoğaltmak ve yaymak için, en sonunda da Dünyâ’yı anlam ile doldurmak içindir. Zîrâ Dünyâ’dan Cennet’e ancak bu yolla bir köprü kurulabilir ve Cennet’e ulaşılabilir. O hâlde hayâtınıza anlam katan bir şey yoksa, bir hedef, ideâl ve amacınız yoksa; siz insan olamazsınız, maâzallah bir hayvan, hattâ hayvandan da aşağı bir varlık hâline dönersiniz ki azap edilen kavimlerin içinde yaşayanlar böyle oldukları için azaplarla karşılaşmışlardı.

 

Haz ile anlam aynı-anda birlikte bulun(a)maz. Hazza yöneldiğinizde anlamdan, anlama yöneldiğinizde de hazdan vazgeçmeniz yada en azından hazdan kısmanız gerekir. Bu nedenle anlam, vazgeçmektedir. Anlamsızlıktan vazgeçmenin bizzat kendisi anlamlıdır.

 

Anlamlı olunca akla uygunluk ikinci plânda kalır. Eğer anlamlı yâni Allah’lı bir yola çıktıysanız orada akıl ve mantık ikinci plânda kalır, kalabilir. Bunun örneği Mute Savaşı’dır. Mute, aklın ve mantığın değil, îmânın ve anlamın bir savaşıdır. Akla ve mantığa kalsa böyle bir savaşa çıkmak anlamsız ve imkânsızdır. Zîrâ 150.000 kişiye karşı 3.000 kişi ile meydana çıkmanın akıl ve mantıkla îzâhı yapılamaz.

 

Hümanizme göre kâinatta bir “anlam” yoktur. Bu nedenle kâinatta bir anlam aramak boşunadır. Anlamın kaynağı Allah değil, “evrimini tamamlamış” olan insandır. Kâinâta anlamı “modernleşmiş Homo Sapiens” verir. Fakat aslında onun anlam dediği şey haz ve zevkten başkası değildir. Zîrâ modernite anlamı değil, hazzı ve zevki, dolayısı ile fitne ve fesadı çoğaltmaktadır. Bu-arada anlam kaybolmakta ve insanların iç-âlemleri bomboş hâle gelmektedir. Modern insanın krizi bu nedenledir. Modern insan bir türlü tatmin olamamaktadır. Çünkü gerçek tatmin kâlp ile ilgilidir ve kâlpler ise ancak Allah’ın zikri ile tatmin olabilir. Allah’ın zikri ise Kur’ân’dır. Kur’ân ile tatmin olmak, hayâtı Kur’ân ile anlamlandırmak yâni Kur’ân ile doldurmakla olur. Aksi-hâlde her-şey anlamsız olur. Anlamsızlığın sonu ahlâksızlıktır, adâletsizliktir, şirktir, küfürdür ve dolayısı ile zulümdür. Evet; anlamsızlık zulüm açığa çıkarır ve Dünyâ anlam ile dolacağına zulüm ile dolmaya başlar. İşte bu yüzden mü’minler Dünyâ’ya kapılmazlar, Dünyâ’da, “cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar.

 

Bir kötülüğe yapılan îtiraz, ancak “iyi” tarafından olursa anlamlı ve tutarlı olur. Yoksa kötüye, diğer bir kötülük tarafından yapılan îtiraz hem anlamsız, hem de tutarsızdır. Hak ile bâtıl arasındaki farkın anlamsızlaşması, bâtıla alan açarken, hakkı blôke eder. Zîrâ hak, anlamsız bâtıl ile bir-araya gelemez., bir-arada duramaz.  

 

Modern bilim, bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Zîrâ modern bilim parçalayıcıdır. Parçalanan şey anlamsızlaşır. Parçalanan bütün, “o” olmaktan çıkar ve böylece anlamı kaybolur. Bir şeyi aşırı araştırıp incelemek, o şeyi anlamsızlaştırır. Modern teoriler ve modern hayat-tarzı, bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Eşyâya taşımadığı anlamlar yükler. Modern hümanist bilim, “evreni Allah’tan bağımsız olarak anlamlandırma(!)” öğretisidir. Bu nedenle de modern-bilimde bir anlam aramak boşunadır. O ancak anlamsız soğuk deneyler yapar ve anlamsız ve Allah’sız sonuçlar açığa çıkarır ki bunlar da anlamsız olduğu için kısa sürede yetersiz gelmeye başlar ve değiştirilmek zorunda kalınır. Zîrâ anlamlı ve dolayısı Allah’lı olmayınca insana hiç-bir şey yetmez, onu hiç-bir şey kesmez ve bir zaman önce kendisini heyecanlandıran şeyden bir zaman sonra sıkılıp nefret etmeye başlar. Bir zaman önce “mutlak doğru” olarak gördüğü şeyi kısa süre sonra yanlışlar ve elinin tersiyle iter. Böylece Dünyâ’da bir anlamsızlık girdabı içinde yaşar ve ölür gider. Sonunda da cehennemi boylar. Çünkü anlamsız yâni Allah’sız yaşamanın cezâsı, âhirette de Allah’sız yaşamaktır. Anlamsız-Allah’sız yaşayanlar, âhirette Allah’ın nîmetlerinden mahrûm kalırlar.

 

Hayat boşluk kabûl etmez, hayâtını anlamlı şeylerle doldurmayanlar mutlakâ anlamsız şeylerle doldurmak zorunda kalırlar. Fakat anlamsız olunca onu aslâ tatmin etmez, boğar ve sıkar. Bu yüzden, eğer çok sıkılıyorsanız, “anlamsız bir hayat” yaşıyorsunuz demektir.

 

Yerine daha iyisini yap(a)mayacaksanız, “yıkma”nın bir anlamı olmaz. Yıkmak, daha iyisini ve anlamlısını yapmak için olmalıdır.   

 

Ölüm korkusunun şiddeti, kişinin yaşamındaki tatminsizliğin şiddetine eşittir. Hayatta tam anlamıyla tatmin olamayanlar, ölümden çok korkarlar. 

 

Yazacak şeyleri olmayanlar, anlamsız cümleler kurarlar.

 

Tasavvuf da “anlam katıyorum” diyerek her-şeyi anlamsızlaştırır. Çünkü her-şeyi Allahsızlaştırır. Bunu, -hâşâ- her-şeyi Allah îlân ederek yapar. Her-şey Allah olunca, aslında Allah inkâr edilmiş olur. Tasavvuf bu bağlamda her-şeyin Allah olduğunu su, buz, kar ve dolu örneği ile göstermek ve ispât etmek isterler. “Buz, kar ve dolu da sudur, aslı sudur, ama buz, kar ve dolu olarak gözükürler, sonunda aslına döneceklerdir. Ölmeden önce bunu anlayanlar kendilerinin de ‘asıl olan varlık’ yâni Allah olduklarını idrâk etmiş olurlar” derler. Fakat bu mantığa göre şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor; su, buz, kar ve dolunun tamâmı aslında maddedir. Aynı şeydir yâni. Buna göre; “bir ‘bâkî madde’ yâni ‘su’ vardır, bir de ‘fânî maddeler’ yâni buz, kar ve dolu vardır. Fâni maddelerin hayâtiyeti sona erince ‘bâki maddeler’ hâline geliyorlar” mantığı ortaya çıkar. Bu, Allah ile tüm varlık ve hattâ insan arasında da böyledir. Fakat bunu kabûl ettiğimizde “her-şey maddedir” dememiz gerekir.

 

Şimdi, bir insan var, maddeden müteşekkil maddî bir varlık. Su ve buz misâli, Allah iken insan olmuş. Allah’ın bir değişimi ve görünümü ile insana dönmüş. Geçici olarak insan gibi görünüyor. Buz aslında su ise, buz eriyince yâni hayâtiyeti bitince aslında dönüp su oluyorsa yâni sudan suya bir dönüş oluyorsa, o zaman maddeden müteşekkil olan insan da maddeden maddeye dönecektir. İnsanın hayâtiyeti bitince nereye dönüyor?. “Fânî insan” ölünce “bâkî insan”a yâni Allah’a dönüyor. Fânî madde bâkî maddeye dönmüş oluyor. Çünkü Allah’a dönmek maddeye dönmek demek oluyor. O zamanda “varlığın tamâmı fânî maddedir, Allah ise bâkî maddedir” sonucu çıkıyor. Böylece “lâ mevcûde illâ madde (yada enerji)” yâni “maddeden başka varlık yoktur” ve “maddeden başka ilah yoktur” sonucuna ulaşılıyor ki bu Panteizmdir. Vahdet-i Vücut denilen şey de aslında Panteizmdir. Buna göre her-şey bâkîdir ve fânî olan bir şey yoktur. Yâni aslında sanıldığı gibi bir Allah yoktur ve “sâdece bâkî madde vardır”. Fânî ile bâkî aynı şeydir. Bâkî maddenin bir bilincinin olmasına da gerek yoktur. Her-şey şansına oluyor. O bilinç maddeye içkindir. Maddeye içkin olan bilinç her yeni yaratılışta potansiyel olarak bulunuyorsa da, her yaratılışta ortaya çıkmak zorunda değildir. Çünkü ayrıca bir bilinçli varlık yoktur. Böylece materyâlizm haklı çıkıyor. Evrim Teorisi haklı çıkıyor. Dolayısı îman ettiğimiz şekilde bir âhiret yoktur, melek yoktur, vahiy yoktur, peygamberlik diye bir şey yoktur ve “Muhammed kendini Peygamber îlân etmiş, Kur’ân’ı da kendisi yazmış” düşüncesi doğru olmuş oluyor. “İslâm, isyân içeren bir eşitlik hareketinden başkası değildir” sonucu çıkıyor. Çünkü anlam ortadan kalkmıştır ve her-şey anlamsızlaşmıştır.

 

Bu düşüncede yâni anlamsızlıkta, aslında iyilik-kötülük, çirkinlik-güzellik, şerefsizlik-asâlet, haram-helâl, günah-sevap, şirk-küfür, zulüm vs. sayısı sınırsız olan her “iyi” ve “kötü” dediğimiz şey buharlaşıp yok oluyor. Böyle olunca sorumluluk almak çok saçmadır. Hattâ aslında tevhid edilecek bir şey de yoktur. Maddeden başka bir şeyin olmadığını bilmek ve buna inanmak yeterlidir. Böyle inanınca da insana düşen şey, “Dünyâ’da en güzel-yakışıklı, en zengin, en sağlıklı, en yoğun haz ve zevk içinde en uzun hayâtı yaşamak ve hattâ mümkünse hiç ölmeden yaşamayı sağlamak”tır. Önemli olan budur. Çünkü anlam diye bir şey yoktur. Tek şey haz ve zevk almak ve acıdan olabildiğince kaçmaktır. En üstün ve en iyi insan da zâten hiç acı duymadan ve sıkıntı çekmeden kesintisiz haz ve zevk içinde yaşayan insandır. Tabi bu düşüncede olan insan, diğer insanların hakkını kolayca yiyebilecek, kendi hazzı için başkalarının hazzını kesebilecektir. Yumurtasını pişirmek için Dünyâ’yı yakmayı bile göze alabilecektir. Üstelik bunu “hak” olarak görecektir.

 

Sonuçta hayat; zenginler, fizîken güçlüler, yakışıklı ve güzeller, cins kafalılar gibileri için cennete dönüşürken, büyük çoğunluk için cehenneme dönecektir. Zâten onlar “olmasa da olur, hattâ olmasa daha iyi olur” varlıklardır. Biraz daha sabretmek yeterlidir. Çünkü ne de olsa, onların yerine biz ne istersek onu yapacak olan yapay zekâya sâhip robotlar geçecektir.

 

Evet, anlamdan kopmak Allah’tan kopmaktır. Allah’tan kopmak ise “insanlıktan çıkmak” anlamına gelir. Zîrâ anlamlandırmayı sâdece insan yapabilir. Eğer anlamlandırma yapılmayacaksa, o zaman insan olmanın bir farkı kalmaz. Böylece anlamlandırmadan yoksun olan hayvanlara dönülmüş olunur. Anlam olmayınca ha hayvan olmuşsunuz, ha bitki, ha bir taş.. Ne fark eder ki!.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder