5 Mart 2023 Pazar

Âhiretten Şüphe Etmek

 

“Hayır!; onlar şüphesiz âhiretten korkmuyorlar” (Müddesir 53).

 

İnsanların duyduğu şüphenin en ağırı, âhiretten duyduğu şüphedir. Îman, gayba îmandır. Allah’a, âhirete, meleklere, peygamberle ve kitaplara îman. Âhirete îman, temel îman umdelerinin şüphe konusunda en ağır olanıdır. Çünkü Allah’a Îman da çok da sorun yoktur. Belki sâdece inatçı ateistler Allah’a inanmazlar. Fakat herkesin kafasında; “mükemmel bir düzene ve nizâma sâhip olan bunca şeyin bir yaratıcısı olmalıdır” düşüncesini taşır. Zâten hem tüm peygamberlerin gönderildiği kavimler hem de Peygamberimiz’in gönderildiği Mekke Kureyş Kavmi Allah’a inanıyordu ve hattâ O’nu “en yüce ilah” olarak kabûl ediyordu. Meselâ deistler de Allah’a inanırlar ve O’nu yaratıp-geçen bir ilah olarak görürler. Fakat onların dîne, peygamberlere ve âhirete îmanları yoktur. Allah’a inanıyor olmak onları dîne yöneltmediği gibi âhiret bilincine de yöneltmemektedir. Bu nedenle haddim olmayarak ve “Allah-u âlem” diyorum ki, kanımca “Dünyâ’da iken âhirete îman etmek, Allah’a îman etmekten daha önemlidir”. Bu nedenle olsa gerek, Kur’ân sürekli olarak “Allah’a ve âhirete îmân”ı birlikte kullanmaktadır.    

 

Meleklere îman konusunda da çok sıkıntı yoktur. Allah’a inananlar O’nun melekleri de yaratmış olacağını kabûl edebilirler ki târih boyunca peygamberlerin tüm muhâtapları meleklere îman ediyorlardı. Peygamberler ve kendilerine inen vahiyler ise insan e kitap olarak zâhiren de göründükleri için, bunlara îman etmek demek, bunların Allah tarafından seçilip gönderilmiş olduğuna inanmak demektir. Aralarından tanıdıkları birine ve ona inen vahiylere îman etmek, işlerine pek gelmediği için insanlara her zaman zor gelmiştir. Çünkü peygamberler ve vahiyler, hep âhiret-merkezli konuşmuşlar ve insanları âhiret ile korkutmuşlar yada müjdelemişlerdir. Yâni peygamberlere ve kitaplara îman etmek, âhirete îman etmek demektir. İşin içine âhiret karışınca her zaman îman etmek sorun olmuş yada âhiretten ve dolayısı ile peygamberlerden ve kitaplardan şüphe duyulmuştur-duyulmaktadır. Zîrâ peygamberlerin ve kitapların dediğine göre insanların çoğu âhirette pişman olacaklar ve cehennem azâbına uğrayacaklardır:

 

O gün cehenneme diyeceğiz: ‘Doldun mu?’. O da: ‘Daha fazlası var mı?’ diyecek” (Kâf 30).

 

Îman etmek, “âhiret kaygısı duymak” demektir. Îman; “Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve âhiret gününe kayıtsız-şartsız teslim olmak ve hayatta da buna göre amelde-eylemde bulunmak” demektir.  Allah katında tek dîn İslâm’dır. Sâdece tek hak din olan İslâm, insanları hem Dünyâ’da hem de âhirette gerçek kurtuluşa götürebilir.

 

Tüm peygamberler ve Peygamberimiz, “Allah’ı kabûl etmeyen” değil, “âhireti kabûl etmeyen” bir topluma gönderilmiştir: “Onlar dediler ki: Bu dünyâ-hayâtımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz” (En-âm 29).

 

Gerçek iyiliğe, ahlâka ve adâlete ancak, Allah korkusu ve âhiret endişesi ile ulaşılabilir. Seküler-modern sistem; Allah-âhiret-cehennem korkusunu ve “cenneti hak etmek” inancını blôke ettiğinden dolayı, insanlık, çirkefliğin her türlüsüne mâruz kalıyor.

 

İki çeşit müslüman vardır: 1- Âhireti merkeze alarak İslâm’ı yaşayanlar. 2- Dünyâ’yı merkeze alarak İslâm’ı yaşadığını zannedenler. Dünyâ’ya mı yoksa âhirete mi daha bağlı olduğunuz, hangisini riske atmaktan ve ıskalamaktan daha çok korktuğunuzun sonucuna göre belli olur. Âhireti görmezden gelen ve arka-plâna atan modern insan, Dünyâ çıkarı için kendini paralamak zorunda kalıyor.

 

Aşırı Dünyâ sevgisi, âhiret sevgisizliğinden kaynaklanır. Çünkü insanlar Dünyâ’yı âhiretten daha çok sevdikleri için merkeze âhireti değil de Dünyâ’yı alırlar ve; “Dünyâ’da ne kadar rahat edersem, âhirette de o kadar rahat ederim” zannediyor.

 

Âhiret bilinci ve “cennet hedefi” ile yaşamayanlar, sürekli olarak modern hayâtın daha üst seviyesi için hayâl kurup dururlar. Bu aslında şeytan, nefs ve tâğutların dürtmesinin bir sonucudur. Oysa insan sâdece madde ile yâni Dünyâ ile aslâ mutmain olmaz. Zîrâ insan salt maddeden ibâret değildir. Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için bu tatminsizlik ve eksiklik yine sürekli olarak madde ile desteklenmek ve tamponlanmak zorunda bırakır insanı. Böylece hayat “tatminsizliği tamponlamak”la ziyân olur gider. Çünkü kâlpler ancak Allah’ın zikri-Kur’ân ile gerçek anlamda tatmin olabilir.

 

Âhirete îman etmiş ve Dünyâ’nın “geçici bir imtihan yeri” olduğu bilincine sâhip olan mü’minlerin, “Dünyâ’yı üst derecede coşkuyla yaşama” hayâli ve arzusu yoktur, olamaz. Kur’ân-merkezli âhiret îmânı ve bilinci olmayanların ise yapacağı yada hayâlini kuracağı şey, “refahı tâkip etmek”ten başkası değildir. Allah’a, âhirete, meleklere, peygamberlere ve kitaplara îman etmeyenler yâni anlamdan yoksun olanlar, mecbûren Dünyâ hazlarını “din” yaparlar.

 

Âhireti merkeze almayan din “hak din” değildir. Bu nedenle âhiret-merkezli olarak yaşamamak, “denizi sürmek” gibi bir şeydir. Sonuçta boşa kürek çekilmiş olunur ve hem Dünyâ’da hem âhirette zarar edilmiş olur.

 

Kapitâlizmin ve modern insanın zannına göre âhirette ilk sorulacak soru: “Dünyâ’da kaç para kazandın?” sorusudur. Çünkü Dünyâ’ya ve kazanmaya bu kadar bağlı olmanın başka bir nedeni olamaz.

 

İnsanın Dünyâ’da “kalıcı” eserler bırakması güzel bir şeydir. Fakat onu kurtaracak olan şey “geride bıraktıkları” değil, “âhirete yâni ileriye taşıdıkları” olacaktır.

 

Dünyâ’ya bağlılığın derecesi, “âhirete îmân”ın zayıflığıyla ters orantılıdır. Dünyâ’nın geçici bir imtihan alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu olduğuna inanan bir mü’minin “kaybedeceği” bir şey yoktur. Zâten ölüm korkusunu bile nötralize edecek tek şey, âhiret inancıdır.

 

Allah ve âhiret olmadığında ahlâk yarım kalır ve ona artık ahlâk yerine “etik” denmeye başlanır. Etik, insanın “sonuna kadar” korumaz ve kurtarmaz. Meselâ etik, açık ve ağır bir suç durumunda kişinin en sevdiği şeyi fedâ edebilmesini sağlayamaz. Zîrâ âhiret bilinci ve korkusu olmadığında, insanın yapmayacağı pislik yoktur. Fakat âhiret bilinci ve korkusu bunu sağlayabilir ki zâten bunu ancak âhiret bilinci, îmânı ve korkusu sağlayabilir. Peygamberimiz bu bilinçte olduğu için bir hırsızlık olayında, “hırsızlığı yapan kızım Fâtıma da olsa elini keserim” demişti.

 

Âhireti hesâba katmayan Dünyâ, bir “tiyatro salonu”dur. Böyle olduğu için, âhireti hesâba katmadan yaşanan Dünyâ hayâtı bir oyun ve oyalanma yurdu olur. Üstelik âhiretteki “büyük gelecek” için hiç kaygı duymayanlar, Dünyâ’daki “küçük gelecekler” için bunalımdan-bunalıma girmek zorunda kalırlar.

 

İki çeşit insan vardır. Bu insan tipleri, hayâtı hangi merkezde yaşadığına göre ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı seçenler. 2-Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat Dünyâ-merkezli yaşamı seçenler âhiretten olumlu şekilde faydalanamazlar. Zîrâ âhirete Îman olmadan yapılan işler boşa gider:

 

“Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezâlandırılacaklardı?” (A’raf 147).

 

Allah rızâsı için yapılmayan işlerin âhirette kişiye bir faydası olmaz. Çünkü terâzi burada bozulduğunda âhirette de bozulur.

 

Allah’a inandığını söyleyenlerin çoğu âhirete de inandığını söyler. Fakat bu inanç sağlam olmaktan uzaktır. Zîrâ sağlam bir âhiret inancı ve korkusu, kişiye yapması gereken işleri mutlakâ yaptırırken, yapmaması gereken şeylerden mutlakâ uzak tutar. O-hâlde “âhirete inanıyorum” diyenlerin îmânı içinde şüphe olan bir inançtır. Zâten Kur’ân da böyle der:

 

“İnsanlardan öyleleri vardır ki: ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler; oysa inanmış değildirler” (Bakara 8).

 

Peki bu neden böyledir?. Çünkü dediğimiz gibi, insanlar âhiretten çok Dünyâ’yı sevmektedirler ve bu yüzden de âhiretten çok Dünyâ için çalışmakta ve çabalamaktadırlar:

 

“Hayır!; siz çarçabuk geçmekte olanı (Dünyâ’yı) seviyorsunuz. Ve âhireti terkedip-bırakıyorsunuz” (Kıyâmet 20-21).

 

Bu durum “müslümanım” diyenleri İslâm için çalışmaktan ve hattâ ibâdetlerini bile düzgün ve düzenli yapmaktan alıkoyar. Oysa mü’minler âhiret îmânı, bilinci ve korkusu nedeniyle işlerini ve ibâdetlerini en güzel şekilde doğru-düzgün yaparlar ve mallarını ve canlarını bile Allah için ortaya koyabilirler:

 

“Ki onlar (mü’minler), namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve onlar, âhirete kesin bilgiyle îman ederler. Âhirete inanmayanlara gelince; biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, körlük içinde şaşkınca dolaşırlar” (Neml 3-4).

 

“Onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Ve (çünkü) onlar kesin bir bilgiyle âhirete inanırlar” (Lokman 4).

 

“Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlakâ cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaâddir. Allah’tan daha çok ahdine vefâ gösterecek olan kimdir?. Şu-hâlde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Tevbe 111).

 

Kişi âhirete inanamıyorsa yada âhiretten şüphe duyuyorsa, İslâm’dan, peygamberden ve vahiyden mutlakâ şüphe duyarak onda çarpıklıklar, boşluklar ve yanlışlar aramaya başlar. Çünkü onlar Dünyâ hayâtını âhirete tercih etmekte ve Dünyâ’ya âhiretten daha fazla önem vermektedirler:

 

“Ki onlar Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve âhireti tanımayanlardır” (A’raf 45).

 

“Onlar, dünyâ-hayâtını âhirete tercih ederler. Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu çarpıtmak isterler (veyâ onda çarpıklık ararlar). İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler” (İbrâhim 3).

 

Âhireti unutup Dünyâ’nın geçici yararını isteyenler âhirete inanamayanlar yada ondan şüphe duyanlardır. Bu yüzden de Allah insanlar için âhireti istemesine rağmen onların âhirette nasibi olmaz:

 

“…İnsanlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da ver’ der; (böylelerinin) âhirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru’ der” (Bakara 200-201).

 

“Siz Dünyâ’nın geçici yarârını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) âhireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Enfâl 67).

 

İnsanın Allah’a ve âhirete güçlü bir îmânının olup-olmadığının en büyük göstergelerinden biri de infâk ve zekât konusundadır. Âhirete îman edenler bu konuda bir çekince yaşamazlarken, âhirete îman etmeyenler mallarını paylaşamazlar yada ancak gösteriş için paylaşabilirken, âhiretten şüphesi olanlar da bu konuda çok zorlanırlar:

 

“Onlar (mü’minler), gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler” (Bakara 3).

 

“Ki onlar, zekâtı vermeyenler ve âhireti inkâr edenlerdir” (Fussilet 7).

 

“Ey îman edenler!, Allah’a ve âhiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infâk eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç-bir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet vermez” (Bakara 264).

 

Âhireti inkâr eden yada ondan şüphe duyanların en bâriz göstergelerinden biri de kibirdir. Allah’ı ve âhireti hesâba katmayanlar, kendilerini bir ilah gibi görürler:

 

“Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Âhirete inanmayanların kâlpleri ise inkârcıdır ve onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır” (Nâhl 22).

 

Allah’a ucundan-kıyısından ve zorlanarak ibâdet edenler, âhiret îmânı, korkusu ve bilincinden yoksun olanlardır:

 

“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).

 

İnsanların en çok korktuğu şey savaştır. Bu savaş Allah yolunda bile olsa, âhirete îman etmeyenler yada ondan şüphe duyanlar bu konuda çok gevşek davranırlar ve sıvışmanın yollarını ararlar. Merkeze Dünyâ’yı değil de âhireti alanlar ise bu konuda da zorlanmazlar:

 

“Öyleyse, dünyâ-hayâtına karşılık âhireti satın alanlar Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür yada gâlip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz” (Nîsâ 74).

 

“Ey îman edenler!, ne oldu ki size, ‘Allah yolunda savaşa kuşanın’ denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız?. Âhiretten (cayıp) dünyâ-hayâtına mı râzı oldunuz?. Ama âhirettekine (göre), bu dünyâ-hayâtının yarârı pek azdır” (Tevbe 38).

 

Modern insan bilgi konusunda sâdece dünyevî bilgiyi kabûl eder. Oysa bilgi sâdece dünyevî bilgi değildir. Fakat bu bilgi çok az bir şeydir. Âhiret inancı ve bilinci ise bilgiyi derinleştirir ve bilgiye bilgi kattığı gibi bilinci ve îmânı artırır:

 

“Onlar, dünyâ-hayâtından (yalnızca) dışta olanı (zâhiri) bilirler. Âhiretten ise gâfil olanlardır” (Rûm 7).

 

Genelde tüm insanların ama özelde inananların ve müslümanların târih boyunca yaptıkları en büyük yanlış, âhiret yerine Dünyâ’yı merkeze almak ve âhireti terk-edip Dünyâ için yoğun şekilde çalışmaktır. Oysa bunun tam tersi olmalıydı. Kur’ân bizi bu konuda sürekli olarak uyarır:

 

“Ey kavmim, gerçekten bu dünyâ-hayâtı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz âhiret, (asıl) karar kılınan yurt odur” (Mü’min 39).

 

“Bu dünyâ-hayâtı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten âhiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi..” (Ankebût 64).

 

“Bilin ki, dünyâ-hayâtı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).

 

Ay’da, Mars’ta ve kâinâtın başka bir yerinde hayat aramak, âhiretten ümîdi kesmenin yada ondan şüphe duymanın bir sonucudur. Dünyâ’dan başka hiç-bir yerde, bildiğimiz anlamda bir hayat yok; fakat şurası kesin ki, öldükten sonra ebedî bir âhiret hayâtı var. Hazırlanılması gereken hayat, âhiret hayâtıdır. Kazanılması gereken ise Dünyâ değil, ebedî nîmet diyârı olan cennettir.

 

Dünyâ’yı sorgulamayanlar, âhireti sorgulamaya başlarlar. Haz-merkezli mevcut Dünyâ’dan hiç şüphelenmeyenler, âhiretten şüphelenmeye başlarlar. Bu nedenle de âhirete inanmayanlar ve ondan şüphe duyanlar, mezara girene kadar Dünyâ’yı mal toplamakla ve çoğaltma tutkusuyla geçirirler. Dünyâ’yı “mal” toplamakla geçirenler, âhireti “nal” toplamakla geçireceklerdir.

 

Dünyâ’yı dibine kadar yaşama hırsı, âhireti inkârdan yada âhiret şüphesinden kaynaklanır.

 

Dünyâ hayâtını âhirete tercih etmek günah ve suçtur. Bu suçun bir cezâsı vardır ve bu suçun cezâsı bizzat o şeyin kendisidir. Yâni âhirete rağmen Dünyâ’yı tercih etmek bir cezâdır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2023

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder