“Rabbine,
hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön”. -İrcî
ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten- (Fecr 28).
Rızâ lûgatta: “Memnunluk, hoşluk, râzı olmak; istek,
arzu; kendi isteği” anlamlarına gelir.
Modernizm bir “umursamama uygarlığı”dır. Zîrâ
modernizmde önemli olan bireydir ve tek-tek bireyler -görece- varlığın en
önemli unsurlarıdır. Buna göre bireyler kendilerine çok fazla önem vermeli,
hayatta kalmak için, başkasının hayat(lar)ının yok olmasını bile kabûl edebilmelidir.
Tâbir-i câizse, “omletini yapmak için tüm Dünyâ’yı yakabilecek” bireylerin
(şahıs değil) yeryüzünü doldurduğu bir zamandayız.
Özellikle son 2-3 kuşak bu konuda neredeyse hiç tâviz
vermiyor ve kendi çıkarı, hayâtı ve varlığı için hiç-bir şeyi umursamaz duruma
gelmiştir. Bu durumun nedeni her ne kadar kişilerle alakalandırılsa da, aslında
Dünyâ’nın mevcut küresel ideolojileri, şeytanın küresel uşakları olan tâğutlar
ve Dünyâ’yı yönlendirenlerdir. Tabî ki Dünyâ’yı yönlendirenlerin uyguladığı
ideolojilerden başka modern bilim-teknoloji, sapık görüşler ve felsefeler, eğlence
tarzları vs. bir-çok şeytan-işi pisliktir. Bunlar, tam da nefse nişan almıştır
ve nefsi en güçlü olanların bu yollara kapılmaması neredeyse mümkün değildir.
Tabi nefsi en güçlü olanlar da, yeni nesil gençlerdir.
Modern gençlik yada yeni nesil; çok bayağı, gereksiz
ve hattâ iğrenç bir şey için bir-çok fedâkârlığa bile katlanabilirken, Allah
rızâsı için bir şey yapmayı ve hattâ, ana-babasına bir bardak su vermeyi bile zûl
görmektedir. Zîrâ bunda kendileri için maddî bir çıkar yada haz yoktur. Allah rızâsını
çoktan unutmuş yada hiç tanımayan bu nesil, karşılıksız bir şey yapmaya anlam
veremiyor ve hattâ belki de “aptallık” olarak görüyor. Bu nedenle de insan
ilişkilerinde hiç-bir çıkar olmadan ve sırf Allah rızâsı için yada “iyilik”
için bir şey yapamaz duruma geliyor.
Yıllar önce Amerikan yapımı bir filmde, kötü giden
işlerinden dolayı eve perişân bir durumda gelen koca, karısına işinin çok kötü
gittiğini söylediğinde, kadın kocasına; “bu senin sorunun” demişti. Karı-koca
olarak aynı evde yaşayan ve çocukları olan eşler, birbirlerinin kötü durumunu
umursamıyorlar ve hiç de rahatsız olmuyorlar. İşte “uzak-batı” ve “yakın-batı”dan
yayılan bu pislik ne yazık ki hem bizim ülkemize hem de Dünyâ’ya sirâyet etmiş
ve tüm müslümanları ve hattâ doğu ülkelerini de sarmış bulunuyor. Artık rızâya
önem veren son bir-kaç nesil kaldı. Belki de yakın bir gelecekte Allah rızâsı
için yâni karşılıksız bir iyilike bulunanları “psikolojik hasta” olarak kabûl
edecekler, psikolojisinin bozuk olduğunu söyleyecekler ve hattâ bir zaman sonra
da, “topluma kötü örnek olduğu” için hapse atacaklar. Çünkü bu kişiler “ultra-modern”
insanın kafa ve beden konforunu aşırı derecede rahatsız etmekte olacaktır. Tabi
bu durum müslüman ülkelerde de, Kur’ân’daki, “kendi ihtiyâcı olmasına rağmen
başkalarını kendine tercih etmek (isar)” gibi âyetleri, ya aşırı yoruma tâbi
tutarak değiştirecek, yada olmadı, çıkaracakları bir kânun ile bu âyetler -en
azından kendi ülkelerindeki- Kur’ân’lardan çıkarılacaktır. Tabi o zaman dînin
hâlâ bir geçerliliği kalmışsa. İnanın, bunu yapmak ultra-modern birey için
işten bile olmayacaktır.
Ana-babasına bile acımayan ve onlara küçük bir
yardımı (maun) bile esirgeyen yeni neslin rızâ kavramından nefret etmesi normâldir.
Çünkü doğduğu günden beri her-şey kendisine, “kâinâtın bizzat en önemli varlığı
olduğunu” haykırmaktadır. Bu nedenle kendini çok fazla önemseyen yeni neslin
bireyleri, bu önemden dolayı kendini sıkıntıya sokmayı istemiyor ve hele sâdece
rızâ için bir iş yapmayı zûl sayıyorlar. Fatma Tuncer, yeni neslin atalarına
davranışı konusunda şunları söyler:
“Kadim târihimizde müslümanlar yaşlıları baş-tâcı eder ve onların
bilgeliklerinden faydalanırlardı. Çocuklar büyük ebeveynlerinin tedrisâtından
geçer, onların bilgi ve deneyimlerini içselleştirirlerdi. Oğullar ve kızlar
anne-babaların kendileri için verdiği emeğe hürmet eder ve onlara olan vefâ
borçlarını ödemek için “öf” bile demezlerdi. Fakat artık her-şey geçmişte
kaldı. Bugünün çocukları vefâ, katlanmak, şefkat ve adâlet gibi değerlerden
uzaklaşarak mânevî yoksulluğa düşüyorlar. O yüzden ne ebeveynler çocuklarına
sevgi gösterebiliyor ne de çocuklar ebeveynlerini şefkatle
kucaklayabiliyorlar”.
“Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözünü yeni nesil
çok anlamsız buluyor. Zîrâ “apartman” denen modern hapis-hânelerde insanlar,
uzun yıllar birlikte oturdukları karşı komşularını bile tanımıyorlar. Uzun
yıllar oturmalarına rağmen bir selamlaşmaları bile yok. Neden, çünkü
birbirlerine ihtiyaç duymuyorlar yada duysalar da minnet etmiyorlar ve başka
şekilde hâllediyorlar sorunlarını. Kendi oturduğu apartmandan çıkan bir cenâzenin
kime âit olduğunu bilmemek nasıl bir şeydir?. Durum bu noktaya gelmişse hâlâ
umutlu olmanın bir anlamı var mıdır?.
İnsanlar artık birbirlerinden borç da almıyorlar.
Bunu sâdece dolandırıcılar ve borcunu ödemeyecek olanlar, daha doğrusu istismârcılar
yapıyor. İnsanlar bankalarıyla kanka oldukları için insanlarla muhâtap
olmuyorlar. Bunu plânlayanlar zâten küresel banka patronlarıdır. Her-şey çıkar
ilişkisi olmuş. Herkes birbirlerini düşman olarak görüyor. “Acaba bana ne zarar
vermeyi plânlıyor” diye düşünüyor. Yeni neslin bireyleri, herkesin kendisine
düşman olduğunu ve kuyusunu kazmaya çalıştığın zannediyor. İşte salt rızâ için
bir iş yapılmadığında, insanlar böyle takıntılı hâle gelirler. Yeni neslin
bireyleri birbirlerini tanımıyorlar. Çünkü birbirlerine herhangi bir konuda
yardımcı olmamışlar, zîrâ birbirlerine muhtâç hâle gelmemişler ve sâdece rızâ
için, sâdece iyilik olsun diye birbirlerinin işlerini yapmamışlar. Bir şeyi paylaşmamışlar.
Yeni nesil bunları bilmiyor ve duyduğunda da anlamsız görüyor ve mal gibi boş
gözlerle bakıp duruyor.
“Kadan almak”, “isar”, “rızâ”, “Allah rızâsı”, “iyilik
için” sözleri yeni nesil için bir anlam ifâde etmiyor. Yeni nesil, mîdesine
girene, üstüne giydiğine, cüzdanında durana, kendisine haz verene âşık ve
meftûn olmuş durumda. Fakat bunların dışındakilere de düşman olmuş. Hâlbuki
eskiden böyle değildi. Hele ki vahyin aydınlığı ile aydınlanan ve Kur’ân ile inşâ
olup medenîleşen ve devletler medeniyetler kuran toplumlar böyle değildi. Kur’ân
böyle toplumlardan ve insanlardan şu şekilde bahseder:
“İnsanlardan
öylesi vardır ki, Allah’ın rızâsını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın
alır (kendini fedâ eder). Allah, kullarına karşı şefkâtli olandır” (Bakara 207).
Aman Tanrım!, Allah rızâsı için kendini fedâ etmek
mi?. Bu, yeni nesil için ne kadar dehşet verici bir şey. Hem de şu genç yaşında
öyle mi?. Bunlar çok eski târihlerde kalmış “esâtür-ül evvelin” olan destâni,
mitolojik şeylerdir. Hangi devirde yaşıyoruz yaa!. Bu devirde öyle şey mi
olur?.
Şu âyeti, birey(sel)leşmiş ve dolayısı ile
bencilleşmiş olanların idrâk etmesi imkânsız-ötesidir:
“Kendilerinden
önce o yurdu (Medîne’yi) hazırlayıp îmânı (gönüllerine) yerleştirenler ise,
hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir
ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile
(kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil
tutkularından korunmuşsa, işte onlar felâh (kurtuluş) bulanlardır” (Haşr 9).
Hazzın kölesi olmuş olan yeni neslin içinde bilgi ve
bilinçli olanları ne kadar da az. Allah rızâsını gözeten fedâkâr, iyiliğe değer
verenler ne kadar da az ve bunlar ne kadar da değerli şahsiyetler.
Yeni nesil ve o nesle örnek olan bir-önceki nesil hiç-bir
riske girmiyor. Mecbur oldukları dışında hiç kimse için karşılıksız, sâdece rızâ
için bir şey yapmak istemiyor ve hattâ buna aşırı derecede karşılar. Bir
keresinde bir arkadaşıma çok kolay bir iş için ricâda bulunmuştum. Hadi
söyleyeyim; oturduğu yerden, kağıt üzerindeki rakamları sırasıyla okumasını
istedim de, “senin uşağın mı var” deyip çekip gitmişti. Onu kullandığımı zannetmişti.
O işi yapmayı bir düşüklük olarak görmüştü. Hâlbuki biraz önce birlikte çay
içmiştik. Hem de çaylar da bendendi.
Bu Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve
asıl ebedî hayat öldükten sonraki âhiret hayâtıdır. Âhirette ya Allah’a göre yâni
Allah rızâsı için yaşayarak cenneti kazancağız, yada nefsin rızâsı için
yaşayarak cehennemi hak edeceğiz. Çünkü bir iş yada şey Allah rızâsı için
olmadığında mutlakâ ve mutlakâ Allah’ın dışında bir şeyin rızâsı için olur.
Müslümanlar için amaç ve hedef, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın
rızâsını kazananlar hem Dünyâ’da hem de âhirette ebedî mutlu olurlar.
Allah rızâsı için yapılmayan işlerin âhirette kişiye
bir faydası olmaz. Allah rızâsı için yapılmadığında başta nefsin rızâsı için
yapılacak olan işler, insanların, paranın, ideolojilerin, taş, toprak ve sudan oluşan
“vatan”ın, bir arâzinin, hattâ bir hayvanın rızâsı için bile yapılabilecektir.
Boşluk yoktur. Ya Allah rızâsı için yada O’nun dışındaki bir şeyin rızâsı için
yapılacaktır.
Allah rızâsı için yapılmayan işler,
nefsin, dolayısı ile şeytanın rızâsı için yapılır vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Eylül 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder