“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr
etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere
oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır.
Bu imtihanın gereği olarak insanların
dilleri, renkleri, kültürleri, gelenekleri, alışkanlıkları farklı-farklıdır.
Kur’ân bu farklılığa “âyet” der. Coğrafya da farklı-farklıdır. Kimi yerler dağ,
kimi yerler çöl, kimisi deniz, kimisi orman vs.dir. Kimi yerler verimli, kimi
yerler verimsizdir. Fakat her bölgenin ve her farklılığın kendine göre bâzı
avantajları da vardır. İnsanlar “eşit olarak paylaşsın” diye yaratılan doğal
kaynaklar Dünyâ’nın çeşitli yerlerine dağıtılmıştır ilk yaratılışta. Böylece
insanlar arasında bir alış-veriş olsun ve insanlar tanışıp kaynaşsın
istenmiştir. Zâten ilâhi emirler de hep bu yöndedir. Fakat, insanda negatif
özellik taşıyan bir de “nefs” vardır. İnsan hırslıdır, açgözlüdür. Bu özelliklerinden
dolayı dehşetengiz şeyler bile yapabilecek potansiyeldedir. Târih bunun
örnekleri ile doludur.
Târih boyunca kalabalık-güçlü
olan toplumlar, diğer zayıf toplumların elindekine sâhip olmak istemiş ve bu
uğurda askerî-siyâsi yollara başvurmuştur. Kimi kalabalık güçlü toplumlar, nice
az sayıda ve güçsüz toplumların ellerindekini (ç)alabilmek için saldırmış ve o
toplumu köle ederek sömürmüştür. Bu durum farklı şekillerde hâlen devâm
etmektedir. Sömürü her zaman güçlü ve güçsüz arasında oluyor aslında. Yoksa iki
güçlü toplum yada iki güçsüz toplum arasında, savaşlar yaşansa da sömürünün olması
kolay değildir. Zîrâ mutlakâ bir direnişle karşılaşılacaktır. O hâlde sömürü,
bir dirençsizliğin sonucunda oluşuyor. Sömürü, güçlünün, direniş gösteremeyen
zayıfı ezmesidir. Bu dirençsizlik hem güçsüzlükten hem de çeşitli korkulardan
olabilir.
Güçlü bir toplumun güçsüz
bir topluma saldırarak ve şiddet kullanarak elindekini alması, bakıldığında insanlıkla
hiç-bir ilgisi olmayan tam bir hayvanlık durumudur. Bilindiği gibi, çitanın
avını sırtlan, sırtlanın avını aslan çalar. Neden?. Çünkü biri diğerinden daha
iri ve güçlüdür. Karşı taraf güçsüzlüğünden dolayı karşı koyamaz. Hayvanlarda
olan bu durumu şuursuzluklarından dolayı mâkûl görebiliriz. Nede olsa “hayvan”larda
acıma, vicdan ve merhâmet duygusu yoktur yada sâdece kendi yavrularına merhâmet
gösterirler. Fakat insanlar arasında da bunu görmek utanç vericidir. Kalabalık
ve güçlü de olunsa, neden genel özelliklerini, yeteneklerini ortaya koymuyorsun
ve coğrafyanı imtihanın bir gereği olarak kabûl etmiyorsun ve diğer toplumlarla
bir ticâret geliştirmiyorsun da onlara saldırıyorsun?. İşte burada devreye “nefs”
giriyor. Hırs giriyor. Bu durumun tek bir panzehiri vardır: İslâm. Vicdan,
merhâmet, adâlet merkezli İslam, insanların nefslerini terbiye ederek kontrôl
altına alır yada bu şekilde olmuyorsa güç kullanarak sömürüye mutlakâ engel
olur-olmaya çalışır. Sömürüyle mücâdele eder. Sömürüye karşı sessiz kalınan
yerde İslâm yok demektir. .
Nasıl ki zengin, fakiri
koruyup-kollamakla hem dînî hem de insânî yönden yükümlü ise, güçlü toplumlar
da güçsüz olan toplumları koruyup-kollamakla yükümlü olmalıdır, sömürmekle
değil. Zâten imtihan da budur: “Acaba hangisini yapacak” sınaması. Baktığımızda,
hep güçlü olanların diğer güçlü olanları değil de zayıfları saldırarak
sömürdüğünü görürüz. İşte sömürü budur, zulüm budur, şerefsizlik budur.
Modern uygarlık bir “sömürü
uygarlığı”dır. Amerika, İnka ve Maya uygarlıklarını sömürmekle işe başlayan
sömürgeci batı, Afrika ve uzak-doğuyu sömürerek semirmiş ve uygarlığını
(medeniyet değil) kurmuş ve yükseltmiştir. 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra ise
sömürü-şeklini değiştirmiş fakat aslâ terk etmemiştir. Birileri sömürü döneminin
kapandığını zannededursun, sömürgenler sömürünün en şiddetlisini modern tarzda
yapmaya devâm etmektedirler. Eskiden Dünyâ’nın ve insanların sâdece maddî
yönleri sömürülüyordu, modern sömürüde ise, insanların bilinçleri ve ruhları da
sömürülmektedir. Gelecekleri sömürülmektedir meselâ fâiz sistemi ile, bankalar
aracılığı ile. Düşünebiliyor musunuz?; henüz yaşanmamış hayatlar sömürülüyor.
Târih boyunca sömürgenlere karşı tam anlamıyla sâdece İslâm karşı çıkmış ve onları
durdurmuştur. Fakat günümüzde sömürgenlere karşı bir duruş sergilenmemektedir
ki bu durum ancak çeşitli travmaların, hastalıkların, bilinç kaybının ve
çeşitli sendromların bir göstergesi olabilir.
Sömürgenler çok alçak, âdi ve
şerefsiz kişilerdir. Kendilerinde 99 koyun varken, garibanın tek bir koyununa
da göz dikerek onu da elde etmeye çalışırlar. Bu hâlen câri olan bir durumdur.
Açlıktan-susuzluktan en çok ölenlerin ülkelerinden sömürdükleri yer-altı ve yer-üstü
kaynaklar, bırakın sâdece oranın halkını, tüm dünyâ-insanlarını doyurmaya
yeter. Fakat buna rağmen, birileri o kaynakları elde etme hırsı nedeniyle çoğu
insanların ölmesini göze alabiliyorlar ve bunu hiç umursamıyor bile. İşte buna âcilen
bir “dur” denmesi gerekiyor.
Sömürgenler köle ettikleri
nicelerini sömürmüşler, sömürmektedirler. Özellikle Afrika yerlilerinin sömürülmedik
hiç-bir şeyleri kalmamıştır. Kölelerin emeğini ve ekmeğini yemekten utanmadılar
ve utanmıyorlar da. Üstelik yaptıkları sömürgeler sonucundaki
zenginleşmeleriyle övünüyorlar.
Sömürülmenin nedeni aslında “sömürülmeye müsâit
olmak”la alâkalıdır. Neden bâzıları sömürülüyor da diğerleri sömürülmüyor?.
Çünkü diğerleri sömürülmeye müsâit değiller. O hâlde sömürülmemek için en başta,
“sömürüye hazır olmamak, müsâit olmamak” gerekir. Bir direniş gösterecek
cesârete sâhip olmak gerekir. Ondan sonra “ölmek ama sömürülmemektir” insanın
onuruna yakışan şey.
İslâm kölenin bile
sömürülmesine râzı olmaz ve köleliği kaldırma yoluna girer. Tüm kefâretlerin
cezâsı “köle âzad etmek”le alâkalıdır. İslâm’da köleliğin hemen kaldırılamaması, dînî değil, sosyâl nedenler
sebebiyleydi. Zîrâ bâzı köleler bile köleliğin kaldırılacağından korkmuşlardı.
Çünkü boşa çıkacaklar ve çok zor bir hayatları olacaktı. O zaman bunun bir
karşılığı henüz yoktu. Bu nedenle zamâna yayıldı ve kölelerin durumları
iyileştirildi. İslâm kölelere “kardeşim” dedi yaa!, bunun daha ötesi var mı?. Bu
nedenle hiç kimse “İslâm’da kölelik vardır, İslâm köleleri sömürdü” falan demesin.
İslâm bırakın insanı sömürmeyi, hayvanlara fazla yük yüklenmesini yasaklayarak
hayvanların bile sömürülmesine izin vermez.
“Gözünü madde bürümüş” olan
bâzıları, Osmanlılar’ın da batı’lılar gibi sömürgeleştirme yapmadıklarına
kızıyorlar. Çünkü güyâ o zaman biz de batı gibi zenginleşecekmişiz. İyi de İslâm
sömürgeleştirmeye izin vermez ki!. Biz
müslümanız. Batı gibi olamayız. Batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak âdi bir
şerefsizliktir, şerefsizliğin daniskasıdır. Batı gibi zengin olmak
istiyorsanız; hırsızlık, sömürü ve köle ticâreti yapmanız gerekir. Birilerini
öldürmeniz, soyup-soğana çevirmeniz, 2.000 metre yükseklikten çoluk-çocuğun üstüne bomba atmanız,
mâsum insanları yok etmeyi göze alabilmeniz gerekir. Birilerinin ağzından
ekmeğini almanız ve onları açlığa-susuzluğa mahkûm etmeniz ve bu nedenle
ölmelerine neden olmanız gerekir. Böyle bir şerefsizliği yapabilir misiniz?.
Birileri de artık sömürünün
bittiğini zannediyor. Hem de her an sömürülmekte iken. Bir ülkede spor, müzik
ve film sektörü aşırı yükselişteyse, oranın halkı birileri tarafından adamakıllı
sömürülüyor demektir. Ey bunlara müptelâ olanlar!; sömürülüyorsunuz!. Farkında
değilsiniz, çünkü modernizm, modern şekilde sömürüyor. Sömürülmeye müsâit olma
durumu mutlakâ sömürülmek ile sonuçlanır. Târih boyunca insanlar her alanda
sömürülmeye bu kadar müsâit ve hazır olmamışlardı. “Sömürülmeye âşık insanlar
topluluğu”dur modern toplum. Sömürülmeyince rahatsız oluyor insanlar.
Sömürülmeden duramıyor. Bağımlılık yapmış. Stockholm Sendromu ayyuka çıkmış ve
gökleri zorluyor. Siz sömürgenlerin dilini, ideolojisini, yeme-içme-giymesini,
konuşmasını, teknolojisini vs. alırsanız ve bunlarsız yapamayacak duruma
gelmişseniz, sömürüldüğünüzün farkına tabî ki de varamazsınız. Kölelerin
köleliklerini kabûl etmedikleri modern zamanlarda, sömürülenlerin de
sömürüldüklerini kabûl etmemeleri doğaldır.
Şeytanın uşakları olan tâğutların
amaçları, “modernizm” adı altında tüm insanları köle etmek ve onları
sömürmektir. Küresel bir sömürü düzeni oluşturmaktır. Bir “sömürü
imparatorluğu” kurmaktır. Modernizm, modern-bilim ve kapitâlizm sentezinin bir
sonucudur. Modernizm amacı da aslında “evrensellik” denen “küresel sömürü”
düzenini Dünyâ’da yerleştirerek suyun başını tutmuş olanların dışında tüm diğer
insanları da köle yaparak sömürme isteğidir. Bu kölelik “modern bir kölelik”,
“modern bir sömürü düzeni” olacaktır tabî ki.
Şeytan sağdan, soldan,
arkadan ve önden yaklaşır diye biliyorduk. Şimdi artık bu yönlerden yaklaşmayı
bıraktı. Direkt cepheden; bilgisayardan, internetten ve (a)sosyâl medyadan
sömürüyor artık. Şeytan a-sosyâl medya ile insanları mallaştırıyor,
mankurtlaştırıyor, istihmarlaştırıyor (eşekleştirme). Zihinler ve kâlpler
internet ve a-sosyâl medya ile sömürülüyor. Bu sömürüye mâruz kalıp duran
toplumların kendilerine gelmeleri ve Dünyâ’da örnek bir toplum oluşturmaları
mümkün değildir.
Kadınların sömürülmesine
değinmedik. Zîrâ bunun için müstakil bir kitap yazmak gerekir. Fakat şunu
söyleyelim ki, küresel sömürü düzeni, sömürüsünü kadınlar üzerinden yapıyor en
çok. Kadınlar bu sömürü düzeninin en yağlı müşterileridir. Bu sömürü düzeni
kadınlar için sonsuz ihtiyaçlar üretmiştir ve kadınlar bu sûni ihtiyaçların
peşinde koşturup durmaktadır. Öyle ki; hiç-bir köle, hayâtı boyunca bu kadar
koşturmamıştır.
Mustafa İslamoğlu
sömürü konusunda şunları söyler:
“Sömürgeciler kendi saadetlerini,
sömürdükleri devletin perişanlığı üzerine kurmuştur. İslâm’ın inşâ ettiği
zihniyet sömürüye uygun değildir. Bizim müslümanların, özellikle Osmanlılar’ın
sömürü yapmasına mevzuat uygun değildi. ‘Saf düzeni’ buna izin vermedi, piramidik
yapı-mensupları için sömürü hoş göründü ve sonuç dehşet oldu. Mekke’liler
Allah’a ‘ilah’ diyebiliyorlardı ama ‘Rabb’ diyemiyorlardı, çünkü ‘rubûbiyet’
sorunları vardı. Hayâtın düzenlenmesi için Rabb gerekiyordu, müşrikler buna karşı
geliyorlardı, çünkü sömürücü düzenleri yıkılıyordu. Kongo’da 60 milyon insan
var. Yüzölçümü Türkiye’nin 3 katı kadar. Dünyâ’nın en zengin altın ve elmas
rezervlerinin üstünde oturuyorlar. Ama günlük 1 dolara geçinmeye çalışıyorlar.
Küçücük Belçika onları sömürüyor. Ama hiç yatırım yapmıyor”.
Modern dünyâda sömürünün
konusu olmayan hiç-bir alan yoktur. İnsanlar doğumdan ölüme kadar, mezara kadar
sömürülmektedir. Nice zavallılar cinsel sömürüye mâruz kalmaktadırlar. Niceleri
silah tüccarları tarafından sömürülüyor. Çeşit-çeşit tehtidler altında
gerçekleşen sömürüler normâlleşmeye başlamıştır. İnsanlar yaşamak için
sömürülmeye râzı oluyorlar, daha doğrusu râzı ediliyorlar. Niceleri sömürü
altında başını kaldıramadan Dünyâ’dan göçüp gidiyor. Yaşayamadan ölüyor.
Müslümanlar ve diğer
insanlar, mânevi alanda uydurmaların hâkim olduğu “gelenekçi, tasavvuf,
târihselci ve modernist” düşünceler tarafından; maddî alanda ise, lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-demokratik
Allah’sız ideolojiler tarafından sömürülmektedir. Modernizm, herkesin herkesi
sömürdüğü şeytânî bir düzendir. Bu, “insan insanın kurdudur” mottosunda öne
çıkar. Modernizmde ya sömüreceksiniz, yada sömürüleceksiniz. Ortası yoktur.
Fakat müslümanlar, zâlim olmaktansa mazlum olmayı tercih ederler. Lâkin İslâm,
bir “orta yol dîni”dir ve mutlakâ “bir ihtimâl daha var”dır.
Sömürünün panzehiri,
“İslâm-merkezli eleştiri-îtiraz-isyân-direniş”tir. Eleştiri yapmayan, îtirazda
bulunmayan, isyân etmeyen ve bir direniş sergilemeyenler, şeytanın uşakları
tarafından sömürüldükçe sömürülmeye devâm edeceklerdir.
Bu konuda en önemli
şey, “sömürüye müsâit ve hazır olmamak”tır. Zîrâ “sömürüye hazır olanlara semer
vuran çok olur”.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder