24 Ekim 2017 Salı

Ya Sünnetullah Yada Nefsin İfsâdı


“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)’ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).

Âyetlerde bahsedildiği gibi, varlık “süper düzenli” olarak yaratılmış ve “düzenli olarak” da varlığını devâm ettirmektedir. Bu düzen kâinâtın ve Dünyâ’nın her yerinde çıplak gözle bile görülebilecek bir şekildedir. Düzenlilik sâdece çıplak gözle görülen Dünyâ âleminde değil, mikro boyuttaki atom-altı âlemde ve makro boyuttaki evrende de mükemmel ve hayranlık uyandıracak bir şekilde gözlemlenir. Yaratılmış olanda muazzam bir düzen vardır. Zîrâ Allah düzensiz bir şey yaratmaz. Düzensiz bir yaratış yapmaz. Fakat “düzen” ile “simetri”yi karıştırmamak gerekir. Simetri de bir bakışa göre düzenli olabilir fakat simetride düzen ile birlikte “doğallık” yoktur. Hâlbuki Allah’ın yarattığında “doğal olan bir düzenlilik” vardır. Zâten bu nedenle yaratılmış olan her-şey çok güzeldir ve insanları sıkmaz, görülen ve işitilen şeyler insanları bıktırıp usandırmaz. Fakat simetrik yapılar bir-süre sonra yorucu olur ve sıkmaya başlar. Bu nedenle de insanların yaptıkları şeyler sürekli değiştirilmek zorundadır. Allah’ın yarattıkları içinde, hissedebileceğimiz ama kavrayamayacağımız bir “rûh” olduğu için sürekli yenidir, yâni sanki “biraz-önce yaratılmış” gibidir. Allah’ın yarattıklarında eskilik ve eskime olmaz. İnsanların yapmalarında ise zamanla eskimeler-yıpranmalar olur kaçınılmaz olarak ve bu nedenle bir-süre sonra o şeyden bıkılır. Çünkü Allah’ın yarattıkları mûcizevî ve doğal olduğundan bir kanıksanma olmazken, insanların yaptıkları-ürettikleri şeyler çabuk kanıksanır bu nedenle de çabuk bıkılır. Meselâ insanlar her-gün sürekli içtikleri sudan bıkmazlar. Ama insanların ürettikleri içeceklerden-meşrubatlardan bir-süre sonra bıkılır ve yeni şeyler aranmaya başlanır.

“Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutâbakat) içinde yaratmıştır?” (Nûh 15).

“Allah’ın herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı?. Onun gölgeleri küçülerek sağdan ve soldan Allah’a secde eder vaziyette döner. Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve büyüklük taslamazlar. Üstlerinden (her-an bir azab göndermeye kâdir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar” (Nahl 48-50).

Allah her-şeyi İslâm fıtratına uygun olarak sünnetullaha göre yaratmıştır. Âyette de görüldüğü gibi; insan hâriç, -gölgeleri de dâhil- tüm varlıklar, yâni tüm canlılar ve melekler seve-isteye Allah’a secde ediyorlar. Sâdece insan hâriç tüm varlık bu fıtrata ve sünnetullaha uygun davranışlar gösterir. Bu nedenle de Allah’ın yaratılışı hem göklerde, hem yeryüzünde ve hem de insanın bir dahli olmadan işleyen varlığında tam bir uygunluk gösterir. Bu tam uygun davranışlar, hem gökte ve yerde bir bozulmanın, dağılmanın, düzensizliğin olmaması, hem de rûhunu korumasının nedenidir. Fakat ne zaman ki işe “insan” karışır, işte o zaman ârıza çıkmaya başlar. İnsanın müdâhalesi o şeyin rûhunu bozduğu gibi yapısını da bozar, yada yapısı bozulanın rûhu da bozulur.

Kâinâtın bir başlangıcı olduğu gibi bir sonu da vardır. Yâni kâinâtın bir ömrü vardır. Bu ömür, onun tam da Allah’ın gösterdiği gibi hareket etmesinden dolayı tam zamânında dolar. Ne bir-an eksik, ne de bir-an fazla olarak tam zamânında ömrünü tamamlar kâinât. Bu durum fıtrata ve sünnetullaha aykırılığın olmadığı her yerde böyledir.

Bilindiği gibi, bir “ecel-i müsemmâ” vardır, bir de “ecel-i kazâ”. Ecel-i müsemmâ, o şeyin ömrünün ne bir-an önceye ne de bir-an sonraya ertelenmeyecek olan vaktidir. O hâlde ecel-i müsemmâya uygunluk, yaratılışa, fıtrata ve sünnetullaha tam uygun hareket etmekle mümkün olur ki bu, “İslâm’a uygun hareket etmek” demektir. Tüm kâinât “şuursuz müslümandır”, yâni “mecbûren müslüman”dır ve bu nedenle tam da İslâm’a uygun hareket etmektedir. Bu nedenle ne ömrü azalır ne de bir kargaşalık çıkar kâinatta. Ne kadar hatâ aranırsa-aransın, kâinatta bir uygunsuzluğun bulunması mümkün değildir ve kiânâtın her noktası “süper düzenlilik ve hareket” hâlindedir. En ufak bir döngüsel yanlışlık yada işleyiş hatâsı yoktur, ol(a)maz. Zîrâ dediğimiz gibi; İslâm fıtratına ve sünnetullaha tam uygun olarak yaratılan kâinât, yine bu fıtrata ve sünnetullaha göre hareket etmektedir.

Kâinatta “ecel-i kazâ” denilen, yanlış ve uygunsuz işleyişlerden, hareketlerden ve döngülerden kaynaklanan ömür kısalması olmaz. İslâm fıtratına ve sünnetullaha göre yaşamak, “ecel-i kazâ”nın olmaması ve “ecel-i müsemmâ”nın tam zamânında tezâhür etmesi demektir. Bu, Dünyâ’nın ve insanın doğal hâli için de geçerli olan bir şeydir ve her şey mükemmel olarak tam zamânında açığa çıkar. Meselâ Güneş ve Ay, döngüsünü tam zamânında yapar, yağmurlar tam da sünnetullah denen Allah’ın yasalarına tam uygun olarak yağar, kezâ bitki örtüsü yeşillenir ve kurur, denizler bu yasaya göre kokmaz ve kurumaz. Fıtratını bozmamış ve sünnetullaha uygun olarak yaşayan (ahlâk) insanlar, sağlıklı, huzurlu ve doğal ömürlerine (ecel-i müsemmâ) göre yaşarlar ve ölürler. İnsanın daha doğrusu nefsin dahli işe karışmadığında bu durum tüm kâinât için câri olan bir şeydir:

“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı?. Biz, onu nasıl binâ ettik ve onu nasıl süsledik?. Onun hiç-bir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık?. Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) içten Allah’a yönelen her kul için hikmetle bakan bir iç göz ve bir zikirdir” (Kâf 6-8).

Peki ifsâd ne zaman ortaya çıkıyor ve “doğal-normâl durum” ne zaman bozulmaya başlıyor?. İnsan da İslâm fıtratına göre yaratılmıştır. Fakat aynı-zamanda imtihanın bir gereği olarak bir nefse de sâhiptir. İşte; insan fıtrata ve sünnetullaha aykırı davranıp nefse ve hevâ-hevesine göre hareket edince, kendi üzerinde ve toplumda yozlaşmalar ve bozulmalar başlıyor. Üstelik karada ve denizde fesâd ortaya çıkıyor. Yâni karanın ve denizin sünnetullaha göre olan döngüsü zedelenmeye başlıyor ve en küçük bir çatlak bile kabûl etmeyen sünnetullah sistemi, bu ifsâda hemen cezâyı kesiyor ve soluduğumuz hava, içtiğimiz su bile ifsâd edilmiş olarak bize zarar vermeye başlıyor. Üstelik fesadı başlatanlar da dâhil, insanın ecel-i müsemmâsı da ifsâd olarak, ömrü “ecel-i kazâ”ya mâruz kalıyor ve kısalıyor. Sünnetullaha ve İslâm fıtratına aykırı olarak yaşamak ifsâdı başlatıyor ve ifsâd doğal ve normâl olanı a-normâle döndürüyor. İfsâd başladığında artık doğal ve normâl bir işleyiş beklenemez. Bu nedenle de insan için ecel-i müsemmâ olan normâl bir hayat ve ömür de beklenemez. Yine “ecel” üzerinden örnek vermek gerekirse, ecel-i kazâ şudur:

Meselâ “sıfır km.” bir araba düşünelim. Bu arabanın motoru normâl ve doğal durumda yâni ecel-i müsemmâya göre ömrü (arabasına göre değişir ama) meselâ 500.000 km.’dir. Bu arabayla günde 1.000 km. yol yapılırsa arabanın motorunun ömrü 500 günde 500.000 km.’yi bulur ve biter. Fakat bu durum (göze alınan bir şey değilse) normâl bir durum değildir. O araba, 500 günde “motor isteyecek” hâle gelmesi için plânlanmamıştır. Araba günde 1.000 km yaptığı için 500 günde motoru ömrünü tüketmiştir. Oysa günde normâl olarak 100 km. yapılsaydı, 5.000 gün dayanacaktı motor. Yâni 15, hattâ duruma göre 20 sene normâl ömür sürecekti. Tabi bu bir örnektir. İnsan üzerinden örnek verecek olursak; bir insan meselâ fizîki yapı olarak 80 yıl yaşayacak bir yapıda olmuş olsun. Yâni o insanın ecel-i müsemmâsının 80 yıl olduğunu kabûl edelim. Bu insan; fıtratına, ecel-i müsemmâsına, sünnetullaha göre yaşadığında, tam da 80 yıl yaşar ve bu yaşa geldiğinde ölümü ne bir-an önceye alınır ne de bir-an sonraya ertelenir. Fakat bu kişi, vücûda çok zarar veren ve ömrü kısaltan zararlı şeyler yapıyorsa, meselâ sigara-içki-esrar kullanıyorsa, kumar oynuyorsa, çok ağır şartlar altında çalışıp dengesiz besleniyorsa, yâni yanlış bir hayâtı varsa, ömrü yarı-yarıya bile kısalabilecektir. İşte bu “ecel-i kazâ” denilen şeydir. Görüldüğü gibi ecel-i kazâ; fıtrata, sünnetullaha, İslâm’a, Kur’ân’a, kısaca “Allah’a göre” yaşanılmadığında ve normâl ve doğal olana aykırı yaşanıldığında açığa çıkar. Yâni sünnetullaha ve fıtrata aykırı davranıldığında hem ömür kısalacak, hem de çok zor bir hayat olacaktır:

 “Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, îman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer-birer açıkladık” (En-âm 125-126).

Dolayısı ile sünnetullaha, fıtrata, İslâm’a, Kur’ân’a, Peygambere, kısaca “Allah göre” yaşamayınca insan dâhil tüm kâinât ifsâd olur ve hem ecel-i kazâ işlemeye başlar ve ömür kısalır, hem de bu kısa ömür zorluklar ve perişanlıklar içinde geçer. Üstelik ebedî azâba da mahkûm olur. Çünkü Allah’a göre yaşanmadığında, mutlakâ nefse-şeytana-tâğutlara göre bir yaşam olacaktır. İşte insanlık-târihi (buna Dünyâ’nın-kâinâtın târihi de denebilir) “Allah’a göre yaşamak” ile “nefse göre yaşama”nın savaşımının verildiği târihtir. Ya gökler gibi mutlak anlamda Allah’a göre hareket edilecek ve en uyumlu bir hayat yaşanacak, yada nefse göre yaşanarak geçici hazlar (mutluluk değil) içinde, huzursuz ve sıkıntılı bir hayat yaşanacaktır.

Peki bu neden böyle olmak zorunda?. Çünkü bu âlem bir “imtihan salonu”dur ve Allah da “ak” ile “kara”yı belirlemek istemektedir:

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayâtı yarattı…” (Mülk 2).

Peki nefse göre yaşamak nasıl yaşamaktır?. Nefse göre yaşamanın kaynağı ve dayanağı nedir?.

Nefse göre yaşamanın kaynağı ve dayanağı şeytan ve onun fısıldayıp durduğu nefstir. Bu nefse uygun olarak düşünen ve hareket eden tâğutlardır. Bu tâğutlar (küresel plânlayıcılar ve hükmediciler) bu yaşam için nefse uygun ve İslâm’a (yada kâlbe) aykırı düşünceler fikirler üretirler ve buna göre ideolojiler ortaya koyarlar. Bu ideolojiler mutlakâ fıtrata-sünnetullaha-İslâm’a aykırı olan ideolojilerdir. Dîni-İslâm’ı-vahyi-Peygamberi-kâlbi, kısaca Allah’ı hayattan uzaklaştırarak vicdanlara hapsederler ki aslında orada bile durmasına katlanamazlar. Bunu nefse uygun olarak geliştirdikleri lâiklik, demokrasi, kapitâlizm, liberâlizm, komünizm, sekülerizm, konformizm, emperyâlizm, hümanizm, modernizm vs. gibi insan-ürünü olan şeytan-işi pisliklerle sürdürürler. Bu ideolojiler aslâ dînin hayatta görünür kılınmasına râzı olmazlar. Nefse aykırıdır çünkü. Bu nedenle din ve devlet işlerini birbirinden ayırırlar ve dînin devlete karışmasına izin vermezler ama devlet dînin her şeyine karışır. Kânunlar Allah göre değil de insana göre olunca, yâni sünnetullaha göre değil de nefse göre olunca açığa çıkar bu ifsâd. Tâğutlar, çıkardıkları kânun ve kurallar nefse uygun olduğu için kolayca bir-çok destekçi bulurlar. Zamanla bu destek “din” hâline gelir ve artık İslâm-dîni yerine “insan dinleri” olan bu ideolojiler dinleşir ve bu ideolojilerin lîderleri ilahlaştırılıp onlara tapılmaya başlanır Tabi böyle olunca “ilâhi ihtişam” bozulur ve karada ve denizde fesad çıkar. Mutlu (daha doğrusu “hazlı”) azınlık dışında tüm insanlar, farkında olsunlar yada olmasınlar, haysiyetsiz, onursuz, vicdansız, merhâmetsiz bir rezillik içinde yaşarlar.

Şöyle bir iddiam var...

Bu mükemmel kâinat döngüsü çok hassas oranlarda-kriterlerde düzenini korur. Öyle ki; evrendeki galaktik düzen, Samanyolu Galaksisi’nin dengesine bağlıdır. Samanyolu Galaksisi’nde oluşacak en ufak bir yalpalanma (ifsâd), galaktik kümelerin ve en sonunda evrenin kendisinin bozulmasına yol açacaktır. Samanyolu Galaksisi de bu düzenini Güneş Sistemi’ne borçludur. Güneş Sistemi’nde meydana gelecek ufak bir yalpalanmada Samanyolu Galaksisi’nin düzeni de bozulacaktır. Güneş Sistemi’miz ise düzenini Dünyâ’nın varlığına borçludur. Dünyâ’nın yörüngesinde yada yapısında meydana gelecek olan olası bir düzensizlikte Güneş Sistemi olumsuz şekilde etkilenecektir. Dünyâ’nın düzenini korumasına gelince; bu da insanın varlığı sâyesinde olur. İnsanın tasavvurunda ve dolayısıyla eyleminde meydana gelecek bir bozulmada, kısa yada uzun vâdede insan yıkıma uğrayacaktır. İnsan yıkıma uğrayınca da Dünyâ yıkıma uğrayacaktır. Bunun sonucunda ise Güneş Sistemi’nin düzeni-işleyişi bozulmaya başlayacaktır. Ve en nihâyetinde insan da mevcut düzenini mânevi yapısını oluşturan fıtrata (İslâm fıtratı) borçludur. Vahyi göz-ardı ederek fıtratına aykırı bir yaşamı seçtiğinde çok da uzun olmayan süreler içinde insan ve insanlık fesada uğrayacaktır. Bu fesat da yıkımı getirecektir. Çünkü insan aslında bütün enerjisini ve dengesini mâneviyatından alır.

Şimdi; kırılmayla başlayan ve en sonunda kaosla sonuçlanan bozulma serüvenini kısaca anlatacak olursak:

Vahiy göz-ardı edilerek yaşandığında ilk önce insan, insanın bozulmasından Dünyâ, Dünyâ’nın bozulmasından Güneş Sistemi, Güneş Sistemi’nin bozulmasından Samanyolu Galaksisi, Samanyolu Galaksisi’nin bozulmasından Samanyolu Galaksisi’nin de içinde bulunduğu galaktik küme, bu galaktik kümenin bozulmasından diğer süper-kümeler ve en nihâyetinde de kâinat yıkıma uğrayacaktır. Budha:

“Cehâlet ve günahlar artınca, yalnızca insan hayâtı kısalmaz, evren de bozulmaya yüz tutar” der.

Evet; Demek ki sünnetullahtan ve fıtrattan kopulduğunda “ilâhi düzen” bozulacak ve tüm câhiliye zamanlarında ve aynen günümüzde de olduğu gibi, nefsin ifsâdı insandan başlayarak tüm kâinâtı saracaktır. O hâlde her-şey ya sünnetullaha yâni Allah’a göre düzenlenerek doğal ve mutlu bir hayat yaşanacak; yada nefse göre düzenlenecek olan bir Dünyâ mecbûren ifsâd olacak ve a-normâl hayatlar yaşanıp, acının, zulümlerin feryatların sesi göklere ulaşacaktır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2017




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder