“O, biri
diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân
(olan Allah)’ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz
(uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).
Âyetlerde bahsedildiği gibi, varlık “süper düzenli”
olarak yaratılmış ve “düzenli olarak” da varlığını devâm ettirmektedir. Bu
düzen kâinâtın ve Dünyâ’nın her yerinde çıplak gözle bile görülebilecek bir
şekildedir. Düzenlilik sâdece çıplak gözle görülen Dünyâ âleminde değil, mikro
boyuttaki atom-altı âlemde ve makro boyuttaki evrende de mükemmel ve hayranlık
uyandıracak bir şekilde gözlemlenir. Yaratılmış olanda muazzam bir düzen
vardır. Zîrâ Allah düzensiz bir şey yaratmaz. Düzensiz bir yaratış
yapmaz. Fakat “düzen” ile “simetri”yi karıştırmamak gerekir. Simetri de bir
bakışa göre düzenli olabilir fakat simetride düzen ile birlikte “doğallık”
yoktur. Hâlbuki Allah’ın yarattığında “doğal olan bir düzenlilik” vardır. Zâten
bu nedenle yaratılmış olan her-şey çok güzeldir ve insanları sıkmaz, görülen ve
işitilen şeyler insanları bıktırıp usandırmaz. Fakat simetrik yapılar bir-süre
sonra yorucu olur ve sıkmaya başlar. Bu nedenle de insanların yaptıkları şeyler
sürekli değiştirilmek zorundadır. Allah’ın yarattıkları içinde,
hissedebileceğimiz ama kavrayamayacağımız bir “rûh” olduğu için sürekli yenidir,
yâni sanki “biraz-önce yaratılmış” gibidir. Allah’ın yarattıklarında eskilik ve
eskime olmaz. İnsanların yapmalarında ise zamanla eskimeler-yıpranmalar olur kaçınılmaz
olarak ve bu nedenle bir-süre sonra o şeyden bıkılır. Çünkü Allah’ın yarattıkları
mûcizevî ve doğal olduğundan bir kanıksanma olmazken, insanların yaptıkları-ürettikleri
şeyler çabuk kanıksanır bu nedenle de çabuk bıkılır. Meselâ insanlar her-gün
sürekli içtikleri sudan bıkmazlar. Ama insanların ürettikleri içeceklerden-meşrubatlardan
bir-süre sonra bıkılır ve yeni şeyler aranmaya başlanır.
“Görmüyor
musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutâbakat) içinde
yaratmıştır?” (Nûh 15).
“Allah’ın
herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı?. Onun gölgeleri küçülerek
sağdan ve soldan Allah’a secde eder vaziyette döner. Göklerde ve yerde olan ne
varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve büyüklük taslamazlar.
Üstlerinden (her-an bir azab göndermeye kâdir olan) Rablerinden korkarlar ve
emrolundukları şeyi yaparlar” (Nahl
48-50).
Allah her-şeyi İslâm fıtratına uygun olarak sünnetullaha
göre yaratmıştır. Âyette de görüldüğü gibi; insan hâriç, -gölgeleri de dâhil-
tüm varlıklar, yâni tüm canlılar ve melekler seve-isteye Allah’a secde
ediyorlar. Sâdece insan hâriç tüm varlık bu fıtrata ve sünnetullaha uygun
davranışlar gösterir. Bu nedenle de Allah’ın yaratılışı hem göklerde, hem
yeryüzünde ve hem de insanın bir dahli olmadan işleyen varlığında tam bir
uygunluk gösterir. Bu tam uygun davranışlar, hem gökte ve yerde bir bozulmanın,
dağılmanın, düzensizliğin olmaması, hem de rûhunu korumasının nedenidir. Fakat
ne zaman ki işe “insan” karışır, işte o zaman ârıza çıkmaya başlar. İnsanın
müdâhalesi o şeyin rûhunu bozduğu gibi yapısını da bozar, yada yapısı bozulanın
rûhu da bozulur.
Kâinâtın bir başlangıcı olduğu gibi bir sonu da
vardır. Yâni kâinâtın bir ömrü vardır. Bu ömür, onun tam da Allah’ın gösterdiği
gibi hareket etmesinden dolayı tam zamânında dolar. Ne bir-an eksik, ne de
bir-an fazla olarak tam zamânında ömrünü tamamlar kâinât. Bu durum fıtrata ve
sünnetullaha aykırılığın olmadığı her yerde böyledir.
Bilindiği gibi, bir “ecel-i müsemmâ” vardır, bir de
“ecel-i kazâ”. Ecel-i müsemmâ, o şeyin ömrünün ne bir-an önceye ne de bir-an
sonraya ertelenmeyecek olan vaktidir. O hâlde ecel-i müsemmâya uygunluk,
yaratılışa, fıtrata ve sünnetullaha tam uygun hareket etmekle mümkün olur ki
bu, “İslâm’a uygun hareket etmek” demektir. Tüm kâinât “şuursuz müslümandır”, yâni
“mecbûren müslüman”dır ve bu nedenle tam da İslâm’a uygun hareket etmektedir.
Bu nedenle ne ömrü azalır ne de bir kargaşalık çıkar kâinatta. Ne kadar hatâ
aranırsa-aransın, kâinatta bir uygunsuzluğun bulunması mümkün değildir ve kiânâtın
her noktası “süper düzenlilik ve hareket” hâlindedir. En ufak bir döngüsel
yanlışlık yada işleyiş hatâsı yoktur, ol(a)maz. Zîrâ dediğimiz gibi; İslâm
fıtratına ve sünnetullaha tam uygun olarak yaratılan kâinât, yine bu fıtrata ve
sünnetullaha göre hareket etmektedir.
Kâinatta “ecel-i kazâ” denilen, yanlış ve uygunsuz işleyişlerden,
hareketlerden ve döngülerden kaynaklanan ömür kısalması olmaz. İslâm fıtratına
ve sünnetullaha göre yaşamak, “ecel-i kazâ”nın olmaması ve “ecel-i müsemmâ”nın
tam zamânında tezâhür etmesi demektir. Bu, Dünyâ’nın ve insanın doğal hâli için
de geçerli olan bir şeydir ve her şey mükemmel olarak tam zamânında açığa
çıkar. Meselâ Güneş ve Ay, döngüsünü tam zamânında yapar, yağmurlar tam da
sünnetullah denen Allah’ın yasalarına tam uygun olarak yağar, kezâ bitki örtüsü
yeşillenir ve kurur, denizler bu yasaya göre kokmaz ve kurumaz. Fıtratını
bozmamış ve sünnetullaha uygun olarak yaşayan (ahlâk) insanlar, sağlıklı,
huzurlu ve doğal ömürlerine (ecel-i müsemmâ) göre yaşarlar ve ölürler. İnsanın
daha doğrusu nefsin dahli işe karışmadığında bu durum tüm kâinât için câri olan
bir şeydir:
“Üzerlerindeki
göğe bakmıyorlar mı?. Biz, onu nasıl binâ ettik ve onu nasıl süsledik?. Onun
hiç-bir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık?. Onda sarsılmaz dağlar
bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.
(Bunlar,) içten Allah’a yönelen her kul için hikmetle bakan bir iç göz ve bir
zikirdir” (Kâf 6-8).
Peki ifsâd ne zaman ortaya çıkıyor ve “doğal-normâl
durum” ne zaman bozulmaya başlıyor?. İnsan da İslâm fıtratına göre
yaratılmıştır. Fakat aynı-zamanda imtihanın bir gereği olarak bir nefse de sâhiptir.
İşte; insan fıtrata ve sünnetullaha aykırı davranıp nefse ve hevâ-hevesine göre
hareket edince, kendi üzerinde ve toplumda yozlaşmalar ve bozulmalar başlıyor.
Üstelik karada ve denizde fesâd ortaya çıkıyor. Yâni karanın ve denizin sünnetullaha
göre olan döngüsü zedelenmeye başlıyor ve en küçük bir çatlak bile kabûl
etmeyen sünnetullah sistemi, bu ifsâda hemen cezâyı kesiyor ve soluduğumuz hava,
içtiğimiz su bile ifsâd edilmiş olarak bize zarar vermeye başlıyor. Üstelik
fesadı başlatanlar da dâhil, insanın ecel-i müsemmâsı da ifsâd olarak, ömrü “ecel-i
kazâ”ya mâruz kalıyor ve kısalıyor. Sünnetullaha ve İslâm fıtratına aykırı
olarak yaşamak ifsâdı başlatıyor ve ifsâd doğal ve normâl olanı a-normâle
döndürüyor. İfsâd başladığında artık doğal ve normâl bir işleyiş beklenemez. Bu
nedenle de insan için ecel-i müsemmâ olan normâl bir hayat ve ömür de
beklenemez. Yine “ecel” üzerinden örnek vermek gerekirse, ecel-i kazâ şudur:
Meselâ “sıfır km.” bir araba düşünelim. Bu arabanın
motoru normâl ve doğal durumda yâni ecel-i müsemmâya göre ömrü (arabasına göre
değişir ama) meselâ 500.000 km .’dir. Bu arabayla günde 1.000 km . yol yapılırsa arabanın motorunun ömrü 500 günde 500.000 km .’yi bulur ve biter. Fakat bu durum (göze alınan bir
şey değilse) normâl bir durum değildir. O araba, 500 günde “motor isteyecek”
hâle gelmesi için plânlanmamıştır. Araba günde 1.000 km yaptığı için 500 günde motoru ömrünü tüketmiştir.
Oysa günde normâl olarak 100 km . yapılsaydı, 5.000 gün dayanacaktı motor. Yâni 15,
hattâ duruma göre 20 sene normâl ömür sürecekti. Tabi bu bir örnektir. İnsan üzerinden
örnek verecek olursak; bir insan meselâ fizîki yapı olarak 80 yıl yaşayacak bir
yapıda olmuş olsun. Yâni o insanın ecel-i müsemmâsının 80 yıl olduğunu kabûl
edelim. Bu insan; fıtratına, ecel-i müsemmâsına, sünnetullaha göre yaşadığında,
tam da 80 yıl yaşar ve bu yaşa geldiğinde ölümü ne bir-an önceye alınır ne de
bir-an sonraya ertelenir. Fakat bu kişi, vücûda çok zarar veren ve ömrü kısaltan
zararlı şeyler yapıyorsa, meselâ sigara-içki-esrar kullanıyorsa, kumar
oynuyorsa, çok ağır şartlar altında çalışıp dengesiz besleniyorsa, yâni yanlış
bir hayâtı varsa, ömrü yarı-yarıya bile kısalabilecektir. İşte bu “ecel-i kazâ”
denilen şeydir. Görüldüğü gibi ecel-i kazâ; fıtrata, sünnetullaha, İslâm’a,
Kur’ân’a, kısaca “Allah’a göre” yaşanılmadığında ve normâl ve doğal olana
aykırı yaşanıldığında açığa çıkar. Yâni sünnetullaha ve fıtrata aykırı
davranıldığında hem ömür kısalacak, hem de çok zor bir hayat olacaktır:
“Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun
göğsünü İslâm’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe
yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, îman etmeyenlerin üstüne işte
böyle pislik çökertir. Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini
bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer-birer açıkladık” (En-âm 125-126).
Dolayısı ile sünnetullaha, fıtrata, İslâm’a, Kur’ân’a,
Peygambere, kısaca “Allah göre” yaşamayınca insan dâhil tüm kâinât ifsâd olur
ve hem ecel-i kazâ işlemeye başlar ve ömür kısalır, hem de bu kısa ömür zorluklar
ve perişanlıklar içinde geçer. Üstelik ebedî azâba da mahkûm olur. Çünkü Allah’a
göre yaşanmadığında, mutlakâ nefse-şeytana-tâğutlara göre bir yaşam olacaktır.
İşte insanlık-târihi (buna Dünyâ’nın-kâinâtın târihi de denebilir) “Allah’a
göre yaşamak” ile “nefse göre yaşama”nın savaşımının verildiği târihtir. Ya
gökler gibi mutlak anlamda Allah’a göre hareket edilecek ve en uyumlu bir hayat
yaşanacak, yada nefse göre yaşanarak geçici hazlar (mutluluk değil) içinde,
huzursuz ve sıkıntılı bir hayat yaşanacaktır.
Peki bu neden böyle olmak zorunda?. Çünkü bu âlem bir
“imtihan salonu”dur ve Allah da “ak” ile “kara”yı belirlemek istemektedir:
“O, amel
(davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek
için ölümü ve hayâtı yarattı…” (Mülk
2).
Peki nefse göre yaşamak nasıl yaşamaktır?. Nefse göre
yaşamanın kaynağı ve dayanağı nedir?.
Nefse göre yaşamanın kaynağı ve dayanağı şeytan ve
onun fısıldayıp durduğu nefstir. Bu nefse uygun olarak düşünen ve hareket eden
tâğutlardır. Bu tâğutlar (küresel plânlayıcılar ve hükmediciler) bu yaşam için
nefse uygun ve İslâm’a (yada kâlbe) aykırı düşünceler fikirler üretirler ve
buna göre ideolojiler ortaya koyarlar. Bu ideolojiler mutlakâ fıtrata-sünnetullaha-İslâm’a
aykırı olan ideolojilerdir. Dîni-İslâm’ı-vahyi-Peygamberi-kâlbi, kısaca Allah’ı
hayattan uzaklaştırarak vicdanlara hapsederler ki aslında orada bile durmasına
katlanamazlar. Bunu nefse uygun olarak geliştirdikleri lâiklik, demokrasi,
kapitâlizm, liberâlizm, komünizm, sekülerizm, konformizm, emperyâlizm, hümanizm,
modernizm vs. gibi insan-ürünü olan şeytan-işi pisliklerle sürdürürler. Bu
ideolojiler aslâ dînin hayatta görünür kılınmasına râzı olmazlar. Nefse aykırıdır
çünkü. Bu nedenle din ve devlet işlerini birbirinden ayırırlar ve dînin devlete
karışmasına izin vermezler ama devlet dînin her şeyine karışır. Kânunlar Allah
göre değil de insana göre olunca, yâni sünnetullaha göre değil de nefse göre
olunca açığa çıkar bu ifsâd. Tâğutlar, çıkardıkları kânun ve kurallar nefse
uygun olduğu için kolayca bir-çok destekçi bulurlar. Zamanla bu destek “din”
hâline gelir ve artık İslâm-dîni yerine “insan dinleri” olan bu ideolojiler dinleşir
ve bu ideolojilerin lîderleri ilahlaştırılıp onlara tapılmaya başlanır Tabi
böyle olunca “ilâhi ihtişam” bozulur ve karada ve denizde fesad çıkar. Mutlu
(daha doğrusu “hazlı”) azınlık dışında tüm insanlar, farkında olsunlar yada
olmasınlar, haysiyetsiz, onursuz, vicdansız, merhâmetsiz bir rezillik içinde
yaşarlar.
Şöyle bir iddiam var...
Bu mükemmel kâinat döngüsü çok hassas
oranlarda-kriterlerde düzenini korur. Öyle ki; evrendeki galaktik düzen,
Samanyolu Galaksisi’nin dengesine bağlıdır. Samanyolu Galaksisi’nde oluşacak en
ufak bir yalpalanma (ifsâd), galaktik kümelerin ve en sonunda evrenin
kendisinin bozulmasına yol açacaktır. Samanyolu Galaksisi de bu düzenini Güneş
Sistemi’ne borçludur. Güneş Sistemi’nde meydana gelecek ufak bir yalpalanmada
Samanyolu Galaksisi’nin düzeni de bozulacaktır. Güneş Sistemi’miz ise düzenini
Dünyâ’nın varlığına borçludur. Dünyâ’nın yörüngesinde yada yapısında meydana
gelecek olan olası bir düzensizlikte Güneş Sistemi olumsuz şekilde
etkilenecektir. Dünyâ’nın düzenini korumasına gelince; bu da insanın varlığı
sâyesinde olur. İnsanın tasavvurunda ve dolayısıyla eyleminde meydana gelecek
bir bozulmada, kısa yada uzun vâdede insan yıkıma uğrayacaktır. İnsan yıkıma
uğrayınca da Dünyâ yıkıma uğrayacaktır. Bunun sonucunda ise Güneş Sistemi’nin
düzeni-işleyişi bozulmaya başlayacaktır. Ve en nihâyetinde insan da mevcut
düzenini mânevi yapısını oluşturan fıtrata (İslâm fıtratı) borçludur. Vahyi
göz-ardı ederek fıtratına aykırı bir yaşamı seçtiğinde çok da uzun olmayan
süreler içinde insan ve insanlık fesada uğrayacaktır. Bu fesat da yıkımı
getirecektir. Çünkü insan aslında bütün enerjisini ve dengesini mâneviyatından
alır.
Şimdi; kırılmayla başlayan ve en sonunda kaosla
sonuçlanan bozulma serüvenini kısaca anlatacak olursak:
Vahiy göz-ardı edilerek yaşandığında ilk önce insan,
insanın bozulmasından Dünyâ, Dünyâ’nın bozulmasından Güneş Sistemi, Güneş Sistemi’nin
bozulmasından Samanyolu Galaksisi, Samanyolu Galaksisi’nin bozulmasından
Samanyolu Galaksisi’nin de içinde bulunduğu galaktik küme, bu galaktik kümenin
bozulmasından diğer süper-kümeler ve en nihâyetinde de kâinat yıkıma
uğrayacaktır. Budha:
“Cehâlet
ve günahlar artınca, yalnızca insan hayâtı kısalmaz, evren de bozulmaya yüz
tutar” der.
Evet; Demek ki sünnetullahtan ve fıtrattan
kopulduğunda “ilâhi düzen” bozulacak ve tüm câhiliye zamanlarında ve aynen
günümüzde de olduğu gibi, nefsin ifsâdı insandan başlayarak tüm kâinâtı
saracaktır. O hâlde her-şey ya sünnetullaha yâni Allah’a göre düzenlenerek
doğal ve mutlu bir hayat yaşanacak; yada nefse göre düzenlenecek olan bir Dünyâ
mecbûren ifsâd olacak ve a-normâl hayatlar yaşanıp, acının, zulümlerin
feryatların sesi göklere ulaşacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder