26 Ekim 2017 Perşembe

Mahrem


“Ey îman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin). Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?. İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabûl edendir, çok esirgeyendir” (Hucurât 12).

Mahrem: 1-“Yakın akraba olması nedeniyle nikâh düşmeyen. Haram olan. 2-Başkalarının duymaması, öğrenmemesi gereken, gizli. Saygıya ve gizlenmeye değer şey” anlamındadır. Biz yazımızda mahremin ikinci anlamı olan “gizlilik” ve “gizliliğe saygı” anlamları hakkında değerlendirmelerde bulunacağız.

Varlık, “görünür olan”, “mevcut olan”, “vâr olan”  anlamındadır. Varlık çok görünür-zâhir olmasına rağmen aslında mahremiyet ile çevrelenmiştir. Yada varlık, mahremiyet ile korunmaktadır. Öyle ki, aslında insanlar (ve tabî ki hayvanlar) varlığı, tamâmını kuşatacak şekilde göremezler. Bu, basit olarak, “gözle görme” anlamında da böyledir, “inceleyip araştırma” anlamında böyledir. Bunun nedeni, Yaratıcı’nın varlığa bir mahremiyet koymuş olmasından varlığı o mahremiyet ile korumuş olmasındandır. Ayrıca bu mahremiyetin delinmesini de istememektedir.

Allah varlığın aşırı bir şekilde gözlenmesini ve incelenmesini istememektedir. Bir sınır olmalıdır yâni. İşte o sınır “mahremiyete kadar olan”dır. Her varlığın mahremiyet sınırı, onun doğal ve normâl olarak görülebilecek ve görüntülenebilecek olanı kadardır. İnsan, yaptığı gözlemede ve incelemede, varlıktaki bu mahrem nedeniyle varlığı ancak belli bir sınıra kadar gözleyebilir ve inceleyebilir. Zâten daha çıplak gözle ve basit bir bakışta bile bu mahremiyeti fark ederiz. Hiç-bir varlığı tüm yönleriyle ve boyutlarıyla görmemiz mümkün değildir. Yâni herhangi bir nesnenin, önünü-arkasını, altını-üstünü, sağını-solunu her birlikte ve bir-anda göremeyiz. Baktığımız yüzünü görebiliriz fakat aynı-zamanda ve aynı-anda arka yüzünü yada alt tarafını birlikte göremeyiz. Yâni biz varlığın tamâmını bir-anda göremeyiz. Mutlakâ göremediğimiz bir yüzü olur. Bu, insana, “haddini bil, varlığı kuşatamazsın, sınırı aşma!” mesajını verir.

İnsanlar, canlı-cansız varlığın mahremiyetini son 200 yıl öncesine kadar korumuşlar ve hadlerini aşmayarak varlığı aşırı gözlemeye ve incelemeye tâbi tutmamışlardır. Bundan hayâ etmişlerdir. Çünkü, dediğimiz gibi tüm varlığın bir mahremi vardır. Fakat batı’nın Rönesans, Aydınlanma, Fransız Devrimi ve Sanayileşme ile başlattığı ve sınırlara saldırının startının verildiği zamanlarla birlikte artık mahremiyetin delinmesine de başlandı. Artık her-şeyin derinlemesine gözlenmesi ve incelenmesi düşüncesiyle varlığın gizliliği didiklenmeye başladı. Bu, birileri tarafından çok iyi ve üstün bir şey gibi görülse de, aslında sınır aşıldığı anda ve oranda kötü sonuçları çıktı ortaya.

Bir şeyi aşırı gözlemek ve incelemek aslında doğru değildir. Çünkü bir şeyin mahremiyetinin delinmesi, o şeyin yapısının bozulması anlamına gelir. Öyle ki artık aşırı incelenen şey, bütünlüğü bozularak “o” olmaktan çıkar ve başka bir şey olur. Çünkü aşırı inceleme, “parçalama” demektir. Varlığın parçalanması, “Dünyâ’nın parçalanması” anlamına gelir.

Mahremiyetin sigortası din’dir. İşte batı dinden kopunca yada dîni vicdanlara-gönüllere hapsedince, nefsi ile başbaşa kaldı ve nefsi ona mahremiyetleri delmesini telkin etti, emretti. Nefsinin emrine giren insan için mahremiyetin bir değeri kalmadı ve artık insanoğlu, delmedik mahremiyet bırakmadı. Üstelik ortaya koyduğu ideolojiler de mahremiyetin delinmesini bir üstünlük vesîlesi olarak kabûl etti. Zâten belki de şeytanın emir-erleri olan tâğutlar bu ideolojileri, mahremiyetleri delmek için îcât etti. Modern-bilim denen “mahremiyet düşmanlığı” ile de artık işin ucunu kaçırdı ve mahremiyetine girmediği canlı-cansız bir varlık kalmadı.

Dünyâ’nın mahremiyetini didikledikten sonra insanoğlu gökyüzünün de mahremiyetine el attı ve başladı kâinâtı aşırı inceleyerek didiklemeye. Çok “keskin gözler”e sâhip teleskoplarla kâinâtın en derin yerlerine bakmaya başladı. İnsan, merâkını gidermek ve Allah’ın yaratışını ve sanatını görmek ve anlamak için gökler sınırlı olarak gözlemlenebilir ve incelenebilir tabî ki. Fakat aşırı incelemede, hem, varlık bir döngü hâlinde olduğundan dolayı her zaman farklı bir veri ve bilgi sunacak, hem de varlığın büyüsü bozulacağından dolayı yanlış bilgiye varılması kaçınılmaz olacaktır. Evet; aşırı inceleme yâni mahremiyeti delmek, o şeyin büyüsünü bozacaktır. Bütünselliğinden kopan varlık da artık doğru veriler veremeyecektir. Bu, varlığın kendini koruma sistemidir. Hiç bir varlık kendinin sonuna kadar gözlenmesine ve incelenmesine izin vermez. Buna rağmen üstüne gelenlere ise yanlış bilgi verir. Zîrâ dediğimiz gibi, aşırı inceleme o şeyi parçalama demek olduğundan, artık incelenen şey o şey değil, o şeyin parçası yâni bir-kısmıdır ki o parçadan doğru bir sonucun çıkması imkânsızdır. Parça incelemelerden parça sonuçlar çıkar. Fakat bir kere o şeyin bütünlüğü parçalanarak bozulduğu ve o şey orijinâlliğini kaybettiği için, kesin doğru bilgiye ulaşılamaz artık. Zâten bilimin sonuçlarının sürekli değişmesinin nedeni de budur. Varlık hem sürekli döngü hâlinde olduğundan ve hem de derinlemesine incelemek o şeyi parçalamak demek olacağından, en net ve doğru bilgiye bir türlü ulaşılamaz ve sürekli farklı bilimsel bilgiler çıkar ortaya. Bu bilgilerin hiçbiri kesin doğru değildir. Çünkü kesin bilgiyi yâni en doğrusunu sâdece Allah bilir.

Modern insan ve bilim-adamı, Dünyâ’nın taşını-toprağını, bitki örtüsünü, havasını-suyunu vs. incelemede aşırıya kaçmış ve Dünyâ’nın varlığının da mahremine girmek istemiştir. Tabî ki neyin ne olduğunu anlamak için dediğimiz gibi, belli bir sınırda gözlem yapılacaktır ve incelemelerde bir sonuca varılmaya çalışılacaktır. Fakat varlığın mahremine girerek onun gizliliklerini araştırmak ve oradan bâzı sonuçlar çıkarmak, yakın-uzak vâdede insanlığa ve varlığâ mutlakâ zarar verecektir. Meselâ varlığın mahremine girerek onun zerreleri aşırı araştırmaya kalkılınca, yâni atom ve atom-altı boyutuna girince, orada muazzam bir güç olduğunu anlayan bilim-adamları, o gücü açığa çıkararak ondan faydalanmak istemişler ve bu sonuçta “atom-bombası” şeklinde tezâhür etmiştir. Atom-bombasını iyi bir şey olarak gören insanlar ise, kafayı yemiş ahmaklardır. Varlık, mahremine girenleri içinde barındırdığı büyük güç ile cezâlandırmış ve cezâlandırmaktadır. Bu gücün insanları mutlu etmesini bir yana bırakın, Dünyâ’yı yaşanamaz bir hâle getirmiştir. Buradan anlaşılması gereken şey şudur: İnsan varlığın mahremini korumalıdır ve onu delmemeye çalışmamalıdır.

Peki varlığın mahrem sınırı nedir?. Varlığın mahremi, onun “görülebilecek” olan yanıdır. Bu nedenle meselâ varlığı atoma kadar incelemek, varlığın gizliliğini-mahremini korumak demek olur. Atom-altı yönü varlığın mahremidir ve zâten orada “görülecek” bir şey de yoktur. Orada sâdece matematiksel sonuçlar ve matematiksel isimlendirmeler vardır. Orada artık çeşitli isimlendirmelerden başka bir şey yoktur. Zâten kuantum teorisiyle de görüldüğü gibi, atom-altında işleyiş çok farklıdır ve anlam verilebilecek gibi değildir. Varlık, Allah’ın yarattığı gibi korunmalı ve mahremine girilmemelidir. Varlığın kötü sonuçlarının açığa çıkmasını önleyen şey, varlığın mahremidir. Varlığın mahremidir bize bir zarar gelmesini önleyen. Varlığın şiddetinden, varlığın mahremi ile korunuruz. O mahrem delindiğinde, meselâ atom-bombası olarak açığa çıkar.

Hayvanların mahremi de delik deşik-edildi ve hayvanlar “hayvan” olalı modern zamanlardaki gibi bir zulüm görmedi. Allah Kur’ân’da “devenin yaratılışına bakmıyorlar mı” diyerek onun gözlemlenmesini ve incelenmesini istiyor ama bir sınıra kadar. Yâni hayvanların mahremine girilmesini istemiyor. Günümüzde hayvanlar o kadar çok araştırılıp inceleniyor ki, neredeyse mahremleri kalmadı desek yeridir. Hayvanların çiftleşmesinden tutun da, yavrusunu doğurması, onun birileri tarafından yenmesi, öldürülmesi ve ölüm ânı, âile hayâtı, yaşam-şekli, ihtiyaçlarını gidermesi, mücâdelesi, vs. her-şeylerini araştırıyorlar. Belgeseller hayvanların mahremini alt-üst etti. Bu kadar çok araştırma bir terbiyesizliktir. Belgesellerde hayvanların aşırı gözlemlenmekten utandıklarını göremiyor musunuz?. Hayvanların her-şeylerinin bu kadar aşırı derece gözlenmesi, araştırılması ve incelenmesi ayıptır, terbiyesizliktir, günahtır, haramdır, mahremdir. Hiç-bir zaman onların âlemini tam olarak anlayamayacaksınız zâten. Onların dilini hiç-bir zaman çözemeyeceksiniz. Allah tarafından yaratılan mahremlerini bir sınırdan sonra delemeyeceksiniz ve anlayamayacaksınız.

Bu belgeselciler, belgesel çekeceğiz diye hem Afrika kıtasının büyük düzlüklerini tarıma kapatarak Afrika halkını aç-susuz bırakıyorlar ve tarım tekellerini ellerinde tutuyorlar, hem de bu-arada belgesellerle büyük paralar kazanıyorlar. Hem de hayvanların mahremlerine girerek yapıyorlar bunu. Aslında belgeselleri, “oranın tarıma çok elverişli olan geniş ve düz arâzileri tarıma açılmasın” diye yapıyorlar. Onları finanse edenlerin amacı budur. İyi de Afrika Kıtası’nın büyük düzlüklerini (Serengeti, Masai Mara vs.) tarıma yasaklama yetkisini nereden alıyorlar?. Elbette ki yerel şerefsiz yöneticilerden ve üstün silah gücünden. Çünkü o kadar büyük alanlar tarıma açıldığında, batı’nın tarım tekeli kırılarak ortadan kalkacaktır ve insanları gıdâ ile kontrôllerinde tutamayacaklardır.

Afrika Kıtası bir zamanlar kendi-kendine çok-çok fazla yeten bir kıtayken, onu 100-150 yıldır açlığın, susuzluğun ve yoksulluğun merkezi yaptılar. İşte bunun bir nedeni, ekonomik sömürüden başka, arâzilerinin tarıma işletilmeye kapatılmasıdır. Bunu hayvanlara sözde alan açarak ve belgeseller çekerek, araştırma-incelemelerle yapıyorlar. O kadar çok hayvanın olması gerekmiyor aslında. Mevcut hayvan popülasyonunun 4/3’ü et ve deri ihtiyâcı için yok edilse ve onun yerine meyve ağaçlandırması ve sebze tarımı yapılsa ve onun yanında çiftlikler kurulup evcil hayvan üretimi yapılsa, hem kıta’ya hem Dünyâ’ya bir faydası dokunur. Peki hayvanların mahremine girerek çekilen belgesellerin ne faydası var?. İnsanlara “zayıf olanın hayatta yeri yoktur” mesajını veriyorlar ve ölüm-şekillerini bolca ortaya koyarak “zayıf olanlar ölmelidir” demeye getiriyorlar. Hem hayvanların mahremlerine giriyorlar hem de oranın insanlarını aç bırakıyorlar. Oysaki Afrika halkı uzun yıllar boyunca bu hayvanlarla mahremlerine girmeden yaşamıştı. Hayvanlar mahremlerine bu kadar girilmesinden hoşnut değiller ve hayvanları çok saldırganlaştıran şey de budur. Üstelik bu durum yâni hayvanların mahremine girmek, onların psikolojisini bozuyor. Hayvanlar, kendilerinin bu kadar görüntülenmesinden rahatsız oluyorlar. Bu nedenle aşırı belgesel çekimleri ve araştırmalar hayvanlara yapılan bir zulümdür.

İnsanın mahremi ise delik-deşik edildi ve ediliyor. Artık ultra-modern zamanlarda insanlar bundan gocunmamaya başladı büyük ölçüde. Hattâ mahremlerini sergilemek için birbirleriyle yarışır oldular. Bu nasıl bir çirkefliktir ve nasıl bir zavallılıktır?. Artık işkencelerle sorgulamalara gerek kalmadı, çünkü insanlar zâten her anlarını ve tüm gizliliklerini bile çeşitli kanallara açıkça ortaya koymaktan çekinmiyorlar. Televizyonda delinmedik mahremiyet kalmadı. Herkes (yatak-odası mâceraları dâhil) her-şeylerini anlatıyor. Hiç-bir özelleri kalmadı ve özel hayat târihe karıştı. Zâten modern mîmâri daha ilk başta mahremiyeti alt-üst etti-ediyor. Apartman denen modern-hapis-hâneler mahremiyeti açık ediyor. Eskiden evler “bahçe tesettürü” ile gizlenirdi. Bahçe evin mahremiydi. Şimdi ise her-şey meydanda. Herkes herkesi biliyor. “Yavaş komşular duymasın” sözü antika oldu. Kimin ne yediği, ne içtiği, ne kadar yediği-içtiği bile belli. Hattâ sürekli kredi kartı ile alış-veriş yapanların ne yediği, ne içtiği, ne giydiği, ne zamanda bir banyo yaptığı, ne kadar tuvalete çıktığı ve hattâ ne zamanda bir cinsel ilişkide bulunduğu bile kredi kartı ekstresinden belli olabiliyor. İnsanların bir mahremi kalmadı, gizlilikler ortaya döküldü ve saçıldı.

Mahremin pratik şekli olan tesettür kötülendi, yozlaştı, böylece mahrem yerler belirginleşti, ortaya çıktı. Herkesin tüm mahrem yerleri meydanda. Mahâlle ile plaj arasında neredeyse bir fark kalmadı. Özellikle “modern kadın”, işi zıvanadan çıkardı ve artık yarı-çıplak, hattâ ¾ oranında çıplak hâle geldi. Çıplaklık modernliğin ve ilericiliğin bir göstergesi ve ölçüsü hâline getirildi. Mahremiyetin yokluğu üstünlük ölçüsü sayılmaya başladı. Oysa kadının üç mahremiyeti vardır: Bahçesi, evi ve başörtüsü. Başörtüsü çıkarılınca, daha doğrusu çıkartılması hem şeytan hem de tâğutlar tarafından şart koşulunca, “balık baştan kokar” misâli, artık açılmayan yer kalmadı. Açıklık artık normâl hâle geldi, çünkü açık-saçıklık “modernlik” olarak kabûl edildi. Artık her yerde başörtülü ve pardösülü anaların yanında mini etekli kızları görmek sıradan bir şey hâline geldi.

Kur’ân, insanlar arasında ve hattâ âile içinde de mahremiyetin uygulanmasını ister ve bu mahremiyetin nasıl olacağının örneğini şu şekilde verir:

“Ey îman edenler!; sağ ellerinizin mâlik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size âyetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Nûr 58).

Dedikodu zâten mahremiyete yapılan büyük bir saldırıdır. İnsanların gizliliklerini ve sırlarını ortaya dökmektir bu. Zâten modernizm, “dedikodunun küreselleşmesi”dir.

Sosyâl medyada (aslında a-sosyâl medyadır) hangi mahremiyet paylaşılmıyor ki!. İnsanlar mahremiyetlerini paylaşmak için yarış hâlindeler. Toplumda îtibâr sâhibi olmak için mahremin kalkması gerekiyor artık. Tabi buna îtibâr değil, “başka bir şey” denir. 24 saatini dakîka-dakîka paylaşıyor insanlar. Ne kadar gizlilikleri-mahremleri varsa paylaşıyorlar. Ne kadar düşünceleri varsa, neler yaptılarsa, neler ettilerse paylaşıyorlar. İşledikleri günahları paylaşıyorlar. Sosyâl medyaya da “sosyâl” adını koymuşlar. Sosyâl olmak işçin mahremiyetin kalkması ve delik-deşik edilmesi gerekiyor demek ki. Sosyâl medya ile ne yuvalar yıkılıyor, ne çirkeflikler de çıkıyor ortaya. Evlenmek için bile televizyona çıkıyorlar artık. Yavuz Bahadıroğlu: “Görücüye çıkmaya utanan ninelerin torunları, eşlerini ekranlarda arıyor. “BBG Evleri”, “Gardrop Savaşları” ve “Moda Yarışları” âile mahremiyetini zir-u zeber ediyor” der. Bu insanoğlu “göstermeye” ne kadar da meraklıymış..

Her-şeyin bir mahremiyeti vardır, buna Kur’ân bile dâhildir. Modern müslümanlar Kur’ân’ı da aşırı araştırmaya-incelemeye tâbi tutuyorlar ve sonuçta mahremiyeti delinmeye çalışılan Kur’ân onlara başka bir şey söylemeye başlıyor. Çünkü Kur’ân’ın bir korunma programı, bir mahremiyeti vardır. İnceleme, “parçalama” demektir ve Kur’ân “bütün bir kitap” olduğundan, parçalanmaya zinhar izin vermez ve kendini okuduktan sonra hayatta yaşamayıp da aşırı incelemeye kalkanlara bir cezâ olarak farklı-farklı şeyler söyler ve böylece onu aşırı araştırıp inceleyenler, Kur’ân’ın âyetlerini olduğu gibi kabûl edemez hâle gelirler. İlginçtir, Kur’ân’ı aşırı araştırıp inceleyenlerin yâni onun mahremiyetini delmeye çalışanların vardıkları ortak sonuç, Kur’ân’ın âyetlerini inkâr etmek yada olduğundan farklı anlamlara getirerek değiştirmek olmuştur-olmaktadır. Yâni tahrif etmek olmuştur Bu, “Kur’ân’ı yaşamama”nın bir cezâsıdır. “Yaşamamak için aşırı incelemeye-araştırmaya tâbi tutma”nın bir cezâsıdır bu.

Kur’ân’ı okuyup da hayâta dökmüyorlar ki!. Okuyup-okuyup derinlemesine araştırıyorlar; kelimelerini, harflerini, cümle yapılarını. Sonra da başlıyorlar atıp tutmaya. Neden?. Çünkü aşırı araştırma hiç-bir zaman net bir cevap vermediği gibi, doğrudan daha da saptırır insanı. Çünkü dediğimiz gibi, aşırı araştırma, o şeyin bütünlüğünü bozmaktır. Kur’ân bir kez okunduğunda yada duyulduğunda yapılacak şey bellidir: Onu hayâtta uygulamak. Bu yapılmayıp da, Kur’ân’ı, “dur bakayım orda nasıl söylenmiş”, “burada ne denmiş”, “hangi harfle yazılmış”, şeklinde etimolojik, sosyolojik, bilimsel vs. değerlendirmelere tâbi tutmak müslümanların Dünyâ’daki rezilliğine bir çâre olmamıştır. Kur’ân “okunup-araştırılıp durulsun diye” değil, “okunduktan sonra pratiğe dökülsün” diye gönderilmiştir ve “güzel örnekliğimiz” Peygamberimiz ve “örnek nesil” sahabenin yaptığı büyük değişimin ve dönüşümün gerçekleşmesi bu metodla olmuştur. Kur’ân’ın da bir mahremiyeti vardır ve Kur’ân, mahremiyetini koruyanlar tarafından doğru şekilde anlaşılıp idrâk edilebilir ve ancak bu şekilde bir îman, ahlâk ve amel-eylem ortaya konulabilir.

Sağlık konusunda da mahremiyet deliniyor. İnsanlar sağlık kontrôlü yapacağız diye fazla incelenip araştırılıyor ve yapılan tetkik ve tahlillerde bir-çoğu önemsiz olan görece sorunlar ortaya çıkartılıyor. Hâlbuki kendi hâllerine bıraksalar belki de o şey kendi-kendine bir süre sonra yok olup gidecek. Fakat aşırı bir teşhis var ve tedâvi için de hemen kimyâsal ilaçlara başvuruyorlar. Fakat yok etmeye çalıştıkları o şey de kendi gardını alıyor ve karşı koyuyor tabi. Modern tedâvi şekli, bir mikrobun-virüsün daha da güçlenmesine neden oluyor. Çünkü mikroplar ve virüsler, doğal olmayan şekilde mahremiyetlerine girilmesine karşı önlem alıyorlar ve kendilerini koruyorlar. Bu, onların daha da güçlenmesine neden oluyor. İnsanın vücûdunun aşırı incelenerek mahremiyetinin delinmesiyle birlikte, hiç görülmedik hastalıklar ortaya çıktı, kronik hastalıklar aldı başını gitti. Fakat sözde o kadar gelişen modern tıbbın târihinde, bir modern tedâvi şekliyle yüzdeyüz geçirdiği bir kronik hastalık örneği yoktur. Târihi boyunca hiç bir kronik hastalığı tamâmen iyileştiremediği gibi, çoğu-kez ilerlemesini bile durduramamaktadır. Hattâ tam terinse hastalıklar artmıştır. İlaçlar nedeniyle de yan-etkilere bağlı yeni hastalıklar ve sorunlar ortaya çıkmıştır. Çünkü mahremiyete girdiğinden dolayı ilâhi koruma programı nedeniyle cezâlandırılmaktadır.

Bir varlığı aşırı araştırdığınızda, o şeyin o olduğunu bile ispât edemezsiniz. Çünkü onu o olmaktan çıkarırsınız. Felsefede, bir bardağın bardak olduğu ispat edilemez. Ve bu durum bir skandal olarak gözükür. Bir şeyi yalın hâlinden farklı bir şekilde aşırı araştırmak o şeyin bütünlüğünü ânında bozacağından dolayı, o şey o olmaktan çıkar ve artık araştırdığınız şey o olmadığı için, araştırdığınız şey hakkında doğru bir bilgi elde edemezsiniz. Caner Taslaman: “Parçacıkların oluşturduğu bütünde, parçacıklara bakarak anlaşılamayacak özellikler zuhur eder” der. Hiç-bir şey mahremine dokundurtmaz. Dokunmaya çalışanlar en azından yanlış sonuçlara varır yada bir şekilde cezâlandırılır.

Evet; aşırı araştırma ve incelemeyle varılan iyi ve doğru bir şey yoktur. Çünkü varlığın ve insanın mahremiyetine saldırı yapılmıştır. İlâhi düzen buna izin vermez ve tam ters etki yapar. Dünyâ’nın gidişâtına baksanıza; delinen mahremiyetler intikâm alıyor. Bu, ilâhi düzenin, sünnetullahın bir yansımasıdır. Mahremiyete dokundukça insanoğlu uçuruma doğru yuvarlanıyor. Bu işin tadını ise elbette şeytan çıkarıyor. Oysa şeytan insanın en amansız düşmanıdır.

Modern câsusluk (tecessüs) insanlığın sonunu getirecek olan şeydir mâzallah!.

En doğrusu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Eylül 2017






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder