“Ey îman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın
bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini
araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin).
Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?. İşte, bundan
tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabûl edendir,
çok esirgeyendir” (Hucurât 12).
Mahrem: 1-“Yakın akraba olması nedeniyle nikâh düşmeyen.
Haram olan. 2-Başkalarının duymaması, öğrenmemesi gereken, gizli. Saygıya
ve gizlenmeye değer şey” anlamındadır. Biz yazımızda mahremin ikinci anlamı
olan “gizlilik” ve “gizliliğe saygı” anlamları hakkında değerlendirmelerde
bulunacağız.
Varlık,
“görünür olan”, “mevcut olan”, “vâr olan”
anlamındadır. Varlık çok görünür-zâhir olmasına rağmen aslında
mahremiyet ile çevrelenmiştir. Yada varlık, mahremiyet ile korunmaktadır. Öyle
ki, aslında insanlar (ve tabî ki hayvanlar) varlığı, tamâmını kuşatacak şekilde
göremezler. Bu, basit olarak, “gözle görme” anlamında da böyledir, “inceleyip
araştırma” anlamında böyledir. Bunun nedeni, Yaratıcı’nın varlığa bir mahremiyet
koymuş olmasından varlığı o mahremiyet ile korumuş olmasındandır. Ayrıca bu
mahremiyetin delinmesini de istememektedir.
Allah
varlığın aşırı bir şekilde gözlenmesini ve incelenmesini istememektedir. Bir
sınır olmalıdır yâni. İşte o sınır “mahremiyete kadar olan”dır. Her varlığın
mahremiyet sınırı, onun doğal ve normâl olarak görülebilecek ve
görüntülenebilecek olanı kadardır. İnsan, yaptığı gözlemede ve incelemede,
varlıktaki bu mahrem nedeniyle varlığı ancak belli bir sınıra kadar
gözleyebilir ve inceleyebilir. Zâten daha çıplak gözle ve basit bir bakışta
bile bu mahremiyeti fark ederiz. Hiç-bir varlığı tüm yönleriyle ve boyutlarıyla
görmemiz mümkün değildir. Yâni herhangi bir nesnenin, önünü-arkasını, altını-üstünü,
sağını-solunu her birlikte ve bir-anda göremeyiz. Baktığımız yüzünü görebiliriz
fakat aynı-zamanda ve aynı-anda arka yüzünü yada alt tarafını birlikte göremeyiz.
Yâni biz varlığın tamâmını bir-anda göremeyiz. Mutlakâ göremediğimiz bir yüzü
olur. Bu, insana, “haddini bil, varlığı kuşatamazsın, sınırı aşma!” mesajını
verir.
İnsanlar,
canlı-cansız varlığın mahremiyetini son 200 yıl öncesine kadar korumuşlar ve
hadlerini aşmayarak varlığı aşırı gözlemeye ve incelemeye tâbi tutmamışlardır.
Bundan hayâ etmişlerdir. Çünkü, dediğimiz gibi tüm varlığın bir mahremi vardır.
Fakat batı’nın Rönesans, Aydınlanma, Fransız Devrimi ve Sanayileşme ile
başlattığı ve sınırlara saldırının startının verildiği zamanlarla birlikte
artık mahremiyetin delinmesine de başlandı. Artık her-şeyin derinlemesine gözlenmesi
ve incelenmesi düşüncesiyle varlığın gizliliği didiklenmeye başladı. Bu,
birileri tarafından çok iyi ve üstün bir şey gibi görülse de, aslında sınır aşıldığı
anda ve oranda kötü sonuçları çıktı ortaya.
Bir
şeyi aşırı gözlemek ve incelemek aslında doğru değildir. Çünkü bir şeyin
mahremiyetinin delinmesi, o şeyin yapısının bozulması anlamına gelir. Öyle ki
artık aşırı incelenen şey, bütünlüğü bozularak “o” olmaktan çıkar ve başka bir
şey olur. Çünkü aşırı inceleme, “parçalama” demektir. Varlığın parçalanması, “Dünyâ’nın
parçalanması” anlamına gelir.
Mahremiyetin
sigortası din’dir. İşte batı dinden kopunca yada dîni vicdanlara-gönüllere
hapsedince, nefsi ile başbaşa kaldı ve nefsi ona mahremiyetleri delmesini
telkin etti, emretti. Nefsinin emrine giren insan için mahremiyetin bir değeri
kalmadı ve artık insanoğlu, delmedik mahremiyet bırakmadı. Üstelik ortaya koyduğu
ideolojiler de mahremiyetin delinmesini bir üstünlük vesîlesi olarak kabûl
etti. Zâten belki de şeytanın emir-erleri olan tâğutlar bu ideolojileri,
mahremiyetleri delmek için îcât etti. Modern-bilim denen “mahremiyet düşmanlığı”
ile de artık işin ucunu kaçırdı ve mahremiyetine girmediği canlı-cansız bir
varlık kalmadı.
Dünyâ’nın mahremiyetini
didikledikten sonra insanoğlu gökyüzünün de mahremiyetine el attı ve başladı
kâinâtı aşırı inceleyerek didiklemeye. Çok “keskin gözler”e sâhip teleskoplarla
kâinâtın en derin yerlerine bakmaya başladı. İnsan, merâkını gidermek ve Allah’ın
yaratışını ve sanatını görmek ve anlamak için gökler sınırlı olarak gözlemlenebilir
ve incelenebilir tabî ki. Fakat aşırı incelemede, hem, varlık bir döngü hâlinde
olduğundan dolayı her zaman farklı bir veri ve bilgi sunacak, hem de varlığın
büyüsü bozulacağından dolayı yanlış bilgiye varılması kaçınılmaz olacaktır.
Evet; aşırı inceleme yâni mahremiyeti delmek, o şeyin büyüsünü bozacaktır. Bütünselliğinden
kopan varlık da artık doğru veriler veremeyecektir. Bu, varlığın kendini koruma
sistemidir. Hiç bir varlık kendinin sonuna kadar gözlenmesine ve incelenmesine
izin vermez. Buna rağmen üstüne gelenlere ise yanlış bilgi verir. Zîrâ
dediğimiz gibi, aşırı inceleme o şeyi parçalama demek olduğundan, artık
incelenen şey o şey değil, o şeyin parçası yâni bir-kısmıdır ki o parçadan
doğru bir sonucun çıkması imkânsızdır. Parça incelemelerden parça sonuçlar
çıkar. Fakat bir kere o şeyin bütünlüğü parçalanarak bozulduğu ve o şey
orijinâlliğini kaybettiği için, kesin doğru bilgiye ulaşılamaz artık. Zâten
bilimin sonuçlarının sürekli değişmesinin nedeni de budur. Varlık hem sürekli
döngü hâlinde olduğundan ve hem de derinlemesine incelemek o şeyi parçalamak demek
olacağından, en net ve doğru bilgiye bir türlü ulaşılamaz ve sürekli farklı
bilimsel bilgiler çıkar ortaya. Bu bilgilerin hiçbiri kesin doğru değildir.
Çünkü kesin bilgiyi yâni en doğrusunu sâdece Allah bilir.
Modern insan ve bilim-adamı,
Dünyâ’nın taşını-toprağını, bitki örtüsünü, havasını-suyunu vs. incelemede
aşırıya kaçmış ve Dünyâ’nın varlığının da mahremine girmek istemiştir. Tabî ki
neyin ne olduğunu anlamak için dediğimiz gibi, belli bir sınırda gözlem
yapılacaktır ve incelemelerde bir sonuca varılmaya çalışılacaktır. Fakat varlığın
mahremine girerek onun gizliliklerini araştırmak ve oradan bâzı sonuçlar
çıkarmak, yakın-uzak vâdede insanlığa ve varlığâ mutlakâ zarar verecektir.
Meselâ varlığın mahremine girerek onun zerreleri aşırı araştırmaya kalkılınca,
yâni atom ve atom-altı boyutuna girince, orada muazzam bir güç olduğunu anlayan
bilim-adamları, o gücü açığa çıkararak ondan faydalanmak istemişler ve bu
sonuçta “atom-bombası” şeklinde tezâhür etmiştir. Atom-bombasını iyi bir şey
olarak gören insanlar ise, kafayı yemiş ahmaklardır. Varlık, mahremine
girenleri içinde barındırdığı büyük güç ile cezâlandırmış ve cezâlandırmaktadır.
Bu gücün insanları mutlu etmesini bir yana bırakın, Dünyâ’yı yaşanamaz bir hâle
getirmiştir. Buradan anlaşılması gereken şey şudur: İnsan varlığın mahremini
korumalıdır ve onu delmemeye çalışmamalıdır.
Peki varlığın mahrem sınırı
nedir?. Varlığın mahremi, onun “görülebilecek” olan yanıdır. Bu nedenle meselâ
varlığı atoma kadar incelemek, varlığın gizliliğini-mahremini korumak demek
olur. Atom-altı yönü varlığın mahremidir ve zâten orada “görülecek” bir şey de
yoktur. Orada sâdece matematiksel sonuçlar ve matematiksel isimlendirmeler
vardır. Orada artık çeşitli isimlendirmelerden başka bir şey yoktur. Zâten
kuantum teorisiyle de görüldüğü gibi, atom-altında işleyiş çok farklıdır ve
anlam verilebilecek gibi değildir. Varlık, Allah’ın yarattığı gibi korunmalı ve
mahremine girilmemelidir. Varlığın kötü sonuçlarının açığa çıkmasını önleyen
şey, varlığın mahremidir. Varlığın mahremidir bize bir zarar gelmesini önleyen.
Varlığın şiddetinden, varlığın mahremi ile korunuruz. O mahrem delindiğinde,
meselâ atom-bombası olarak açığa çıkar.
Hayvanların mahremi de delik
deşik-edildi ve hayvanlar “hayvan” olalı modern zamanlardaki gibi bir zulüm
görmedi. Allah Kur’ân’da “devenin yaratılışına bakmıyorlar mı” diyerek onun
gözlemlenmesini ve incelenmesini istiyor ama bir sınıra kadar. Yâni hayvanların
mahremine girilmesini istemiyor. Günümüzde hayvanlar o kadar çok araştırılıp
inceleniyor ki, neredeyse mahremleri kalmadı desek yeridir. Hayvanların
çiftleşmesinden tutun da, yavrusunu doğurması, onun birileri tarafından
yenmesi, öldürülmesi ve ölüm ânı, âile hayâtı, yaşam-şekli, ihtiyaçlarını
gidermesi, mücâdelesi, vs. her-şeylerini araştırıyorlar. Belgeseller hayvanların
mahremini alt-üst etti. Bu kadar çok araştırma bir terbiyesizliktir. Belgesellerde
hayvanların aşırı gözlemlenmekten utandıklarını göremiyor musunuz?. Hayvanların
her-şeylerinin bu kadar aşırı derece gözlenmesi, araştırılması ve incelenmesi
ayıptır, terbiyesizliktir, günahtır, haramdır, mahremdir. Hiç-bir zaman onların
âlemini tam olarak anlayamayacaksınız zâten. Onların dilini hiç-bir zaman
çözemeyeceksiniz. Allah tarafından yaratılan mahremlerini bir sınırdan sonra delemeyeceksiniz
ve anlayamayacaksınız.
Bu belgeselciler, belgesel
çekeceğiz diye hem Afrika kıtasının büyük düzlüklerini tarıma kapatarak Afrika
halkını aç-susuz bırakıyorlar ve tarım tekellerini ellerinde tutuyorlar, hem de
bu-arada belgesellerle büyük paralar kazanıyorlar. Hem de hayvanların
mahremlerine girerek yapıyorlar bunu. Aslında belgeselleri, “oranın tarıma çok
elverişli olan geniş ve düz arâzileri tarıma açılmasın” diye yapıyorlar. Onları
finanse edenlerin amacı budur. İyi de Afrika Kıtası’nın büyük düzlüklerini
(Serengeti, Masai Mara vs.) tarıma yasaklama yetkisini nereden alıyorlar?.
Elbette ki yerel şerefsiz yöneticilerden ve üstün silah gücünden. Çünkü o kadar
büyük alanlar tarıma açıldığında, batı’nın tarım tekeli kırılarak ortadan kalkacaktır
ve insanları gıdâ ile kontrôllerinde tutamayacaklardır.
Afrika Kıtası bir zamanlar
kendi-kendine çok-çok fazla yeten bir kıtayken, onu 100-150 yıldır açlığın, susuzluğun
ve yoksulluğun merkezi yaptılar. İşte bunun bir nedeni, ekonomik sömürüden
başka, arâzilerinin tarıma işletilmeye kapatılmasıdır. Bunu hayvanlara sözde
alan açarak ve belgeseller çekerek, araştırma-incelemelerle yapıyorlar. O kadar
çok hayvanın olması gerekmiyor aslında. Mevcut hayvan popülasyonunun 4/3’ü et
ve deri ihtiyâcı için yok edilse ve onun yerine meyve ağaçlandırması ve sebze
tarımı yapılsa ve onun yanında çiftlikler kurulup evcil hayvan üretimi yapılsa,
hem kıta’ya hem Dünyâ’ya bir faydası dokunur. Peki hayvanların mahremine
girerek çekilen belgesellerin ne faydası var?. İnsanlara “zayıf olanın hayatta
yeri yoktur” mesajını veriyorlar ve ölüm-şekillerini bolca ortaya koyarak “zayıf
olanlar ölmelidir” demeye getiriyorlar. Hem hayvanların mahremlerine giriyorlar
hem de oranın insanlarını aç bırakıyorlar. Oysaki Afrika halkı uzun yıllar boyunca
bu hayvanlarla mahremlerine girmeden yaşamıştı. Hayvanlar mahremlerine bu kadar
girilmesinden hoşnut değiller ve hayvanları çok saldırganlaştıran şey de budur.
Üstelik bu durum yâni hayvanların mahremine girmek, onların psikolojisini
bozuyor. Hayvanlar, kendilerinin bu kadar görüntülenmesinden rahatsız
oluyorlar. Bu nedenle aşırı belgesel çekimleri ve araştırmalar hayvanlara
yapılan bir zulümdür.
İnsanın mahremi ise
delik-deşik edildi ve ediliyor. Artık ultra-modern zamanlarda insanlar bundan
gocunmamaya başladı büyük ölçüde. Hattâ mahremlerini sergilemek için
birbirleriyle yarışır oldular. Bu nasıl bir çirkefliktir ve nasıl bir
zavallılıktır?. Artık işkencelerle sorgulamalara gerek kalmadı, çünkü insanlar
zâten her anlarını ve tüm gizliliklerini bile çeşitli kanallara açıkça ortaya
koymaktan çekinmiyorlar. Televizyonda delinmedik mahremiyet kalmadı. Herkes
(yatak-odası mâceraları dâhil) her-şeylerini anlatıyor. Hiç-bir özelleri
kalmadı ve özel hayat târihe karıştı. Zâten modern mîmâri daha ilk başta
mahremiyeti alt-üst etti-ediyor. Apartman denen modern-hapis-hâneler
mahremiyeti açık ediyor. Eskiden evler “bahçe tesettürü” ile gizlenirdi. Bahçe
evin mahremiydi. Şimdi ise her-şey meydanda. Herkes herkesi biliyor. “Yavaş
komşular duymasın” sözü antika oldu. Kimin ne yediği, ne içtiği, ne kadar
yediği-içtiği bile belli. Hattâ sürekli kredi kartı ile alış-veriş yapanların
ne yediği, ne içtiği, ne giydiği, ne zamanda bir banyo yaptığı, ne kadar
tuvalete çıktığı ve hattâ ne zamanda bir cinsel ilişkide bulunduğu bile kredi
kartı ekstresinden belli olabiliyor. İnsanların bir mahremi kalmadı,
gizlilikler ortaya döküldü ve saçıldı.
Mahremin pratik şekli olan tesettür
kötülendi, yozlaştı, böylece mahrem yerler belirginleşti, ortaya çıktı.
Herkesin tüm mahrem yerleri meydanda. Mahâlle ile plaj arasında neredeyse bir
fark kalmadı. Özellikle “modern kadın”, işi zıvanadan çıkardı ve artık yarı-çıplak,
hattâ ¾ oranında çıplak hâle geldi. Çıplaklık modernliğin ve ilericiliğin bir
göstergesi ve ölçüsü hâline getirildi. Mahremiyetin yokluğu üstünlük ölçüsü
sayılmaya başladı. Oysa kadının üç mahremiyeti vardır: Bahçesi, evi ve başörtüsü.
Başörtüsü çıkarılınca, daha doğrusu çıkartılması hem şeytan hem de tâğutlar
tarafından şart koşulunca, “balık baştan kokar” misâli, artık açılmayan yer
kalmadı. Açıklık artık normâl hâle geldi, çünkü açık-saçıklık “modernlik”
olarak kabûl edildi. Artık her yerde başörtülü ve pardösülü anaların yanında
mini etekli kızları görmek sıradan bir şey hâline geldi.
Kur’ân, insanlar arasında ve
hattâ âile içinde de mahremiyetin uygulanmasını ister ve bu mahremiyetin nasıl
olacağının örneğini şu şekilde verir:
“Ey îman edenler!; sağ
ellerinizin mâlik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş
olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler:
Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından
sonra. (Bu) üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de,
onlara da bir sakınca yoktur; yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında
olabilirsiniz. İşte Allah, size âyetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir,
hüküm ve hikmet sâhibidir” (Nûr 58).
Dedikodu zâten mahremiyete
yapılan büyük bir saldırıdır. İnsanların gizliliklerini ve sırlarını ortaya
dökmektir bu. Zâten modernizm, “dedikodunun küreselleşmesi”dir.
Sosyâl medyada (aslında
a-sosyâl medyadır) hangi mahremiyet paylaşılmıyor ki!. İnsanlar
mahremiyetlerini paylaşmak için yarış hâlindeler. Toplumda îtibâr sâhibi olmak
için mahremin kalkması gerekiyor artık. Tabi buna îtibâr değil, “başka bir şey”
denir. 24 saatini dakîka-dakîka paylaşıyor insanlar. Ne kadar gizlilikleri-mahremleri
varsa paylaşıyorlar. Ne kadar düşünceleri varsa, neler yaptılarsa, neler ettilerse
paylaşıyorlar. İşledikleri günahları paylaşıyorlar. Sosyâl medyaya da “sosyâl”
adını koymuşlar. Sosyâl olmak işçin mahremiyetin kalkması ve delik-deşik
edilmesi gerekiyor demek ki. Sosyâl medya ile ne yuvalar yıkılıyor, ne
çirkeflikler de çıkıyor ortaya. Evlenmek için bile televizyona çıkıyorlar
artık. Yavuz Bahadıroğlu: “Görücüye çıkmaya utanan ninelerin torunları,
eşlerini ekranlarda arıyor. “BBG Evleri”, “Gardrop Savaşları” ve “Moda
Yarışları” âile mahremiyetini zir-u zeber ediyor” der. Bu insanoğlu “göstermeye”
ne kadar da meraklıymış..
Her-şeyin bir mahremiyeti
vardır, buna Kur’ân bile dâhildir. Modern müslümanlar Kur’ân’ı da aşırı
araştırmaya-incelemeye tâbi tutuyorlar ve sonuçta mahremiyeti delinmeye
çalışılan Kur’ân onlara başka bir şey söylemeye başlıyor. Çünkü Kur’ân’ın bir
korunma programı, bir mahremiyeti vardır. İnceleme, “parçalama” demektir ve
Kur’ân “bütün bir kitap” olduğundan, parçalanmaya zinhar izin vermez ve kendini
okuduktan sonra hayatta yaşamayıp da aşırı incelemeye kalkanlara bir cezâ
olarak farklı-farklı şeyler söyler ve böylece onu aşırı araştırıp inceleyenler,
Kur’ân’ın âyetlerini olduğu gibi kabûl edemez hâle gelirler. İlginçtir, Kur’ân’ı
aşırı araştırıp inceleyenlerin yâni onun mahremiyetini delmeye çalışanların
vardıkları ortak sonuç, Kur’ân’ın âyetlerini inkâr etmek yada olduğundan farklı
anlamlara getirerek değiştirmek olmuştur-olmaktadır. Yâni tahrif etmek olmuştur
Bu, “Kur’ân’ı yaşamama”nın bir cezâsıdır. “Yaşamamak için aşırı
incelemeye-araştırmaya tâbi tutma”nın bir cezâsıdır bu.
Kur’ân’ı okuyup da hayâta
dökmüyorlar ki!. Okuyup-okuyup derinlemesine araştırıyorlar; kelimelerini,
harflerini, cümle yapılarını. Sonra da başlıyorlar atıp tutmaya. Neden?. Çünkü
aşırı araştırma hiç-bir zaman net bir cevap vermediği gibi, doğrudan daha da saptırır
insanı. Çünkü dediğimiz gibi, aşırı araştırma, o şeyin bütünlüğünü bozmaktır.
Kur’ân bir kez okunduğunda yada duyulduğunda yapılacak şey bellidir: Onu hayâtta
uygulamak. Bu yapılmayıp da, Kur’ân’ı, “dur bakayım orda nasıl söylenmiş”, “burada
ne denmiş”, “hangi harfle yazılmış”, şeklinde etimolojik, sosyolojik, bilimsel
vs. değerlendirmelere tâbi tutmak müslümanların Dünyâ’daki rezilliğine bir çâre
olmamıştır. Kur’ân “okunup-araştırılıp durulsun diye” değil, “okunduktan sonra
pratiğe dökülsün” diye gönderilmiştir ve “güzel örnekliğimiz” Peygamberimiz ve “örnek
nesil” sahabenin yaptığı büyük değişimin ve dönüşümün gerçekleşmesi bu metodla
olmuştur. Kur’ân’ın da bir mahremiyeti vardır ve Kur’ân, mahremiyetini
koruyanlar tarafından doğru şekilde anlaşılıp idrâk edilebilir ve ancak bu
şekilde bir îman, ahlâk ve amel-eylem ortaya konulabilir.
Sağlık konusunda da
mahremiyet deliniyor. İnsanlar sağlık kontrôlü yapacağız diye fazla incelenip
araştırılıyor ve yapılan tetkik ve tahlillerde bir-çoğu önemsiz olan görece
sorunlar ortaya çıkartılıyor. Hâlbuki kendi hâllerine bıraksalar belki de o şey
kendi-kendine bir süre sonra yok olup gidecek. Fakat aşırı bir teşhis var ve tedâvi
için de hemen kimyâsal ilaçlara başvuruyorlar. Fakat yok etmeye çalıştıkları o
şey de kendi gardını alıyor ve karşı koyuyor tabi. Modern tedâvi şekli, bir
mikrobun-virüsün daha da güçlenmesine neden oluyor. Çünkü mikroplar ve virüsler,
doğal olmayan şekilde mahremiyetlerine girilmesine karşı önlem alıyorlar ve
kendilerini koruyorlar. Bu, onların daha da güçlenmesine neden oluyor. İnsanın vücûdunun
aşırı incelenerek mahremiyetinin delinmesiyle birlikte, hiç görülmedik hastalıklar
ortaya çıktı, kronik hastalıklar aldı başını gitti. Fakat sözde o kadar gelişen
modern tıbbın târihinde, bir modern tedâvi şekliyle yüzdeyüz geçirdiği bir kronik
hastalık örneği yoktur. Târihi boyunca hiç bir kronik hastalığı tamâmen
iyileştiremediği gibi, çoğu-kez ilerlemesini bile durduramamaktadır. Hattâ tam
terinse hastalıklar artmıştır. İlaçlar nedeniyle de yan-etkilere bağlı yeni
hastalıklar ve sorunlar ortaya çıkmıştır. Çünkü mahremiyete girdiğinden dolayı
ilâhi koruma programı nedeniyle cezâlandırılmaktadır.
Bir varlığı aşırı
araştırdığınızda, o şeyin o olduğunu bile ispât edemezsiniz. Çünkü onu o
olmaktan çıkarırsınız. Felsefede, bir bardağın bardak olduğu ispat edilemez. Ve
bu durum bir skandal olarak gözükür. Bir şeyi yalın hâlinden farklı bir şekilde
aşırı araştırmak o şeyin bütünlüğünü ânında bozacağından dolayı, o şey o
olmaktan çıkar ve artık araştırdığınız şey o olmadığı için, araştırdığınız şey hakkında
doğru bir bilgi elde edemezsiniz. Caner Taslaman:
“Parçacıkların oluşturduğu bütünde, parçacıklara bakarak anlaşılamayacak
özellikler zuhur eder” der. Hiç-bir şey mahremine dokundurtmaz.
Dokunmaya çalışanlar en azından yanlış sonuçlara varır yada bir şekilde cezâlandırılır.
Evet; aşırı araştırma ve
incelemeyle varılan iyi ve doğru bir şey yoktur. Çünkü varlığın ve insanın
mahremiyetine saldırı yapılmıştır. İlâhi düzen buna izin vermez ve tam ters
etki yapar. Dünyâ’nın gidişâtına baksanıza; delinen mahremiyetler intikâm
alıyor. Bu, ilâhi düzenin, sünnetullahın bir yansımasıdır. Mahremiyete
dokundukça insanoğlu uçuruma doğru yuvarlanıyor. Bu işin tadını ise elbette
şeytan çıkarıyor. Oysa şeytan insanın en amansız düşmanıdır.
Modern câsusluk (tecessüs)
insanlığın sonunu getirecek olan şeydir mâzallah!.
En doğrusu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Eylül 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder