“Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde
yarattık” (Tîn 4).
İlkel: “İlk
durumunda kalmış olan, gelişmesinin başında bulunan, iptidâi, primitif. Zaman
bakımından en eski olan” (TDK) anlamlarındadır. Tabi bu tanım yanlıştır. Çünkü
hiç-bir şeyin “ilk durumu” ilkel değildir. Zâten varlığın ilk hâli de ilkel
değildi ve varlık, ilkelden mükemmele doğru bir seyir izlememiştir. Zamânın ilk
başında bir ilkellik yoktu. Tam-aksine, ilkellik, daha sonra başlamıştır.
İnsan “ilk-el”den
çıktığından bêridir ilkel değildir. Zîrâ Yaratan, ilkel bir şey yaratmaz. O’nun
yaratışında ilkellik olmaz. O, “en güzel bir biçimde Yaratan”dır. Allah,
yarattığı her-şeyi (bir aşama söz-konusu olmadan) en mükemmel şekilleriyle
yaratmış ve varlık sahnesine çıkartmıştır. O, yaratmayı ilkin başlatan, sonra
da onu tekrarlayandır: “Peki, yaratılışı
ilk-defa başlatan (yebdeul halka) ve sonra da onu aralıksız devam ettirip
yenileyen kimdir?” (Neml 64).
İşte bu yaratma, kusursuz bir yaratmadır. Çünkü Allah, kusursuzca vâr edendir: “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir
biçimde) kusursuzca vâr edendir (El Bâri) , ‘şekil ve sûret’ verendir. En güzel
isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O,
Aziz, Hâkimdir” (Haşr 24).
Bu bakımdan her-şey,
“yaratılışlarına uygun olarak” hareket eder ve davranış gösterir. Şeytan bile
ilk başta yâni İblis-Azâzil iken isyankâr değildir ve Allah’a kulluğunu hakkıyla
yapmaktadır. Onu İblis iken Şeytan yapan şey, Allah’ın emrini dinlememesi ve Âdem’e
secde etmemesiydi. İşte ondan sonra Şeytan olmuş ve ilkelleşmiştir. O hâlde
ilkellik, “Allah’ın emrini dinlememek”le başlar. İlkellik, bir şuursuzluk ve
câhiliye hâlidir. Bu hâlde olan varlıklar, Allah’ın emirlerine karşı çıkarak
sapıklığa düşerler. Demek ki ilkellik, Allah-merkezli ve tam da Allah’ın
yaratılışına uygun olarak yaşamak varken, bu yaşama şekline -şeytanın ve nefsin
ayartması sonucu- îtirâz ve isyân ederek sapıtmak demektir. Evet, ilkellik; “Allah’ı,
dîni, mânâyı, âhireti hesâba katmadan yaşamaktır” ki, İslâm’da bu, “câhiliye”
olarak isimlendirilir. Câhiliyenin yaşantısı her ne kadar ışıltılı ve parlak gibi
görünse de aslında bir ilkellik üzerinedir. Zîrâ câhiliye, ilâhi olandan
sıyrılıp dünyevî olanın peşine düşmüş ve toprağa saplanmıştır.
Tîn Sûresi’nde: “Doğrusu,
biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra aşağıların aşağısına çevirdik”
(Tîn 4-5) deniyor. Yâni, “aslında biz insanı maddî ve mânevî yapısı îtibârıyla
en güzel şekilde yarattık ve onu yolun başına o şekilde koyduk. Fakat o “sâdece
maddî olan”a meyletti ve mânevî yanı göz-ardı etti. Hâlbuki insanı “insan”
yapan ana-özellik insanın mânevî yanıdır. Çünkü maddî yanı hayvanınki ile yâni
toprak-çamur ile, yâni “dünyevî olan” ile alâkalıdır. O hâlde dünyevî olanı
yâni mânevî olanı es geçip maddeye bağlanıldığında, toprağa-çamura bağlanılmış
olur ki, bu ilkellik oluyor. “En güzel şekilde” yaratılan insan, bu güzelliği
bozacak bir amelde-eylemde bulunduğunda mutlakâ ilkelliğe düşer ve hayvandan
daha aşağı bir hâle gelir.
Dünyâ’da ve
kâinatta ilkel bir şey yoktur ve hiç-bir zaman da genel anlamda bir ilkellik
yaşanmamıştır. Mükemmellikten bir-önceki hâl hiç-bir zaman yaşanmamıştır. Çünkü
Allah “ol” demekle her-şeyi en mükemmel ve orijinâl hâlleriyle yaratıvermiştir.
Eğer bir ilkellikten bahsediliyorsa bu, daha sonra, insanın davranışları
dolayısı ile câhiliyeye düşmüş olmasıyla alâkalıdır. Böyle olunca da nesli ve
ekini de ifsâd ederek ilkelleştirmesi kaçınılmaz olur.
Aslında
ilkellik, “yaratılışa uygun davranmamak” demektir. Bu nedenle de varlıkların içinde
sâdece insan ilkel olabilir yada ilkelleşebilir. Çünkü yaratılışına aykırı
davranan tek varlık insandır. Bir varlığa “ilkel” diyebilmek için, o varlık,
bir şuur ve nefs birlikteliğine sâhip olmalıdır ve bu birlikteliği ayırarak bir
eksiklik meydana getirmiş olması gerekir. O hâlde bir şuura sâhip olmayan evren
materyâli olan galaksiler, yıldızlar, gezegenler vs. ilkel olarak adlandırılamaz.
Dünyâ’da da; dağlar, denizler, ovalar, göller, hayvanlar ve bitkiler de ilkel
olarak adlandırılamaz. İlkel olarak isimlendirme sâdece, mâneviyatlarını göz-ardı
ederek, mânânın kazandırmış olduğu tecrübeden, merhâmetten, vicdandan, ilimden,
bilinçten vs. kendilerini mahrûm bırakan insanlardır. İlkellik bir “şuursuzluk
hâli”dir. “Maddî olmayanı yok sayma” durumudur.
Bir şeyin ilkel olması için varlığın ilk örneklerinin bir
ilkellik süreci yaşamış olmaları gerekir. Yâni varlığın aşama-aşama,
ilkellikten mükemmelliğe doğru bir süreç izlemiş olması gerekir. Oysa kâinâtın
yâni varlığın yaratılışında hiç-bir zaman bir ilkellik olmamıştır. Yâni,
“sâdece maddiyata yönelen”ler ilkelleşir ama “doğal maddiyat”ta ilkellik olmaz
ve ilkellik “doğal maddî olan”la ilgili değil, “kışkırtılmış maddiyat”la ilgilidir.
Buna göre ilkellik, doğal-normâl-fıtrî olandan bir sapmadır.
İlkellik, bilinçli olanla, dînî olanla ilgilidir ve bir bilinçsizlik
ve dinsizlik hâlidir. Buna göre, ilk yaratılışta hiç-bir şey ilkel değildi. Yâni
yarım-yamalak bir şey hiç-bir zaman yaratılmamıştı ve “bir süreliğine” de olsa hiç-bir
şey ilkel bir durumda aslâ bulunmamıştır. Zâten insanlar da ilk başta ilâhi-merkezli
yaşadıklarından dolayı ilkel değillerdi. Aralarında oluşan kıskançlık ve fesatlıkla
birlikte çekişme başladı ve bu çekişme ilâhi-merkezli olmayan düşünceler ve
amel-eylemler sonucu meydana geldi, en nihâyet de tefrika oluştu, bu tefrika da
yanında nefreti getirdi ve sonunda insanlar birbirlerini öldürmeye başladılar.
Savaşlar çıktı, zulümler oldu:
“İnsanlar tek bir
ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve berâberlerinde,
insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek
üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra,
birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa
düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, îman
edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah,
kimi dilerse onu doğruya yöneltir” (Bakara 213).
İşte peygamberler, bu şekilde ilkelliğe düşen insanları
yeniden “yaratılışlarına uygun hâle getirmeye” ve böylece ilkellikten
kurtarmaya gelmişlerdir. O hâlde ilkelliğin karşılığı “medeniyet”tir (uygarlık
değil) ve medeniyet ise, “ilâhi-merkezli olan”dır. Zâten kâinattaki her-şeyin “süper
uyumlu” hareketi, ilâhi-merkezli hareket ettiklerinden dolayıdır. Fakat insan,
bu hareketi “bilinçli olarak” yaptığında ancak ilkellikten kurtularak medenîleşebilir.
Medenîleşmek öyle rast-gele bir şey değildir. Medenîleşmek, dînîleşmektir.
Kâinatta her-şey süper düzenli olduğundan ve muazzam düzenli
hareket ettiğinden dolayı ilkel değildir. Gök-cisimleri hareketlerini tam zamânında
ve Allah’ın yarattığı şekilde yaparlar. Bitkiler ona kezâ; hiç-bir zaman
yaratılışlarına aykırı bir süreç izlemezler. Hayvanlar da; tam da Allah’ın
yarattığı gibi hareket ederler. Tabi bunların hareketleri şuursuz-bilinçsiz
olduğu için onlar “ilkel” olmasalar da, onlar için medenîlikten bahsedilemez.
Medenî olması için şeytana ve nefsine karşı bilinç ile ilâhi-merkezli bir
direniş göstererek tam da Allah’ın yaratışına ve emirlerine uygun davranmış olunması
gerekir.
Kâinâtın/bütünün parçalarıyla arasında sımsıkı bir bağ vardır. Kâinâtı
bu bağ anlamlı kılar ve ilkel olmaktan korur. Bu kâinattaki durumda mevcut yapılar aşama-aşama, ilkellikten
mükemmelliğe doğru gelişmiş olamaz. Çünkü mükemmelliğe ulaşamamış bir yapı
eksik kalacaktır, eksik kalacağı için de şekillenemeyecektir. O hâlde bu
mükemmel kâinat sistemi aşama-aşama çalışamaz, çünkü tamamlanmamış bir yapı
eksik yada ilkel olacağı için, ara-aşamaların hiç-biri bir işe yaramaz. Bu, kâinâttaki bütün varlık için geçerli olan
bir kuraldır. Bir yapının çalışabilmesi için, eksiksiz olması yâni ilkel
olmaması gerekir ki Allah ilkel bir şey yaratmaz.
İlkellikten mükemmelliğe doğru bir gidiş olduğu düşünüldüğünde, insanın
da ilkelken mükemmelliğe doğru gittiği sonucu doğar ki Evrim Teorisi bunu
savunur. Oysa insan Âdem-Havvâ’dan bêri “ilkel insan” değildir. Kendisine
vahyedilen insanların ilkelliğinden söz edilemez. İnsan hiç-bir zaman ilkel
olmamıştır. (Tabi modern zamanlarda bir ilkellikten bahsedilebilir). İnsan
hiç-bir zaman ilkel olmamıştır. Tabi “günümüze göre değerlendirdiğimizde”,
“kullandığı araçlar” -görece- ilkel görünür. Batı-merkezli düşünce, insanın
ilkelden mükemmele doğru gittiğini düşündüğünden, evrenin de ilkellikten
mükemmelliğe doğru gittiğini varsaymış ve teorisini/teorilerini bu anlayışla
geliştirmiştir. İşte Big-Bang Teorisi ve Evrim Teorisi denen teorilerin
felsefesini de bu anlayış oluşturur.
Dr. Necati Öner,
“mantığın
menşei problemi” üzerinde yaptığı incelemede,
insanın “mantık-öncesi” diye bir dönemi
bulunmadığını, esâsen böyle iddiâda bulunanın bile
bundan bir müddet sonra rücû ettiğini, insanın mantık-öncesi
bir dönemi olduğunu ileri sürmenin tamâmen
yanlış olduğunu ifâde etmekte ve ilkel denilen
insanla, gelişmiş insanın mantıkları
arasında mantıkî mekanizmanın, formun, işleyiş
tarzının benzerliği, aynîliği bakımından
önemli hiç-bir aykırılık bulunmadığını ilmî
kaynaklarla belirtir. Yâni insan mantık olarak da hiç-bir zaman ilkel
değildi.
Modern insan, Evrim
Teorisi’nin psikolojik dayatması ve modern telâkkiler nedeniyle, eski insanları
çok ilkel görüyor. İlerleme kavramına modern anlamlar yüklendiği için, klâsik
zamanlarda yaşayan insanlar “ilkel insan toplulukları” zannediliyor.
Aşamadan
bahsettiğiniz anda bir ilkellikten de bahsetmiş olursunuz. O hâlde aşamanın
herhangi bir ânında bir ilkellik olmalıdır ki, yaratmayı Allah yaptığından
dolayı, “Allah yaratmanın bir yerinde, uygun olmayan ilkel yaratışlar
yapmıştır” denilmiş olur.
Big-Bang ve Evrim Teorilerine göre kâinât
ve insan, oluşumunu henüz tamamlamamıştır. Hiç-bir zaman da
tamamlayamayacaktır. O hâlde bu, “yaratılmış olan hiç-bir şey ilkellikten
kurtulamamış” demektir. Hattâ buna “ilkellikten kurtulmak mümkün değildir” de
diyebilirsiniz. O zaman da ilkellik bir “din” hâline gelmiş olur. Bu durumda
ortaya bir “ilkellik dîni” çıkmış ve insanların çoğu da bu dînin mensupları
olmuş olur. Çünkü varlıktaki döngü ve hareket hiç-bir zaman bitmeyecektir. Yâni
zaman sürecektir. Zaman geçtikçe daha az ilkel olunuyorsa, o hâlde mutlak
olarak ilkellikten hiç-bir zaman kurtulamayacağız demektir. Çünkü hareket devâm
ediyorsa bir “tamamlanmamışlık”tan da bahsetmeliyiz, tamamlanmamışlıkta ise, yapı
eksik-ilkel kalacağından, ilkellikten hiç-bir zaman kurtulamayacağız demektir.
Ateizmin, sonra
da modern-seküler-lâik düşüncenin ana dayanağı, insanların bir zamanlar “ilkel”
oldukları zannıdır. Fakat insan ilk baştan bêri vahiy aldığı için hiç-bir zaman
ilkel olmamıştır.
Evrim Teorisi
insanın ilkellikten mükemmelliğe doğru gittiğini savunur. Oysa insan
Âdem-Havva’dan bêri ilkel insan değildir. İnsan hiç-bir zaman ilkel olmamıştır:
“Doğrusu, biz insanı en güzel bir
biçimde yarattık” (Tîn 4). Batı-anlayışı, her-şeyin ilkellikten
mükemmelliğe doğru gittiğini düşündüğünden, insanın da ilkelden mükemmele doğru
gittiğini düşünmüş ve Evrim Teorisi’ne inanmıştır.
Evrim Teorisi’ne
göre, insan ile şempanze ortak bir atadan ayrılarak, şempanzeler şempanze
olmuşlar, insanlar da insan. Fakat genel evrim anlayışına göre bu “ortak ata”
da bir-anda beliriveren bir varlık değildir. O da daha önce başka bir varlıktan
evrimleşmiştir. Bu geriye doğru olan evrimleşme, ilk canlıya yada o “ilk
titreşen şey” her ne ise ona kadar gider. Öyleyse o ilk titreşen şeye göre
şu-andaki insan, daha kompleks ve “ileri” bir durumdadır. Buna îtiraz edecek
bir durum yoktur. Yâni o ilk titreşen şey evrimleşe-evrimleşe daha düzgün hâle
gelmiş ve en sonunda da mükemmel bir görünüm kazanmıştır. Yâni, kötüden iyiye,
kullanışsızdan kullanışlıya, ilkelden mükemmele doğru bir süreç izlemiştir.
Fakat işte bu noktada bir sorun ortaya çıkıyor: İki bilimsel olgunun birbiriyle
yüzde yüz çelişmesi. Termodinamiğin 2. yasası olan Entropi Kânunu’na göre
her-şey zamanla bozulmaya, kötüleşmeye, daha kullanışsız olmaya, âdileşmeye,
ilkelleşmeye başlarken; Evrim Teorisi’ne göre, tam-aksine; iyileşmeye,
düzelmeye, daha kullanışlı olmaya, daha değerli-kaliteli olmaya doğru
gitmiştir. Bu durum iki bilimsel olgunun çelişmesi demektir ki, Termodinamiğin
2. yasası olan Entropi, çıplak gözle bile gözlenebilen kesin bir yasa olması
nedeniyle, ilkellikten mükemmelliğe sürecini din edinmiş olan “sözde bilimsel” olan
Evrim Teorisi’nin yanlışlığı açığa çıkar. Termodinamiğin 2. Yasası olan Entropi
Kânunu’na göre her-şey zamanla bozulmaya yâni ilkelleşmeye doğru giderken;
Evrim ve Big-Bang teorilerine göre ise her-şey zamanla düzelmeye yâni
ilkellikten mükemmelliğe doğru gitmiştir. Büyük çelişki budur.
İnsanların bir zamanlar
ilkel bir şekilde mağaralarda yaşadıkları doğru değildir. Bir zamanlar
ilkokulda karatahtanın üstüne astıkları resimlerle, körpe dimağlara “insanların
ilk başta ilkel bir şekilde mağarada yaşadıklarını” empoze etmişlerdi. Hâlbuki
insanlar “ilkellikten kaynaklanan bir nedenden dolayı” aslâ mağaralarda yaşamışlardır.
Belki bir savaş, âfet veyâ bir korku nedeniyle bir süreliğine mağaralarda
bulunmuş olabilirler ve o resimleri de o zamanlar çizmişlerdir. Bunda şaşılacak
bir şey yoktur. Zîrâ şu-anda bile, yoksulluktan kaynaklanan yada çok farklı
nedenlerle mağarada yaşayan aklı-başında insanlar mevcuttur. Meselâ Ashâb-ı
Kehf yâni “mağara arkadaşları” denen insanlar ilkel falan değillerdi,
ilkellikten kaynaklanan nedenlerle mağarada değillerdi. Tam-aksine, aklı
başında insanlardı ve hattâ “tek Allah”=”tevhid” inancını kaybederek şirke
düşmüş olan yâni ilkelleşmiş olan topluma ve krala kafa tutârak onların
şirkini, kendilerinin de tevhidini haykırmışlar ve canları tehlikeye düşünce de
mağaraya sığınmışlardı. O hâlde ilkellik şirk denen şeydir ve şirk, ilkelliğin
zirvesidir. Şirk, isterse en nâdide eşyâlarla bezenmiş saraylarda yaşanıyor
olsun, orası ilkel bir mekân iken, tevhidi merkeze almış insanların bulunduğu
doğal bir mağara ise, tevhidin ve medeniyetin beşiğidir.
İslâm’dan önceki
bâzı zamanlarda ama özellikle İslâm’dan sonra Türkler kendilerini “Türk” olarak
adlandırmazlardı ve “Türk” adlandırmasını kendilerine göre ilkel bir hayat
süren “göçebeler” için kullanırlardı. Araplar da kendilerine “Arap” demezlerdi
ve “Arap” adlandırmasını kendilerine göre ilkel bir hayat yaşayan “bedeviler”
için kullanıyorlardı. Milliyetçilik, modernizme göre ilkelliktir, zîrâ her
kavim kendini, “ilkel” kabûl ettikleri zamanlardaki isimleri ile adlandırır.
Henüz medenîleşmeden önceki adlarını modern dönemdeki isimleri olarak
kullanmaktadırlar. O hâlde milliyetçilik, bir ilkelleşme hareketidir. İlginçtir
ki bunu, medenîliğin zirvesi olan İslâm kimliğini geriye artarak
yapmaktadırlar. Aslında ilkel olan ırk isimleri alt-kimlik, dînî isimleri
(İslâm-müslüman) ise üst-kimliktir.
Giyinmek
medeniyet ile ilgilidir, çıplaklık ise -sanıldığının aksine- ilkellik ve
gericilik ile. Hem de öyle bir gericilik ki, Hz. Âdem-Havvâ’ya kadar giden bir
“gericilik”. Onlar farkına varınca çıplaklıklarından utanmışlar ve en
yakınlarındaki ağaç yapraklarıyla çıplaklıklarını kapatmaya çalışmışlardı. İlk
tepkileriydi bu. Fakat modern insan çıplaklıkta sınır tanımıyor ve gün geçtikçe
daha çıplaklaşıyor, daha doğrusu ilkelleşiyor. Hayvanlar da çıplaktır fakat bu
onların doğal ve normâl durumlarıdır. Allah’ın yaratmasına aykırı bir durum
değildir. İnsan ise çıplaklaştıkça doğal ve normâl durumundan çıkar ve
normâlden uzaklaştığı için de ilkelleşir.
Sosyâl
Darwinizm, insanların (onlar “insansı” diyorlar) bir kısmının evrimini tamamlamadığı
için geri kaldıklarını, evrimini tamamlayıp modernleşenlerin ise bunun ödülü
olarak geri kalmış sözde ilkel insanları sömürmesinin normâl ve doğal olduğunu,
bunun, evrimlerini tamamlayanların (!) hakları olduğunu, hattâ geri kalmış
toplumların ve ilkellerin kendilerine kölelik yapması gerektiğini söylerler.
Ben de diyorum ki: Avrupa’lıların yada bu düşünceyi savunanların “evrim”
aracılığıyla savundukları bu tez aslında “şerefsizliktir. Zâten işte bu nedenle
sözde ilkel olarak adlandırdıkları mâsum insanlara hiç acımadan saldırır ve
ölmelerine göz yumabilirler. Oysa gerek sömürüldüklerinden dolayı, gerekse de
mevcut hayatlarını çeşitli nedenler dolayısı ile değiştirmek istemeyenlerin
hepsi Âdem’dendir. Âdem ise ilkel bir insan değildir.
Sözde
uygar olan batı, kendi ilkelliklerini blôke etmek için sürekli olarak uzak-doğu
ve uzak-batı insanlarını tabi bir de Afrika halklarını ilkel îlân etmiştir.
Beyazların uygar, zencilerin ilkel olduğunu söylemiştir. Bunu hâlen de
yapmaktadır. Leo Frobenius: “Uygarlık zencilerin iliklerine işlemiştir, onların
barbar olduğu düşüncesi Avrupa’nın îcâdıdır” der.
Zamânında
uygar İspanyollar(!) en alçak ve hiç duyulmamış bir tarzda yalnız Maya ve
Azteklerin kültürünü değil, bu muhitin milletlerini de yok etmediler mi?.
Amerika’ya yeni yerleşen beyazlar (güyâ uygar memleketlerden gelen beyazlar!)
yerli kızılderilileri ve fevkalâde uygar kabîleleri yakın târihte sistematik
olarak misli görülmemiş bir şekilde imhâ etmediler mi?. Daha 19. yüzyılın
ortalarında Amerikan hükûmeti kızılderililerin her kafa-derisi için prim
ödüyordu. Avro-Amerikan uygarlığının gelişmesiyle berâber ve onun bir parçası
olarak Atlantik üzerinden yapılan ve ancak 1865 senesinde son verilen utanç
verici siyah köle ticareti 300 seneden fazla sürmüştü. O hâlde niçin beyazlar
“uygar” oluyorlar da mazlum zenciler ilkel oluyor?.
Çok
eski zamanlarda yaşayanlar ilkel görülür. Modern olmayanlar ilkel görülür
çünkü. Fakat o ilkel denilen insanlar, modern sözde uygar insanın nasıl
yapıldığını hâlen çözemediği şekilde hârika ve olağan-üstü sanat eserleri
ortaya koymuşlardır. O eserleri yapanlar, uygar insanın(!) “ilkel” yada “geri”
dediği insanlardırlar. İyi de modern insan o eserlerin nasıl yapıldığı hakkında
etkili bir fikir bile üretemiyor ki!. O hâlde kim ilkel, kim uygar?.
Bir de şu var
ki; tüm insanlar batı gibi kalkınmak zorunda mıdır ve batı’nın kalkınma şeklini
taklit etmek zorunda mıdır?. Batı gibi kalkınmak “insanlık” değildir ve asıl
ilkellik, batı’nın kalkındığı şartlarla kalkınmayı normâl ve doğal görmektir.
Fakat batı ve batı zihniyetinde olanlar, hem ilkel kabûl ettiği toplumların
yer-altı yer-üstü zenginliklerini sömürmek, hem de ürettikleri ürünleri onlara
satmak için kendilerini kalkınmış, çağdaş ve muâsır görürken ve gösterirken,
diğerlerini yâni kendileri gibi olmayanları ise yarı-ilkel yada ilkel olarak
görüyor ve onlara istediği gibi muâmele etme hakkı olduğunu düşünüyor.
Böylelikle sömürülerine bir kılıf bulmuş oluyorlar.
Sosyal Darwinizm
insanları kategorize ediyor ve bu yolla 1. 2. 3. sınıf insan yada “gelişmiş”,
“gelişmekte olan” ve “az gelişmiş toplumlar” olarak sınıflandırıyor.
Sınıflandırmayı da, gelişmiş(!) batı uygarlığı üzerinden yapıyor. Gelişmiş
olanların gelişmemiş olanlar üzerinde tahakküm etmesinin meşrû olduğunu
düşünüyor ve bu nedenle de neredeyse tüm Dünyâ’yı sömürme hakkı olduğunu
zannediyor. Bunu çeşitli kanallarla tüm Dünyâ insanlarına dikte ediyor ve
dayatıyor. Tabi bunun en meşhûr olan yolu, Sosyâl Darwinizm olarak tezâhür
ediyor.
“Serbest seks” ilkelliktir, onu bir tek hayvanlar yapar. Gerçi
hayvanların bile bir-çoğu bu konuda “serbest” değillerdir. Modern insan, cinsel yaşamında, cinselliğe bakışında, onu etüdünde, iki
cins arasındaki sosyâl ve psikolojik
ilişkilerde ilkeldir. Cinsel yaşamı uçsuz-bucaksız
ormanlarda yaşayan ilkel toplulukların hayâtından farklı değildir. Dahası o konulardaki serbestliği, evlilik-dışı
ilişkileri ve başı-boşluğu hayvanların
hayâtından ayırt
edilemez.
Spor
ilkelliktir, ilkel bir etkinliktir. Sporcuların çoğu vahşî, sert ve hayvânî olmadıkça
başarı da kazanamaz, beğeni de kazanamaz. Bâzı sporlarda (boks gibi) sporculardan
akan kandan etkilenmek vardır ki bu apaçık bir ilkelliktir. Sporda adale gücü
öne çıkar. İlkellikte adale-kas gücü çok etkili bir şeydir. Adaleleri güçlü
olan sporcu öne çıkar ve ilgi çeker. Spor, kontrôllü ve sınırlı bir savaş
şeklidir.
Modern giyim-tarzı ilkeldir, ilkelliktir. Zîrâ modern giyim-tarzında vücûdun bir-çok yanı açıkta kalır. İlkel bir varlık olan hayvanlar
çıplaktır. Çıplaklık ilkelliktir.
Modern insan
ilkel insandır. Binâların çok-katlı yapılmış ve iyi döşenmiş olması “medeniyet”in
göstergesi değildir. Bu yapılar; hırsın, gösterişin ve ihtirâsın bir
sonucudurlar. Normâl ve doğal olandan bir uzaklaşma olduğundan dolayı da
ilkeldirler. Zîrâ bu mekânlar ruhsuzdurlar. İlkellik, “ruhtan mahrûm olmak ve
ruhsuzca yaşamak” demektir. Bu nedenle modernizmin sonu, -mecbûren- ilkelliğe
dönmektir. Çünkü modernitenin ve modernlerin felsefeleri her-şeyi tüketmek
üzerine kuruludur. Modernizm bir tüketme uygarlığıdır ve tüketilmeyen bir şey
yoktur. Fakat tüketilen şeyler bir gün azalınca, bak sen o zaman ilkelliğe.
Herkes birbirini yemeye başlayacaktır.
Dünyâ’da ve de
kâinatta hiç-bir zaman bir ilkellik yaşanmamıştır. Doğada da hiç-bir zaman bir
ilkellik yaşanmamıştır. Her-şey, Kusursuz Vâr Edici tarafından en mükemmel
hâliyle orijinâl olarak yaratılmıştır. Bu yaratma ilkel olmadığı için bir aşama
kabûl etmeyeceğinden dolayı, tabî ki de “bir-anda” olan bir yaratılıştır.
İlkellik,
ilkesizliktir. Bir ilkesi, bir değeri, bir dâvâsı olmayan herkes ilkeldir. O hâlde;
“ilkeleri olmayanlar mutlakâ ilkelleşirler” diyerek sözümüzü bitirebiliriz.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder