“…O (Allah)
bundan daha önce de, bunda (Kur’ân’da) da sizi ‘müslümanlar’ olarak
isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şâhid olsun, siz de insanlar üzerine
şâhidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a
sarılın, sizin Mevlânız O’dur. İşte, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcı” (Hac 78).
İnsanı yücelten bizatihi ismin kendisi değildir.
İnsanı yücelten îman etmek ve sâlih amel ve eylemlerde bulunmaktır. Allah
katında önemli olan şey “sâlih ameller”dir. Allah, isminizin ne olduğuna, kim
olduğunuza değil, nasıl bir davranışta bulunduğunuza bakar.
Dünyâ’da insanların çok üstün tuttukları “isim yapmış”
kişiler vardır ki, eğer yaptıkları işler Allah rızâsı için olmayan şeyler ise,
onların isimleri ancak Dünyâ hayâtında geçerli olur ve âhirette ise beş para
etmez. Çünkü ahirette, sâlih amel sâhiplerinin isimleri öne çıkacaktır.
Âhirette isminiz ne olursa-olsun, makâmınıza, mevkînize, şöhretinize,
zenginliğinize değil, ne yaptığınıza bakılır.
İnsanlar isim koyarken târih boyunca bâzı şeyleri
göz-önüne almışlardır. Meselâ eskiden büyük atanın ismi devâm etsin diye dede-nine
isimleri koyulurdu. Yine müslümanlar İslâm’a uygun olan ve aykırı olmayan
isimleri koyarlar. Bâzıları seslendirmesi havalı olan isimleri tercih eder. İsim
koymada önemli olan şey, ismin iyi bir anlamının olması ve kötü bir anlamının
olmaması yada anlamsız olmamasıdır. Çünkü insanın ayırıcı özelliği, anlamlandırma
özelliğidir ve bu nedenle insana anlamsız işler yapması yakışmaz. Bir de, kendi
dîninden olmayan bir kavmin ismini kullanmak moda olmuştur ki, bu isimler hiç
de hoş görünmemektedir ve üstelik sırıtmaktadır da.
Peygamberimiz: “Çocuğun, babasının üzerindeki hakkı,
ona güzel bir koymasıdır” der.
Müslümanların yaptıkları bir isim koyma şekli de
vardır ki çok da doğru değildir. Şöyle ki; Kur’ân’ın herhangi bir sayfasını
açıp, herhangi bir yere parmak basarak, orada yazılan kelimeyi isim olarak
koymaktır ki bu bâzen çok yanlış isimlendirmeler yapılmasına neden olur.
Bunların en meşhurları; “Kezban” ismi gibi “yalanlayan” anlamı olan yanlış
isimlendirme ile, hiç-bir anlamı olmayan ve “aleyhine”, “üstüne” anlamına gelen
aleyna ismidir. Yine “put” anlamına gelen “sanem” ismini çocuklara vermek de yanlıştır.
Yine Hz. Ebubekir’e nispeten, “Ebubekir” ismi koyuluyor ama bu isim de aslında
anlamsızdır. Çünkü Ebubekir ismi, “bekir’in babası” anlamındadır. Ebubekir, Hz.
Ebubekir’in ismi değil, halk arasında kendisini tanıyanların ona büyük oğluna
nispetle seslendiği ismidir. Zâten Ebubekir’in ismi Abdullah’tır ve bu ismi ona
Peygamberimiz vermiştir. Aslında Ebubekir’in asıl ismi Abdulkâbe idi.
Peygamberimiz, Allah’tan başkasına kulluğu çağrıştıran tüm isimleri
değiştirmiştir. Ebubekir’in ismini de Abdulkâbe iken Abdullah olarak
değiştirmiştir.
Son zamanlarda çok kullanılan Rumeysâ isminin anlamı
da uygun değildir. Süleyman Ateş, bu ismin anlamı hakkında şunları söyler:
“Sâd harfiyle Rumeysâ, rams kökünden abartı bildiren sıfat isimdir.
Rams, hastalık dolayısıyla gözün çapaklanması olayıdır. Bir hastalık veyâ
herhangi bir sebeple gözün çapaklanmasına rams denilir. Rumeysâ gözü çapaklı
kız veyâ kadın anlamına geldiği gibi iki Zirâ Yıldızı’ndan birine de Rumeysâ
denilir. Cılız ışığından dolayı o yıldıza bu ad verilmiştir”.
Yine çok kullanıla-gelen Melis-Melisa gibi isimlerin
mânâsı İslâm’a uygun değildir. Melisa; Yunan mitolojisinde “Zeus’u büyüten
Girit kralının kızı olan bir peri”dir. Yine bâzı isimlerin kullanılması hoş
görülmemiştir. Hayrettin Öztürk:
“Resûl, Nebi, Cebrâil, Azrail, Mikâil, İsrâfil isimleri konulmamalı, hoş
değil. Samet ismi, “hiç kimseye muhtâç olmayan” demektir. Bu sâdece Allah’a
mahsus bir durumdur, isim olarak kullanılamaz. Gülsüm “gariban, zavallı,
kimsesiz” anlamındadır. Julide, Farsça’da “dağınık, perişân” demektir. Cennet-bahçesi
olarak bilinen İrem ise, Allah’ın gazâbına uğrayan sahte cennettir. Bâde ismi “içki”
demektir. Hannas ismi şeytanın ismidir. Alara, Rosa, İlayda isimleri ise İslâm
isimleri değil, gayr-i müslim isimleridir ve çocuklara konulmamalıdır. Anlamı
kötü olan, anlamsız şeyler de çocuklara isim olarak konulmamalıdır” der.
İsmin iyi bir anlamının olması, o ismin havalı olmasından
daha önemlidir ve önemli olmalıdır müslümanlar için.
Eski Türklerin dîni, “gök-tengri dîni” idi. Bu
dindeki tanrı; adı üstünde; “gök-tanrı”=“göğün tanrısı”ydı, “yerin tanrısı”
değildi. “Yerin tanrısı”, sonu “han”, “kan” ve “ğan” ile bitenlerdi. “Serkan”
(ser-kan=baş tanrı), dengiz=deniz=Cengiz han” (denizlerin tanrısı), “kağan”
(yerin tanrısı=tanrıların tanrısı) gibi. Bu nedenle Türkçe isimlerin bâzıları
uygun isimlendirmeler değildir. Zîrâ İslâm’dan önce Türkler çok-tanrılı yada
düalist idi (gök tanrı-yer tanrı). Bu nedenle de Türkçe isimlerin arasında, anlamları
çirkin ve doğru olmayanlar vardır. Tabi biz bunu İslâmî hassasiyetle değerlendiriyoruz.
İsmin hakka uygun olan bir anlamı olmasını savunuyoruz. Yoksa hak ve anlamı
takmayanlar kendilerine “şeytan” ismini bile koyabilirler. Türkçe’deki; Barış,
Mert, Özgür, Sevgi gibi isimler ise anlamlı ve güzel isimlerdir. Her dilde
olduğu gibi Türkçe’de de güzel isimler vardır.
Toplumun kız ve erkeklere verdikleri alışılmış
isimler de vardır. Fakat bâzen bâzı isimler hem kızlara hem de erkelere
birlikte verilebilmektedir ki bu doğru değildir. Erkek ve kızların isimleri
belirgin şekilde farklı olmalıdır ve isim seslendirildiğinde, seslenilen
kişinin erkek mi kız mı olduğu açıkça belli olmalıdır. Yine bâzen sâdece
erkeklere yada sâdece kızlara verilen isimler vardır ki bu isimlerden dinle
ilgili olanlara dikkat etmek gerekir. Mesela Melek ismi niye sâdece kız
çocuklarına isim olarak veriliyor?. Aslında bu bir müşrik zannıdır. Melek
ismini sâdece kızlara verilmesinin ardında putperestlik vardır. Şöyle ki;
putperestler melekleri dişi addederlerdi. Melekleri dişi sayarlar ve hattâ
-hâşâ- melekleri Allah’ın haremi olarak kabul ederlerdi. Tabi Allah da “erkek”
kabûl edilmiş oluyor. O hâlde Melek gibi isimlerin erkeklere yada kızlara verilememesi
gerekir:
“Onlar ki, Rahmân’ın
kulları olan melekleri dişi yaptılar, onların yaratılışlarına şâhit mi
oldular?. Onların şâhitlikleri yazılacak ve sorulacaklardır” (Zuhrûf 19).
Bu bağlamda, meleklerin isimleri, erkek yada kızlar
için kullanılmamalıdır. Çünkü bu da, “meleklerin cinsiyetini belirleme” olur.
Fakat isim koymada en önemli olan şey, sâdece Allah’a
mahsus olan ve olması gereken isimleri insanların da kullanmalarıdır. Özellikle
müslümanlar buna çok dikkat etmelidirler. Bu yazıyı yazmamamızın asıl nedeni
budur. Allah’ın “esmâ-ül hüsnâ” olarak belirlenen isimlerini, “önüne “abd”
öneki getirilmesi gerekenler”, “hiç kullanılmaması gerekenler” ve “kullanılabilecek
olanlar” olarak ayırmak gerekir. Biz bunu şu şekilde yaptık:
İnsanlar,
Allah’ın şu isimlerini, önüne mutlakâ “abd” ön-eki getirerek isim olarak
kullanmalıdır. Aksi-hâlde çok yanlış bir isimlendirme yapmış olacaklardır.
Aslında insanlar “esmâ-ül hüsnâ”daki tüm isimlerin önüne “abd” ön-eki
getirilerek isim olarak kullanılabilirler fakat tüm isimler bu şekilde pek
kullanılmamıştır. Allah’ın isimlerinin önüne “abd” ön-eki getirilerek kullanılması
gereken isimler genelde şunlar olmalıdır.
Allah: “Eşi
benzeri olmayan, bütün noksan sıfatlardan münezzeh tek ilah, Her biri sonsuz
bir hazîne olan bütün isimlerini kuşatan özel ismi. İsimlerin sultânı”
Rahmân: “Dünyâ’da
bütün mahlûkâta merhâmet eden, şefkat gösteren, ihsân eden”.
Rahîm: “Âhirette,
mü’minlere sonsuz ikrâm, lütuf ve ihsanda bulunan”.
Melik: “Mülkün,
kâinâtın sâhibi, mülk ve saltanâtı devamlı olan”.
Selâm: “Her
türlü tehlikelerden selâmete çıkaran”.
Azîz: “İzzet sâhibi,
her-şeye gâlip olan”.
Cebbâr: “Azâmet
ve kudret sâhibi. Dilediğini yapan ve yaptıran”.
Hâlık: “Yaratan,
yoktan vâr eden”.
Gaffâr: “Günahları
örten ve çok mağfiret eden”.
Kuddûs: “Her
noksanlıktan uzak ve her türlü takdise lâyık olan”.
Vehhâb: “Karşılıksız
hîbeler veren, çok fazla ihsân eden”.
Fettâh: “Her
türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, darlıktan kurtaran”.
Alîm: “Gizli açık, geçmiş,
gelecek, her-şeyi en ince detaylarına kadar bilen”.
Bâsıt: “Dilediğine
bolluk veren, açan, genişleten”.
Semi: “Her şeyi en iyi
işiten”.
Latîf: “Lütuf
ve ihsân sâhibi olan. Bütün incelikleri bilen”.
Gafûr: “Affı,
mağfireti bol”.
Hasîb: “Kulların
hesâbını en iyi gören”.
Celîl: “Celâl
ve azâmet sâhibi olan”.
Kerîm: “Keremi,
lütuf ve ihsânı bol, karşılıksız veren, çok ikrâm eden”.
Mecîd: “Her
türlü övgüye lâyık bulunan”.
Metîn: “Kuvvet
ve kudret kaynağı, pek güçlü”.
Hamîd: “Her
türlü hamd ve senâya lâyık olan”.
Macîd: “Kadri
ve şânı büyük, keremi, ihsânı bol olan”.
Vâhid: “Zat,
sıfat ve fiillerinde benzeri ve ortağı olmayan, tek olan”.
Samed: “Hiç-bir
şeye ihtiyâcı olmayan, herkesin muhtâç olduğu”.
Kâdir: “Dilediğini
dilediği gibi yaratmaya muktedir olan”.
Nûr: “Âlemleri
nurlandıran, dilediğine nûr veren”.
Hâdî: “Hidâyet veren”.
Bedî: “Eşi ve benzeri
olmayan güzellik sâhibi, eşsiz yaratan”.
Bâkî: ‘‘Varlığının sonu
olmayan, ebedî olan”.
Reşîd: “İrşâda
muhtâç olmayan, doğru yolu gösteren”.
Rezzâk: “Bütün
mahlûkâtın rızkını veren ve ihtiyâcını karşılayan”.
Şu isimler de sâdece Allah has isimlerdir ve
başkasına verilemez. Önüne “abd” ön-eki getirilerek kullanılabilir. Fakat
yaygın olmadığından, genelde pek kullanan da yoktur:
Müheymin: “Her-şeyi
görüp gözeten”.
Mütekebbir: “Büyüklükte
eşi, benzeri olmayan”.
Bâri: “Her-şeyi kusursuz
ve uyumlu yaratan”.
Musavvir: ‘‘Varlıklara
şekil veren”.
Kahhâr: “Her-şeye,
her istediğini yapacak sûrette, gâlip ve hâkim olan”.
Kâbıd: “Dilediğine
darlık veren, sıkan, daraltan”.
Hâfıd: “Dereceleri
alçaltan”.
Râfi: “Şeref verip
yükselten”.
Mu’ız: “Dilediğini
azîz eden, izzet veren”.
Müzil: “Dilediğini
zillete düşüren”.
Basîr: “Gizli
açık, her-şeyi en iyi gören”.
Hakem: “Mutlak
hâkim, hakkı bâtıldan ayıran. Hikmetle hükmeden”.
Adl: “Mutlak âdil, çok
adâletli”.
Habîr: “Olmuş
olacak her-şeyden haberdar”.
Azîm: “Büyüklükte benzeri
yok. Pek yüce”.
Şekûr: “Az
amele, çok sevap veren”.
Aliyy: “Yüceler yücesi, çok yüce”.
Kebîr: “Büyüklükte
benzeri yok, pek büyük”.
Hafîz: “Her-şeyi
koruyucu olan”.
Mukît: “Her
yaratılmışın rızkını, gıdâsını veren, tâyin eden”.
Rakîb: “Her
varlığı, her işi her an görüp-gözeten, kontrôlü altında tutan”.
Mucîb: “Duâları,
istekleri kabûl eden”.
Vâsi: “Rahmet, kudret ve
ilmi ile her-şeyi ihâta eden”.
Hakîm: “Her
işi hikmetli, her-şeyi hikmetle yaratan”.
Vedûd: “Kullarını
en fazla seven, sevilmeye en lâyık olan”.
Bâis: “Ölüleri dirilten”.
Şehîd: “Her
zaman her yerde hazır ve nâzır olan”.
Hakk: “Varlığı hiç
değişmeden duran. Vâr olan, hakkı ortaya çıkaran”.
Vekîl: “Kendisine
tevekkül edenlerin işlerini en iyi netîceye ulaştıran”.
Kaviyy: “Kudreti
en üstün ve hiç azalmayan”.
Muhsî: “Yarattığı ve
yaratacağı bütün varlıkların sayısını bilen”.
Mübdi: “Maddesiz,
örneksiz yaratan”.
Muîd: ‘‘Yarattıklarını yok
edip, sonra tekrar diriltecek olan”.
Muhyî: “İhyâ
eden, dirilten, can veren”.
Mümît: “Her
canlıya ölümü tattıran”.
Hayy: “Ezelî ve ebedî
hayat-sâhibi”.
Kayyûm: “Varlıkları
diri tutan, zâtı ile kâim olan”.
Vâcid: “Kendisinden
hiç-bir şey gizli kalmayan, istediğini, istediği vakit bulan”.
Muktedir: “Dilediği
gibi tasarruf eden, her-şeyi kolayca yaratan kudret sâhibi”.
Mukaddim: “Dilediğini,
öne alan, yükselten”.
Muahhir: “Dilediğini
sona alan, erteleyen, alçaltan”.
Evvel: “Ezeli
olan, varlığının başlangıcı olmayan”.
Âhir: “Ebedî olan,
varlığının sonu olmayan”.
Zâhir: “Varlığı
açık, âşikâr olan, kesin delillerle bilinen”.
Bâtın: “Akılların
idrâk edemeyeceği, yüceliği gizli olan”.
Vâlî: “Bütün kâinâtı
idâre eden”.
Müteâl: “Son
derece yüce olan”.
Berr: “İyilik ve ihsânı bol,
iyilik ve ihsân kaynağı”.
Tevvâb: “Tevbeleri
kabûl edip, günahları bağışlayan”.
Müntekim: “Zâlimlerin
cezâsını veren, intikâm alan”.
Afüvv: “Affı
çok olan, günahları affetmeyi seven”.
Mâlik-ül Mülk: “Mülkün, her
varlığın sâhibi”.
Zül-Celâli vel ikrâm: “Celâl, azâmet ve pek büyük ikrâm sâhibi”.
Muksit: “Her
işi birbirine uygun yapan”.
Câmi: “Mahşerde her
mahlûkâtı bir-araya toplayan”.
Ganiyy: “Her
türlü zenginlik sâhibi, ihtiyâcı olmayan”.
Mugnî: “Müstağni
kılan, ihtiyaç gideren, zengin eden”.
Mâni: “Dilemediği şeye
mâni olan, engelleyen”.
Dârr: “Elem, zarar
verenleri yaratan”.
Nâfi: “Fayda veren
şeyleri yaratan”.
Vâris: “Her-şeyin
asıl sâhibi olan”.
Sabûr: “Cezâ
vermede acele etmeyen”.
Şu
isimleri koymanın ise çok bir mahzuru olmamakla berâber, önüne “abd” ön-eki
getirilmesi daha uygundur:
Mü’min: “Güven
veren, emin kılan, koruyan”.
Halîm: “Cezâda,
acele etmeyen, yumuşak davranan”.
Veliyy: “İnananların
dostu, onları sevip yardım eden”.
Raûf: “Çok merhâmetli, pek
şefkatli”.
Peki mahzurlu isimlere sâhip olanlar
ne yapacak?. Cehâletle yapılan şeyler için Allah âyetlerde şu hükmü verir:
“…Eğer
vazgeçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır. Ama yine dönecek
olurlarsa, önceki (toplumlara uygulanan) sünnet, muhakkak (onların başından da)
geçmiş olacaktır” (Enfâl 38).
“Allah,
onların (Dünyâ’da) yaptıklarının en kötüsünü temizleyip-giderecek ve
yaptıklarının en güzeliyle ecirlerini verecektir” (Zümer 35).
“(Benden
onlara) De ki: ‘Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü aşan kullarım.
Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar.
Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir”
(Zümer 53).
Evet; Allah, güzeliyle değiştirildiği takdirde
geçmişte olanları bağışlar-bağışlamıştır.
Allah bizi müslüman olarak isimlendirmiştir. Tabi
Dünyâ hayâtına has kullandığımız geçici isimler de vardır ve bu isimlerin, Allah’ın
bizi isimlendirdiği “müslüman” ismine uygun olması gerekir. Fakat isim ne
olursa-olsun, asıl önemli olan, Dünyâ’da, sâlih amelde bulunmak ve iyi bir
örneklik bırakmaktır. Zâten isminiz de ancak o zaman hatırlanır ve cenneti de
ancak sâlih amallerinizle hak edersiniz.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos
2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder