26 Ekim 2017 Perşembe

İki Seçenekten Birine Mahkûm Ol(ma)mak


“Gerçek şu ki, dinlerini parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir” (En-âm 159).

“Her-şey zıddıyla kâimdir” derler. Fakat “bir şeyin zıddı, o şeyin tam tersi” demektir. Yâni sıcak-soğuk, acı-tatlı gibi. Oysa modern dönemlerdeki zıtlıklar, “kötü” ve “daha az kötü”, “çirkin” ve “daha az çirkin” olarak görülüyor ve insanlar bu iki kötülükten yada çirkinlikten birini seçmeye mecbur ve mahkûm ediliyor. Modernizm, “ölümü gösterip de sıtmaya râzı etme” uygarlığıdır. Bunu, salt madde-merkezli, akıl-merkezli düşündüklerinden ve nefsine çıkarlarına aykırı geldiği için; dîni, mânâyı ve vahyi işe karıştırmamak için yapmaktadırlar. Yâni modern-seküler sistem, kötünün karşısına hiç-bir zaman iyiyi koy(a)mamıştır ve hiç-bir zaman da koy(a)maz. Modernizmin ortaya koydukları şeyler kötü ve daha az yada “daha çok kötü”dür. Farklı bir şey düşünemedikleri yada ortaya koyamadıkları için modernizmin tüm zıtlıkları aslında aynı şeyin değişik versiyonlarından başka bir şey değildir.

Bu durum ideolojilerde bile böyledir aslında. Meselâ kapitâlizm ve komünizm-sosyâlizm aslında seküler materyâlist, profan, lâik, demokratik olma bakımından aynıdırlar. Aralarındaki fark, “sermâye kapitâlizm aracılığı ile mi yoksa komünizm aracılığıyla mı belli bir kesimin elinde toplanacak” tartışmasıdır. Sözde ikisi de “halk için”dir ama ikisi de sonuçta malı kendi ellerinde toplarlar. Neden?, çünkü böyle yapmamalarına bir sebep yoktur. Onları bunu yapmaktan engelleyecek ne vardır ki?. İdeolojiye olan bağlılıkları bir yere kadardır. Zîrâ dîni, vicdânı, merhâmeti göz-ardı etmişler ve salt dünyevî olmuşlardır. Dünyâ’dan sonrası yoktur. Âhiret bilinci ve inancı olmadığı için sırf bu Dünyâ vardır ve bu Dünyâ da sınırlıdır. Bu nedenle kendini bir düze çıkarması gerekmektedir. Dünyâ’yı ıskalamaması ve ondan en iyi şekilde yararlanması lâzımdır. Ne de olsa bir kere gelinecek ve sonra da ölüp toprağa karışılacak ve yok olup gidilecektir. O hâlde fırsatı kaçırmamalıdır. Nefisler aynı mantıkla çalışır ve bu nedenle de hangi ideolojiden olunursa-olunsun, nefisler ideolojiye bakmadığı için aynı şeyi isteyecek ve insanları aynı şeye yönlendireceklerdir. “Küfür tek bir millettir” diye boşuna denmemiştir.

Gökleri Allah düzenlediği gibi yeryüzünü de Allah düzenlediğinde insanlar arasında bâriz bir ayrıcalık olmaz. Ayrıcalık sâdece takvâda olur ki bunun da getirisi âhirettedir. Böyle olunca yâni göklerdeki düzenin aynısı İslâm ile Dünyâ’da da sağlanması birileri için ayrıcalığın kalkması demek olacağından, zinhar böyle bir seçenek istenilmez ve zâten tüm çabalar da bunu engellemeye yöneliktir bu yüzden.

İnsanlar iki şeyden birini seçmeye mecbur ve mahkûm bırakılmaktadır. Ya evet ya hayır, ya sağ ya sol, ya Amerika ya Rusya, ya Fenerbahçe ya Galatasaray, ya AKP ya CHP vs. vs. Oysa bunlar gerçek anlamda zıtlıklar ve seçenekler değildir ve birbirlerinin değişik versiyonlarıdır. Zîrâ hepsi de sekülerdir ve hepsi de dünyevîdir. Hâlbuki bir de “İslâm” seçeneği ve İslâm seçenekleri vardır ve İslâm’ın seçenekleri çok gerçekçidir: Ya İslâm ya câhiliye, yâ îman ya küfür, ya adâlet ya zulüm, ya tevhid ya şirk, ya tek Allah ya putlar vs. Ortası yoktur. Gri rengi yoktur İslâm’ın, ya siyahtır yada beyaz. Kısaca, İslâm ve câhiliye vardır ve “savaş” bunların arasındadır. Câhiliye ile İslâm arasında hiç-bir zaman uzlaşma olmaz. Seyyid Kutup:

“İslâm ile câhiliyenin yolun ortasında, daha doğrusu herhangi bir yolda buluşmaları mümkün değildir. Bu durum İslâm ile her zaman ve her çağdaki câhiliye sistemleri arasında her zaman geçerli olan bir kuraldır. Bu kural dünkü câhiliye için olduğu gibi, bu-günkü câhiliye için de, yarınki câhiliye için de geçerlidir. İslâm ile câhiliye arasındaki uçurum aşılmaz niteliktedir. İkisini bir noktada buluşturmak için bu uçurumun üzerine bir köprü kurmak imkânsızdır. Bir şeyi paylaşmaları, iletişim kurmaları mümkün değildir. Aralarında sürekli bir çatışma vardır ve sonuçta uyuşmaları söz-konusu değildir” der.

Mü’minler bâtıl seçeneklere mahkûm ve mecbur değildirler. Onların seçeneği bellidir ve bu; “Lâilâheillalah”ta ifâdesini bulan “İslâm” seçeneğidir, Kur’ân ve sünnet seçeneğidir. Tüm bâtıllar karşısında yapılan bir seçenektir bu ve bâtıla güçlü ve öfkeli bir “lâ” demek ile başlayan bir seçimdir bu. Bu nedenle hem müslüman-mü’min olunup, hem Kur’ân okuyup ve sünneti konuşup hem de bu bâtıl seçimlerin peşine düşülemez. Bu çok büyük bir çelişki olur. Allah bizi müslümanlar olarak seçmiştir ve Allah’ın seçiminin üstüne seçim olmaz. Allah bizi müslümanlar olarak seçmiştir ve müslümanlar olarak ölmemizi istemektedir:

“…O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrâhim’in dîni(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’ân’da) da sizi ‘müslümanlar’ olarak isimlendirdi…” (Hac 78).

 “Ey îman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin” (Âl-i İmran 102).

Tüm peygamberler seçimlerini sâdece Allah’tan yana yapmışlar ve bu doğrultuda hareket etmişlerdir. Meselâ Peygamberimiz kendisine yapılan tüm teklifleri geri çevirmiştir. Utbe bin Rebia’nın teklifi meşhûrdur:

“Sen ortaya attığın bu mesele ile şâyet mal ve servet elde etmek gâyesinde isen, mallarımızdan sana hisse ayıralım, hepimizin en zengini olasın. Eğer, bir şeref peşinde isen, seni kendimize reis yapalım. Yok eğer bu sana gelen, görüp de üzerinden atmaya kuvvetin yetmeyen bir evhâm, cinlerden, perilerden gelme bir hastalık ve sihir ise, doktor getirtelim, seni tedâvi ettirelim. Seni kurtarıncaya kadar mal ve servetimizi harcamaktan geri durmayalım”. Peygamberimizin cevâbı şöyle olmuştu: “Ey Velid’in babası, söyleyeceklerin bitti mi?. Utbe’den, “Evet” cevâbı gelince, Peygamberimiz o hâlde şimdi sen beni dinle” dedi ve besmele çekerek Fussilet Sûresi’nin 1-36 arasındaki âyetleri okumaya başladı”.

Yine Peygamberimiz, amcasının müşriklerin tekliflerini iletmesine karşılık: “Ey amca!; Allah’a yemin ederim ki Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime verseler yine de bu dâvâdan vazgeçmem. Ya Allah bu dîni hâkim kılar yada ben bu yolda yok olur giderim” demişti.

Peki neden böyle yapmıştı da tekliflerin sağlayacağı sözde olanakları(!) İslâm yolunda kullanmamıştı?. Çünkü o seçimini yapmıştı ve sâdece Allah’ın emrettiğini yoldan, “vahyin doğrultusunda gitme” yoluna girmişti. Yine Hz. İbrâhim de seçimini yapmış ve Allah’tan gayrı ne varsa hepsinden uzaklaşmış ve şöyle demişti:

“(İbrâhim) dedi ki: Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?. Hem siz, hem de eski atalarınız?. İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca âlemlerin Rabbi hâriç. Ki beni yaratan ve bana hidâyet veren O’dur. Bana yediren ve içiren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur. Din (cezâ) günü hatâlarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur” (Şuârâ 75-82).

Bir mü’min; “neden herkesin yaptığı gibi yapmıyorsun?” sorusuna, Peygamberin sünnetini örnek aldığını ve bu nedenle de bâtıl seçeneğe yönelmeyeceğini söylemelidir. Eskiden bâtıl seçeneklerde bulunmuş olsa da artık İslâm seçeneğinin farkını idrâk etmiştir ve tüm bâtıl seçeneklerden uzaklaşmıştır. Aynen Hz. Şuayb gibi:

“Dediler ki: Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı yada mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?. Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın. Dedi ki: Ey kavmim, görüşünüz nedir söyler misiniz?. Ya ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve O da beni kendisinden güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa?. Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sâhiplenmek sûretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım ancak Allah iledir; O’na tevekkül ettim ve O’na içten yönelip-dönerim” (Hûd 87-88).

Bâtılın yolunda gitmek çok risklidir ve azap, bâtıl seçeneklerin hemen yanı-başındadır:

“Îman eden (adam) dedi ki: Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felâketine uğrarsınız) diye korkuyorum” (Mü’min 30).

Bir ihtimâl daha yok mu?. Başka çâresi yok mu? diyenlere şu ayet yetişir:

“Ey îman edenler!, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resulü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. Ve seveceğiniz bir başka (nîmet) daha var: Allah’tan ‘yardım ve zafer (nusret)’ ve yakın bir fetih. Mü’minleri müjdele” (Saff 10-13).

Allah’tan ve İslâm’dan başka seçenekler O’ndan başkasına sığınmak ve bu nedenle de sapıtmak anlamına gelir:

“Allah, kuluna yeterli değil mi?. Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur” (Zümer 36).

“De ki: Ey kavmim, üzerinde bulunduğunuz duruma göre yapın-edin; elbette ben de yapıp-ederim. Artık yakında öğreneceksiniz” (Zümer 39).

Kâfirûn Sûresi’nde kâfirlere, “sizin seçenekleriniz kendinize, bizim seçeneğimiz de kendimize” deriz:

“De ki: Ey kâfirler!. Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dîniniz size, benim dînim bana” (Kâfirûn Sûresi).

Bu zâlim modern sistemin bir alternatifi vardır. Yâni bir ihtimâl ve seçenek daha vardır -ki aslında o yol “ana yol”dur- o da, “risâlet süreci”ni yâni “güzel örnekliği” tâkip ederek İslâm’ı yeryüzüne yeniden hâkim kılmaktır. Bu ihtimâl müslümanların ezelî ve ebedî ihtimâli ve seçeneğidir. Bu ihtimâl ve seçenek kısaca, “îman, hicret ve cihad” ile tamâma erer.

En doğrusunu sâdece Allah bilir

Hârûn Görmüş
Nîsan 2017

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder