26 Ekim 2017 Perşembe

Nikâh ve Boşanma Üzerine


Nikâh

 

Sözlükte “birleştirme, bir-araya getirme; evlenme, evlilik; cinsel ilişki” gibi anlamlara gelen “nikâh” kelimesi, fıkıh terminolojisinde, “şer‘an aranan şartlar çerçevesinde aralarında evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının hayatlarını geçici olmaksızın birleştirmelerini sağlayan akdi ve bu yolla eşler arasında meydana gelen evlilik ilişkisini” ifâde eder. Arapça’da zevâc kökünden türeyen kelimeler de “evlenmek, evlendirmek, evlilik, evliliğin taraflarını oluşturan eşler” mânâlarında yaygın biçimde kullanılır” (Diyânet İslâm Ansiklopedisi).

 

Nikâh, âilenin kurulmasını sağlayan hayırlı bir iş iken, dağılmasına sebep olan boşanma ise genelde kötü bir iştir. “Allah’ın hiç sevmediği helâl, boşanmadır” denir. Tabî ki İslâm’da boşanma da vardır ve Kur’ân’da Zeyd’in boşanmasından bahsedilir.

 

Peygamberimiz, “nikâh ancak şâhitlerle olur” der. Şâhitlerin hazır olduğu her yerde nikâh kıyılabilir. İslâm’da nikâh, şâhitler karşısında eşlerin onayı alınarak ve İslâmî usûllere uygun olan bir törenle, Allah’ı şâhit tutarak yapılması gerekir ki bu töreni yönetebilecek herkes de nikâh kıyabilir. Tabî ki nikâh ve boşanma olayları İslâm Devleti’nde İslâm’ın hükümlerine göre yapılmalıdır ve bunun için de resmî görevliler olmalıdır. Yâni nikâhı kıyacak ve boşanmayı onaylayacak olan kişiler, şâhitlik yapabilecek olan, kefilliğin temsilciliğini yapabilecek ve yaptırımı olan kişiler olmalıdırlar ki olası bir anlaşmazlık durumda sıkıntı yaşanmasın ve haklar sağlanabilsin. Bu nedenle İslâm’da nikâh, “devlet garantili”dir. Zâten toplum da bunu gözetir.

 

Günümüzde “nikâhı kim kıymalıdır” tartışmaları yapılmaktadır. Lâik-seküler devletlerde, nikâh için devletin resmî mêmurları vardır ve nikâh için hazırlanmış evlendirme salonları bulunur. Buna göre eşler buralarda belli işlemleri yaptıktan sonra belediye başkanının bizzat kendisinin yada yetki verdiği bir mêmurun onayına göre karı-koca olur. Bu nikâh, “resmî anlamda” geçerlidir ve hakların sağlanmasını garanti edebilir fakat nikâhın maddî yönünden başka bir de mânevî yönü de vardır. İslâm’a göre âile çok önemli bir kurumdur ve hattâ âile “en küçük İslâm devleti”dir. Bu nedenle bu kurumun kurulması için sâdece mêmurlardan bir mêmur olan nikâh mêmurlarının onayı değil, asıl Allah’ın onayı olması gerekir. Bu ise, Kur’ân’a göre bir mehrin belirlenmesi, eşlerin gönül rızasıyla ve Allah rızâsını gözeterek evliliği kabûl etmeleri demektir. Duâlar edilerek ve âyetler okunarak yapılan nikâhın Allah’ın huzûrunda yapıldığı kanıtlanmış olur.

 

Resmî nikâh ve dînî nikâh tartışmaları yapılmasının nedeni, aslında iki nikâh şeklinin de birbirlerini onaylamamalarındandır. Daha doğrusu lâikliğe göre dînî nikâh yapmak yasakken, dîne göre ise, resmi nikâh, Allah’ın şâhitliğinde olmadığı için eksik kalır ve meşrû olmaz. Çünkü belediye başkanının vermiş olduğu yetki, insanları ne kadar bağlar ki?. Zâten boşanmaların artması biraz da bu nedenledir. Çünkü nikâh mêmuruna verilen söz ile Allah’a verilen söz aynı değildir. İnsanlar nikâh mêmurunun yetkisini takmıyorlar. Allah’a verilen söz daha bağlayıcıdır.

 

Nikâhın Allah’ın huzûrunda yapılması daha bağlayıcı olduğundan dolayı daha önemlidir. “Sen şâhit ol rabdim!, biz birbirimizle evlenmeyi kararlaştırdık ve âile olarak bunu ömür-boyu sürdüreceğimize tüm zorluklarına rağmen söz veriyoruz” diye Allah’ın huzûrunda söz vermektir nikâh. Laçkalaşmış sözde müslümanların(!) bunu umursamaması İslâm’ın ve samîmi mü’minlerin sorunu değildir. Bu nedenle bir müslüman için müftülerin kıyacağı nikâh, nikâh mêmurlarının kıyacağı nikâhtan daha sahihtir.

 

Aslında nikâh, “dînî nikâh”tır ve resmî nikâh bir nikâh olmaktan çok bir “sözleşme”dir ki bunun, ille de bir nikâh salonunda ve bir nikâh mêmurunun önünde yapılması şart değildir ve pekâlâ noterde de yapılabilir. Ne fark eder ki?. Sonuçta amaç “devletin garantisi”, yâni resmî garanti altına girmek değil mi?. Yoksa halkın şâhitliği için herhangi bir düğün salonu yada genişçe bir mekân da şâhitlik için yeterlidir.

 

Nikâh “dînî nikâh”tır. Dinden kaynaklanır. Yoksa nikâh bir flört şekli değildir. Buna göre resmî nikâh denilen nikâh şekli, zinâyı ortadan kaldırmaz. O hâlde nikâhı din-merkezli yapmak şarttır. Fakat seküler-lâik ülkelerde dînî nikâhın garantisi sağlanmadığı için gayr-ı meşrû görülüyor. O hâlde nikâhı kıyanın müftü-imam-vâiz olması gerekir ve nikâhın resmî güvence altında Allah’ın onayıyla, eş-dostun huzûrunda yâni şâhitler eşliğinde duâlarla yapılması gerekir. Tabi bu, bir İslâm Devleti olmadığında olabilecek bir yoldur. İslâm Devleti olduğunda zâten nikâh demek mecbûren devlet garantili ve Allah onaylı olacağından ve toplum da bunu benimsemiş olacağından sorun olmayacaktır.

 

Kâğıt üzerinde yapılan nikâhlar “bereketli” olmuyor. Zîrâ bereketin kaynağı olan Allah yok sayılıyor. O’ndan onay alınmadan yapılan nikâhlar gerçek bir rızâya dayanmadığından sabır ve katlanma görülmüyor, bu nedenle de evlilikler uzun ömürlü olmuyor. Bu nikâhlar altında yapılan evliliğin ürünü olan nesiller de, bu bereketten mahrum kaldıklarından dolayı, zamanla vicdan ve merhâmetten yoksun bir toplum ortaya çıkıyor.

 

Lâiklerin, müftülerin-imamların nikâh kıyması üzerine bu kadar gürültü kopartmasının nedeni, insanların büyük çoğunluğunun nikâhlarını müftü ve imamlara kıydırmak isteyeceği ve böylece lâik kurumların îtibârının azalacağı endişesidir. Gerçekten de müftülere verilecek nikâh yetkisi, lâik nikâh mêmurlarının çoğunu işsiz bırakabilir yada iş yoğunluğunu azaltabilir. Çünkü Türk insanının büyük çoğunluğu resmî nikâhtan sonra dînî nikâhını yaptırıyor.

 

Hayrettin Karaman, müftülerin kıydıkları nikâhın da resmî olacağını söyler ve sorar: “Belediye mêmuru ile müftü aynı mevzuatı uygulayacaklarına göre “medenî kânun yerine şeriat kânunu geliyor” sözü nasıl söylenebiliyor?. Müftünün kıyacağı nikâhın hukûki sonuçları ve kadına kazandırdığı haklar belediye mêmurununkinin aynı olacağına, başka türlü olması mümkün bulunmadığına göre “kadın hakları nasıl ihlâl edilmiş oluyor”.

 

Dolayısı ile Türkiye gibi lâik ülkelerde müslümanlar için nikâhın nikâh mêmurundan başka, müftü-imam-vâiz tarafından kıyılması isâbetlidir.

 

Şu da var ki, imam-nikâhı denen nikâh aslında “dînî nikâh”tır ve İslâm da nikâh “dînî nikâh”tır. Çünkü İslâm’da nikâh Allah’ın şâhitliğinde olur. Dînî nikâha “imam-nikâhı” denmesi yanlıştır. Nikâhı bir imam da kıyabilir ama nikâh dînî nikâhtır, imam-nikâhı değil. Çünkü nikâh Allah’ın bir emridir ve imamın inisiyatifinde değildir. Seküler sistemde nikâh belediye başkanının yetkisiyle olur ama dînî nikâh imamın yetkisiyle değil, Allah’ın emri ve şahitliği ile olur. Resmî nikâha, “mêmur nikâhı” denmediği gibi, dînî nikâha da “imam-nikâhı” denemez. İmam-nikâhı ifâdesini, nikâhı dinden bağımsız, gayr-ı meşrû bir nikâh gibi göstermek için kullanıyorlar.

 

Resmî nikâhta yetki belediye başkanındadır ve bu da nikâha hiç-bir kutsallık vermez ve sâdece resmiyet verir. Oysa dînî nikâh Allah’ı şahit tutarak yapıldığı için kutsallığı vardır. Dînî nikâhta, resmî nikâh gibi bir güvence olmadığını söylüyorlar, ama mü’minler için bu doğru değildir. Çünkü dînî nikâhta, mehir, evi ve çoluk-çocuğu geçindirme sorumluluğu ve başka bir-çok sorumluluk olduğu gibi, boşandıktan sonra da bâzı mükellefiyetler vardır ki bunlar resmî nikâh ve resmî boşanmalardan daha fazladır. Samîmi  mü’minlerin dînî nikâhın sorumluluklarını taşıması olmazsa-olmaz olduğundan dolayı dînî nikâh bağlayıcıdır ve öyle boş bir iş değildir. Dînî nikâhın resmî nikâha göre daha sağlam ve uzun ömürlü olması, bağlayıcılığının daha fazla olmasından dolayıdır. Çünkü resmî nikâh sâdece Dünyâ’da hayâtında geçerlidir, fakat dînî nikâhın Dünyâ’dan sonra âhirete de sarkan sorumluluğu vardır. 

 

Boşanma

 

“Boşanma iki defâdır. (Sonra) ya iyilikle tutmak veyâ güzellikle bırakmak (gerekir). Onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helâl değildir; ancak ikisinin Allah’ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (durumu başka). Eğer ikisinin Allah’ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, bu durumda (kadının) fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır; onlara tecâvüz etmeyin. Kim Allah’ın sınırlarına tecâvüz ederse, onlar zâlimlerin ta kendileridir. Yine onu (kadını üçüncü defâ) boşarsa, (kadın) onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Eğer (bu koca da) onu boşarsa, onlar (ilk koca ile karısı) Allah’ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanıyorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır; bilen bir topluluk için bunları (böyle) açıklar” (Bakara 229-230).

 

İslâm’da öyle üç kere “boş ol, boş ol, boş ol” demekle kadın boşanmış olmaz. Âyette, “belli aralıklarla iki kere boşanmış olanlar, eğer üçüncü kez boşanırlarsa, boşanmış kadın başka bir erkekle bir-süre evli kalmadan eski kocasıyla tekrar evlenemez” deniyor. Yâni boşanma çok zorlaştırılıyor ve işin önünün-arkasının iyi düşünülmesini zorluyor.

 

İslâm’da boşama hakkı âyetle de sâbit olduğu gibi erkeğin elindedir:

 

“Eğer onlara mehir tesbit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veyâ nikâh bağı elinde olanın bağışlaması hâriç- tesbit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veyâ fazlasını) bağışlamanız takvâya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir” (Bakara 237).

 

Fakat bu, kadının hiç-bir şekilde boşanma hakkının olmadığını göstermez. Kadının boşanma hakkı bâzı şartlara bağlıdır. Bu şart Kur’ân’da şu şekilde gösterilir:

 

“…Erkek ve kadın Allah’ın yükümlü kıldığı görevleri yerine getiremeyeceklerinden korkarlarsa o başka. Eğer siz de bunların Allah'ın verdiği yükümlülükleri doğru-dürüst yerine getiremeyeceklerinden korkarsanız, kadının ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde (fidye vermesinde, mehrinden vazgeçmesinde=iftedet) artık ikisine de günah yoktur. Bunlar, işte Allah’ın belirlediği sınırlardır. Sakın bunları aşmayın!. Her kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir” (Bakara 229).

 

Evet; kadının boşama hakkı, vereceği bir fidye ile yada mehrinden vazgeçmesi ile sağlanmış oluyor. Çünkü kadın çok duygusaldır ve en ufak bir sorunda soluğu -aynen günümüzde olduğu gibi- mahkemede alabilmektedir. Kadınlar erkeklerin sorun etmediği şeyleri sorun edebilmektedirler. İşte bunun önüne geçmek ve kadının “bir daha düşünmesi” için araya bir fidye şartı konmuştur. Eğer kadın gerçekten kararlı ise, fidye vererek bu kararlılığını gösterebilir ve boşanabilir. Lâik devletlerde ise kadının böyle bir sorumluluğu olmadığından, en önemsiz bir konuda bile hemen mahkemeye koşuyorlar ve boşanıveriyorlar. Yoksa erkek bu yola bu kadar kolay başvurmaz. Çünkü erkek kadın üzerinde fıtraten da sâbit olduğu gibi, hâkim olmak ister ve terk edilmek ona çok koyar. Zâten kadına şiddetin en önemli nedeni de kadının boşanma talebi ve eylemidir. Erkekler bunu kaldıramıyorlar. Allah herhâlde biraz da bu nedenle boşama hakkını erkeğe vermiştir.

 

Günümüzde açılan dâvâların yarısından fazlasını boşanma ve boşanma sonucu oluşan nafaka ve velâyet dâvâları oluşturuyor. Boşanma dâvâlarının yüzde 90’ı boşanma ile sonuçlanıyor. Boşanma dâvâsını daha çok kadınlar açıyor. Çünkü kadın en ufak bir meselede veyâ şiddete mâruz kaldığı zaman hemen kolluk kuvvetine başvuruyor. Oysa İslâm’a göre bunun daha başka yolları da vardır.

 

İstatistiklere göre boşanma dâvâlarının % 75-80’ini kadınlar açıyor. Kadınların iş hayâtına girmesiyle birlikte boşanmalar ve kadınların dâvâ etmesi çok fazlalaştı. Çocuk yapmayı ertelemek de daha çabuk ve kolay boşanmaya neden oluyor, özellikle çocuğu olmayan kadın için boşanmak işten bile olmuyor.

 

TÜİK’in verilerine göre; 2015'’te her 100 evliliğe karşılık 21.86, 2016’da her 100 evliliğe karşı 21.22 boşanma olmuş. Oysa bundan 10 yıl önce, 2007 yılında boşanma oranı sâdece 14.76. Türkiye’de son 10 yılda 1 milyon 151 bin 590 boşanma gerçekleşmiş. Boşanma nedenlerinin ilk sıralarında ise ekonomik zorluklar ve kredi-kartı borçları var.

 

Evliliği bozmamak ve korumada kadının etkisi daha fazladır. “Yuvayı dişi kuş yapar” sözünde olduğu gibi aslında yuvayı dağılmaktan korumayı da kadın (dişi kuş) yapar-yapabilir. Fakat gün geçtikçe durum daha da fazla kötüye gidiyor ve nerdeyse evlenenlerin yarısı geri boşanıyor.

 

Kapitâlist sistem boşanmalardan çok hoşnut olur. Evlilikler yapılsın ama en kısa zamanda da boşanılsın istenir. Çünkü böylece tüketim artacaktır. Bir yazıda şöyle denir: “Boşanma “2 ev”, “2 kirâ”, “2 buzdolabı”, “2 araba” vs. demektir. Ayrıca enerji tüketimi de artar. Boşanma artınca ulusal gelir yükselir. Karı-koca arasındaki sevgisizlik tüketimi arttırarak kapitâlizme hizmet eder”.

 

Geçim derdi, katlanamama, dedikodu, âilelerin işe karışması gibi nedenler boşanmaları arttıran etkenlerdir ama bizce bir neden daha vardır: “Dînî nikâhın yâni nikâhın es geçilmesi ve şâhitlerin ‘Allah’ın huzûrunda’ şâhitlik yapmaması”. “Sözleşme” denen resmî nikâhların bir bereketi olmuyor bu nedenle. Zîrâ  resmî nikâhlar Allah’sızdır. Allah’ı yâni rahmeti işe karıştırmazlar. Resmî nikâh sırasında; “Allah mutlu etsin”, “inşallah”, “bismillah”, “hayırlısı” vs. gibi kelimeler bilinçli bir şekilde kullanılmaz. Zâten en başta işe besmele ile başlanmaz. Yâni Allah ile başlanmaz. Allah ile başlanmayan işlerin bereketi olmaz. Bu nedenle de boşanmalar zamanla artar ve yuvalar dağılır. Yuvaların dağılması insanların dağılması, insanların dağılması da toplumun dağılması ve ilkesiz, dayanıksız, özgüvensiz, kişiliksiz fertlerin oluşması anlamına gelir. Böyle toplumlar -aynen günümüzde olduğu gibi- diğer toplumlar tarafından kuşatılırlar ve modern köleler hâline getirilirler. Böylece Dünyâ’da zor bir hayat olacağı gibi, âhirette de acı azapla karşılaşılır.

 

Demek ki neymiş?. Evlenmeye besmeleyle başlanmalı, nikâh Allah’ın rızâsını alarak şâhitlerin huzûrunda olmalıymış. Bu İslâm Devleti’nde zâten böyle olur. Fakat lâik devletlerde en azından din gözetilerek duâların desteği ile yapılacak olan nikâhlar, bağlılığı daha sağlam tutabilecektir, böylece boşanmaların önüne bir nebze de olsa geçilebilecektir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2017

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder