Nikâh
Sözlükte “birleştirme, bir-araya getirme; evlenme,
evlilik; cinsel ilişki” gibi anlamlara gelen “nikâh” kelimesi, fıkıh
terminolojisinde, “şer‘an aranan şartlar çerçevesinde aralarında evlenme engeli
bulunmayan bir erkekle bir kadının hayatlarını geçici olmaksızın
birleştirmelerini sağlayan akdi ve bu yolla eşler arasında meydana gelen
evlilik ilişkisini” ifâde eder. Arapça’da zevâc kökünden türeyen kelimeler de
“evlenmek, evlendirmek, evlilik, evliliğin taraflarını oluşturan eşler” mânâlarında
yaygın biçimde kullanılır” (Diyânet İslâm Ansiklopedisi).
Nikâh, âilenin kurulmasını
sağlayan hayırlı bir iş iken, dağılmasına sebep olan boşanma ise genelde kötü bir
iştir. “Allah’ın hiç sevmediği helâl, boşanmadır” denir. Tabî ki İslâm’da
boşanma da vardır ve Kur’ân’da Zeyd’in boşanmasından bahsedilir.
Peygamberimiz, “nikâh ancak
şâhitlerle olur” der. Şâhitlerin hazır olduğu her yerde nikâh kıyılabilir. İslâm’da
nikâh, şâhitler karşısında eşlerin onayı alınarak ve İslâmî usûllere uygun olan
bir törenle, Allah’ı şâhit tutarak yapılması gerekir ki bu töreni yönetebilecek
herkes de nikâh kıyabilir. Tabî ki nikâh ve boşanma olayları İslâm Devleti’nde
İslâm’ın hükümlerine göre yapılmalıdır ve bunun için de resmî görevliler
olmalıdır. Yâni nikâhı kıyacak ve boşanmayı onaylayacak olan kişiler, şâhitlik
yapabilecek olan, kefilliğin temsilciliğini yapabilecek ve yaptırımı olan kişiler
olmalıdırlar ki olası bir anlaşmazlık durumda sıkıntı yaşanmasın ve haklar
sağlanabilsin. Bu nedenle İslâm’da nikâh, “devlet garantili”dir. Zâten toplum
da bunu gözetir.
Günümüzde “nikâhı kim
kıymalıdır” tartışmaları yapılmaktadır. Lâik-seküler devletlerde, nikâh için
devletin resmî mêmurları vardır ve nikâh için hazırlanmış evlendirme salonları
bulunur. Buna göre eşler buralarda belli işlemleri yaptıktan sonra belediye
başkanının bizzat kendisinin yada yetki verdiği bir mêmurun onayına göre
karı-koca olur. Bu nikâh, “resmî anlamda” geçerlidir ve hakların sağlanmasını
garanti edebilir fakat nikâhın maddî yönünden başka bir de mânevî yönü de
vardır. İslâm’a göre âile çok önemli bir kurumdur ve hattâ âile “en küçük İslâm
devleti”dir. Bu nedenle bu kurumun kurulması için sâdece mêmurlardan bir mêmur
olan nikâh mêmurlarının onayı değil, asıl Allah’ın onayı olması gerekir. Bu
ise, Kur’ân’a göre bir mehrin belirlenmesi, eşlerin gönül rızasıyla ve Allah
rızâsını gözeterek evliliği kabûl etmeleri demektir. Duâlar edilerek ve âyetler
okunarak yapılan nikâhın Allah’ın huzûrunda yapıldığı kanıtlanmış olur.
Resmî nikâh ve dînî nikâh tartışmaları
yapılmasının nedeni, aslında iki nikâh şeklinin de birbirlerini
onaylamamalarındandır. Daha doğrusu lâikliğe göre dînî nikâh yapmak yasakken,
dîne göre ise, resmi nikâh, Allah’ın şâhitliğinde olmadığı için eksik kalır ve
meşrû olmaz. Çünkü belediye başkanının vermiş olduğu yetki, insanları ne kadar
bağlar ki?. Zâten boşanmaların artması biraz da bu nedenledir. Çünkü nikâh
mêmuruna verilen söz ile Allah’a verilen söz aynı değildir. İnsanlar nikâh
mêmurunun yetkisini takmıyorlar. Allah’a verilen söz daha bağlayıcıdır.
Nikâhın Allah’ın huzûrunda
yapılması daha bağlayıcı olduğundan dolayı daha önemlidir. “Sen şâhit ol rabdim!,
biz birbirimizle evlenmeyi kararlaştırdık ve âile olarak bunu ömür-boyu
sürdüreceğimize tüm zorluklarına rağmen söz veriyoruz” diye Allah’ın huzûrunda
söz vermektir nikâh. Laçkalaşmış sözde müslümanların(!) bunu umursamaması İslâm’ın
ve samîmi mü’minlerin sorunu değildir. Bu nedenle bir müslüman için müftülerin
kıyacağı nikâh, nikâh mêmurlarının kıyacağı nikâhtan daha sahihtir.
Aslında nikâh, “dînî nikâh”tır
ve resmî nikâh bir nikâh olmaktan çok bir “sözleşme”dir ki bunun, ille de bir nikâh
salonunda ve bir nikâh mêmurunun önünde yapılması şart değildir ve pekâlâ
noterde de yapılabilir. Ne fark eder ki?. Sonuçta amaç “devletin garantisi”,
yâni resmî garanti altına girmek değil mi?. Yoksa halkın şâhitliği için
herhangi bir düğün salonu yada genişçe bir mekân da şâhitlik için yeterlidir.
Nikâh “dînî nikâh”tır. Dinden
kaynaklanır. Yoksa nikâh bir flört şekli değildir. Buna göre resmî nikâh
denilen nikâh şekli, zinâyı ortadan kaldırmaz. O hâlde nikâhı din-merkezli
yapmak şarttır. Fakat seküler-lâik ülkelerde dînî nikâhın garantisi
sağlanmadığı için gayr-ı meşrû görülüyor. O hâlde nikâhı kıyanın
müftü-imam-vâiz olması gerekir ve nikâhın resmî güvence altında Allah’ın onayıyla,
eş-dostun huzûrunda yâni şâhitler eşliğinde duâlarla yapılması gerekir. Tabi
bu, bir İslâm Devleti olmadığında olabilecek bir yoldur. İslâm Devleti
olduğunda zâten nikâh demek mecbûren devlet garantili ve Allah onaylı
olacağından ve toplum da bunu benimsemiş olacağından sorun olmayacaktır.
Kâğıt üzerinde yapılan
nikâhlar “bereketli” olmuyor. Zîrâ bereketin kaynağı olan Allah yok sayılıyor.
O’ndan onay alınmadan yapılan nikâhlar gerçek bir rızâya dayanmadığından sabır
ve katlanma görülmüyor, bu nedenle de evlilikler uzun ömürlü olmuyor. Bu
nikâhlar altında yapılan evliliğin ürünü olan nesiller de, bu bereketten mahrum
kaldıklarından dolayı, zamanla vicdan ve merhâmetten yoksun bir toplum ortaya
çıkıyor.
Lâiklerin,
müftülerin-imamların nikâh kıyması üzerine bu kadar gürültü kopartmasının
nedeni, insanların büyük çoğunluğunun nikâhlarını müftü ve imamlara kıydırmak
isteyeceği ve böylece lâik kurumların îtibârının azalacağı endişesidir.
Gerçekten de müftülere verilecek nikâh yetkisi, lâik nikâh mêmurlarının çoğunu
işsiz bırakabilir yada iş yoğunluğunu azaltabilir. Çünkü Türk insanının büyük
çoğunluğu resmî nikâhtan sonra dînî nikâhını yaptırıyor.
Hayrettin Karaman,
müftülerin kıydıkları nikâhın da resmî olacağını söyler ve sorar: “Belediye mêmuru
ile müftü aynı mevzuatı uygulayacaklarına göre “medenî kânun yerine şeriat kânunu
geliyor” sözü nasıl söylenebiliyor?. Müftünün kıyacağı nikâhın hukûki sonuçları
ve kadına kazandırdığı haklar belediye mêmurununkinin aynı olacağına, başka
türlü olması mümkün bulunmadığına göre “kadın hakları nasıl ihlâl edilmiş
oluyor”.
Dolayısı ile Türkiye gibi lâik
ülkelerde müslümanlar için nikâhın nikâh mêmurundan başka, müftü-imam-vâiz
tarafından kıyılması isâbetlidir.
Şu da var ki, imam-nikâhı denen
nikâh aslında “dînî nikâh”tır ve İslâm da nikâh “dînî nikâh”tır. Çünkü İslâm’da
nikâh Allah’ın şâhitliğinde olur. Dînî nikâha “imam-nikâhı” denmesi yanlıştır. Nikâhı
bir imam da kıyabilir ama nikâh dînî nikâhtır, imam-nikâhı değil. Çünkü nikâh
Allah’ın bir emridir ve imamın inisiyatifinde değildir. Seküler sistemde nikâh
belediye başkanının yetkisiyle olur ama dînî nikâh imamın yetkisiyle değil,
Allah’ın emri ve şahitliği ile olur. Resmî nikâha, “mêmur nikâhı” denmediği
gibi, dînî nikâha da “imam-nikâhı” denemez. İmam-nikâhı ifâdesini, nikâhı dinden
bağımsız, gayr-ı meşrû bir nikâh gibi göstermek için kullanıyorlar.
Resmî nikâhta yetki belediye
başkanındadır ve bu da nikâha hiç-bir kutsallık vermez ve sâdece resmiyet verir.
Oysa dînî nikâh Allah’ı şahit tutarak yapıldığı için kutsallığı vardır. Dînî nikâhta,
resmî nikâh gibi bir güvence olmadığını söylüyorlar, ama mü’minler için bu
doğru değildir. Çünkü dînî nikâhta, mehir, evi ve çoluk-çocuğu geçindirme sorumluluğu
ve başka bir-çok sorumluluk olduğu gibi, boşandıktan sonra da bâzı
mükellefiyetler vardır ki bunlar resmî nikâh ve resmî boşanmalardan daha
fazladır. Samîmi mü’minlerin dînî nikâhın
sorumluluklarını taşıması olmazsa-olmaz olduğundan dolayı dînî nikâh bağlayıcıdır
ve öyle boş bir iş değildir. Dînî nikâhın resmî nikâha göre daha sağlam ve uzun
ömürlü olması, bağlayıcılığının daha fazla olmasından dolayıdır. Çünkü resmî nikâh
sâdece Dünyâ’da hayâtında geçerlidir, fakat dînî nikâhın Dünyâ’dan sonra âhirete
de sarkan sorumluluğu vardır.
Boşanma
“Boşanma iki defâdır. (Sonra) ya iyilikle tutmak veyâ
güzellikle bırakmak (gerekir). Onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi geri
almanız size helâl değildir; ancak ikisinin Allah’ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından
korkmuş olmaları (durumu başka). Eğer ikisinin Allah’ın sınırlarını ayakta
tutamayacaklarından korkarsanız, bu durumda (kadının) fidye vermesinde ikisi
için de günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır; onlara tecâvüz
etmeyin. Kim Allah’ın sınırlarına tecâvüz ederse, onlar zâlimlerin ta
kendileridir. Yine onu (kadını üçüncü defâ) boşarsa, (kadın) onun dışında
bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Eğer (bu koca da) onu
boşarsa, onlar (ilk koca ile karısı) Allah’ın sınırlarını ayakta tutacaklarını
sanıyorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için günah yoktur. İşte
bunlar, Allah’ın sınırlarıdır; bilen bir topluluk için bunları (böyle) açıklar”
(Bakara 229-230).
İslâm’da öyle üç kere “boş
ol, boş ol, boş ol” demekle kadın boşanmış olmaz. Âyette, “belli aralıklarla
iki kere boşanmış olanlar, eğer üçüncü kez boşanırlarsa, boşanmış kadın başka
bir erkekle bir-süre evli kalmadan eski kocasıyla tekrar evlenemez” deniyor.
Yâni boşanma çok zorlaştırılıyor ve işin önünün-arkasının iyi düşünülmesini
zorluyor.
İslâm’da boşama hakkı âyetle
de sâbit olduğu gibi erkeğin elindedir:
“Eğer onlara mehir tesbit eder de, el sürmeden boşarsanız,
bu durumda -kendileri veyâ nikâh bağı elinde olanın bağışlaması hâriç-
tesbit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veyâ fazlasını)
bağışlamanız takvâya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını)
unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir” (Bakara 237).
Fakat bu, kadının hiç-bir
şekilde boşanma hakkının olmadığını göstermez. Kadının boşanma hakkı bâzı
şartlara bağlıdır. Bu şart Kur’ân’da şu şekilde gösterilir:
“…Erkek ve kadın Allah’ın yükümlü kıldığı görevleri
yerine getiremeyeceklerinden korkarlarsa o başka. Eğer siz de bunların Allah'ın
verdiği yükümlülükleri doğru-dürüst yerine getiremeyeceklerinden korkarsanız, kadının
ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde (fidye vermesinde, mehrinden vazgeçmesinde=iftedet) artık ikisine
de günah yoktur. Bunlar, işte Allah’ın belirlediği sınırlardır. Sakın bunları
aşmayın!. Her kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, işte onlar, zâlimlerin ta
kendileridir” (Bakara 229).
Evet; kadının boşama hakkı,
vereceği bir fidye ile yada mehrinden vazgeçmesi ile sağlanmış oluyor. Çünkü
kadın çok duygusaldır ve en ufak bir sorunda soluğu -aynen günümüzde olduğu
gibi- mahkemede alabilmektedir. Kadınlar erkeklerin sorun etmediği şeyleri
sorun edebilmektedirler. İşte bunun önüne geçmek ve kadının “bir daha düşünmesi”
için araya bir fidye şartı konmuştur. Eğer kadın gerçekten kararlı ise, fidye
vererek bu kararlılığını gösterebilir ve boşanabilir. Lâik devletlerde ise
kadının böyle bir sorumluluğu olmadığından, en önemsiz bir konuda bile hemen
mahkemeye koşuyorlar ve boşanıveriyorlar. Yoksa erkek bu yola bu kadar kolay başvurmaz.
Çünkü erkek kadın üzerinde fıtraten da sâbit olduğu gibi, hâkim olmak ister ve
terk edilmek ona çok koyar. Zâten kadına şiddetin en önemli nedeni de kadının
boşanma talebi ve eylemidir. Erkekler bunu kaldıramıyorlar. Allah herhâlde
biraz da bu nedenle boşama hakkını erkeğe vermiştir.
Günümüzde açılan dâvâların
yarısından fazlasını boşanma ve boşanma sonucu oluşan nafaka ve velâyet
dâvâları oluşturuyor. Boşanma dâvâlarının yüzde 90’ı boşanma ile sonuçlanıyor. Boşanma
dâvâsını daha çok kadınlar açıyor. Çünkü kadın en ufak bir meselede veyâ şiddete
mâruz kaldığı zaman hemen kolluk kuvvetine başvuruyor. Oysa İslâm’a göre bunun
daha başka yolları da vardır.
İstatistiklere göre boşanma
dâvâlarının % 75-80’ini kadınlar açıyor. Kadınların iş hayâtına girmesiyle
birlikte boşanmalar ve kadınların dâvâ etmesi çok fazlalaştı. Çocuk yapmayı
ertelemek de daha çabuk ve kolay boşanmaya neden oluyor, özellikle çocuğu
olmayan kadın için boşanmak işten bile olmuyor.
TÜİK’in verilerine göre;
2015'’te her 100 evliliğe karşılık 21.86, 2016’da her 100 evliliğe karşı 21.22
boşanma olmuş. Oysa bundan 10 yıl önce, 2007 yılında boşanma oranı sâdece
14.76. Türkiye’de son 10 yılda 1 milyon 151 bin 590 boşanma gerçekleşmiş.
Boşanma nedenlerinin ilk sıralarında ise ekonomik zorluklar ve kredi-kartı
borçları var.
Evliliği bozmamak ve
korumada kadının etkisi daha fazladır. “Yuvayı dişi kuş yapar” sözünde olduğu
gibi aslında yuvayı dağılmaktan korumayı da kadın (dişi kuş) yapar-yapabilir. Fakat
gün geçtikçe durum daha da fazla kötüye gidiyor ve nerdeyse evlenenlerin yarısı
geri boşanıyor.
Kapitâlist sistem
boşanmalardan çok hoşnut olur. Evlilikler yapılsın ama en kısa zamanda da
boşanılsın istenir. Çünkü böylece tüketim artacaktır. Bir yazıda şöyle denir: “Boşanma
“2 ev”, “2 kirâ”, “2 buzdolabı”, “2 araba” vs. demektir. Ayrıca enerji tüketimi
de artar. Boşanma artınca ulusal gelir yükselir. Karı-koca arasındaki sevgisizlik
tüketimi arttırarak kapitâlizme hizmet eder”.
Geçim derdi, katlanamama,
dedikodu, âilelerin işe karışması gibi nedenler boşanmaları arttıran etkenlerdir
ama bizce bir neden daha vardır: “Dînî nikâhın yâni nikâhın es geçilmesi ve şâhitlerin
‘Allah’ın huzûrunda’ şâhitlik yapmaması”. “Sözleşme” denen resmî nikâhların bir
bereketi olmuyor bu nedenle. Zîrâ resmî nikâhlar
Allah’sızdır. Allah’ı yâni rahmeti işe karıştırmazlar. Resmî nikâh sırasında; “Allah
mutlu etsin”, “inşallah”, “bismillah”, “hayırlısı” vs. gibi kelimeler bilinçli
bir şekilde kullanılmaz. Zâten en başta işe besmele ile başlanmaz. Yâni Allah
ile başlanmaz. Allah ile başlanmayan işlerin bereketi olmaz. Bu nedenle de
boşanmalar zamanla artar ve yuvalar dağılır. Yuvaların dağılması insanların
dağılması, insanların dağılması da toplumun dağılması ve ilkesiz, dayanıksız,
özgüvensiz, kişiliksiz fertlerin oluşması anlamına gelir. Böyle toplumlar -aynen
günümüzde olduğu gibi- diğer toplumlar tarafından kuşatılırlar ve modern
köleler hâline getirilirler. Böylece Dünyâ’da zor bir hayat olacağı gibi,
âhirette de acı azapla karşılaşılır.
Demek ki neymiş?. Evlenmeye
besmeleyle başlanmalı, nikâh Allah’ın rızâsını alarak şâhitlerin huzûrunda
olmalıymış. Bu İslâm Devleti’nde zâten böyle olur. Fakat lâik devletlerde en
azından din gözetilerek duâların desteği ile yapılacak olan nikâhlar, bağlılığı
daha sağlam tutabilecektir, böylece boşanmaların önüne bir nebze de olsa
geçilebilecektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder