26 Ekim 2017 Perşembe

Seküler Hayâta Mecbur Edilmek


“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

Müslümanlar, maddî ve mânevî güçlerini kaybedip de batı ve bâtıl karşısında zayıflayınca ve bu durumu biraz geç fark-edince, çâre olarak kendisine baskın olmaya başlayan batı’nın, ahlâkını değil ama teknolojisini alıp onlar gibi güçlenme düşüncesi oluştu ve bu yola girildi. Fakat çok kısa bir süre sonra görüldü ki, batı’nın teknolojisini almak, aynı zamanda ahlâkını, düşüncesini fikirlerini, davranışlarını, yol ve yöntemlerini de almak anlamına da geliyormuş. 19. yüzyılın daha başlarında bu durum geri dönülemez bir hâl almıştı. Çünkü müslümanlarda silkiniş başlatacak bir dirâyet ve derman kalmamıştı. Mağlûplar gâlipleri taklit etmeye başlamışlardı. Çünkü gâlipler bunu mecbur ediyorlardı.

Hakkı bâtılın üzerine fırlatınca bâtıl yok olur. Bâtılı alt etmenin yolu budur. Bâtılı alt etmek, bâtılın gittiği yoldan gitmekle ve onun ulaştığı yere ulaşıp da onunla savaşmakla olmaz. Çünkü o zaman bâtıla karşı koyan da bâtıl olur. Zâten bâtılın yolundan gidilerek bâtılın ulaştığı güçle bâtıla karşı koyulamaz. İsmâil Ekercin:

“Düşmanı gibi olup da düşmanını yenen bir toplum yeryüzünde görülmedi. Kendisini yenen gibi olunca düşmanın gücüne kavuşacağını düşünmek, o toplumu, düşmanının karşısına değil peşine düşürür” der.

İşte müslümanların başına gelen de budur ve 200 yıldır batı’nın kuyruğuna takılıp onların düşüncesinden teknolojisine kadar her-şeylerini taklit edip satın almalarına rağmen yine de onlar gibi olamadılar ve onlara karşı koyacak bir güç ve direnç de oluşturamadılar. Çünkü batı’nın kalıbı bize uymamaktadır. Onların kültürü, dîni, düşüncesi, yolu, yöntemi hattâ aslında teknolojisi bile bize uymamaktadır. Onların diktiği elbise bize, bir hem dar hem kısa hem ince gelmektedir. Bize uymadığı için gerçek anlamda batı’yı benimseyemiyoruz. Batı gibi olmak için onların dînine tam uymak gerekir. Tüm bunlara rağmen yine de sekülerizmin güdümünde gitmeye devâm ediliyor. NATO, AB, BM gibi yapılara girmek ve orada kalmak için ne denirse canla-başla yapılıyor ve bu uğurda her türlü çaba gösteriliyor.

Batı’nın görece kalkınmasının sebebi olarak; bir düşünce-bilgilenme-aydınlanma süreci geçirmesi, bilim ve teknoloji üretmesi vs. şeyler gösterilir ama bunlar tam olarak belirleyici olan etken değildir. Gerçek belirleyici olan şey; batı’nın dinden, mânevi olandan, merhâmetten, vicdandan koparak, mutlak anlamda maddeye yönelmesi ve onu elde etmek için her yolu meşrû görmesi ve bu bağlamda şeytanın bile aklına gelmeyecek işler yapması ve Dünyâ’yı perişanlığa sürüklemesidir. Hırsızlıkla, sömürüyle, yalan-dolanla, acımazsızlıkla ve her türlü melânetle eylemde bulunmasıdır batı’yı “batı” yapan şey. Kendi dışında kalanları “öteki” îlan ederek ve onlara bu nedenle saldırıp sömürerek kendini madden zenginleştirmiştir. Bu zenginliği biraz da, bilim-teknoloji-üretim ve düşünce alanında yaptıklarıyla da kazanmaktadır. Oysa doğu ve müslümanlar batı gibi yapamaz, zîrâ İslâm ve doğu felsefesi buna izin vermez. Yada ne kadar yaparsa o kadar onlar gibi olurlar. Dinlerine girdikleri oranda onlar gibi olurlar. İşte batı, kendi düşüncesine göre yaptığı ürünlerini pazarlayabilmek ve daha da zenginleşebilmek için kültürünü yâni dînini yaymaya çalışıyor ki, diğerleri de bu ürünlere alışabilsinler ve bu ürünleri alıp tüketebilsinler. Batı’nın sekülerizmi dayatmasının nedeni budur. Üstelik ürünlerine karşılık doğuda kendilerine göre bir ürün olmadığından, sattıkları ürünlerin karşılığı olarak para yerine oranın yer-altı zenginliklerini alacaklar.   

Batı hep hırsızlıkla ve sömürüyle zenginleşmiş ve ilerlemesini(!) de bu kaynaklar sâyesinde yapmıştır-yapmaktadır. Bu yolla sekülerleşen batı, diğerlerinin de kendi güdümlerine girerek seküler dinlerini yâni ideolojilerini benimsemelerini istiyor. Bunu çeşitli şekillerde dayatıyor ve diş geçirebildiklerini mecbur ediyor. İslâm ve doğu, bâzen isteyerek, bâzen mecbûren batı’nın sözde muâsır devletleri gibi olma yolunda gitmektedir. Fakat tam bir benimseme olmamakta ve iki arada bir derede kalmaktadırlar ve yarı-doğulu yarı-batılı düşünce ve davranış uygunsuz bir durum açığa çıkarmaktadır ve sırıtmaktadır. Bu durumun farkına varan müslümanlar ve doğu toplumları “daha fazla demokrasi” gibi sloganlarla batı’ya entegre olmak istiyorlar. Psikolojik olarak buna mecbur hissediyorlar kendilerini.

Tabi böyle olmasının nedeni sırf doğu’nun batı gibi olma isteği değil, batı’nın da doğu’yla birlikte tüm Dünyâ’yı kendi rayına sokma isteğidir. Bunu çeşitli yollardan zorlamaktadır. Diğerlerini de gittikleri profan (din-dışı) yola girmeye zorlamaktadır. Bunun için psikolojik baskı yapmaktadırlar. Tüm Dünyâ’yı tehdit etmektedir. Vazgeçmeyi, fadâkârlık etmeyi, zorluğu ve Allah yolunda olmayı ve ölmeyi göze alanların azlığı buna alan açmakta, batı yâni sekülerizm, kendi dışındakileri eşit olmayan şartlarda seküler hayâta alıştırmakta ve böylece bu hayat-tarzına mecbur etmektedir. Bunun istisnâsı sâdece, batı’ya karşı savaşan müslümanlardır. Zâten onları da terörist îlan etmişlerdir.

Seküler hayat, gücünü nefsten alır. Nefse oynar ve nefse nişan alır. Bu nedenle de batı’nın sistemleri nefisleri perişân olmuş olan toplumlara çok câzip görünür. Mazlumlar bir nebze haklıdır tabi. Perişandırlar zîrâ. Fakat batı’nın ve sekülerizmin düşüncesi, felsefesi, siyâseti, nefs-merkezli olduğu için çok çabuk benimsendi ve sâhip çıkıldı. Yoksa gerçek bir adâlet, merhâmet, vicdan, siyâset yoktur sekülerizmde. Bu sistemlerin Dünyâ’yı nasıl perişân ettiğinin örnekleri önümüzde duruyor. Hem de bilmediklerimizle berâber.

Batı kendine göre bir bedel ödemiş ve bulunduğu yere gelmiş olabilir ama bu onlara has sosyo-ekonomik ve kültürel bedellerdir. Bizim de kendimize göre bir sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bedelleri ödememiz gerekir. Bu bedeli ödemeyi göze alamayınca bedelsiz olanı edinmek zorunda kaldık. Biraz da buna mecbur bırakıldık. Nefsimiz bizi sekülerizme mecbur etti ve etmektedir.

Gönlümüzde derman tükendiği oranda dizimizde de derman tükendi ve takâtimiz kalmadı. Her alanda yenildikçe seküler hayâta mecbur olduk. Üstelik tekrar kazanmayı da gâliplerin îcadlarını ve yöntemlerini kullanarak yapabileceğimizi sandık-sanmaktayız. Mağlûplar gâlipleri taklide devâm ediyor. Akif Emre:

“Batı’lı modern dünyâ-görüşünün uzantısı siyâsal, toplumsal sorunları aynı paradigma içinde kalarak aşabilmemiz imkânsız. Batı’lı paradigma içinde kalarak hattâ kaldığını bile fark etmeden politik veya taktiksel muhâlefet-dili üzerinden bir sistem eleştirisi geliştirebilmenin imkânı yoktur. Sistem-içi paradigmanın dışına çıkmadan sisteme meydan okuduğunu sanmak muhtemelen daha büyük açmazlara yol açacaktır. AB’nin Amerika’nın, Rusya’nın vs, İslâm-dünyâsına karşı geliştirdiği ötekileştirici, mahkûm edici dil ve politikalara karşı kurmamız gereken dil bu Dünyâ’nın kodlarını çözerek ama farklı olarak kendi değerlerimizin kodlarına yaslanarak mümkün olabilir” der.

Fakat bu duruma da çok alışıldı ve kurtulmak için bir çaba da yok. Bu nedenle işimiz çok zor. Gerçi îmânın olduğu yerde imkân da vardır her zaman. Üstelik batı’nın felsefî, düşünsel ve siyâsal anlamda yeni bir fikir ortaya koyamadığı bir zamandayız. Stoklarından geçinen batı karşısında İslâm-merkezli düşünce ve teklifler ortaya koymak çok önemlidir. Bunu yapmaya hemen başlamalıyız ki gelişe-gelişe ideâl hâlini alabilsin bir-an önce. Bunun için çeşitli hesaplaşmalar yapmalı, yeni düşünceler ve fikirler ortaya koymalıyız. Atasoy Müftüoğlu:

“Geçmişle hesaplaşmak, geçmişle kavga etmek demek değil; bir kültürün nasıl bu hâle geldiğine ilişkin yanıtlar bulma çabasıdır. Bu, şu-ana kadar yapılmadı; biz İslâm’ın kendisi etrâfından değil, târihsel tezâhürü etrâfından tanımlamalar yapıyoruz. Aklî ilimler, içtihatlar ve felsefe yasaklandığından bêri, İslâm-dünyâsı toplumları kendisini dîne nispet eden ama açıklaması olmayan çok büyük bir felâkete dûçar oldu. Sonra, bu felâket geleneğe dönüştü. Bugün biz bu felâketi iftiharla sâhiplenmeyi sürdürüyoruz. İslâm-dünyâsının, batı modelinin çerçevesine hapsedilmesine dâir herhangi bir hesaplaşma yapılmamışsa, orada bir sorun vardır. Örneğin kapitâlizmle İslâm arasında bir bağ kurmak hiç-bir şekilde mümkün değildir. Bugün müslümanlar, ahlâksız bir ekonomiye iknâ edilmişlerdir; kapitâlizmle iç-içe geçmişlerdir. Bunun îzâhı yoktur; buradan bir umut çıkarılamaz. Kezâ, sekülerizmin İslâm-dünyâsı tarafından ihrâç edilmesinin îzâhı da aslâ ve kat’a mümkün değildir” der.

Sekülerleşmeye mecbur bırakılmak, dışarıdan ziyâde artık içeriden daha fazla oluyor. Sekülerleşmekten kurtulma çabasına ilk başta içeriden karşı çıkılıyor. Bu çaba yobazlık, gericilik, şiddet yanlılığı ve terörizm olarak suçlanmaya neden olabiliyor. Kendisine aykırı her tutumu fişleyip terörize ederek sekülerizm kendini dayatıp mecbur koşuyor.

Âhiret bilinci ve îmânı, seküler hayâta mecbur olmanın önüne geçecek yegâne yoldur. Mü’min, hiç-bir şeye mecbûr ve mahkûm olamaz. Peygamberimiz ve sahabe, Kur’ân’ın ve asr-ı saâdet süreciyle îman edenlerin yolundan gidildiğinde hiç-bir şeye mecbûr ve mahkûm olmadığımızın örneğini göstermişlerdir. Fakat Dünyâ imtihan-dünyâsıdır ve imtihan zorludur. İmtihanı geçmenin ve Dünyâ’da İslâm’ı hâkim kılmanın bedelleri vardır. Sorun, bu bedelleri göze alabilecek kadroların olup-olmamasıdır. Sayı da bir yerden sonra çok da önemli değildir aslında. Dirâyet ve direniş, küçük azınlıkların büyük çoğunluklara gâlip gelebilmesini sağlar. Peygamber ve sahabeyi bir eleştiri, îtirâz ve isyân başlatıp direnişe sevk eden ve sonra da büyük vazgeçişlere yönelten, daha sonra da cihadla bir devlet kurdurup medeniyeti başlatan kaynak, yâni Kur’ân-ı Kerîm, ilk günkü gibi elimizde bulunmaktadır. O hâlde sorun “İslâm sorunu” değil, “insan sorunu”dur.

Örnek bir nesil, seküler hayâta mahkûm ve mecbûr olmadığımızı gösterecek ve Dâr-ûl İslâm’a kapı aralayabilecek süreci başlatacaktır inşaallah.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Nîsan 2017


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder