26 Ekim 2017 Perşembe

Değişim


“…Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç-bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur” (Ra’d 11).

 

Mehmet Akif, şiirinde şöyle der:
 
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!,
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?,
Târihi  “tekerrür” diye târif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?. 

 

Gerçek değişim ancak Allah-merkezli olabilir ve gerçek anlamdaki değişimi de ancak Allah-merkezli bilince sâhip olup, bu bilince göre yaşayanlar yapabilir. Gerçek değişim, dönüşüme yöneliktir. Değişim bir şeyleri dönüştürmüyorsa ona değişim değil, tekerrür denir. Tekerrür ise, “tekrâr eden aynılıklar”dır. Değişimin Allah-merkezli olması, İslâm-merkezli olması demektir. İslâm-merkezli olmayan değişimler etkili değildir. İnsanın Allah’ı hesâba katmadan yâni vahiy olmadan gerçek anlamda bir değişim gerçekleştirebilmesi mümkün değildir. Allah’sız değişimler ise gerçek değişim değildir ve benzer görünümlerdir. Zâten Allah’sız değişimler, yakın-uzak vâdede mutlakâ insanın aleyhine olur-oluyor. Oysa gerçek değişimler, adâletsizliği, kötülüğü, zulmü ve şirki ortadan kaldıran değişimlerdir.  

 

Değişim gerçekleştiğinde, olağanüstü farklılıklar olur. Değişim ancak bir inkılâp ve devrim süreciyle olur. Yoksa meselâ hükûmetin değişimi gerçek bir değişim değildir. Zîrâ aynı süreci ve tekrarları artık başka kişilerden oluşan farklı bir hükûmet uygulayacaktır. Târih boyunca gerçek değişimleri, Allah’ın seçtiği ve onların da vahye sımsıkı sarılarak gerçekleştirdiği, peygamberlerin yaptığı değişimlerdir. Bir tek, peygamberlerin devlet ve medeniyet süreçlerini başlattıkları âdil dönemler hâriç, Dünyâ’da gerçek anlamda insânî bir dönem yaşanmamıştır. Çünkü gerçek bir değişim yapılmamaktadır. Peygamberler değişimleri tabî ki de vahyin kılavuzluğunda yapmışlardır ve Kur’ân şu-an îtibârıyla da eksiksiz bir şekilde elimizde olduğundan dolayı, benzer ve başarılı değişimleri biz de yapabiliriz. Peygamberlerin yaptığı değişimden sonra ortaya çıkan olumlu sonuçlar, nefs sâhibi insanların sapmasıyla bozulmuştur. İmtihan bunu gerektirir çünkü:

 

“Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: ‘Atalarımıza da (bâzen) şiddetli sıkıntılar (bâzen da) refah ve genişlikler dokunmuştu’ dediler. Bunun üzerine, biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik” (A’raf 95).

 

Kavimlere gelen helâk, büyük değişim olaylarıdır. Bâzen öyle bir değişim olur ki, azâba uğrayan kavim yerle bir olur yada yeryüzünden silinir gider. Bâzen de kısa süreliğine ders alınsa da zamanla uğranılan felâket unutulur gider de yeniden sapmaya başlarlar ve yeni bire helâkla ya uyarılırlar yada yok olurlar:

 

“Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine her-şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular” (En-âm 44).

 

Büyük değişikliğe neden olan helâk olayında süreç şöyle işler:

 

“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sâhibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz” (İsrâ 16).

 

Helâk ile başlayan değişimlerin olmazsa-olmaz şartı, zulümdür:

 

“(Halkı) zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terkedilmiş bulunmakta), yüksek sarayları (çın çın ötmektedir” (Hac 45).

 

Târih ve arkeoloji, değişimlerin resimlerini inceleyen bilim-dalıdır. Târihi eserlerde de gördüğümüz üzere, meydana gelen değişimler öyle bir değişiklik yapmıştır ki, o ihtişamlı yapıların orijinâl hâli bile bulunamıyor. Zaman, bu bağlamda büyük değiştiricidir. Zamanla neler değişiyor. Hiç yok olmayacak zannedilen yapılar, devletler, zenginlikler yok olup gitmiş yerlerinde yeller esmektedir:

 

Biz, onlardan önce nice insan-nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan hiç-birini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun?” (Meryem 98).

 

Modernizm de bir değişim yapar. Fakat bu değişim sapma ortaya çıkaran bir değişim olduğundan dolayı bir fitnedir. Modern değişim en çok kadın üzerinden olmuştur ve oluyor. Kadının değişimi, Dünyâ’nın değişimidir. İslâm da kadını değiştirmiştir ve ona hem tesettürü emretmiş hem de daha önce hayâlini bile kurmadıkları haklarını vermiştir. Fakat İslâm’ın kadın üzerinde yaptığı değişim, modernizmin yaptığı gibi, doğala ve fıtrata aykırı olmadığından, modern dönemdeki kadının değişimine benzemez. Aslında kadın modern değişim ile, târihte hiç olmadığı kadar bir zulme mâruz kalmıştır. Çünkü kadının fıtratına saldırılmıştır ve kadının doğal, normâl ve fıtrî durumu farklılaştırılmıştır. “Modern zamanlarda en büyük değişim kadında olmuştur” dense yeridir.  

 

Kâinatta değişim yoktur, döngü vardır. Bu nedenle de “görece değişimler”den bahsedilebilir ancak. İlerleme demek “değişme” demektir. Yoksa ilerleme diye bir şey yoktur. Çünkü onun da bir-ilerisi, “ileri”nin ileri olmadığını gösterecektir. O hâlde döngüden kaynaklanan değişimler vardır sâdece.

 

Bir şey Allah’tan kopuk olduğunda sürekli değişim ister. Allah’lı olduğundaysa ya hiç değişmez yada döngüye çok yavaş değişimler olur. Allah’lı olmayan şeyler değişmeye mahkûmdur. Oysa kâinatta hiç-bir şey değişmez, zîrâ kâinatta her-şey Allaha göre hareket eder. Modernizm ile birlikte her-şey sürekli ve hızla değişmektedir ki modernizm bunu yapmak zorundadır. Çünkü hayâtiyetini değişimden ve -sözde- ilerlemeden almaktadır.

 

Sürekli döngü ve değişim hâlinde olan evrene bakarak “kesin doğru”ya ulaşılamaz, ancak “şüphe”ye ulaşılabilir. Doğruyu aramak isteyen, vahye bakmalıdır. Yada en doğrusu, “kâinâta vahiy-merkezli bakmak” olacaktır.

 

Günümüzde gördüğümüz üzre; vahyî bilgi arttıkça yaşayış tarzının modernleşmesi, salt bilgi ile İslâmî yönde bir değişimin yapılamayacağını gösterir. Salt bilgi yetmez ve bilgi bilince dönmelidir ve bu bilinçle amel ve eylemde bulunulmalıdır. İşte o zaman “gerçek bir değişim” başlayacaktır. Bu değişim, “İslâmî bir değişimi”dir.

 

İnsanların değişmeleri için bâzen büyük sıkıntılara girmeleri gerekir:

 

“Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye” (En-âm 42).

 

Îman en büyük değişimdir ve Dünyâ’yı değiştirme potansiyelini üzerinde taşır. Fakat insanlar genelde acı azâbı görmedikçe îman etmezler:

 

“O pek acı azabı görünceye kadar ona inanmazlar” (Şuârâ 201).

 

Değişimler her zaman iyi yönde olmuyor. Hattâ daha çok kötü yönde oluyor. Meselâ modern değişimler, çoğunluk olumlu bir değişim olarak görse de çok büyük oranda kötü değişimdir. Bir değişimin iyi mi kötü mü olduğu, pratik hayâta nasıl yansıdığına bakarak anlaşılabilir. İnsanın yapmayacağı sapıklık yoktur. Hakkı bâtıla çevirerek ve fıtrata aykırı davranarak değişimler yapar. Meselâ Lût Kavmi’nin yaptığı sapıklık buna örnektir:

 

“Hani Lût, kavmine şöyle demişti: ‘Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?” (A’raf 80).

 

Bu, cinsellikte yapılan sapıkça bir değişimdir.

 

Türk târihinde, “iknâ yolu” ile gerçekleşen bir değişim hiç-bir zaman yaşanmamıştır. Türklerin târihi “devrimler târihi”dir. Bu nedenle Türkiye’de, bir devrim yapmadan, salt iknâ yolu ile köklü değişimler olabileceğini zannetmek ve beklemek boşuna bir bekleyiştir. Aslında bu, sâdece Türklere değil, insanlık âleminin tamâmına has bir şeydir. Küçük sözde değişimlerle insanlar köklü değişikliliklere gidemiyorlar. İlle de büyük değişim hareketleri görmeleri gerekiyor. Abdurrahman Arslan değişim hakkında şunları söyler:

 

“Modern dünyâ -Hristiyanlığın değişmezliği esas almasından dolayı- değişime kutsallık atfetmiştir. Âdem’e dayadı bu değişmezlik fikrini Hristiyanlık. Eğer Hz. Âdem yerini değiştirmeseydi, meyvenin yanına gitmeseydi günah işlemeyecekti ve saf kalacaktı. Fakat yerini değiştirdi ve ilk günahı yaptı.ni belli bir yer biçmiştir tanrı insana hayatta. “Eğer hayâtınızı değiştirmezseniz, tanrı katında saflığa ulaşabilirsiniz” deyip değişmezliği esas aldı Eflâtun ve Hristiyanlık. Modern dönem bu değişmezliğe tepki olarak vâr oldu. Yâni Hristiyanlığa tepki olarak. Kadim toplumların değişmeden, değişimi esas almadan geldiklerini görüyoruz (Çin, Hindistan). Meselâ kast-sisteminin değişmezliği. Modern dediğimiz toplumlar da değişimi esas almışlardır. Kadim toplumların ömürleri uzun olmuştur. Fakat değişimi esas alan toplumların ise ömürlerinin kısa olduğunu görüyoruz. Bugün de hızlı bir değişim dünyâsında yaşıyoruz. Değişimin insan fıtratına ne kadar uyuşukluk taşıdığını düşünmek durumundayız. İnsanlık bu kadar hızlı değişime adapte olabilir mi?. Zaman ve değişim üzerine kafa yormalı müslümanlar. Dünün dünyâsı pozitivizm üzerine kuruluydu. Değişimi esas alan bir süreklilik üzerineydi. Değişim hep olumlu görülüyordu. Ama bugün bütün bunları yeniden ele almak durumunda kaldı. Her hakîkat fikrinin kendine göre bir değişme ve değişmeme anlayışı vardır. İslâm’da da böyle. Değişim içinde de değişmezlik olduğunu söyler. Tabiatın da özelliğidir bu. Örneğin elma ağacı; büyüyor, değişiyor ama hep elma veriyor. Bugünün müslümanlarının bir görevi de, değişmemesi gerekenlerin değişmez olduğunu vurgulayıp bunlar için uğraşmaktır.

 

İslâm’a ve fıtrata uygun değişimler yapanlar ve iyi bir çığır açanlar, Peygamberimiz tarafından övülmüştür. Lâkin kötü çığır açanlar da korkutulmuştur:

 

“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevâbı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevâbından da kendisine verilir. Fakat onların sevâbından hiç-bir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiç-bir şey noksanlaşmaz” (Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64).

 

Şartların değişmesi, “yeni araçların ortaya çıkması” demektir. Zamânın değişmesi aslında “mekânın değişmesi” demektir. Mekân İslâm’a aykırı ve İslâm’ın hayat bulamayacağı bir şekilde değiştirilmişse, orada yapılacak “İslâmî değişim”, “bir süreç içinde olacak olan İslâmî bir değişim” değil, “devrim ile olacak âni bir İslâmî değişim”dir. Zîrâ şeytânî bir mekân ve zaman içindeyken insanın değişmesi ve dolayısıyla İslâm’ın kişileri değiştirip-dönüştürmesi pek mümkün değildir. Modern çağda ortaya çıkan sorunlar İslâm nedeniyle ortaya çıkmamıştır ki, o sorunları çözebilmek için “İslâm’ı yeniden okumak ve yeni bir yorumla yorumlamak” meşrû olsun. Sorunları ortaya çıkaran şey modernizmdir. O hâlde değişmesi gereken şey modernizmdir.

 

Kanımca müslümanların yapması gereken şey, modern hayât üzerinde bir değişim (tâdilat değil) yaparak, hayâtı İslâmî yönde değiştirmeye çalışmak olmalıdır. İşte insanların-müslümanların öncelikli görevi budur. Müslümanlar böyle bir değişimin Allah’ın emri olduğunu ve bu uğurda üstün gayretle çalışmanın elzem olduğunu bilmelidirler. Fakat şu da var ki, ey Dünyâ’yı değiştirmeyi düşünen müslümanlar!; Bilin ki, yaşadığınız ülkenin/Dünyâ’nın kânunlarına ters hareket etmeden yâni “suç işlemeden” o değişimi gerçekleştiremezsiniz. O hâlde bu değişim büyük bedeller isteyen bir değişim olacaktır. Peygamberlerin sünneti, bu büyük bedelleri göze alarak böyle büyük değişimler yapmaktır.

 

En büyük değişim ise, ölüm ile ve Dünyâ’dan âhirete geçmekle olacaktır. İşte o zaman herkes görecektir gerçek değişimin nasıl olduğunu.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2017

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder