“…Gerçekten Allah, kendi nefis
(öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı
değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri
çevirmeye hiç-bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur” (Ra’d 11).
Mehmet Akif, şiirinde şöyle der:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!,
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?,
Târihi “tekerrür” diye târif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?.
Gerçek değişim
ancak Allah-merkezli olabilir ve gerçek anlamdaki değişimi de ancak
Allah-merkezli bilince sâhip olup, bu bilince göre yaşayanlar yapabilir. Gerçek
değişim, dönüşüme yöneliktir. Değişim bir şeyleri dönüştürmüyorsa ona değişim
değil, tekerrür denir. Tekerrür ise, “tekrâr eden aynılıklar”dır. Değişimin
Allah-merkezli olması, İslâm-merkezli olması demektir. İslâm-merkezli olmayan
değişimler etkili değildir. İnsanın Allah’ı hesâba katmadan yâni vahiy olmadan
gerçek anlamda bir değişim gerçekleştirebilmesi mümkün değildir. Allah’sız
değişimler ise gerçek değişim değildir ve benzer görünümlerdir. Zâten Allah’sız
değişimler, yakın-uzak vâdede mutlakâ insanın aleyhine olur-oluyor. Oysa gerçek
değişimler, adâletsizliği, kötülüğü, zulmü ve şirki ortadan kaldıran
değişimlerdir.
Değişim
gerçekleştiğinde, olağanüstü farklılıklar olur. Değişim ancak bir inkılâp ve
devrim süreciyle olur. Yoksa meselâ hükûmetin değişimi gerçek bir değişim
değildir. Zîrâ aynı süreci ve tekrarları artık başka kişilerden oluşan farklı
bir hükûmet uygulayacaktır. Târih boyunca gerçek değişimleri, Allah’ın seçtiği
ve onların da vahye sımsıkı sarılarak gerçekleştirdiği, peygamberlerin yaptığı
değişimlerdir. Bir tek, peygamberlerin devlet ve medeniyet süreçlerini
başlattıkları âdil dönemler hâriç, Dünyâ’da gerçek anlamda insânî bir dönem yaşanmamıştır.
Çünkü gerçek bir değişim yapılmamaktadır. Peygamberler değişimleri tabî ki de
vahyin kılavuzluğunda yapmışlardır ve Kur’ân şu-an îtibârıyla da eksiksiz bir
şekilde elimizde olduğundan dolayı, benzer ve başarılı değişimleri biz de
yapabiliriz. Peygamberlerin yaptığı değişimden sonra ortaya çıkan olumlu
sonuçlar, nefs sâhibi insanların sapmasıyla bozulmuştur. İmtihan bunu
gerektirir çünkü:
“Sonra kötülüğün yerini iyilikle
değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: ‘Atalarımıza da (bâzen) şiddetli
sıkıntılar (bâzen da) refah ve genişlikler dokunmuştu’ dediler. Bunun üzerine,
biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik” (A’raf 95).
Kavimlere gelen
helâk, büyük değişim olaylarıdır. Bâzen öyle bir değişim olur ki, azâba uğrayan
kavim yerle bir olur yada yeryüzünden silinir gider. Bâzen de kısa süreliğine
ders alınsa da zamanla uğranılan felâket unutulur gider de yeniden sapmaya
başlarlar ve yeni bire helâkla ya uyarılırlar yada yok olurlar:
“Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında,
onların üzerlerine her-şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen
şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık
onlar umutları suya düşenler oldular” (En-âm 44).
Büyük
değişikliğe neden olan helâk olayında süreç şöyle işler:
“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz
zaman, onun ‘varlık ve güç sâhibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda
bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden
darmadağın ederiz” (İsrâ
16).
Helâk ile başlayan
değişimlerin olmazsa-olmaz şartı, zulümdür:
“(Halkı) zulmediyorken yıkıma
uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları üstlerine gelmiş
ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terkedilmiş bulunmakta),
yüksek sarayları (çın çın ötmektedir” (Hac 45).
Târih ve
arkeoloji, değişimlerin resimlerini inceleyen bilim-dalıdır. Târihi eserlerde
de gördüğümüz üzere, meydana gelen değişimler öyle bir değişiklik yapmıştır ki,
o ihtişamlı yapıların orijinâl hâli bile bulunamıyor. Zaman, bu bağlamda büyük
değiştiricidir. Zamanla neler değişiyor. Hiç yok olmayacak zannedilen yapılar,
devletler, zenginlikler yok olup gitmiş yerlerinde yeller esmektedir:
“Biz, onlardan önce nice insan-nesillerini
yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan hiç-birini hissediyor veya onların
fısıltılarını duyuyor musun?”
(Meryem 98).
Modernizm de bir
değişim yapar. Fakat bu değişim sapma ortaya çıkaran bir değişim olduğundan
dolayı bir fitnedir. Modern değişim en çok kadın üzerinden olmuştur ve oluyor. Kadının
değişimi, Dünyâ’nın değişimidir. İslâm da kadını değiştirmiştir ve ona hem
tesettürü emretmiş hem de daha önce hayâlini bile kurmadıkları haklarını
vermiştir. Fakat İslâm’ın kadın üzerinde yaptığı değişim, modernizmin yaptığı
gibi, doğala ve fıtrata aykırı olmadığından, modern dönemdeki kadının değişimine
benzemez. Aslında kadın modern değişim ile, târihte hiç olmadığı kadar bir zulme
mâruz kalmıştır. Çünkü kadının fıtratına saldırılmıştır ve kadının doğal, normâl
ve fıtrî durumu farklılaştırılmıştır. “Modern zamanlarda en büyük değişim
kadında olmuştur” dense yeridir.
Kâinatta değişim
yoktur, döngü vardır. Bu nedenle de “görece değişimler”den bahsedilebilir
ancak. İlerleme demek “değişme” demektir. Yoksa ilerleme diye bir şey yoktur.
Çünkü onun da bir-ilerisi, “ileri”nin ileri olmadığını gösterecektir. O hâlde
döngüden kaynaklanan değişimler vardır sâdece.
Sürekli döngü ve
değişim hâlinde olan evrene bakarak “kesin doğru”ya ulaşılamaz, ancak “şüphe”ye
ulaşılabilir. Doğruyu aramak isteyen, vahye bakmalıdır. Yada en doğrusu, “kâinâta
vahiy-merkezli bakmak” olacaktır.
Günümüzde
gördüğümüz üzre; vahyî bilgi arttıkça yaşayış tarzının modernleşmesi, salt
bilgi ile İslâmî yönde bir değişimin yapılamayacağını gösterir. Salt bilgi
yetmez ve bilgi bilince dönmelidir ve bu bilinçle amel ve eylemde
bulunulmalıdır. İşte o zaman “gerçek bir değişim” başlayacaktır. Bu değişim,
“İslâmî bir değişimi”dir.
İnsanların
değişmeleri için bâzen büyük sıkıntılara girmeleri gerekir:
“Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler)
gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik.
Umulur ki yalvarırlar diye” (En-âm 42).
Îman en büyük
değişimdir ve Dünyâ’yı değiştirme potansiyelini üzerinde taşır. Fakat insanlar
genelde acı azâbı görmedikçe îman etmezler:
“O pek acı azabı görünceye kadar ona
inanmazlar” (Şuârâ 201).
Değişimler her
zaman iyi yönde olmuyor. Hattâ daha çok kötü yönde oluyor. Meselâ modern
değişimler, çoğunluk olumlu bir değişim olarak görse de çok büyük oranda kötü
değişimdir. Bir değişimin iyi mi kötü mü olduğu, pratik hayâta nasıl
yansıdığına bakarak anlaşılabilir. İnsanın yapmayacağı sapıklık yoktur. Hakkı
bâtıla çevirerek ve fıtrata aykırı davranarak değişimler yapar. Meselâ Lût
Kavmi’nin yaptığı sapıklık buna örnektir:
“Hani Lût, kavmine şöyle demişti: ‘Sizden
önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?” (A’raf 80).
Bu, cinsellikte
yapılan sapıkça bir değişimdir.
Türk
târihinde, “iknâ yolu” ile gerçekleşen bir değişim hiç-bir zaman yaşanmamıştır.
Türklerin târihi “devrimler târihi”dir. Bu nedenle Türkiye’de, bir devrim
yapmadan, salt iknâ yolu ile köklü değişimler olabileceğini zannetmek ve
beklemek boşuna bir bekleyiştir. Aslında bu, sâdece Türklere değil, insanlık
âleminin tamâmına has bir şeydir. Küçük sözde değişimlerle insanlar köklü
değişikliliklere gidemiyorlar. İlle de büyük değişim hareketleri görmeleri
gerekiyor.
İslâm’a ve fıtrata uygun değişimler yapanlar ve iyi bir çığır açanlar,
Peygamberimiz tarafından övülmüştür. Lâkin kötü çığır açanlar da
korkutulmuştur:
“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevâbı vardır. O çığırda
yürüyenlerin sevâbından da kendisine verilir. Fakat onların sevâbından hiç-bir
şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun
günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayrılır. Fakat
onların günahından da hiç-bir şey noksanlaşmaz” (Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât
64).
Kanımca müslümanların
yapması gereken şey, modern hayât üzerinde bir değişim (tâdilat değil) yaparak,
hayâtı İslâmî yönde değiştirmeye çalışmak olmalıdır. İşte insanların-müslümanların
öncelikli görevi budur. Müslümanlar böyle bir değişimin Allah’ın emri olduğunu
ve bu uğurda üstün gayretle çalışmanın elzem olduğunu bilmelidirler. Fakat şu
da var ki, ey Dünyâ’yı değiştirmeyi düşünen müslümanlar!; Bilin ki, yaşadığınız
ülkenin/Dünyâ’nın kânunlarına ters hareket etmeden yâni “suç işlemeden” o
değişimi gerçekleştiremezsiniz. O hâlde bu değişim büyük bedeller isteyen bir
değişim olacaktır. Peygamberlerin sünneti, bu büyük bedelleri göze alarak böyle
büyük değişimler yapmaktır.
En büyük değişim
ise, ölüm ile ve Dünyâ’dan âhirete geçmekle olacaktır. İşte o zaman herkes görecektir
gerçek değişimin nasıl olduğunu.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder