27 Ekim 2017 Cuma

Kişisel Gelişim Üzerine


“Onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar” (Münâfikûn 4).

 

Dîni hayattan uzaklaştırıp onu vicdanlara hapsedenlerin düşünemediği yada düşünmek istemediği şey, “hayattan uzaklaştırılan dînin, vicdanlarda-kâlplerde de barınamayacağı”dır. Dîni hayattan uzaklaştırıp ve hattâ kovup kâlplere hapsetmek, onu, elsiz-ayaksız, kör ve sağır bırakmaktır. Fakat, insan dinsiz yapamaz. Zîrâ insan, hayvan gibi tek-boyutlu bir varlık değildir. Fizîkî ve mânevî yapısı vardır ve ikisi bir-arada bulunduğunda ancak insan “insan” olabilir ve Dünyâ’da mutlu-huzurlu yaşayabildiği gibi, âhirette de ebedî saâdeti kazanır. Lâkin şeytan da boş durmuyor. İnsanı hem Dünyâ’da perişân etmek hem de âhirette rezil etmek onun ana hedefidir. Şeytan insanın düşmanıdır çünkü. İşte şeytan bu hedefe varabilmek için çeşitli yollardan (sağdan-soldan, önden-arkadan) yaklaşarak insanları ayartmaya çalışmaktadır. Bu oyalama taktiklerinden biri de, günümüzde “kişisel gelişim”, “yaşam koçluğu”, psikologluk” şeklinde tezâhür ediyor. Şeytan, kişisel gelişimcilerle ve kişisel gelişim kitaplarıyla insanlara boş ümitler vaâd edip duruyor ve oyalama taktiğini bir de bu şekilde sürdürüyor.    

 

Aşırı inceleme, incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan şey eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. İşte modern psikoloji, yâni kişisel gelişimciler ve yaşam koçları, insanı da çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni parçaladı. Artık modernite ve bu kişiler için “insan” demek, “hatâ ve eksiklik” demek oldu. Tabî ki bu hatâları kendileri düzeltecek ve eksiklikleri de yine kendileri tamamlayacaklardır. Fakat işin yanlış tarafı şudur ki, bu kişiler insanları, maddî ve mânevî yapısıyla birlikte bütünsel anlamda değerlendir(e)miyor ve zâten böyle bir düşünceleri-istekleri de yok.

 

Kişisel gelişimcilerin ilk yaptıkları şey, sanki kendilerinde bir gizem varmış gibi yapmak, böyle bir hava oluşturmaktır. Sanki çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi yapıyorlar ama sonuçta, bir incir çekirdeğini bile doldur(a)mayacak zırvalıklardan başka bir şey dedikleri yok. Kitaplarında yada konuşmalarında öne çıkan bâriz sözler var: “Birazdan bahsedeceklerim çok önemli”, “işte bundan sonra söyleyeceklerimi iyi dinleyin”, “hadi başlayalım” vs. gibi laflar ediyorlar ama bir türlü o muhteşem ve mûcizevî söze yada öneriye gelemiyorlar yada önerdikleri şeyler beş para etmez cinsinden. Falcıların, zâten herkeste olan ortak sorunları dile getirip sanki bir şeyleri bildiklerini zannettirmeleri gibi, bunlar da kendilerinde bir gizem oluşturuyorlar ve sanki, kimsenin bilmediği çok ciddî ve önemli mûcizevî bir şeyler söylüyorlarmış ve çok şey biliyorlarmış gibi yaparak insanların dikkatlerini çekerek etkilemeye çalışıyorlar. Medya da zâten bu adamları bulmada ve ekranlara çıkarmada çok başarılıdır. Seküler medya, onlara istedikleri yeterli alanı açıp durmaktadır. Yâni gündemde olmalarını aslında seküler medyaya borçludurlar.  

 

Bunlar herhangi bir sorunu çözmekle değil, tam-aksine, yeni sorunlar çıkarmakla görevlidirler ve bu görevle tâğutların mêmurluğunu yapmaktadırlar. İnsanların acılarına-dertlerine gerçek bir çözüm sunmak yerine, absürd soyut yollar göstermekte ve önermektedirler. Fakat bunlar gerçek anlamda işe yaramamaktadır. Yaptıkları seanslarda, aslında sorunu olan kişide bir değişiklik olmamasına rağmen, işi oldu-bittiye getirerek güyâ bir mûcize göstermektedirler. Şunu çok iyi bilin ki, 15-20 yıllık bir sorunun 15-20 dakîkada çözülmesi imkânsızdır. Sünnetullaha terstir çünkü bu.  

 

Dünyâ’da her-an açlıktan-susuzluktan ölenler var. Başlarına yüzlerce metreden atılan bombalar ve yıkılan evler ve yıkıntıların altında kalan insanlar var. Birileri diğerlerini yerlerinden sürüp duruyor, kadınlara-kızlara tecâvüz ediliyor, insanlar vatanlarından uzaklaştırılıyor, onurları-haysiyetleri çiğnenen insanların acıları ve feryatları ayyuka çıkmış ve arşı titretiyor. Hattâ görece refah içindeki toplumlar bile mânevi boşluktan kaynaklanan sapmalarla, bunalımlarla mâlûller. Tüm bunları; görmezden gelerek, sanki böyle şeyleri yaşanmamış kabûl ederek, yok sayarak, “pozitif düşünerek”, “beyne format atarak”, “relâks olmaya çalışarak”, “sevgiyle bakarak”, kısaca Pollyanna’cılık oynayarak çözeceklerini iddiâ ediyorlar. Hem de ne iddia!. Hayır, çözdükleri hiç-bir şey yok. Zîrâ insan toplumsal bir varlıktır ve kişisel mutluluk yâni haz, “gerçek mutluluk” değildir. İnsan, ancak tüm toplum genel anlamda mutlu, huzurlu, sağlıklı olursa mutlu, huzurlu ve sağlıklı olabilir. İşte kişisel gelişimciler bunu göz-ardı ediyor ve kişilere “birey” olduklarını empoze edip dayatıyorlar. Hattâ sorunlarından ancak, “bencil bireyler” olduklarında kurtulacaklarını söylüyorlar. Hayır! tam-aksine; bu büyük bir oyalamaca ve kandırmacadır. Şeytanın fısıldadığı tâğutların, bu fısıltıları küresel oyun ve oyalamalara dönüştürmesinden başka bir şey değildir bu bireysel sapıklıklar.

 

Hele de ağır hastalıkları bile absürd terapilerle geçirebileceklerini zannetmeleri yok mu.. Bu çok sinir bozucu bir şey. Bu kişiler tâkip edildiğinde insan rahatlayacağına daha da sinirleniyor ve negatif hâle geliyor. Vücûdun bâzı noktalarına “yalancı telkinler” eşliğinde yapılan vuruşlarla, çeşitli aptalca sözleri papağan gibi tekrarlamayla kronik hiç-bir hastalık geçmez. Yalan!, kandırıyorlar.

 

İnsanları, -gerçekte cehennem gibi bir hayatları olmasına rağmen- sanki cennetteymiş gibi yaşadığını düşünmeye zorluyorlar. Asıl psikolojik bozukluk ve saplantı işte budur. Gerçeklikten kopuk hiç-bir şey olumlu bir sonuç doğuramaz. Kas-iskelet sisteminde oluşmuş bâriz bir yıkımı, “iyi düşünmek”le, “beyne format atıp temizlemek”le nasıl iyileştirebileceklerini düşünüyorlar?. Hayır!, bu bir istismardır. Modern tıbbın çâresizliğini perdelemek ve bu çâresizliği paraya çevirmektir. Olan yine mâsum ve mazlum insanlara olmaktadır. Kırılan bir camın tekrar eskisi gibi olması imkânsızdır. Bâzı “psikolojik” rahatsızlığı olanların, tatlı dille yapılan bu terapilerle kendilerini iyi hissetmeleri normâldir. Fakat aslında tatlı dilli ve dinlemesini iyi bilen yakın bir komşusunda bir kahve eşliğinde yapacağı bir sohbette, sıkıntılarını anlatsa ve komşusu da onu dinleyip güzel dileklerde bulunsa, yine aynı etki oluşacak ve sorunu olan kişi rahatlayacaktır. Bu nedenle İslâm’da “psikolog”, “kişisel gelişim uzmanı”, “yaşam koçu” gibi absürd meslekler ve kişiler olmaz.

 

Kişisel gelişimcilere has olan şu mesleklere bir bakar mısınız?.. “Kişisel gelişim uzmanı”, âile danışmanı”, “yaşam koçu”, “nefes terapisti”, “doğum koçu”, “emzirme koçu”.. Bunlar insanın arkasıyla güleceği şeylerdir. 

 

İslâm’da psikolog yoktur. Müslüman birisi psikoloğa ihtiyaç da duymaz. Bir fizîkî nedenden dolayı oluşan sorun için psikiyatriste ihtiyaç duyulabilir ama psikoloğa ihtiyaç yoktur. Bir insan hem “müslüman” olacak, hem de psikoloğa ihtiyaç duyacak; bu olacak iş değildir. Bir insan hem namaz kılacak, hem oruç tutacak yâni Allah’a güvenecek; hem de psikolog-psikolog gezecek; böyle bir şey düşünülemez. Müslümanlar birbirlerinin psikologlarıdır zâten. Ayrıca “kâlplerin şifâsı” olan Kur’ân, psikolojik olarak insanları çok rahatlattığından dolayı psikolog desteğine ihtiyaç duyurmaz. Açıkçası mü’minler, psikoloğa, yaşam koçuna, kişisel gelişim uzmanına ihtiyaç duyan birini; korkak, pısırık, uyuşuk, düzensiz, öz-güvensiz, bâzı şeylere aşırı tutku duyan ve genel bir söz ile söylersek, “Allah’a karşı îman-güven problemi yaşayan biri” olarak görürler. Ayrıca psikologların, kişisel gelişimcilerin ve yaşam koçlarının yaptıkları telkin-nasihat vs. sonunda aldıkları parayı haram kabûl ederler. Çünkü İslâm’a göre nasihat etmek, akıl vermek, iyi dilekte bulunmak zâten bir müslümanın İslâmî ve insânî vazîfesidir.

 

Kâlplere ve de dolayısı ile her-şeye “şifâ” olan Kur’ân varken, bir de insanların sorunlarını çözmek için(!) kişisel gelişim uzmanları ve yaşam koçlarına başvurmak, ‘Kur’ân sizin bu sorunlarınızı çözebilecek yeterlilikte bir kitap değildir” demek anlamına gelir. Bilal Sambur bu konuda şunları söyler:

 

“İnsanlık, top-yekûn bir mâneviyat krizi yaşamasına rağmen, kendisine sağlıklı ve sâhici bir şekilde yol gösterecek bir hidâyet rehberinden yoksun bulunmaktadır. İnsanın mâneviyat alanındaki boşluğunu, ‘yaşam koçları ve kişisel gelişim uzmanları’ denilen bezirganlar doldurmaya çalışmaktadır. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu, sahte koçlar ve uzmanlar değildir. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu hidâyet rehberi, kâlplere şifâ ve rahmet olarak gönderilen Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân’ı akılla kavrayacak ve kâlbine yerleştirecek sâhici bir mânevî dirilişe her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır”.

 

Seküler-dinsiz ideolojilerin, üretimlerin, devletlerin, insanları dinden soğutması ve insanların da dînin yükümlülüklerini yerine getirme zorluğuna katlanmak istememeleri ve tabî ki böyle parlak bir modern uygarlık zamânında “Dünyâ’yı ıskalamak” istememe düşüncesi, modern insanı dinden, dolayısı ile de o mânevî rahatlıktan uzaklaştırmıştır. Fakat insan sâdece maddî-fizîkî yapısı ile vâr olan bir varlık değildir. İnsanın mânevî yapısı da vardır ve bu yapının ihtiyaçları da karşılanmalıdır. İşte bu ihtiyaçlarını Allah’ın sahih dîni ile hem de bedâvaya karşılamayanlar, “modern günah çıkarıcılar ve papazlar” olan kişisel gelişimciler, psikologlar ve yaşam koçlarına giderek, hem de yüksek ücretler ödeyerek sorunlarına çâre bulacaklarını zannediyorlar. Kişisel gelişimciler, oturdukları yerden sâdece kendilerine gelenleri dinleyen ve sorunlara karşı absürd önerilerde bulunanlardan başkası değildirler. Modern insan, kişisel gelişim uzmanları üzerinden şirk koşmaktadır. Böyle davranmanın cezâsı, insanların -istisnâlar hâriç-, genel anlamda, mânevî yapılarının zamanla boşluğa düşerek psikolojilerinin daha da fazla bozulmasına ve bu kişilere daha fazla ihtiyaç duyar hâle gelmelerine neden olacaktır. İnsanın mânevî-ruhsal yapısını besleyecek ve sağlıklı kılacak tek gerçek etken olan Allah-Kur’ân ve namaz-oruç varken, şeytanın telkinleriyle yetişen bu kişilere ve onların absürd ve sapık tekniklerine başvurmak şirktir ve bu nedenle hastalığın-sorunun zamanla daha fazla artması kaçınılmazdır. Zîrâ şirk, şirkten kurtulmadıkça affedilmeyen bir suç ve günahtır. Bu günahla mâlûl olanlar ve böyle bir kısır-döngü içine girenler, bu kişilerin ve yöntemlerin çok sıkı birer müşterileri oluyorlar ve kapitâlist kuşatmaya alınmış oluyorlar. Kapitâlizme bir kapı daha açılmış oluyor böylece.

 

İnsanların bu modern terapi yöntemleriyle kalıcı bir şekilde rahatlayacağını ve iyileşeceğini zannetmeleri ne büyük bir ahmaklık ve cehâlettir. Allah’ın telkinlerini bir kenara atıp da şeytanın fısıldamalarıyla oluşan -çünkü şeytan dostlarına vahyeder- telkinlerle mi iyileşeceklerini zannediyorlar?. Modern tıbbın kimyevî ilaçlarıyla zâten gardını bâriz bir şekilde düşürmüş olan modern insanlara vurulan son darbe de, bu şarlatanların profan, yâni kutsalı olmayan din-dışı telkinleri ve absürd ve manyakça önerileridir. Böylece, maddî olarak zâten çökmüş olan insan, mânevî olarak da yıkılarak kendilerini liberâl-kapitâlist sömürü sistemine tam uygun hâle getirmiş oluyor. Karanlık, “zifiri karanlık” hâline geliyor ve buhran çok daha fazla artıyor. Oysa kâlpler ancak onun zikri ile yâni Kur’ân ile tatmin bulup huzûra kavuşabilir: “Bunlar, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikri olan Kur’ân ile mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlbler yalnızca Allah’ın zikriyle (Kur’ân) mutmain olur” (Ra’d 28).

 

Bir de şu vardır ki, Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır ve Dünyâ “Dünyâ”’dır ve cennet değildir. Dünyâ’yı, cennete bir köprü kuracak şekilde en ideâl bir yurt hâline getirmek görevimizdir fakat “cenneti Dünyâ’da kurmak” da cinnettir. O hâlde Dünyâ’nın geçici olduğunu bileceğiz ve sanki Dünyâ’da ebedî yaşayacakmış gibi tavır takınmayacağız ve de tam da Allah’ın emrettiği ve istediği gibi yaşayıp, “gerçek mutluluk diyârı” olan cenneti kazanmak için çalışacağız. Kişisel gelişimciler, işte Dünyâ’yı sanki cennetmiş gibi kabûl ederek yapıyorlar telkinlerini. Zîrâ o telkinlerin mevcut Dünyâ’da bir karşılığı yoktur. O telkinlerle, Dünyâ’nın acı gerçekleri zinhar birbirleriyle uyuşmuyor. İşte bu nedenledir kişisel gelişimcilerin “kişilere özel cennet” oluşturmaları ve bu hayâl sâyesindedir söyledikleri zırvalıkları ve sapıklıkları kabûl ettirebilmeleri. Yoksa aklı başında biri için onların söyledikleri ile Dünyâ’nın mevcut genel kötü durumunun bir-arada olması mümkün değildir. 

 

Kişisel gelişimcilerin, kitaplarıyla ve konferanslarıyla yapmak istedikleri şey, -farkındalar yada değiller-, “kişisel gelişimi dînin yerine ikâme etme” çabasıdır. Vücûdun farklı şekillere sokulması, çeşitli duruşlar, entel-dantel laflar-sözler etmek, farklı hareketler yapmakla varılmak istenen şey, bu hareketlerin, dindeki ibâdetlerinin yerine konmak istenmesidir. Meselâ en bâriz gözüken şey, namazın yerine bâzı hareketlerin konmak istenmesidir. Böylece kişisel gelişim dinleşmektedir. Kişisel gelişim aslında bu “kişisel” olduğundan dolayı “bencil gelişim”dir. Evet, kişisel gelişimin amacı, bir “bencillik dîni” kurmaktır.

 

Bakın, diyorlar ki: “Ellerinizi havaya kaldırın (tekbir), sonra kollarınızı salın (elleri bağlama), şimdi belinizi 90 derece bükün (rükû), sonra da yere kapaklanın (secde), başınızı iki yana çevirin (sağa-sola selam verin) ve “tabiat ana”dan istekte bulunun (duâ). Hemen fark-edileceği gibi, bahsedilen şey aslında namazın ifsâd edilerek şeklinin değiştirilmesi ve aynen müşriklerin el çırpma-alkış şeklinde yaptığı absürd namaz şekli gibi sapık ibâdet şeklini insanlara alıştırmaktır. ”Namaz kılın” demiyorlar da insanların bu sapık ve absürd hareketleri yapmalarını istiyorlar ve artık emrediyorlar da. Dikkatli baktığınızda, sokakta-işyerinde bu hareketleri gizli-gizli yapanları görüp durursunuz. Sürekli bir yerlerine vurup dururlar ve dudakları da kıpırdar durur. Namaz kılmazlar ve duâ etmezler ama manyakça şeyleri yaparlar. Zâten kişisel gelişimcilerin sürekli söyledikleri şey şudur: “Bu hareketleri ve sözleri çok sıkı bir şekilde ve disiplinle uzun zamanlar boyu yapmalısınız”.

 

Bu kişisel gelişimciler yüzünden özellikle psikolojik sorunları olan nice insanlar dostlarıyla-arkadaşlarıyla arayı açtılar da kendi yalnızlıklarına gömülüp gittiler-gidiyorlar. Kişisel gelişimcilerin ağına düşman olan kişilerin genel özelliği, “dost” (arkadaş değil) olmakta zorlanmalarıdır. Bu kişilerin candan bir dostları olmadığı için ve hiç kimseyle dostluk kuramadıkları kişisel gelişimcilerle “dost” olmak zorunda kalıyorlar. Tabi kişisel gelişimciler bu dostluğu(!) para karşılığında yapıyorlar ve bu dostluk “pahalı bir dostluk”tur. Evet; Kimseyi “dost” edinemeyenler, psikologların “kanki”leri oluyorlar. Gerçi psikolojik sorunları olanlar bu durumdan çok da rahatsız değildirler. Zîrâ onlar için varsa-yoksa o andaki “sorunsuzluk”tur. Böyle bir tutumla sorunsuzluğa kavuşmayı düşünmek tabî ki de ahmaklığın daniskasıdır. Bir insanın kişisel gelişimciler yüzünden bir duâcısından mahrûm kalması nasıl bir felâkettir?. Çünkü o kişisel gelişimciler, yaşam koçları ve psikologlar onlara; “sizi sıkıntıya sokan ve rahatsız eden her-şeyden uzak durun” deyip duruyorlar. Hattâ bu kişiler en yakınları olsa bile onlardan da uzak durmalarını öneriyorlar. Fakat bunun hayatta bir karşılığı olmadığından ve kişisel gelişimcilerin tuzaklarına düşmüş olanlar, tam onların söyledikleri moda girmişken, hayâtın acı gerçekleriyle yüzleşiveriyorlar ve travmaları eskisine göre iki-üç kat birden artmış olarak geri dönüyor. Bu durumda bir-çok kişiyi tanıyorum.

 

Ne yazık ki insanların büyük çoğunluğu da bu şarlatanlara kanıyor ve Allah’ın bir emrini-tavsiyesine uymayı zûl görenler, bu sapkın kişilerin önerilerini çok büyük bir dikkat ve disiplinle kusursuz bir şekilde yerine getirerek takvâlarını arttırıyorlar ve böylece şeytana çok önemli bir alan açarak onun hâkimiyetini güçlendiriyorlar. Netîcede şeytan, hedefine ulaşmada görevini “on numara” yerine getiriyor ve başarılı da oluyor. Ne demişti şeytan:

 

“Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).

 

Kişisel gelişimcilerin panzehiri, bir “kişisel gelişim savar” olan Bülent Akyürek, kişisel gelişim hakkında şunları söyler:

 

“Kişisel gelişim, ‘birinci olmak’ üzerinden hareket eder. Biz birinci derecede insanızdır, kaliteli insanızdır, bunu esas alırlar. Herkese, câhillere dâhi bunu pompaladılar. Hattâ onlara kendilerinin üstün olduklarını inandırdılar. Bugün kişisel gelişimden geçmiş insanları sokakta yürüyüşünden tanırız. Tikleri bellidir. İçi boş ve dimdik bir adamdır. Tamâmen şeytânî bir tiptir bunlar. Bunun dışında, onların başka hâlleri de vardır. Meselâ, ‘av hayvanı tipi’ hâli. Sonra, her-şeye sâhip olmak isteyenin hâli. Bunlara göre, her-şey kendilerinindir. Bunlar, kullandıkları eşyâlarla aynîleşerek, onlarla üstünlük kazanmaya çalışırlar.

 

Kişisel gelişimde ‘nâmusuyla adam olmak’ kaygısı yoktur. Kişisel gelişim böyle ön-görmüştür. Batı’da böyledir, bizde de bu durum oluşturulmuştur. Meselâ, marketten aldığı kitapla hayâtı değişen tipler bu oluşumun netîcesidir. Kişisel gelişimin modern dünyâsında, ‘yarın güzel günler gelecek’ denildiğinde insanların gözü parlar. Fakat geçmişe dönük bir şeyler söylendiğinde, meselâ ‘Asr-ı saadet ne güzeldi’ dediğimizde surat asılır. Kişisel başarıcılar helâl-haram tanımazlar, hep kazanmak, başarmak, iyi yerlerde olmak önemlidir onlar için. Kişisel gelişimcilerin ve modern dünyâlıların en büyük trajedisi, ne yaparsa-yapsın, bunu iyi niyetle yaptığını söylemesidir. Karşı tarafın kötü olduğunu söyleyerek de kötülük yapıyor. Oysa biz, Allah rızâsı için bir şeyler yaparız yada yapmayız.

 

Mutlu olmak diye bir zorunluluğumuz yok, biz ‘hüzün Peygamberi’nin ümmetiyiz. İlle de mutlu olmak istiyorsak, cehennem âyetlerini okur, cenneti düşünürüz. İnsan fıtrat üzere doğar, hidâyetle değişir. Şeytan ne istemişti: Tek-tip insan. Kişisel gelişim kitapları da bunu istiyor. Kişisel gelişimde her-şeyin bir kontrôlü vardır: Öfke kontrôlü tedâvisi. Mutlu ol ama, şöyle mutlu ol. Böylece heykele dönersin.

 

Kişisel Gelişim şeytanları, Kur’ân’ı tersten okuyup yorumlayarak modern dünyânın yeni dîni olmaya çalışıyorlar. Kur’ân ‘yalnızca Allah’a güvenin, kibre kapılmayın’ diyor. Kişiliksiz Gelişimciler ise ‘kendinize, yeteneklerinize, güzelliğinize, içinizdeki deve inanın...’ diyerek Kur’ân’ı tersten yorumlayıp para kazanıyorlar. Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin mükemmelliğini yıkamayınca, tersten yollara başvurarak gâyelerine erişmeye çalışıyorlar. Yabancı dillerden çevrilen kişisel gelişim kitaplarının, bizim kültürümüze ve insanımıza uygunluğuna bakılmadan bolca reklamı yapılarak okutturuluyor. Çevrilen kitapları okuyup özümseyenlerin, bizim ülkemizde sevilen değil, nefret edilecek adamlar olacaklarını bilmiyorlar mı?. ‘İçindeki Devi Uyandır, İçindeki Tüccarı Fişekle vs…’ kitaplarının binlerce benzeriyle içimizin şeytanlarını serbest bırakanlara inat, bir Allah’ın kulu da çıkıp; ‘içinizdeki Mü’mini, dervişi uyandırın!’ diyemedi!. Sabahları uyanır-uyanmaz tüm Dünyâ’ya av-hayvanı gibi bakan, kazanmaya kilitlenmiş, para avcısı insanlar topluluğuyla nasıl birlikte yaşayacağız?.

 

Kişisel gelişim; insanı ‘ürün’ hâline getiriyor, onlara bir ‘tüketim nesnesi’ olarak bakıyor, hepimize ‘kendi-kendimizi pazarlayan adamlar’ olmamızı öğretiyorlar. İnsanlara ilk olarak; Dünyâ’yı, yâni doğal olarak evi, arabayı, kadını, erkeği, parayı, gücü, kariyeri sevdirip, ardından da bunlara ulaşabilmenin binlerce sapık yolunu öğretiyorlar.  Şeytan; performans, vücut-dili, kişisel gelişim ilimlerini kullanarak damarlarımıza sızıyor. Saydığımız türler, ‘Şeytan’ın İlmihâl Kitapları’ olmaya başladı. Modern Ticâret Dinleri, görüşlerini bu tarz kitaplarla yayıp tanıtıyor. ‘8 Dakîkada İknâ Sanatı’ oluşturulan paralel dinlerin hidâyetini açıklayabilecek cinsten, değil mi?”.

 

Kişisel gelişimcilerin görevi; Dünyâ’nın gerçeklerine, acılarına, feryatlarına, adâletsizliklerine aşırı duyarsız insanlar ortaya çıkarıp, hayvanlar gibi yiyip-içip çiftleşmekten başka düşün(e)meyen, tam da kapitâlist-liberâl tâğutların istediği şekilde aşırı bencil ve bireyci nesiller yetiştirmektir.

 

Nevzat Tarhan; “Dünyâ’da ‘iyiyi düşün, iyi olsun’, böyle bir algı var ve yaşam koçları, kişisel gelişimciler bu konuyla ilgili kitaplar yazmaya başladı. Böyle bir şey neden oluştu ve bu doğru bir yöntem mi?. Herkesin bu konuyla ilgili konuşması doğru mu?” sorusuna şu yanıtı verir:

 

“İşte biz o yöntemlerin kurbanlarıyla uğraşıyoruz. Çeşitli kişisel gelişim teknikleri, yaşam koçları var. Çünkü bir insan, sâdece pozitif duygulardan oluşmuyor. Pozitif özelliklerle negatif özelliklerin karışımıdır insan. Yaşam koçları, kişisel gelişimciler, o kişilerin olumsuz özelliklerini yok sayıyor. ‘Sen iyi bir insansın, sen güçlüsün, sen önemlisin, sen başarılısın’ diyerek kişinin o anda negatif yönlerini yok sayıyor ve pozitif yönlerinin üzerinden onu geçici olarak rahatlatıyor. Fakat bu rasyonel bir rahatlama olmadığı için kimseyi beğenmiyor. ‘Ben güçlüyüm, ben neymişim’ diyor. O tekniklerin en büyük özelliği, ‘egoları şişirmesi ve insanı yalnızlaştırması’dır. O anlık kişiyi rahatlatıyor ama uzun vâdede yalnızlaştırıyor. O teknikler gerekiyorsa kullanılabilir. Bir ‘başarı tekniği’dir, ‘terapi tekniği’ değildir. Kişiyi terapi etmek için veyâ bir başarı amacıyla kullanılır ama ‘terapi tekniği’ değil. Bir profesyonelin elinde olsa kişinin olumlu ve olumsuz yönlerini ele alır, olumsuz yönleriyle barışık olma hâlini ona kazandırır, olumlu yönlerinin üzerinde ilerlemesini sağlar. ‘En kötüye hazır ol ama en iyiyi bekle’ felsefesi. O teknikler, ‘en kötüye hazır ol’ demiyor, ‘en kötüyü yok say, en iyiyi bekle’ diyor. Bu gerçekçi değil. O zaman yanlış kararlar veriyorsun. Kişi kendi güçsüz, zayıf yönlerini bilmediği için olmadık yerde olmadık çıkışlar yapıyor. Bu olmaz. Önce onu anlayacaksın, onun güçlü-zayıf yönlerini bileceksin, ondan sonra onun stresini, acısını yöneteceksin”.

 

Psikolojik sorunların ve terapistlerin bu kadar artmış olmasının nedeni, insanlarda oluşan “değer yitimi” ile ilgilidir. Her bir yeni psikoloğun, yaşam koçunun ve kişisel gelişim uzmanının ortaya çıkması, en az 100 kişinin “hiç”leştiğinin yada kendini bir “hiç” gibi gördüğünün göstergesidir.

 

Psikologlar dinsizlerden ve dîni dar yada zayıf olanlardan beslenirler. Kur’ân ise, rûhun ve Dünyâ’nın gerçeklerini ve sorunlarını net olarak belirler ve bu sorunların üstesinden gelmek için kesin emirler vererek, tâbilerini de “kardeşler” yaparak onları Dünyâ’dan da, kendilerinden de koparmaz ve ilkeli şahsiyetler yapar. İşte bu nedenle İslâm Dîni, psikologları, yaşam koçlarını ve kişisel gelişimcileri işsiz bırakır.

 

Nasıl ki modern tıbbın tedâvi edebildiği ve hattâ ilerlemesini durdurabildiği hiç-bir kronik hastalık örneği yoksa, psikolog, yaşam koçu ve kişisel gelişim uzmanlarının önerileri ve yöntemleri ile geçen bir hastalık ve sorun örneği yoktur ve bu metodlarla gerçek anlamda, gerçek bir kronik hastalığından kurtulan da yoktur ve de olmayacaktır. Birilerinin, uzun süre ilaç kullanmalarına rağmen sorunlarının geçmeyip de bu yöntemlere başvurarak rahatlamalarının nedeni ise, bu metodlarla birlikte kullandıkları ilaçları bırakmalarıdır. Zîrâ modern ilaçlar bâzen hastalığı daha da ağırlaştırabiliyor ve zâten yan-etkileri ile başka hastalıklar da ortaya çıkarabiliyor. İlaçlar bırakıldığında ilaçların olumsuz etkisi biterek vücûdun tâmir mekanizması devreye giriyor ve kişi kendini iyi hissetmeye başlıyor. Bu ilaç bırakmayı, kişisel gelişim metodlarıyla birlikte yaptığından dolayı, iyileşmenin nedeninin, kişisel gelişimcilerin metodlarıyla olduğu zannediliyor. Olan şey budur.

 

Allah, kendisine tam teslim olanlara Hz. İbrâhim’e gönderdiği gibi bir “koç” gönderir. O yüzden mü’minlerin kişisel gelişim uzmanları olan “koç”lara ihtiyâcı yoktur. Modern insanın “yaşam-koçları”na ihtiyaç duyması, “Hz. İbrâhim gibi teslim olup da Allah’ın göndereceği “koç”tan mahrûm kalmalarında dolayıdır. Aynı-zamanda İbrâhim’e gönderilen “koç”tan ibret almamaları da buna sebep olmaktadır. İsmâillerinden vazgeçemeyenlere Allah “koç” göndermez. Bu nedenle de insanlar Allah yerine, yaşam-koçlarına sığınıyorlar. Mü’minler, ihtiyaçları olan motivasyonu dışarıdan değil, ilk başta vahiy ile inşâ olmuş kendi içlerinden, sonra da mü’min kardeşlerinden alırlar. Yaşam-koçları ise zâten yaşamdan uzak olanlardır. Onların kendilerine hayrı yoktur ki başkalarına bir hayırları dokunsun. “Kendi himmete muhtaç dede, kaldı ki başkasına himmet ede” sözü meşhurdur. Ne ilginçtir ki “yaşayamayanlar” yaşam-koçu oluyorlar.  

 

Şamanlar, insanların mânevi-psikolojik sorunlarıyla da ilgilenirlerdi. Bunun için bâzı hediyeler kabûl ederlerdi. İşte şimdi bunu, “modern şamanlar” olan kişisel gelişim uzmanları yapıyor.

 

Psikolog, âile danışmanı, yaşam koçu, doğum koçu, emzirme danışmanı, terapistler vs. Nedir bunlar ya!.. Kişi Allah’a dayanmıyorsa, sâdece O’ndan yardım istemiyorsa (iyyâke na’budü ve iyyâke nestain) tüm Dünyâ kişisel gelişim uzmanı olsa da ona yardım edemez. Rûh, içten gelen yardımla sükûna erer, dıştan gelenle değil. Bir insana da Allah yetmiyorsa, hiç-bir şey yetmez. Bir insan Allah’ın zikri yâni Kur’ân ile tatmin olmuyorsa, hiç-bir şeyle tatmin olamaz:

 

“Bunlar, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikri olan Kur’ân ile mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlbler yalnızca Allah’ın zikriyle (Kur’ân) mutmain olur” (Ra’d 28).

 

“Ey kavmim!; gerçekten bu dünyâ-hayâtı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz âhiret, (asıl) karar kılınan yurt odur” (Mü’min 39).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2017

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder