“Onları gördüğün zaman cüsseli yapıları
beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) sanki
onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından
dolayı da) her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu
yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da
çevriliyorlar” (Münâfikûn
4).
Dîni hayattan
uzaklaştırıp onu vicdanlara hapsedenlerin düşünemediği yada düşünmek istemediği
şey, “hayattan uzaklaştırılan dînin, vicdanlarda-kâlplerde de
barınamayacağı”dır. Dîni hayattan uzaklaştırıp ve hattâ kovup kâlplere hapsetmek,
onu, elsiz-ayaksız, kör ve sağır bırakmaktır. Fakat, insan dinsiz yapamaz. Zîrâ
insan, hayvan gibi tek-boyutlu bir varlık değildir. Fizîkî ve mânevî yapısı
vardır ve ikisi bir-arada bulunduğunda ancak insan “insan” olabilir ve Dünyâ’da
mutlu-huzurlu yaşayabildiği gibi, âhirette de ebedî saâdeti kazanır. Lâkin
şeytan da boş durmuyor. İnsanı hem Dünyâ’da perişân etmek hem de âhirette rezil
etmek onun ana hedefidir. Şeytan insanın düşmanıdır çünkü. İşte şeytan bu
hedefe varabilmek için çeşitli yollardan (sağdan-soldan, önden-arkadan)
yaklaşarak insanları ayartmaya çalışmaktadır. Bu oyalama taktiklerinden biri
de, günümüzde “kişisel gelişim”, “yaşam koçluğu”, psikologluk” şeklinde tezâhür
ediyor. Şeytan, kişisel gelişimcilerle ve kişisel gelişim kitaplarıyla insanlara
boş ümitler vaâd edip duruyor ve oyalama taktiğini bir de bu şekilde sürdürüyor.
Aşırı inceleme,
incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi
“parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan şey eksiktir. Çünkü
“parça” eksiktir. İşte modern psikoloji, yâni kişisel gelişimciler ve yaşam
koçları, insanı da çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni
parçaladı. Artık modernite ve bu kişiler için “insan” demek, “hatâ ve eksiklik”
demek oldu. Tabî ki bu hatâları kendileri düzeltecek ve eksiklikleri de yine
kendileri tamamlayacaklardır. Fakat işin yanlış tarafı şudur ki, bu kişiler
insanları, maddî ve mânevî yapısıyla birlikte bütünsel anlamda
değerlendir(e)miyor ve zâten böyle bir düşünceleri-istekleri de yok.
Kişisel
gelişimcilerin ilk yaptıkları şey, sanki kendilerinde bir gizem varmış gibi
yapmak, böyle bir hava oluşturmaktır. Sanki çok önemli bir şey söyleyecekmiş
gibi yapıyorlar ama sonuçta, bir incir çekirdeğini bile doldur(a)mayacak
zırvalıklardan başka bir şey dedikleri yok. Kitaplarında yada konuşmalarında öne
çıkan bâriz sözler var: “Birazdan bahsedeceklerim çok önemli”, “işte bundan
sonra söyleyeceklerimi iyi dinleyin”, “hadi başlayalım” vs. gibi laflar
ediyorlar ama bir türlü o muhteşem ve mûcizevî söze yada öneriye gelemiyorlar
yada önerdikleri şeyler beş para etmez cinsinden. Falcıların, zâten herkeste
olan ortak sorunları dile getirip sanki bir şeyleri bildiklerini zannettirmeleri
gibi, bunlar da kendilerinde bir gizem oluşturuyorlar ve sanki, kimsenin
bilmediği çok ciddî ve önemli mûcizevî bir şeyler söylüyorlarmış ve çok şey
biliyorlarmış gibi yaparak insanların dikkatlerini çekerek etkilemeye
çalışıyorlar. Medya da zâten bu adamları bulmada ve ekranlara çıkarmada çok
başarılıdır. Seküler medya, onlara istedikleri yeterli alanı açıp durmaktadır.
Yâni gündemde olmalarını aslında seküler medyaya borçludurlar.
Bunlar herhangi
bir sorunu çözmekle değil, tam-aksine, yeni sorunlar çıkarmakla görevlidirler
ve bu görevle tâğutların mêmurluğunu yapmaktadırlar. İnsanların
acılarına-dertlerine gerçek bir çözüm sunmak yerine, absürd soyut yollar
göstermekte ve önermektedirler. Fakat bunlar gerçek anlamda işe yaramamaktadır.
Yaptıkları seanslarda, aslında sorunu olan kişide bir değişiklik olmamasına
rağmen, işi oldu-bittiye getirerek güyâ bir mûcize göstermektedirler. Şunu çok
iyi bilin ki, 15-20 yıllık bir sorunun 15-20 dakîkada çözülmesi imkânsızdır.
Sünnetullaha terstir çünkü bu.
Dünyâ’da her-an
açlıktan-susuzluktan ölenler var. Başlarına yüzlerce metreden atılan bombalar
ve yıkılan evler ve yıkıntıların altında kalan insanlar var. Birileri
diğerlerini yerlerinden sürüp duruyor, kadınlara-kızlara tecâvüz ediliyor, insanlar
vatanlarından uzaklaştırılıyor, onurları-haysiyetleri çiğnenen insanların
acıları ve feryatları ayyuka çıkmış ve arşı titretiyor. Hattâ görece refah
içindeki toplumlar bile mânevi boşluktan kaynaklanan sapmalarla, bunalımlarla
mâlûller. Tüm bunları; görmezden gelerek, sanki böyle şeyleri yaşanmamış kabûl
ederek, yok sayarak, “pozitif düşünerek”, “beyne format atarak”, “relâks olmaya
çalışarak”, “sevgiyle bakarak”, kısaca Pollyanna’cılık oynayarak çözeceklerini
iddiâ ediyorlar. Hem de ne iddia!. Hayır, çözdükleri hiç-bir şey yok. Zîrâ
insan toplumsal bir varlıktır ve kişisel mutluluk yâni haz, “gerçek mutluluk”
değildir. İnsan, ancak tüm toplum genel anlamda mutlu, huzurlu, sağlıklı olursa
mutlu, huzurlu ve sağlıklı olabilir. İşte kişisel gelişimciler bunu göz-ardı
ediyor ve kişilere “birey” olduklarını empoze edip dayatıyorlar. Hattâ
sorunlarından ancak, “bencil bireyler” olduklarında kurtulacaklarını
söylüyorlar. Hayır! tam-aksine; bu büyük bir oyalamaca ve kandırmacadır.
Şeytanın fısıldadığı tâğutların, bu fısıltıları küresel oyun ve oyalamalara
dönüştürmesinden başka bir şey değildir bu bireysel sapıklıklar.
Hele de ağır
hastalıkları bile absürd terapilerle geçirebileceklerini zannetmeleri yok mu..
Bu çok sinir bozucu bir şey. Bu kişiler tâkip edildiğinde insan rahatlayacağına
daha da sinirleniyor ve negatif hâle geliyor. Vücûdun bâzı noktalarına “yalancı
telkinler” eşliğinde yapılan vuruşlarla, çeşitli aptalca sözleri papağan gibi
tekrarlamayla kronik hiç-bir hastalık geçmez. Yalan!, kandırıyorlar.
İnsanları, -gerçekte
cehennem gibi bir hayatları olmasına rağmen- sanki cennetteymiş gibi yaşadığını
düşünmeye zorluyorlar. Asıl psikolojik bozukluk ve saplantı işte budur. Gerçeklikten
kopuk hiç-bir şey olumlu bir sonuç doğuramaz. Kas-iskelet sisteminde oluşmuş bâriz
bir yıkımı, “iyi düşünmek”le, “beyne format atıp temizlemek”le nasıl
iyileştirebileceklerini düşünüyorlar?. Hayır!, bu bir istismardır. Modern
tıbbın çâresizliğini perdelemek ve bu çâresizliği paraya çevirmektir. Olan yine
mâsum ve mazlum insanlara olmaktadır. Kırılan bir camın tekrar eskisi gibi
olması imkânsızdır. Bâzı “psikolojik” rahatsızlığı olanların, tatlı dille
yapılan bu terapilerle kendilerini iyi hissetmeleri normâldir. Fakat aslında
tatlı dilli ve dinlemesini iyi bilen yakın bir komşusunda bir kahve eşliğinde yapacağı
bir sohbette, sıkıntılarını anlatsa ve komşusu da onu dinleyip güzel dileklerde
bulunsa, yine aynı etki oluşacak ve sorunu olan kişi rahatlayacaktır. Bu nedenle
İslâm’da “psikolog”, “kişisel gelişim uzmanı”, “yaşam koçu” gibi absürd meslekler
ve kişiler olmaz.
Kişisel
gelişimcilere has olan şu mesleklere bir bakar mısınız?.. “Kişisel gelişim
uzmanı”, âile danışmanı”, “yaşam koçu”, “nefes terapisti”, “doğum koçu”, “emzirme
koçu”.. Bunlar insanın arkasıyla güleceği şeylerdir.
İslâm’da
psikolog yoktur. Müslüman birisi psikoloğa ihtiyaç da duymaz. Bir fizîkî
nedenden dolayı oluşan sorun için psikiyatriste ihtiyaç duyulabilir ama
psikoloğa ihtiyaç yoktur. Bir insan hem “müslüman” olacak, hem de psikoloğa
ihtiyaç duyacak; bu olacak iş değildir. Bir insan hem namaz kılacak, hem oruç
tutacak yâni Allah’a güvenecek; hem de psikolog-psikolog gezecek; böyle
bir şey düşünülemez. Müslümanlar birbirlerinin psikologlarıdır zâten. Ayrıca
“kâlplerin şifâsı” olan Kur’ân, psikolojik olarak insanları çok
rahatlattığından dolayı psikolog desteğine ihtiyaç duyurmaz. Açıkçası mü’minler,
psikoloğa, yaşam koçuna, kişisel gelişim uzmanına ihtiyaç duyan birini; korkak,
pısırık, uyuşuk, düzensiz, öz-güvensiz, bâzı şeylere aşırı tutku duyan ve genel
bir söz ile söylersek, “Allah’a karşı îman-güven problemi yaşayan biri” olarak
görürler. Ayrıca psikologların, kişisel gelişimcilerin ve yaşam koçlarının
yaptıkları telkin-nasihat vs. sonunda aldıkları parayı haram kabûl ederler.
Çünkü İslâm’a göre nasihat etmek, akıl vermek, iyi dilekte bulunmak zâten bir
müslümanın İslâmî ve insânî vazîfesidir.
Kâlplere ve de dolayısı ile
her-şeye “şifâ” olan Kur’ân varken, bir de insanların sorunlarını çözmek için(!)
kişisel gelişim uzmanları ve yaşam koçlarına başvurmak, ‘Kur’ân sizin bu
sorunlarınızı çözebilecek yeterlilikte bir kitap değildir” demek anlamına
gelir. Bilal Sambur bu konuda şunları söyler:
“İnsanlık,
top-yekûn bir mâneviyat krizi yaşamasına rağmen, kendisine sağlıklı ve sâhici
bir şekilde yol gösterecek bir hidâyet rehberinden yoksun bulunmaktadır.
İnsanın mâneviyat alanındaki boşluğunu, ‘yaşam koçları ve kişisel gelişim
uzmanları’ denilen bezirganlar doldurmaya çalışmaktadır. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu,
sahte koçlar ve uzmanlar değildir. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu hidâyet rehberi,
kâlplere şifâ ve rahmet olarak gönderilen Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân’ı akılla
kavrayacak ve kâlbine yerleştirecek sâhici bir mânevî dirilişe her zamankinden
daha fazla ihtiyaç vardır”.
Seküler-dinsiz
ideolojilerin, üretimlerin, devletlerin, insanları dinden soğutması ve insanların
da dînin yükümlülüklerini yerine getirme zorluğuna katlanmak istememeleri ve
tabî ki böyle parlak bir modern uygarlık zamânında “Dünyâ’yı ıskalamak” istememe
düşüncesi, modern insanı dinden, dolayısı ile de o mânevî rahatlıktan
uzaklaştırmıştır. Fakat insan sâdece maddî-fizîkî yapısı ile vâr olan bir
varlık değildir. İnsanın mânevî yapısı da vardır ve bu yapının ihtiyaçları da karşılanmalıdır.
İşte bu ihtiyaçlarını Allah’ın sahih dîni ile hem de bedâvaya karşılamayanlar, “modern
günah çıkarıcılar ve papazlar” olan kişisel gelişimciler, psikologlar ve yaşam
koçlarına giderek, hem de yüksek ücretler ödeyerek sorunlarına çâre
bulacaklarını zannediyorlar. Kişisel gelişimciler, oturdukları yerden sâdece
kendilerine gelenleri dinleyen ve sorunlara karşı absürd önerilerde bulunanlardan
başkası değildirler. Modern insan, kişisel gelişim uzmanları üzerinden şirk
koşmaktadır. Böyle davranmanın cezâsı, insanların -istisnâlar hâriç-, genel
anlamda, mânevî yapılarının zamanla boşluğa düşerek psikolojilerinin daha da fazla
bozulmasına ve bu kişilere daha fazla ihtiyaç duyar hâle gelmelerine neden
olacaktır. İnsanın mânevî-ruhsal yapısını besleyecek ve sağlıklı kılacak tek
gerçek etken olan Allah-Kur’ân ve namaz-oruç varken, şeytanın telkinleriyle
yetişen bu kişilere ve onların absürd ve sapık tekniklerine başvurmak şirktir
ve bu nedenle hastalığın-sorunun zamanla daha fazla artması kaçınılmazdır. Zîrâ
şirk, şirkten kurtulmadıkça affedilmeyen bir suç ve günahtır. Bu günahla mâlûl
olanlar ve böyle bir kısır-döngü içine girenler, bu kişilerin ve yöntemlerin
çok sıkı birer müşterileri oluyorlar ve kapitâlist kuşatmaya alınmış oluyorlar.
Kapitâlizme bir kapı daha açılmış oluyor böylece.
İnsanların bu modern
terapi yöntemleriyle kalıcı bir şekilde rahatlayacağını ve iyileşeceğini
zannetmeleri ne büyük bir ahmaklık ve cehâlettir. Allah’ın telkinlerini bir kenara
atıp da şeytanın fısıldamalarıyla oluşan -çünkü şeytan dostlarına vahyeder-
telkinlerle mi iyileşeceklerini zannediyorlar?. Modern tıbbın kimyevî
ilaçlarıyla zâten gardını bâriz bir şekilde düşürmüş olan modern insanlara
vurulan son darbe de, bu şarlatanların profan, yâni kutsalı olmayan din-dışı
telkinleri ve absürd ve manyakça önerileridir. Böylece, maddî olarak zâten
çökmüş olan insan, mânevî olarak da yıkılarak kendilerini liberâl-kapitâlist
sömürü sistemine tam uygun hâle getirmiş oluyor. Karanlık, “zifiri karanlık”
hâline geliyor ve buhran çok daha fazla artıyor. Oysa kâlpler ancak onun zikri ile
yâni Kur’ân ile tatmin bulup huzûra kavuşabilir: “Bunlar, îman edenler ve kâlpleri Allah’ın zikri olan Kur’ân ile
mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kâlbler yalnızca Allah’ın zikriyle (Kur’ân)
mutmain olur” (Ra’d 28).
Bir de şu vardır
ki, Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır ve Dünyâ “Dünyâ”’dır ve cennet değildir.
Dünyâ’yı, cennete bir köprü kuracak şekilde en ideâl bir yurt hâline getirmek
görevimizdir fakat “cenneti Dünyâ’da kurmak” da cinnettir. O hâlde Dünyâ’nın geçici
olduğunu bileceğiz ve sanki Dünyâ’da ebedî yaşayacakmış gibi tavır
takınmayacağız ve de tam da Allah’ın emrettiği ve istediği gibi yaşayıp, “gerçek
mutluluk diyârı” olan cenneti kazanmak için çalışacağız. Kişisel gelişimciler,
işte Dünyâ’yı sanki cennetmiş gibi kabûl ederek yapıyorlar telkinlerini. Zîrâ o
telkinlerin mevcut Dünyâ’da bir karşılığı yoktur. O telkinlerle, Dünyâ’nın acı gerçekleri
zinhar birbirleriyle uyuşmuyor. İşte bu nedenledir kişisel gelişimcilerin
“kişilere özel cennet” oluşturmaları ve bu hayâl sâyesindedir söyledikleri
zırvalıkları ve sapıklıkları kabûl ettirebilmeleri. Yoksa aklı başında biri
için onların söyledikleri ile Dünyâ’nın mevcut genel kötü durumunun bir-arada
olması mümkün değildir.
Kişisel
gelişimcilerin, kitaplarıyla ve konferanslarıyla yapmak istedikleri şey,
-farkındalar yada değiller-, “kişisel gelişimi dînin yerine ikâme etme”
çabasıdır. Vücûdun farklı şekillere sokulması, çeşitli duruşlar, entel-dantel
laflar-sözler etmek, farklı hareketler yapmakla varılmak istenen şey, bu
hareketlerin, dindeki ibâdetlerinin yerine konmak istenmesidir. Meselâ en bâriz
gözüken şey, namazın yerine bâzı hareketlerin konmak istenmesidir. Böylece
kişisel gelişim dinleşmektedir. Kişisel gelişim aslında bu “kişisel” olduğundan
dolayı “bencil gelişim”dir. Evet, kişisel gelişimin amacı, bir “bencillik dîni”
kurmaktır.
Bakın, diyorlar
ki: “Ellerinizi havaya kaldırın (tekbir), sonra kollarınızı salın (elleri
bağlama), şimdi belinizi 90 derece bükün (rükû), sonra da yere kapaklanın
(secde), başınızı iki yana çevirin (sağa-sola selam verin) ve “tabiat ana”dan
istekte bulunun (duâ). Hemen fark-edileceği gibi, bahsedilen şey aslında
namazın ifsâd edilerek şeklinin değiştirilmesi ve aynen müşriklerin el çırpma-alkış
şeklinde yaptığı absürd namaz şekli gibi sapık ibâdet şeklini insanlara
alıştırmaktır. ”Namaz kılın” demiyorlar da insanların bu sapık ve absürd
hareketleri yapmalarını istiyorlar ve artık emrediyorlar da. Dikkatli
baktığınızda, sokakta-işyerinde bu hareketleri gizli-gizli yapanları görüp
durursunuz. Sürekli bir yerlerine vurup dururlar ve dudakları da kıpırdar
durur. Namaz kılmazlar ve duâ etmezler ama manyakça şeyleri yaparlar. Zâten kişisel
gelişimcilerin sürekli söyledikleri şey şudur: “Bu hareketleri ve sözleri çok
sıkı bir şekilde ve disiplinle uzun zamanlar boyu yapmalısınız”.
Bu kişisel
gelişimciler yüzünden özellikle psikolojik sorunları olan nice insanlar
dostlarıyla-arkadaşlarıyla arayı açtılar da kendi yalnızlıklarına gömülüp
gittiler-gidiyorlar. Kişisel gelişimcilerin ağına düşman olan kişilerin genel
özelliği, “dost” (arkadaş değil) olmakta zorlanmalarıdır. Bu kişilerin candan
bir dostları olmadığı için ve hiç kimseyle dostluk kuramadıkları kişisel
gelişimcilerle “dost” olmak zorunda kalıyorlar. Tabi kişisel gelişimciler bu dostluğu(!)
para karşılığında yapıyorlar ve bu dostluk “pahalı bir dostluk”tur. Evet; Kimseyi “dost” edinemeyenler, psikologların
“kanki”leri oluyorlar. Gerçi psikolojik sorunları olanlar bu durumdan çok da rahatsız değildirler. Zîrâ onlar için
varsa-yoksa o andaki “sorunsuzluk”tur. Böyle bir tutumla sorunsuzluğa kavuşmayı
düşünmek tabî ki de ahmaklığın daniskasıdır. Bir insanın kişisel gelişimciler
yüzünden bir duâcısından mahrûm kalması nasıl bir felâkettir?. Çünkü o kişisel
gelişimciler, yaşam koçları ve psikologlar onlara; “sizi sıkıntıya sokan ve
rahatsız eden her-şeyden uzak durun” deyip duruyorlar. Hattâ bu kişiler en
yakınları olsa bile onlardan da uzak durmalarını öneriyorlar. Fakat bunun
hayatta bir karşılığı olmadığından ve kişisel gelişimcilerin tuzaklarına düşmüş
olanlar, tam onların söyledikleri moda girmişken, hayâtın acı gerçekleriyle
yüzleşiveriyorlar ve travmaları eskisine göre iki-üç kat birden artmış olarak
geri dönüyor. Bu durumda bir-çok kişiyi tanıyorum.
Ne yazık ki insanların
büyük çoğunluğu da bu şarlatanlara kanıyor ve Allah’ın bir emrini-tavsiyesine
uymayı zûl görenler, bu sapkın kişilerin önerilerini çok büyük bir dikkat ve
disiplinle kusursuz bir şekilde yerine getirerek takvâlarını arttırıyorlar ve böylece
şeytana çok önemli bir alan açarak onun hâkimiyetini güçlendiriyorlar. Netîcede
şeytan, hedefine ulaşmada görevini “on numara” yerine getiriyor ve başarılı da
oluyor. Ne demişti şeytan:
“Onları -ne olursa olsun-
şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin
olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattığını
değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse,
kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).
Kişisel gelişimcilerin
panzehiri, bir “kişisel gelişim savar” olan Bülent Akyürek, kişisel gelişim
hakkında şunları söyler:
“Kişisel gelişim, ‘birinci olmak’
üzerinden hareket eder. Biz birinci derecede insanızdır, kaliteli insanızdır,
bunu esas alırlar. Herkese, câhillere dâhi bunu pompaladılar. Hattâ onlara
kendilerinin üstün olduklarını inandırdılar. Bugün kişisel gelişimden geçmiş
insanları sokakta yürüyüşünden tanırız. Tikleri bellidir. İçi boş ve dimdik bir
adamdır. Tamâmen şeytânî bir tiptir bunlar. Bunun dışında, onların başka
hâlleri de vardır. Meselâ, ‘av hayvanı tipi’ hâli. Sonra, her-şeye sâhip olmak
isteyenin hâli. Bunlara göre, her-şey kendilerinindir. Bunlar, kullandıkları
eşyâlarla aynîleşerek, onlarla üstünlük kazanmaya çalışırlar.
Kişisel gelişimde ‘nâmusuyla adam olmak’
kaygısı yoktur. Kişisel gelişim böyle ön-görmüştür. Batı’da böyledir, bizde de bu
durum oluşturulmuştur. Meselâ, marketten aldığı kitapla hayâtı değişen
tipler bu oluşumun netîcesidir. Kişisel gelişimin modern dünyâsında, ‘yarın
güzel günler gelecek’ denildiğinde insanların gözü parlar. Fakat geçmişe dönük bir
şeyler söylendiğinde, meselâ ‘Asr-ı saadet ne güzeldi’ dediğimizde surat asılır.
Kişisel başarıcılar helâl-haram tanımazlar, hep kazanmak, başarmak, iyi
yerlerde olmak önemlidir onlar için. Kişisel gelişimcilerin ve modern dünyâlıların
en büyük trajedisi, ne yaparsa-yapsın, bunu iyi niyetle yaptığını söylemesidir.
Karşı tarafın kötü olduğunu söyleyerek de kötülük yapıyor. Oysa biz, Allah rızâsı
için bir şeyler yaparız yada yapmayız.
Mutlu olmak diye bir zorunluluğumuz yok,
biz ‘hüzün Peygamberi’nin ümmetiyiz. İlle de mutlu olmak istiyorsak, cehennem âyetlerini
okur, cenneti düşünürüz. İnsan fıtrat üzere doğar, hidâyetle değişir. Şeytan
ne istemişti: Tek-tip insan. Kişisel gelişim kitapları da bunu istiyor. Kişisel
gelişimde her-şeyin bir kontrôlü vardır: Öfke kontrôlü tedâvisi. Mutlu ol ama,
şöyle mutlu ol. Böylece heykele dönersin.
Kişisel Gelişim şeytanları, Kur’ân’ı
tersten okuyup yorumlayarak modern dünyânın yeni dîni olmaya çalışıyorlar. Kur’ân
‘yalnızca Allah’a güvenin, kibre kapılmayın’ diyor. Kişiliksiz Gelişimciler ise
‘kendinize, yeteneklerinize, güzelliğinize, içinizdeki deve inanın...’ diyerek
Kur’ân’ı tersten yorumlayıp para kazanıyorlar. Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin
mükemmelliğini yıkamayınca, tersten yollara başvurarak gâyelerine erişmeye
çalışıyorlar. Yabancı dillerden çevrilen kişisel gelişim kitaplarının, bizim
kültürümüze ve insanımıza uygunluğuna bakılmadan bolca reklamı yapılarak
okutturuluyor. Çevrilen kitapları okuyup özümseyenlerin, bizim ülkemizde
sevilen değil, nefret edilecek adamlar olacaklarını bilmiyorlar mı?. ‘İçindeki
Devi Uyandır, İçindeki Tüccarı Fişekle vs…’ kitaplarının binlerce benzeriyle
içimizin şeytanlarını serbest bırakanlara inat, bir Allah’ın kulu da çıkıp; ‘içinizdeki
Mü’mini, dervişi uyandırın!’ diyemedi!. Sabahları uyanır-uyanmaz tüm Dünyâ’ya
av-hayvanı gibi bakan, kazanmaya kilitlenmiş, para avcısı insanlar topluluğuyla
nasıl birlikte yaşayacağız?.
Kişisel gelişim; insanı ‘ürün’ hâline
getiriyor, onlara bir ‘tüketim nesnesi’ olarak bakıyor, hepimize ‘kendi-kendimizi
pazarlayan adamlar’ olmamızı öğretiyorlar. İnsanlara ilk olarak; Dünyâ’yı, yâni
doğal olarak evi, arabayı, kadını, erkeği, parayı, gücü, kariyeri sevdirip,
ardından da bunlara ulaşabilmenin binlerce sapık yolunu öğretiyorlar. Şeytan; performans, vücut-dili, kişisel
gelişim ilimlerini kullanarak damarlarımıza sızıyor. Saydığımız türler, ‘Şeytan’ın
İlmihâl Kitapları’ olmaya başladı. Modern Ticâret Dinleri, görüşlerini bu tarz
kitaplarla yayıp tanıtıyor. ‘8 Dakîkada İknâ Sanatı’ oluşturulan paralel
dinlerin hidâyetini açıklayabilecek cinsten, değil mi?”.
Kişisel
gelişimcilerin görevi; Dünyâ’nın gerçeklerine, acılarına, feryatlarına, adâletsizliklerine
aşırı duyarsız insanlar ortaya çıkarıp, hayvanlar gibi yiyip-içip çiftleşmekten
başka düşün(e)meyen, tam da kapitâlist-liberâl tâğutların istediği şekilde
aşırı bencil ve bireyci nesiller yetiştirmektir.
Nevzat Tarhan; “Dünyâ’da ‘iyiyi
düşün, iyi olsun’, böyle bir algı var ve yaşam koçları, kişisel gelişimciler bu
konuyla ilgili kitaplar yazmaya başladı. Böyle bir şey neden oluştu ve bu doğru
bir yöntem mi?. Herkesin bu konuyla ilgili konuşması doğru mu?” sorusuna şu
yanıtı verir:
“İşte biz o
yöntemlerin kurbanlarıyla uğraşıyoruz. Çeşitli kişisel gelişim teknikleri,
yaşam koçları var. Çünkü bir insan, sâdece pozitif duygulardan oluşmuyor.
Pozitif özelliklerle negatif özelliklerin karışımıdır insan. Yaşam koçları,
kişisel gelişimciler, o kişilerin olumsuz özelliklerini yok sayıyor. ‘Sen iyi
bir insansın, sen güçlüsün, sen önemlisin, sen başarılısın’ diyerek kişinin o
anda negatif yönlerini yok sayıyor ve pozitif yönlerinin üzerinden onu geçici
olarak rahatlatıyor. Fakat bu rasyonel bir rahatlama olmadığı için kimseyi
beğenmiyor. ‘Ben güçlüyüm, ben neymişim’ diyor. O tekniklerin en büyük
özelliği, ‘egoları şişirmesi ve insanı yalnızlaştırması’dır. O anlık kişiyi
rahatlatıyor ama uzun vâdede yalnızlaştırıyor. O teknikler gerekiyorsa
kullanılabilir. Bir ‘başarı tekniği’dir, ‘terapi tekniği’ değildir. Kişiyi
terapi etmek için veyâ bir başarı amacıyla kullanılır ama ‘terapi tekniği’
değil. Bir profesyonelin elinde olsa kişinin olumlu ve olumsuz yönlerini ele
alır, olumsuz yönleriyle barışık olma hâlini ona kazandırır, olumlu yönlerinin
üzerinde ilerlemesini sağlar. ‘En kötüye hazır ol ama en iyiyi bekle’
felsefesi. O teknikler, ‘en kötüye hazır ol’ demiyor, ‘en kötüyü yok say, en
iyiyi bekle’ diyor. Bu gerçekçi değil. O zaman yanlış kararlar veriyorsun. Kişi
kendi güçsüz, zayıf yönlerini bilmediği için olmadık yerde olmadık çıkışlar
yapıyor. Bu olmaz. Önce onu anlayacaksın, onun güçlü-zayıf yönlerini
bileceksin, ondan sonra onun stresini, acısını yöneteceksin”.
Psikolojik
sorunların ve terapistlerin bu kadar artmış olmasının nedeni, insanlarda oluşan
“değer yitimi” ile ilgilidir. Her bir yeni psikoloğun, yaşam koçunun ve kişisel
gelişim uzmanının ortaya çıkması, en az 100 kişinin “hiç”leştiğinin yada
kendini bir “hiç” gibi gördüğünün göstergesidir.
Psikologlar
dinsizlerden ve dîni dar yada zayıf olanlardan beslenirler. Kur’ân ise, rûhun
ve Dünyâ’nın gerçeklerini ve sorunlarını net olarak belirler ve bu sorunların
üstesinden gelmek için kesin emirler vererek, tâbilerini de “kardeşler” yaparak
onları Dünyâ’dan da, kendilerinden de koparmaz ve ilkeli şahsiyetler yapar.
İşte bu nedenle İslâm Dîni, psikologları, yaşam koçlarını ve kişisel
gelişimcileri işsiz bırakır.
Nasıl ki modern
tıbbın tedâvi edebildiği ve hattâ ilerlemesini durdurabildiği hiç-bir kronik hastalık
örneği yoksa, psikolog, yaşam koçu ve kişisel gelişim uzmanlarının önerileri ve
yöntemleri ile geçen bir hastalık ve sorun örneği yoktur ve bu metodlarla gerçek
anlamda, gerçek bir kronik hastalığından kurtulan da yoktur ve de olmayacaktır.
Birilerinin, uzun süre ilaç kullanmalarına rağmen sorunlarının geçmeyip de bu
yöntemlere başvurarak rahatlamalarının nedeni ise, bu metodlarla birlikte kullandıkları
ilaçları bırakmalarıdır. Zîrâ modern ilaçlar bâzen hastalığı daha da
ağırlaştırabiliyor ve zâten yan-etkileri ile başka hastalıklar da ortaya
çıkarabiliyor. İlaçlar bırakıldığında ilaçların olumsuz etkisi biterek vücûdun
tâmir mekanizması devreye giriyor ve kişi kendini iyi hissetmeye başlıyor. Bu
ilaç bırakmayı, kişisel gelişim metodlarıyla birlikte yaptığından dolayı,
iyileşmenin nedeninin, kişisel gelişimcilerin metodlarıyla olduğu zannediliyor.
Olan şey budur.
Allah, kendisine
tam teslim olanlara Hz.
İbrâhim’e gönderdiği gibi bir “koç” gönderir. O yüzden mü’minlerin kişisel
gelişim uzmanları olan “koç”lara
ihtiyâcı yoktur. Modern insanın “yaşam-koçları”na ihtiyaç duyması, “Hz. İbrâhim gibi teslim olup
da Allah’ın göndereceği “koç”tan mahrûm kalmalarında dolayıdır. Aynı-zamanda
İbrâhim’e gönderilen “koç”tan ibret almamaları da buna sebep olmaktadır. İsmâillerinden vazgeçemeyenlere Allah
“koç” göndermez. Bu nedenle de insanlar Allah yerine,
yaşam-koçlarına
sığınıyorlar. Mü’minler, ihtiyaçları olan motivasyonu dışarıdan değil, ilk
başta vahiy ile inşâ olmuş kendi içlerinden, sonra da mü’min kardeşlerinden alırlar.
Yaşam-koçları ise zâten yaşamdan uzak olanlardır. Onların kendilerine hayrı
yoktur ki başkalarına bir hayırları dokunsun. “Kendi himmete muhtaç dede, kaldı
ki başkasına himmet ede” sözü meşhurdur. Ne ilginçtir ki “yaşayamayanlar” yaşam-koçu oluyorlar.
Şamanlar, insanların
mânevi-psikolojik sorunlarıyla da ilgilenirlerdi. Bunun için bâzı hediyeler
kabûl ederlerdi. İşte şimdi bunu, “modern şamanlar” olan kişisel gelişim
uzmanları yapıyor.
Psikolog, âile danışmanı,
yaşam koçu, doğum koçu, emzirme danışmanı, terapistler vs. Nedir bunlar ya!..
Kişi Allah’a dayanmıyorsa, sâdece O’ndan yardım istemiyorsa (iyyâke na’budü ve
iyyâke nestain) tüm Dünyâ kişisel gelişim uzmanı olsa da ona yardım edemez. Rûh,
içten gelen yardımla sükûna erer, dıştan gelenle değil. Bir insana da Allah
yetmiyorsa, hiç-bir şey yetmez. Bir insan Allah’ın zikri yâni Kur’ân ile tatmin
olmuyorsa, hiç-bir şeyle tatmin olamaz:
“Bunlar, îman edenler ve
kâlpleri Allah’ın zikri olan Kur’ân ile mutmain olanlardır. Haberiniz olsun;
kâlbler yalnızca Allah’ın zikriyle (Kur’ân) mutmain olur” (Ra’d 28).
“Ey kavmim!; gerçekten bu dünyâ-hayâtı,
yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz âhiret, (asıl)
karar kılınan yurt odur”
(Mü’min 39).
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder