26 Ekim 2017 Perşembe

Başörtüsü (2)


“Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından yada babalarından yada oğullarından yada kocalarının oğullarından yada kendi kardeşlerinden yada kardeşlerinin oğullarından yada kız-kardeşlerinin oğullarından yada kendi kadınlarından yada sağ-ellerinin altında bulunanlardan yada kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden yada kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz” (Nûr 31).

 

Nûr sûresinin 31. âyetindeki “humur” (çoğulu “humur”, tekili “hımar”) kelimesinin “baş-örtüsü” anlamına gelmediği söyleniyor. “Baş-örtüsü anlamına gelmesi için, -yanlış ve komik bir şekilde- ‘humurun rass’ şeklinde yazılıp okunması gerekir” diyorlar ve ekliyorlar: “Kur’ân’daki “hımar” kelimesi ‘herhangi bir örtü’ anlamındadır, ‘başörtüsü’ anlamında değil”. Hımar’ın “başörtüsü” anlamına gelmesi için “humurun-ras” (“baş hımar”ı) şeklinde yazılması gerekiyormuş. Bu mantıkla, Türklerin de şapkaya; “baş şapkası” demeleri gerekir. Fakat bu çok komik olur. Çünkü şapka zâten kafaya-başa takılan bir eşyâdır. Bere, yazma, kasket, eşarp vs. gibi baş için kullanıldığı apaçık olan eşyâlar için de geçerlidir bu. Hiç kimse baş için üretildiği kesin olan bir eşyâyı başka bir yerine takacak değildir. İşte “hımar” da bu eşyâlar gibidir ve Araplar ve Ortadoğu’lular 4.000 yıldır hımar’ı başlarına takarlar-örterler ve zâten baş için üretmişlerdir. Artık hımar, “başa özel örtü” olmuştur ve adı da “baş”a gerek olmadan, sâdece “hımar”dır. Herkesin, baş için kullanıldığını görüp bildiği bir örtüdür hımar. Bu nedenle ayrıca başa bir vurgunun yapılması gerekmez. Çünkü bu, “başörtünü başına tak” demek gibi komik ve yanlış olur. Birisine; “çöpleri çöp tenekesine mi götürüyorsun?” demek nasıl saçma ise, “başörtüsünü (hımar) başına mı takacaksın?”, yada; “başörtüsü baş için midir?” demek de saçma olur. Başörtüsü tabî ki de başa takılacaktır. Başörtüsünü belimize takacak değiliz ya!. Meselâ kemeri boynumuza değil de belimize takarız, hem de “bel kemeri” demeden. Yine, çorabı da elimize değil de ayağımıza giyeriz ve çoraba “ayak çorabı” demeyiz. Hımar yâni başörtüsü de aynen bunun gibidir. Araplar için hımar’a ayrıca “baş” ifâdesinin eklenmesi bir esprinin konusu olabilir.  

 

Kur’ân aptallara yada 2 yaşındaki çocuklara hitâp etmiyor ki onlara; “bak bu örtü=hımar, bu baş=rass içindir” diye ayrıntı kullansın. Arapçada “şapka” kelimesi “qabea” olarak söylenir. Fakat Araplar gabea kelimesini, “gabea-un ras” şeklinde söylemezler ki!. İşte “hımar” da böyledir. Hımar’ı, “hımar-un rasa” şeklinde söylemek dil açısından hem yanlış hem de komiktir. Çünkü “rass” ile “hımar”, aynı yere yâni “baş”a atıf yapar.

 

Bu apaçık gerçeğe rağmen müslümanların içinden, hem de Kur’ân ile haşır-neşir olanların hâlâ; “Kur’ân’da başörtüsü yoktur”, “hımar başörtüsü değil, sâdece örtü anlamındadır” demeleri, ya; başörtüsü kullanmayan kadınlarına-kızlarına ve yakından tanıdıkları kadınlara söz geçirememeleri, yada psikolojik bir sorunun varlığına işâret olabilir.

 

Peygamber öncesi dönemde Araplar hımar’ı yozlaştırarak kullanmaya başlamışlardı. Aynen modern müslüman kadınların şimdilerde yaptığı gibi. Başlarına taktıkları hımar’ı yâni başörtüsünü arkaya yada yanlarına atıyorlar veyâ başın tepesinde topluyorlardı. İşte Kur’ân: “Hımar’larınızı-başörtülerinizi kullanım amacından saptırmışsınız ve bu nedenle de yanlış kullanıyorsunuz. O hımar’larınızı yâni başörtülerinizi, “göğüsleri açıkta bırakacak” şekilde değil, “göğüsleri kapatacak şekilde” takın, hımar’ın kullanım amacı budur” diyor. Yâni hımar’ın-başörtüsünün şeklini düzenliyor. “Arkaya-yana-tepeye doğru değil, öne doğru bağlayın” diyor. “Başörtüsü takın” denmiyor. Zîrâ başörtüsü “hımar” şeklinde zâten kullanılıyordu. Bu nedenle; “ey başörtüsü takanlar, başörtüsü takın!” demesi beklenemezdi. Fakat hımar’ı yâni başörtüsünü takma şeklini düzenlemek gerekiyordu. Allah kadınların taktıkları örtülerden en pratik olarak “hımar”ı uygun buldu ve hımar yâni başörtüsü üzerinden bu örtülerin nasıl bağlanması-örtülmesi gerektiğini belirledi. Allah neden kadınlara; “başlarınızı-saçlarınızı örtün’ diye açık emir vermemiştir” diyenlere şunu söylemek gerekir: Herkesin zâten kullanıp durduğu bir örtüyü takma emrinin verilmesi abes olurdu.

 

Hımar’ı yada başörtüsünü bir zamanlar ve hâlen erkeklerin de kullandığı doğrudur ve isteyen bunu takar-takıyor da. Fakat Nûr 31, “kadınlara söyle” diyor. Yâni emir direkt kadınlaradır. Bu nedenle “o zaman erkekler de taksın” gibi boş laflar etmeye gerek yoktur. Bir de, erkeğin göğsünü örtmesine de gerek yoktur. Hımar’ın ana amacı, göğüslerin örtülmesidir. Fakat Allah müslüman kadının imajını da belirliyor ve bunu, hımar’ın yâni başa takılan örtünün takma şeklini düzenleyerek yapıyor. Şu da var ki; mesele Arapların kullandığı “hımar”=“örtü” değildir. Dünyâ’nın çeşitli yerlerindeki kadınlar, başı ve göğsü, aynen hımar gibi, “amaca uygun olarak” örtecek bir örtü üretebilirler ve buna değişik isimler de verebilirler. Yeter ki tesettürün amacı yerine getirilmiş olsun. İşte Kur’ân’da bu amaç-hedef, “hımar” üzerinden veriliyor. Çünkü ilk muhâtap olan Peygamberimiz Arabistan, Mekke-Medîne’de yaşıyordu ve buradaki kadınların kullandığı örtülerin içinde amaca en uygun olan örtü “hımar”dı. Daha başka örtüler de kullanılıyordu tabi, mikne’a, nasıyf gibi, fakat Allah “hımar”ı seçti. O hâlde esas olan “uygunluk”tur. Hımar nasıl ki hem başı hem de göğüsleri pratik ve amaca uygun olarak kapatıp tesettürün gereğini yerine getirebiliyorsa, başka coğrafyalarda-kültürlerde de benzer amacı gözeten bir örtü üretilebilir ve ona çeşitli isimler verilebilir. Mustafa İslamoğlu “Başörtüsünün Farziyyeti” başlıklı yazısında şunları söyler:

 

“Dert şu: Hımar ile başın örtülmesi kastedilseydi, içinde “baş” kelimesi geçerdi!. Bu durumda (Mekke’deki) hanımların başlarına örttükleri “mikne’a” ve “nasıyf” isimli örtülerde de “baş” kelimesi aranması gerekirdi. Nerede bunların içinde baş?. Kişi hiç-bir şey bilmese de haddini bilecek. “Başörtüsü yoktur” iddiâsını ortaya atan kişinin, asgariden sözlüklere bakması lâzım. Baksaydı ne görürdü?. Şöyle ortalama bir Kur’ân talebesi olsaydı, sözlükte “örtülerle” ilgili olarak şunları görürdü:

 

1. Burka’ (veyâ burku’): Bütün yüzü örter. (Erkeğin kullandığına kına’ denir).

2. Nikab: Bütün yüzü örtmeyip iki gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür.

3. Lifâm: Her iki gözü de burun üstünden îtibâren açık bırakan başörtüsüdür.

4. Lisâm: Burun açıkta kalacak şekilde ağız üstünden örtülen örtüdür.

5. Hımar: Yüz hâriç başın ve boynun tamâmını örten ve Kur’ân’da emredilen örtüdür.

6. Nasîf: Hımar’ın daha büyüğü, Anadolu’daki “atkı”ya benzer başörtüsüdür.

7. Mikne’a: Nasif’ten daha büyük olup bel altına kadar uzanan başörtüsüdür.

8. Cilbab: Yüz hâriç, baştan ayağa her tarafı örten örtüdür.

 

Hımar, lûgat olarak tereddütsüz “baş”la ilgilidir. İçki’ye de aklı örttüğü için aynı kökten “hamr” denilmiştir. İkisi arasındaki ortak nokta “baş” ile ilgili olmasıdır. Meselâ “küfr” de “örtmek” demektir. Ama “baş”a veyâ “akla” değil, kâlbe nisbet edildiği için farklı kökten kullanılmıştır.

 

“Hani bunun içinde baş?” sorusu kasıtlı bir tahrif ve saptırma amacı taşımıyorsa, cehâletin daniskasıdır. Yukarıda Arapçada kullanılan tüm başörtüsü isimleri sıralanmıştır. Hiç-birinin içinde “baş” yoktur. Olmasına gerek de yoktur. Türkçede de bu böyledir: Yazma, yaşmak, atkı, bürgü, bürümcek, çarşaf, çar, yağlık, eşarp, tülbent… Bunların tümü de bacak değil başı örter ve içinde “baş” geçmez. Hoş Arapçada na’leyn, huffeteyn, cevrabeyn de ayağa giyilirler, ama içinde “ayak” geçmez. “Hani bunun ayağı?” diyerek bunların ayağa giyilmediğini söylemek ne kadar ciddî ise, “hani bunun başı?” sorusu da o kadar ciddîdir.

 

“Kitabına uyduranlar” takımı ne diyor?: “Hımar başı örtmez, göğüsleri örter?”. Yâni?. Yânisi şu: Hımar başörtüsü değil, göğüs örtüsüdür. Peki, aynı mantıkla sormak gerekmez mi?: “Nerede bunun içinde göğüs kelimesi?”.  

 

Baş-örtüsüne düşman olanlar onun yerine ikâme edilen flârı baş-tâcı edip kapış-kapış almaktadırlar. Baş-örtüsü bir gericilik sembôlü olarak görülürken, onun daha küçük boyutlusu olan flâr bir modernlik göstergesi olarak görülüyor.

 

Baş-örtü düşmanları terbiyesizce, “Sümerlilerde baş-örtüsü takanların sâdece fâhişeler olduğunu ve özgür kadınların ise baş-örtüsü takmadıklarını” söyleyip duruyorlar. İnsanın da şöyle diyesi geliyor: “Sümerlilerde fâhişeler bile baş-örtüsü takarken modern kadınların çoğu takmıyor”. Sanki Sümerler bizim örneğimiz ve öğretmenimizmiş gibi onlardan örnek getiriyorlar. Oysa aynı zamanlara âit tam-aksi belge kayıtları da vardır. Meselâ M.Ö. 13. yüzyıldan kalma Assur tabletlerinden, “saygın kadınların peçeyle örtünmelerinin zorunlu kılındığı, oysa bunun aksine, fâhişelerin ve kölelerin kendilerini gizlemelerinin yasak olduğunu” öğreniyoruz. Ne olacak şimdi?..

 

Beni asıl düşündüren şey, başörtüsüne yapılan îtirâzın “gerçek sebebi”dir. Düşündüğümde bunun sebebi olarak, “modern telâkki”den başka bir şey bulamıyorum. Zîrâ hımar yâni başörtüsü, modern Dünyâ’ya uymuyor. Hımar yâni başörtüsü, “klâsik dünyâ”nın bir eşyâsıdır. Modern hayat ise, klâsik olandan nefret eder. Klâsik olandan nefret edince, klâsik dünyâya âit olandan da nefret etmiş oluyor ve olanca gücüyle sataşıyor ona.

 

Şeytanın fısıldadığı tâğutun bu zamandaki görünümü “modernite” şeklindedir. Şeytan, yaşadığımız çağda “modernite” olarak gözükmektedir. Şirk, bu zamanda “modernite/post-modernite olarak tezâhür ediyor. Zâten lâiklik ve demokrasi ve hattâ kapitâlizm de, modernitenin bir sonucudur. Hımar meselesi ve liberâl-kapitâlist sisteme uymayan hımar’a îtirâz, modernite ile başladı. Kadınlar hımar’larını modernizm ile birlikte çıkardı yada bağlanış şeklini “bozma” anlamında değiştirdi. Çünkü modernite onu böyle yapmaya zorladı-zorluyor. Bu nedenle modernite bu meselenin baş-sorumlusudur.

 

Göğüslerin kapatılmasının en pratik yolu “baş”tan aşağıya doğru salınan hımar ile yapılmasıdır. Bu yapılmadığında otomatikman yanlış yapılmış olur ve zâten âyette de yapılan yanlış düzeltiliyor. “Salt Kur’ân” ile anlaşılmaz tabi bu. 1.400 yıl önceki bir “örneklik” var. İslâm Târihi’ni bir yana bırakarak “sâdece Kur’ân” (ki bu, modern bir İslâm anlayışıdır) ile bunu bulmaya çalışmak Kur’ân’a zulmetmektir ki modern müslümanın en büyük sorunu budur. Çünkü İslâm Târihi ve Sünnet modern değil de “klâsik” olduğundan ve modern olan klâsik olandan nefret ettiği için, istediği gibi yorumlayabileceği dîni “sâdece Kur’ân”dan çıkarmak istiyor fakat aradığını bulamayınca da aşırı yoruma kaçıyor. Mesele şu; çorabı ayağına giymediğinde maksata ulaşıl(a)maz. Çorabı ayağa giymemek başlı-başına bir yanlıştır. Hımar’ı da başa takmamak başlı-başına bir yanlıştır. Hımar; baştan göğüs üzerine doğru salınıp, yakaların üzerine sıkıca vurulmadığında amaç-maksat yerine gel(e)mez. Bunun aksini aramaya ve tartışmaya gerek yoktur ve hımar “göğüsleri de kaptan başörtüsü”dür. “Baş” kelimesi aramaya gerek yoktur, çünkü lafın fazlası “normâl olmayan”a söylenir. Kur’ân bu nedenle “kıssalara” ve “târihe” işâret ediyor ve “bakmıyorlar mı?” diyor ve akla vurgu yaparak “düşünmezler mi?”, “akletmezler mi?” diyor. Kur’ân yorumlanacaktır ama bu yorum, “modern olan”a göre değil de, İslâm Târihi’nde bulduğumuz “sünnet”e göre olacaktır. Modern zamanda bile, 1.400 yıl önceki “tarz”, (“tarz” diyorum, “mutlak olarak o zamânın aynısı”nı demiyorum) alınıp yapılacaktır. Kur’ân’ı moderne uydurmayacağız, modern zamanı Kur’ân ile değiştireceğiz. Aynen Peygamberimizin yaptığı gibi ve onun tarzını (sünnet) kullanarak.

 

Hımar ile aynı form’a  âit olan “hamr” kelimesi “içki” anlamına gelir. İçkiye “hamr” denilmesinin nedeni, aklı örtmesinden/beyni uyuşturmasından dolayıdır. Beyin insanın baş-kısmında bulunduğu için “hamr”=“örten” kelimesi ile ifâde edilmiştir. Dikkat edilirse “hamr” kelimesi “baş”a atıf yapar. Yâni, “humur”, “hımar”, “hamr” ve formları hep “baş”a atıf yapar, “baş”ı ifâde eder ve “baş” için kullanılır. Demek ki hımar “baş” ile de ilgilidir.

 

Hımar’ı, göğüslerin üzerine salınca ve yakalardan sımsıkı kapatınca zâten baş da “örtülmesi gerektiği gibi” örtülmüş oluyor. Kur’ân’da erkeklerin başörtüsü kullanması için bir emir yok. Bu nedenle de; “o hâlde erkekler neden örtmüyor” sorusu abestir. Bu, örf-coğrafya ile ilgilidir. İsteyen herkes takar. Fakat hımar’ı yâni başörtüsünü, kadınların takması zorunludur ve hattâ ben diyorum ki, erkekler için dînin direği “namaz” iken, “kadınlar için dînin direği başörtüsüdür”. Şöyle ki..

 

Bir kadına, neden namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı sorulabilse de sorgulanamaz ve bu konuda ona baskı yapılamaz. Fakat başörtüsü-tesettür konusunda sorgulama-baskı yapılabilir. Çünkü başörtüsü-tesettür, kadının dîninin direğidir.

 

Meselâ 10 sene arka-arkaya doğum yapan bir kadını ele alalım; Hâmilelik, loğusa süreci, emzirme durumu ve hattâ “aybaşı” hâli gibi durumlarda “ruhsat” kullanarak (yâni mevcut durumları bir “hastalık” olarak kabûl ederek) oruç tutmasa da olur. Fakat bu süre boyunca başörtüsüz ve tesettürsüz dolaşamaz. Bu durumlarda bulunuyorken namazı kısaltsa yada “cem” yapsa da olur, fakat bu süreç boyunca başörtüsüz ve tesettürsüz olamaz. Hâmile-loğusa-emzikli olma durumları nedeniyle haccı erteleyebilir, fakat başörtüsü ve tesettürü erteleyemez. Çoluk-çocuk, ev işi vs.den dolayı Kur’ân okumaya vakit ayıramayabilir yada ayırmayabilir, fakat başörtüsüz ve tesettürsüz hâlde bulunamaz. Hattâ şöyle bir durum bile vardır: Bir kadın bile-isteye ve tasarlayarak (taammüden) birini vahşice öldürse, sonra da bunu îtirâf etse, sonuçta da îdam ile cezâlandırılsa.. fakat bu kadın 3 aylık hâmile olsa; 6 ay doğum süreci, 24 ay da emzirme süreci boyunca yâni 30 ay boyunca (Ahkâf 15) îdam edilemez. Bu süreç bitip çocuk emniyete alınana kadar kadının yaşamı güvence altındadır. Fakat bu 30 ay boyunca başörtüsüz ve tesettürsüz dolaşamaz, başörtüsü ve tesettürü bırakamaz. Tüm bu süreç-süreçler boyunca başörtüsüne-tesettüre uymak zorundadır. Çünkü başörtüsü-tesettür, kadının dîninin direğidir. 

 

Kadın, baş-örtüsü-tesettür konusunda sonuna kadar zorlanabilir, fakat diğer konularda belli bir noktadan sonra zorlanamaz ve sâdece uyarma-tavsiye-yönlendirme yapılabilir. Çünkü kadın dînin her emriyle sorumlu olsa da, kadının dîninin direği başörtüsü-tesettürdür. 

 

Başörtüsü kadına bir imaj ve İslâmî bir duruş kazandırır-kazandırmalıdır. Başörtüsü, İslâm-merkezli bir düşünüş ve yaşayışın göstergesidir ve göstergesi olmalıdır. Zâten birilerinin başörtüsünü görünce cinnet geçirmesinin nedeni de budur: İslâm’ı hatırlatması. Bu bağlamda; “başörtülü, kapitâlist-demokrat-liberâl-konformist-lâik kadın” ile; “başörtüsüz, kapitâlist-demokrat-liberâl-konformist-lâik kadın” arasında bir fark yoktur. Başörtülü kadın, salt İslâm-merkezli olmak durumundadır.  

 

Başörtüsü-tesettür kadınlar için “dînin direği” olduğundan, kadınlar hem başörtüsü ve genel örtünmelerine titizlikle uymalı, hem de tesettürü “ayağa düşürmeyecek” şekilde uygulamalıdırlar. Post-modern zamanlarda kadınların çoğu baş-örtüsünü bir “aksesuar” olarak kullanmaya başladı. “Makyajsız çıkmam” diyenler gibi, “baş-örtüsüz çıkmam” diyenler peydâh oldu. Onu bir süs nesnesi olarak, bir “imaj aracı” olarak kullanıyorlar. Hattâ bâzıları onu “ârızalı” yerlerini gizlemek için kullanıyor. Oysa baş-örtüsü ve tesettür “ziynetlerin örtülmesi” içindir. Amaç budur yâni. Baş-örtüsü imajın değil, îmânın bir göstergesidir. Mü’min kadının kimliğinin göstergesidir.

 

Kadınlar için dînin direği olan başörtüsü-tesettür, hakkıyla yerine getirilmediğinde “bir parça bez”e indirgenir ve kadınlar için dînin geri kalan tarafı da yozlaşır. Çünkü merkez-direk sağlam olmadığında, diğer taraflar sallanır ve sarsılır durur. Bu nedenle ey kadınlar-kızlar!; dîninizin direği olan başörtüsünü-tesettürü “bir parça bez”e indirgemeyin. Onu “bir parça bez” gibi kullanmayın. Başörtüsünü-tesettürü ayağa düşürmeyin ki dîninizin direği de kırılmasın.

 

Domuz yemeye laf etmeyenler ve zinhar domuz eti yemeyenler, başörtüsüne karşı sonsuz yorumlar yapıyorlar ve bir türlü iknâ olmuyorlar. Hâlbuki domuz yasağı ne kadar açık bir sakındırma ise, başörtüsü emri de o kadar açık bir emirdir. Başörtüsü ile ilgili sorun çıkarılmasının nedeni, “yapmak” ile “yapmamanın” aynı kolaylıkta olmamasıdır. Çünkü “zâten yapılmayan” (domuz yememe) şeyi yapmamak hem zor değildir hem de kamusal alanla ilgili değildir. Fakat “yapılması gereken” (başörtüsü takma) şey hayâtın her alanında yapılması gerektiğinden dolayı daha zordur. İşte kadınlar için emredilen başörtüsü-hımar, kamusal alanı da ilgilendirdiğinden ve nefs de bu durumla mücâdele etmesi gerektiğinden dolayı zorlanıyor. İşte o zorluğa katlanmak istemeyenler bunu aşmak için “hımar”a “hımar başörtüsü değil, örtüdür” diyorlar.

 

Başörtüsünü sâdece kafalarına takıp ruhlarına da giydiremeyenler, onu en uygun yerde ve en kısa zamanda sanki bir paçavraymış gibi bir-an önce fırlatıveriyorlar. Modern kadın ve kızlar, başörtülerini çok “sıkıcı” buluyorlar ve gerektiği gibi örtmekten kaçınıyorlar. Çünkü ruhlarına kabûl ettiremiyorlar. Meleke hâline gelemiyor. Bu belki yaz günlerinde biraz anlaşılabilir bir durum fakat bunu kışın da yapıyorlar. Başörtüsü kara zorla takılmaz ve taşınamaz.

 

İslâm’a göre, baş-örtüsünü hakkıyla, bilinçlice ve nizâmi olarak takan kadınlar, baş-örtüsü takmayan ve baş-örtüsünü hakkıyla, bilinçlice ve nizâmi olarak takmayan kadınlardan üstündür. Zîrâ Allah’ın emrine uyanlar, Allah’ın emrine uymayanlardan üstündür. Buna rağmen lâiklerin ve baş-örtülü olmayanların yada baş-örtüsünü zamâna aykırı bularak karşı olanların, -güyâ- baş-örtüsünü bir eksiklik, gerilik ve düşüklük olarak görmelerinin sonucunda; “biz baş örtülüleri hoş görüyoruz” demeleri küstahlık, câhillik ve kibirdir. Siz Allah’ın emrini yerine getireni “hoş görmek”ten mi bahsediyorsunuz?!. Baş-örtüsü takmak hoş görülmesi ve idâre edilmesi gereken bir şey değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın apaçık bir emridir. Ne yâni; Allah’ın tesettür emrine isyân ederek, başı açık olmaktan başka her türlü dekolteyle vücutlarını sergileyenler, Allah’ın emrini yerine getiren ve tesettüre riâyet edenlerden daha mı üstün ve doğru bir yoldadırlar?!. Hayır!; tam-aksine, baş-örtüsü takanlar takmayanları belli bir süreliğine hoş görüyorlar ve onlara yapmaları gereken şeyi hem baş-örtüleriyle hem de sözleriyle ve yazılarıyla gösteriyorlar ve söylüyorlar.

 

Baş-örtülülerin mi yoksa baş-örtüsü takmayanların mı hoş görüleceği, devletin ideolojisiyle ilgilidir. Lâik, seküler ve demokratik (yâni Allah’sız) bir devlette baş-örtülüler a-normâl ve ezik olarak görülüyor ve bâzıları da baş-örtüsüne katlanamıyorlar da bu yüzden de çeşitli şerefsizlikler yapıyorlar. Bir İslâm devletinde olsa bunu yapmaları söz-konusu bile olmazdı ve bunu düşünmezlerdi bile. Çünkü asıl olan ve olması gereken, kadınların baş-örtülü olmasıdır, “örtüsüz” olması değil. Asıl baş-örtüsü kullanmayanlar ezik, câhil ve günahkârdır. A-normal olanlar da baş-örtülü olanlar değil, Allah’ın apaçık emrine rağmen baş-örtüsü takmayanlardır.

 

Post-modern zamanlarda pozitivist Dünyâ’da dişilerin tamâmı baş-örtüsü taksa da baş-örtüsü sorunu yine de bitmiş olmaz. Baş-örtüsü, “kadın için Allah tarafından olmazsa-olmaz bir emir” olarak kabûl edilene kadar bu sorun bitmeyecektir. Açıkçası başörtüsü kullanmak, başörtüsü yâni hımar kullanmamaya göre üstün sayılana kadar başörtüsü sorunu devâm edecektir. Bu, “İslâm Devleti kurulana kadar başörtüsü sorunu bitmeyecek” anlamına gelir.  

 

“Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir” (Müzzemmil 19).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2017

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder