“Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini
(harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa
vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Başörtülerini, yakalarının
üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından yada
babalarından yada oğullarından yada kocalarının oğullarından yada kendi
kardeşlerinden yada kardeşlerinin oğullarından yada kız-kardeşlerinin
oğullarından yada kendi kadınlarından yada sağ-ellerinin altında bulunanlardan
yada kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden yada
kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına
göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.
Hep birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz” (Nûr 31).
Nûr sûresinin
31. âyetindeki “humur” (çoğulu “humur”, tekili “hımar”) kelimesinin
“baş-örtüsü” anlamına gelmediği söyleniyor. “Baş-örtüsü anlamına gelmesi için,
-yanlış ve komik bir şekilde- ‘humurun rass’ şeklinde yazılıp okunması gerekir”
diyorlar ve ekliyorlar: “Kur’ân’daki “hımar” kelimesi ‘herhangi bir örtü’
anlamındadır, ‘başörtüsü’ anlamında değil”. Hımar’ın “başörtüsü” anlamına
gelmesi için “humurun-ras” (“baş hımar”ı) şeklinde yazılması gerekiyormuş. Bu
mantıkla, Türklerin de şapkaya; “baş şapkası” demeleri gerekir. Fakat bu çok
komik olur. Çünkü şapka zâten kafaya-başa takılan bir eşyâdır. Bere, yazma,
kasket, eşarp vs. gibi baş için kullanıldığı apaçık olan eşyâlar için de
geçerlidir bu. Hiç kimse baş için üretildiği kesin olan bir eşyâyı başka bir
yerine takacak değildir. İşte “hımar” da bu eşyâlar gibidir ve Araplar ve
Ortadoğu’lular 4.000 yıldır hımar’ı başlarına takarlar-örterler ve zâten baş
için üretmişlerdir. Artık hımar, “başa özel örtü” olmuştur ve adı da “baş”a
gerek olmadan, sâdece “hımar”dır. Herkesin, baş için kullanıldığını görüp
bildiği bir örtüdür hımar. Bu nedenle ayrıca başa bir vurgunun yapılması
gerekmez. Çünkü bu, “başörtünü başına tak” demek gibi komik ve yanlış olur.
Birisine; “çöpleri çöp tenekesine mi götürüyorsun?” demek nasıl saçma ise,
“başörtüsünü (hımar) başına mı takacaksın?”, yada; “başörtüsü baş için midir?”
demek de saçma olur. Başörtüsü tabî ki de başa takılacaktır. Başörtüsünü
belimize takacak değiliz ya!. Meselâ kemeri boynumuza değil de belimize
takarız, hem de “bel kemeri” demeden. Yine, çorabı da elimize değil de
ayağımıza giyeriz ve çoraba “ayak çorabı” demeyiz. Hımar yâni başörtüsü de
aynen bunun gibidir. Araplar için hımar’a ayrıca “baş” ifâdesinin eklenmesi bir
esprinin konusu olabilir.
Kur’ân aptallara
yada 2 yaşındaki çocuklara hitâp etmiyor ki onlara; “bak bu örtü=hımar, bu
baş=rass içindir” diye ayrıntı kullansın. Arapçada “şapka” kelimesi “qabea”
olarak söylenir. Fakat Araplar gabea kelimesini, “gabea-un ras” şeklinde
söylemezler ki!. İşte “hımar” da böyledir. Hımar’ı, “hımar-un rasa” şeklinde
söylemek dil açısından hem yanlış hem de komiktir. Çünkü “rass” ile “hımar”,
aynı yere yâni “baş”a atıf yapar.
Bu apaçık
gerçeğe rağmen müslümanların içinden, hem de Kur’ân ile haşır-neşir olanların
hâlâ; “Kur’ân’da başörtüsü yoktur”, “hımar başörtüsü değil, sâdece örtü
anlamındadır” demeleri, ya; başörtüsü kullanmayan kadınlarına-kızlarına ve
yakından tanıdıkları kadınlara söz geçirememeleri, yada psikolojik bir sorunun
varlığına işâret olabilir.
Peygamber öncesi
dönemde Araplar hımar’ı yozlaştırarak kullanmaya başlamışlardı. Aynen modern
müslüman kadınların şimdilerde yaptığı gibi. Başlarına taktıkları hımar’ı yâni
başörtüsünü arkaya yada yanlarına atıyorlar veyâ başın tepesinde topluyorlardı.
İşte Kur’ân: “Hımar’larınızı-başörtülerinizi kullanım amacından saptırmışsınız
ve bu nedenle de yanlış kullanıyorsunuz. O hımar’larınızı yâni başörtülerinizi,
“göğüsleri açıkta bırakacak” şekilde değil, “göğüsleri kapatacak şekilde” takın,
hımar’ın kullanım amacı budur” diyor. Yâni hımar’ın-başörtüsünün şeklini
düzenliyor. “Arkaya-yana-tepeye doğru değil, öne doğru bağlayın” diyor.
“Başörtüsü takın” denmiyor. Zîrâ başörtüsü “hımar” şeklinde zâten
kullanılıyordu. Bu nedenle; “ey başörtüsü takanlar, başörtüsü takın!” demesi
beklenemezdi. Fakat hımar’ı yâni başörtüsünü takma şeklini düzenlemek
gerekiyordu. Allah kadınların taktıkları örtülerden en pratik olarak “hımar”ı
uygun buldu ve hımar yâni başörtüsü üzerinden bu örtülerin nasıl bağlanması-örtülmesi
gerektiğini belirledi. Allah neden kadınlara; “başlarınızı-saçlarınızı örtün’
diye açık emir vermemiştir” diyenlere şunu söylemek gerekir: Herkesin zâten
kullanıp durduğu bir örtüyü takma emrinin verilmesi abes olurdu.
Hımar’ı yada
başörtüsünü bir zamanlar ve hâlen erkeklerin de kullandığı doğrudur ve isteyen
bunu takar-takıyor da. Fakat Nûr 31, “kadınlara söyle” diyor. Yâni emir direkt kadınlaradır.
Bu nedenle “o zaman erkekler de taksın” gibi boş laflar etmeye gerek yoktur. Bir
de, erkeğin göğsünü örtmesine de gerek yoktur. Hımar’ın ana amacı, göğüslerin
örtülmesidir. Fakat Allah müslüman kadının imajını da belirliyor ve bunu, hımar’ın
yâni başa takılan örtünün takma şeklini düzenleyerek yapıyor. Şu da var ki;
mesele Arapların kullandığı “hımar”=“örtü” değildir. Dünyâ’nın çeşitli
yerlerindeki kadınlar, başı ve göğsü, aynen hımar gibi, “amaca uygun olarak”
örtecek bir örtü üretebilirler ve buna değişik isimler de verebilirler. Yeter
ki tesettürün amacı yerine getirilmiş olsun. İşte Kur’ân’da bu amaç-hedef,
“hımar” üzerinden veriliyor. Çünkü ilk muhâtap olan Peygamberimiz Arabistan, Mekke-Medîne’de
yaşıyordu ve buradaki kadınların kullandığı örtülerin içinde amaca en uygun
olan örtü “hımar”dı. Daha başka örtüler de kullanılıyordu tabi, mikne’a, nasıyf
gibi, fakat Allah “hımar”ı seçti. O hâlde esas olan “uygunluk”tur. Hımar nasıl
ki hem başı hem de göğüsleri pratik ve amaca uygun olarak kapatıp tesettürün
gereğini yerine getirebiliyorsa, başka coğrafyalarda-kültürlerde de benzer
amacı gözeten bir örtü üretilebilir ve ona çeşitli isimler verilebilir. Mustafa
İslamoğlu “Başörtüsünün Farziyyeti” başlıklı yazısında şunları söyler:
“Dert şu: Hımar ile başın örtülmesi kastedilseydi,
içinde “baş” kelimesi geçerdi!. Bu durumda (Mekke’deki) hanımların başlarına
örttükleri “mikne’a” ve “nasıyf” isimli örtülerde de “baş” kelimesi aranması
gerekirdi. Nerede bunların içinde baş?. Kişi hiç-bir şey bilmese de haddini
bilecek. “Başörtüsü yoktur” iddiâsını ortaya atan kişinin, asgariden sözlüklere
bakması lâzım. Baksaydı ne görürdü?. Şöyle ortalama bir Kur’ân talebesi
olsaydı, sözlükte “örtülerle” ilgili olarak şunları görürdü:
1. Burka’ (veyâ burku’): Bütün yüzü
örter. (Erkeğin kullandığına kına’ denir).
2. Nikab: Bütün yüzü örtmeyip iki
gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür.
3. Lifâm: Her iki gözü de burun
üstünden îtibâren açık bırakan başörtüsüdür.
4. Lisâm: Burun açıkta kalacak
şekilde ağız üstünden örtülen örtüdür.
5. Hımar: Yüz hâriç başın ve
boynun tamâmını örten ve Kur’ân’da emredilen örtüdür.
6. Nasîf: Hımar’ın daha büyüğü,
Anadolu’daki “atkı”ya benzer başörtüsüdür.
7. Mikne’a: Nasif’ten daha büyük olup
bel altına kadar uzanan başörtüsüdür.
8. Cilbab: Yüz hâriç, baştan ayağa
her tarafı örten örtüdür.
Hımar, lûgat olarak tereddütsüz “baş”la ilgilidir. İçki’ye
de aklı örttüğü için aynı kökten “hamr” denilmiştir. İkisi arasındaki ortak
nokta “baş” ile ilgili olmasıdır. Meselâ “küfr” de “örtmek” demektir. Ama “baş”a
veyâ “akla” değil, kâlbe nisbet edildiği için farklı kökten kullanılmıştır.
“Hani bunun içinde baş?” sorusu kasıtlı bir tahrif ve
saptırma amacı taşımıyorsa, cehâletin daniskasıdır. Yukarıda Arapçada
kullanılan tüm başörtüsü isimleri sıralanmıştır. Hiç-birinin içinde “baş”
yoktur. Olmasına gerek de yoktur. Türkçede de bu böyledir: Yazma, yaşmak, atkı,
bürgü, bürümcek, çarşaf, çar, yağlık, eşarp, tülbent… Bunların tümü de bacak
değil başı örter ve içinde “baş” geçmez. Hoş Arapçada na’leyn, huffeteyn,
cevrabeyn de ayağa giyilirler, ama içinde “ayak” geçmez. “Hani bunun ayağı?”
diyerek bunların ayağa giyilmediğini söylemek ne kadar ciddî ise, “hani bunun başı?”
sorusu da o kadar ciddîdir.
“Kitabına uyduranlar” takımı ne diyor?: “Hımar başı
örtmez, göğüsleri örter?”. Yâni?. Yânisi şu: Hımar başörtüsü değil, göğüs
örtüsüdür. Peki, aynı mantıkla sormak gerekmez mi?: “Nerede bunun içinde göğüs
kelimesi?”.
Baş-örtüsüne düşman olanlar
onun yerine ikâme edilen flârı baş-tâcı edip kapış-kapış almaktadırlar.
Baş-örtüsü bir gericişik sembôlü olarak görülürken, onun daha küçük boyutlusu
olan flâr bir modernlik göstergesi olarak görülüyor.
Beni asıl
düşündüren şey, başörtüsüne yapılan îtirâzın “gerçek sebebi”dir. Düşündüğümde
bunun sebebi olarak, “modern telâkki”den başka bir şey bulamıyorum. Zîrâ hımar
yâni başörtüsü, modern Dünyâ’ya uymuyor. Hımar yâni başörtüsü, “klâsik
dünyâ”nın bir eşyâsıdır. Modern hayat ise, klâsik olandan nefret eder. Klâsik
olandan nefret edince, klâsik dünyâya âit olandan da nefret etmiş oluyor ve
olanca gücüyle sataşıyor ona.
Şeytanın
fısıldadığı tâğutun bu zamandaki görünümü “modernite” şeklindedir. Şeytan,
yaşadığımız çağda “modernite” olarak gözükmektedir. Şirk, bu zamanda
“modernite/post-modernite olarak tezâhür ediyor. Zâten lâiklik ve demokrasi ve
hattâ kapitâlizm de, modernitenin bir sonucudur. Hımar meselesi ve liberâl-kapitâlist
sisteme uymayan hımar’a îtirâz, modernite ile başladı. Kadınlar hımar’larını
modernizm ile birlikte çıkardı yada bağlanış şeklini “bozma” anlamında
değiştirdi. Çünkü modernite onu böyle yapmaya zorladı-zorluyor. Bu nedenle
modernite bu meselenin baş-sorumlusudur.
Göğüslerin
kapatılmasının en pratik yolu “baş”tan aşağıya doğru salınan hımar ile
yapılmasıdır. Bu yapılmadığında otomatikman yanlış yapılmış olur ve zâten
âyette de yapılan yanlış düzeltiliyor. “Salt Kur’ân” ile anlaşılmaz tabi bu.
1.400 yıl önceki bir “örneklik” var. İslâm Târihi’ni bir yana bırakarak “sâdece
Kur’ân” (ki bu, modern bir İslâm anlayışıdır) ile bunu bulmaya çalışmak Kur’ân’a
zulmetmektir ki modern müslümanın en büyük sorunu budur. Çünkü İslâm Târihi ve
Sünnet modern değil de “klâsik” olduğundan ve modern olan klâsik olandan nefret
ettiği için, istediği gibi yorumlayabileceği dîni “sâdece Kur’ân”dan çıkarmak
istiyor fakat aradığını bulamayınca da aşırı yoruma kaçıyor. Mesele şu; çorabı
ayağına giymediğinde maksata ulaşıl(a)maz. Çorabı ayağa giymemek başlı-başına
bir yanlıştır. Hımar’ı da başa takmamak başlı-başına bir yanlıştır. Hımar;
baştan göğüs üzerine doğru salınıp, yakaların üzerine sıkıca vurulmadığında
amaç-maksat yerine gel(e)mez. Bunun aksini aramaya ve tartışmaya gerek yoktur
ve hımar “göğüsleri de kaptan başörtüsü”dür. “Baş” kelimesi aramaya gerek
yoktur, çünkü lafın fazlası “normâl olmayan”a söylenir. Kur’ân bu nedenle
“kıssalara” ve “târihe” işâret ediyor ve “bakmıyorlar mı?” diyor ve akla vurgu
yaparak “düşünmezler mi?”, “akletmezler mi?” diyor. Kur’ân yorumlanacaktır ama
bu yorum, “modern olan”a göre değil de, İslâm Târihi’nde bulduğumuz “sünnet”e
göre olacaktır. Modern zamanda bile, 1.400 yıl önceki “tarz”, (“tarz” diyorum,
“mutlak olarak o zamânın aynısı”nı demiyorum) alınıp yapılacaktır. Kur’ân’ı
moderne uydurmayacağız, modern zamanı Kur’ân ile değiştireceğiz. Aynen
Peygamberimizin yaptığı gibi ve onun tarzını (sünnet) kullanarak.
Hımar ile aynı
form’a âit olan “hamr” kelimesi “içki”
anlamına gelir. İçkiye “hamr” denilmesinin nedeni, aklı örtmesinden/beyni
uyuşturmasından dolayıdır. Beyin insanın baş-kısmında bulunduğu için
“hamr”=“örten” kelimesi ile ifâde edilmiştir. Dikkat edilirse “hamr” kelimesi
“baş”a atıf yapar. Yâni, “humur”, “hımar”, “hamr” ve formları hep “baş”a atıf
yapar, “baş”ı ifâde eder ve “baş” için kullanılır. Demek ki hımar “baş” ile de
ilgilidir.
Hımar’ı,
göğüslerin üzerine salınca ve yakalardan sımsıkı kapatınca zâten baş da
“örtülmesi gerektiği gibi” örtülmüş oluyor. Kur’ân’da erkeklerin başörtüsü
kullanması için bir emir yok. Bu nedenle de; “o hâlde erkekler neden örtmüyor”
sorusu abestir. Bu, örf-coğrafya ile ilgilidir. İsteyen herkes takar. Fakat
hımar’ı yâni başörtüsünü, kadınların takması zorunludur ve hattâ ben diyorum
ki, erkekler için dînin direği “namaz” iken, “kadınlar için dînin direği
başörtüsüdür”. Şöyle ki..
Bir kadına,
neden namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı sorulabilse de sorgulanamaz ve bu
konuda ona baskı yapılamaz. Fakat başörtüsü-tesettür konusunda sorgulama-baskı
yapılabilir. Çünkü başörtüsü-tesettür, kadının dîninin direğidir.
Meselâ 10 sene
arka-arkaya doğum yapan bir kadını ele alalım; Hâmilelik, loğusa süreci,
emzirme durumu ve hattâ “aybaşı” hâli gibi durumlarda “ruhsat” kullanarak (yâni
mevcut durumları bir “hastalık” olarak kabûl ederek) oruç tutmasa da olur.
Fakat bu süre boyunca başörtüsüz ve tesettürsüz dolaşamaz. Bu durumlarda
bulunuyorken namazı kısaltsa yada “cem” yapsa da olur, fakat bu süreç boyunca
başörtüsüz ve tesettürsüz olamaz. Hâmile-loğusa-emzikli olma durumları
nedeniyle haccı erteleyebilir, fakat başörtüsü ve tesettürü erteleyemez.
Çoluk-çocuk, ev işi vs.den dolayı Kur’ân okumaya vakit ayıramayabilir yada
ayırmayabilir, fakat başörtüsüz ve tesettürsüz hâlde bulunamaz. Hattâ şöyle bir
durum bile vardır: Bir kadın bile-isteye ve tasarlayarak (taammüden) birini
vahşice öldürse, sonra da bunu îtirâf etse, sonuçta da îdam ile
cezâlandırılsa.. fakat bu kadın 3 aylık hâmile olsa; 6 ay doğum süreci, 24 ay
da emzirme süreci boyunca yâni 30 ay boyunca (Ahkâf 15) îdam edilemez. Bu süreç
bitip çocuk emniyete alınana kadar kadının yaşamı güvence altındadır. Fakat bu
30 ay boyunca başörtüsüz ve tesettürsüz dolaşamaz, başörtüsü ve tesettürü
bırakamaz. Tüm bu süreç-süreçler boyunca başörtüsüne-tesettüre uymak
zorundadır. Çünkü başörtüsü-tesettür, kadının dîninin direğidir.
Kadın,
baş-örtüsü-tesettür konusunda sonuna kadar zorlanabilir, fakat diğer konularda
belli bir noktadan sonra zorlanamaz ve sâdece uyarma-tavsiye-yönlendirme yapılabilir.
Çünkü kadın dînin her emriyle sorumlu olsa da, kadının dîninin direği
başörtüsü-tesettürdür.
Başörtüsü kadına
bir imaj ve İslâmî bir duruş kazandırır-kazandırmalıdır. Başörtüsü, İslâm-merkezli
bir düşünüş ve yaşayışın göstergesidir ve göstergesi olmalıdır. Zâten birilerinin
başörtüsünü görünce cinnet geçirmesinin nedeni de budur: İslâm’ı hatırlatması.
Bu bağlamda; “başörtülü, kapitâlist-demokrat-liberâl-konformist-lâik kadın” ile;
“başörtüsüz, kapitâlist-demokrat-liberâl-konformist-lâik kadın” arasında bir
fark yoktur. Başörtülü kadın, salt İslâm-merkezli olmak durumundadır.
Başörtüsü-tesettür
kadınlar için “dînin direği” olduğundan, kadınlar hem başörtüsü ve genel
örtünmelerine titizlikle uymalı, hem de tesettürü “ayağa düşürmeyecek” şekilde
uygulamalıdırlar. Post-modern zamanlarda kadınların çoğu baş-örtüsünü bir
“aksesuar” olarak kullanmaya başladı. “Makyajsız çıkmam” diyenler gibi,
“baş-örtüsüz çıkmam” diyenler peydâh oldu. Onu bir süs nesnesi olarak, bir
“imaj aracı” olarak kullanıyorlar. Hattâ bâzıları onu “ârızalı” yerlerini
gizlemek için kullanıyor. Oysa baş-örtüsü ve tesettür “ziynetlerin örtülmesi”
içindir. Amaç budur yâni. Baş-örtüsü imajın değil, îmânın bir göstergesidir. Mü’min
kadının kimliğinin göstergesidir.
Kadınlar için
dînin direği olan başörtüsü-tesettür, hakkıyla yerine getirilmediğinde “bir
parça bez”e indirgenir ve kadınlar için dînin geri kalan tarafı da yozlaşır.
Çünkü merkez-direk sağlam olmadığında, diğer taraflar sallanır ve sarsılır
durur. Bu nedenle ey kadınlar-kızlar!; dîninizin direği olan
başörtüsünü-tesettürü “bir parça bez”e indirgemeyin. Onu “bir parça bez” gibi
kullanmayın. Başörtüsünü-tesettürü ayağa düşürmeyin ki dîninizin direği de
kırılmasın.
Domuz yemeye laf
etmeyenler ve zinhar domuz eti yemeyenler, başörtüsüne karşı sonsuz yorumlar
yapıyorlar ve bir türlü iknâ olmuyorlar. Hâlbuki domuz yasağı ne kadar açık bir
sakındırma ise, başörtüsü emri de o kadar açık bir emirdir. Başörtüsü ile
ilgili sorun çıkarılmasının nedeni, “yapmak” ile “yapmamanın” aynı kolaylıkta
olmamasıdır. Çünkü “zâten yapılmayan” (domuz yememe) şeyi yapmamak hem zor
değildir hem de kamusal alanla ilgili değildir. Fakat “yapılması gereken” (başörtüsü
takma) şey hayâtın her alanında yapılması gerektiğinden dolayı daha zordur.
İşte kadınlar için emredilen başörtüsü-hımar, kamusal alanı da
ilgilendirdiğinden ve nefs de bu durumla mücâdele etmesi gerektiğinden dolayı
zorlanıyor. İşte o zorluğa katlanmak istemeyenler bunu aşmak için “hımar”a “hımar
başörtüsü değil, örtüdür” diyorlar.
Başörtüsünü sâdece
kafalarına takıp ruhlarına da giydiremeyenler, onu en uygun yerde ve en kısa zamanda
sanki bir paçavraymış gibi bir-an önce fırlatıveriyorlar. Modern kadın ve
kızlar, başörtülerini çok “sıkıcı” buluyorlar ve gerektiği gibi örtmekten
kaçınıyorlar. Çünkü ruhlarına kabûl ettiremiyorlar. Meleke hâline gelemiyor. Bu
belki yaz günlerinde biraz anlaşılabilir bir durum fakat bunu kışın da yapıyorlar.
Başörtüsü kara zorla takılmaz ve taşınamaz.
İslâm’a göre, baş-örtüsünü
hakkıyla, bilinçlice ve nizâmi olarak takan kadınlar, baş-örtüsü takmayan ve
baş-örtüsünü hakkıyla, bilinçlice ve nizâmi olarak takmayan kadınlardan
üstündür. Zîrâ Allah’ın emrine uyanlar, Allah’ın emrine uymayanlardan üstündür.
Buna rağmen lâiklerin ve baş-örtülü olmayanların yada baş-örtüsünü zamâna aykırı
bularak karşı olanların, -güyâ- baş-örtüsünü bir eksiklik, gerilik ve düşüklük
olarak görmelerinin sonucunda; “biz baş örtülüleri hoş görüyoruz” demeleri
küstahlık, câhillik ve kibirdir. Siz Allah’ın emrini yerine getireni “hoş
görmek”ten mi bahsediyorsunuz?!. Baş-örtüsü takmak hoş görülmesi ve idâre
edilmesi gereken bir şey değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın apaçık bir
emridir. Ne yâni; Allah’ın tesettür emrine isyân ederek, başı açık olmaktan
başka her türlü dekolteyle vücutlarını sergileyenler, Allah’ın emrini yerine
getiren ve tesettüre riâyet edenlerden daha mı üstün ve doğru bir
yoldadırlar?!. Hayır!; tam-aksine, baş-örtüsü takanlar takmayanları belli bir
süreliğine hoş görüyorlar ve onlara yapmaları gereken şeyi hem baş-örtüleriyle
hem de sözleriyle ve yazılarıyla gösteriyorlar ve söylüyorlar.
Baş-örtülülerin mi yoksa baş-örtüsü
takmayanların mı hoş görüleceği, devletin ideolojisiyle ilgilidir. Lâik,
seküler ve demokratik (yâni Allah’sız) bir devlette baş-örtülüler a-normâl ve ezik
olarak görülüyor ve bâzıları da baş-örtüsüne katlanamıyorlar da bu yüzden de
çeşitli şerefsizlikler yapıyorlar. Bir İslâm devletinde olsa bunu yapmaları
söz-konusu bile olmazdı ve bunu düşünmezlerdi bile. Çünkü asıl olan ve olması
gereken, kadınların baş-örtülü olmasıdır, “örtüsüz” olması değil. Asıl baş-örtüsü
kullanmayanlar ezik, câhil ve günahkârdır. A-normal olanlar da baş-örtülü
olanlar değil, Allah’ın apaçık emrine rağmen baş-örtüsü takmayanlardır.
Post-modern
zamanlarda pozitivist Dünyâ’da dişilerin tamâmı baş-örtüsü taksa da baş-örtüsü
sorunu yine de bitmiş olmaz. Baş-örtüsü, “kadın için Allah tarafından
olmazsa-olmaz bir emir” olarak kabûl edilene kadar bu sorun bitmeyecektir.
Açıkçası başörtüsü kullanmak, başörtüsü yâni hımar kullanmamaya göre üstün
sayılana kadar başörtüsü sorunu devâm edecektir. Bu, “İslâm Devleti kurulana
kadar başörtüsü sorunu bitmeyecek” anlamına gelir.
“Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir
yol bulabilir” (Müzzemmil 19).
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder