26 Ekim 2017 Perşembe

Hayâtın Kıyısında Yaşamak



“Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın üzerinizdeki nîmetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kâlplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nîmetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidâyete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini böyle açıklar” (Âl- İmran 103).

İslâm âlemi ve gayr-ı müslimlerin mazlumları özellikle son 150-200 yıldır, insanlık târihinde görülmeyen zulümlere mâruz kaldılar ve kalıyorlar. Çok zor bir hayatları oldu ve bu zorluk artarak devâm eden bir zorluktur. “Yeryüzünün lânetlileri” olarak fişlenen Dünyâ’nın bu mazlum ve mağdur kesimi, zamanla “hayâtın ortası”ndan uzaklaştırılmış ve en kıyısına kadar konulmuştur. Hayâtın kıyısında yaşamaya mahkûm edilmişlerdir. Hayâtın kıyısı, bir uçurumun kıyısı gibidir. Üstelik bu uçurum ateşle doludur. Bu nedenle de sürekli bir korku içinde yaşadıklarından yada yaşamaya mecbûr bırakıldıklarından, hayâtın ortasında değil de kıyısında yaşamaya râzı olmaktadırlar. Sürekli zorluk içinde olmak, o zorluğa görece alışmaya neden oluyor. Aslında bu alışma, körlükten ve cehâletten kaynaklanan bir alışmadır. 

Müslümanları ve mazlumları hayâtın kıyısına itenler, onların ancak kendi dedikleri gibi yaşayacaklarına söz verdiklerinde ve böyle yaşamaya başladıklarında o riskli bölgeden daha güvenli(!) bölgeye gelebilmelerine izin vermektedirler. Aksi-hâlde tüm tâğutlar ve zâlimler el-birlik edip müslümanları ve mazlumları hayâtın en kıyısında tutmaya devâm etmekte ve hattâ zamanla da daha kıyıya doğru itmektedirler. Üstelik uçurumun ateşini de her geçen biraz daha harlamaktadırlar. Tabi bu şekilde sürekli yaşamak mümkün olmadığı için, birileri o uçuruma düşerek hayâtını kaybetmektedir.

Hapis-hânedekiler, hayâtın kıyısında yaşamaktadırlar. Hattâ Ebu Gureyb, Guantanamo gibi hapis-hâneler (daha doğrusu işkence-hâneler) hayâtın en kıyısıdırlar. Buralarda yaşayanlar, eğer oralardan kaçma durumları yoksa, belki de hayâtın kıyısında, daha doğrusu ateş çukurunun kenarında yaşamaktadırlar. Tabî buna “yaşamak” denemez. Buralarda perişanlık içinde yaşayanlar varken, hayâtın biraz ortalarında umarsızca yaşayanlara da “insan” denemez.  

Hayâtın kıyısındakiler için, yeterli beslenme, yeme-içme-giyme, sağlık ve huzur yoktur. Zâlimlerin, bu insanları hayâtın kıyısına itmelerinin nedeni, onları zorluk içinde bırakarak, ancak kendi ideolojilerine, kültürlerine, tarzlarına uyarlarsa kurtulacaklarını daha etkili olarak telkin etmek içindir. Fakat bunu kabûl etmek, “onların dînine girmek” demektir. Aslında böyle olunca -görece- “kıyıdan” uzaklaşacaklar, bir nebze rahat edeceklerdir fakat bu sefer de bedenleri kurtulurken ruhları tutsak olacaktır. Yâni bu sefer de ruhlar hayâtın kıyısında yaşamak zorunda kalacaktır. O hâlde onların dînini kabûl edip o dîne girmek, modern bir köleliktir.

Onların dînine girmek demek, onların ideolojilerini kabûl etmek, onların kültürlerini taklit etmek, ürettiklerini kullanmak demektir. Onların dînine girmek demek, demokratik düzeni din olarak kabûl etmek, kapitâlizmi savunmak demektir:

“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

İşte hayâtın kıyısında yaşayanların içinde, bu şekilde yaşamaya îtirâz edip isyân yükseltenler her zaman olmuştur ve olacaktır. Zâten ancak böyle bir çıkış yapıldığında hayâtın riskli kıyısından gerçek anlamda uzaklaşılabilecektir. Şu-an îtibârıyla küresel tâğutlarla savaşlar, hem hayâtın kıyısında yaşamayı kabûl etmeyen, hem de onların dinlerine girmeyi kabûl etmeyenler arasında yapılan savaşlardır. Bu müslümanlar ve mazlumlar bu yolla kıyıda yaşamaktan kurtulmuşlar fakat ağır baskı altındadırlar. Zîrâ hayâtın kıyısında yaşayanlar ve buna zamanla alışanlar ve durumlarından râzı olanlar onlara destek vermemektedir. Gerçek sorun budur: Hayâtın kıyısında yaşayan büyük kitle, kıyıdan kurtulma mücâdelesi verenlere destek olmamaktadır. Çünkü “o kıyıda bile yaşayamazsak” düşüncesi ve korkusu buna engel olmaktadır. Oysa mevcut şekilde yaşamak daha kötüdür ve bu, haysiyetsizce ve onursuzca bir yaşam-şeklidir. Üstelik ölüm bir son değildir ki!. Önemli olan zulme bir direniş göstermek ve bunu Allah rızâsı ve İslâmî bir hayat için yapmaktır. Allah insanları böyle rezil bir şekilde hayâtın kıyısında yaşamaları için yaratmamıştır. Herkes hayâtın tam da ortasında; güvenli, mutlu, huzurlu bir şekilde yaşamayı hak ediyor. Öyleyse bu rezil durumdan kurtulmak için bir “çaba” göstermek gerekir. Bu mücâdeleye başlamak ve sürdürmek için de ölmekten ve zorluklardan korkmamak gerekir:

“Bilin ki, dünyâ-hayâtı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).

Bâzıları da kendilerini, uçurumun kenarında olmalarına rağmen, engin bir denizin tatlı-tatlı esintileri arasında zannediyor. Onlara öyle söyleniyor. Çok güvendikleri tâğutlar yada tâğutların uşakları onları kandırmaktadır. Bir-anda düştüklerinde anlıyorlar gerçeği; hayâtın kenarında yaşamanın, uçurumun kenarında yaşamak olduğunu. Tâğutlar, hayâtın kıyısında yaşayanları güvende zannettirirler, oysa sürekli tehlikededirler ve bu nedenle de hayatta hızla yol alamazlar, hâlbuki hayâtı parsellemiş olanlar, hayâtın tam ortasında hızla yol almaktadırlar.

Bir de kıyıda-köşede yaşamak vardır ki; hayâtın kıyısında yaşamak istemeyenler, vazgeçerek kıyıda-köşede bir yerde yaşamayı göze alırlar bir-çok şeyden vazgeçerek. Meselâ modern kentlerde insanların bir-çoğu kentin kıyısında (varoş) yaşarlar. Oysa bir-çok haktan ve hizmetten mahrumdurlar. Aslında buralarda yaşayanlar modern kentlerde yaşamamaktadır, sâdece bulunmaktadırlar. Hem de bu bulunuş şekli çok zor şartlar altındadır. Bu nedenle bâzıları kentlerden çekilip kıyıda-köşede yaşamayı seçmiştir ki, bu İslâmî mücâdeleden kaçmak olarak da kabûl edilebilir, modern kentin çirkefliğinden kaçmak olarak da. Buna “ölü gibi yaşam” da denebilir. Ne de olsa ölüler hayâtın (kentin) kıyısında yaşayanlardır. Zîrâ mezarlar kent-merkezlerinin yâni hayâtın en kıyısına yapılmaktadır.

Hayâtın kıyısında yaşayanlar dînin de kıyısında yaşamak zorunda kalıyorlar ve dînin uydurulmuş olanına yöneliyorlar. Hayâtın kıyısında yaşayanlar cehâlet içindedirler. Din diye bildikleri şeyler, kıyıdan-köşeden duyup-bildikleri şeylerdir. Hayâtın kıyısında yaşayanlar dîni de ucundan-kıyısında öğrenirler ve ucundan-kıyısından îman ederek, ucundan-kıyısından yaşarlar. Zâten hayâtın kıyısında yaşamak zorunda kalmaları bir cezâdır. Dîni kıyısından-köşesinden anlayıp yaşayanlar, hayâtın da kıyısında-köşesinde yaşamakla cezâlandırılırlar. Bu îman “yeterli îman” olmadığı için, kıyıda yaşayanlar hem cehâletten dolayı kıyıda yaşadıklarını fark edemezler yada buna îtirâz etmezler, hem de kıyıdan kurtulmak için bir cesâret gösteremedikleri için kıyıdan kurtulamazlar. Zayıf  bilgi ve îmanları onları böyle bir mücâdeleye sevk edemez.

Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve bu imtihan değişik şekillerde ve zorluklarla da olabilir. Fakat hep aynı imtihana mâruz kalmak da ahmaklıktır. İşte yapılması gereken şey, bir gayret göstererek imtihan şeklini değiştirmek ve “kıyıda-köşede yaşama imtihanı”ndan, “kıyıdan kurtulma imtihanı”na geçmektir. Bu imtihanın da bir bedeli olacaktır tabî ki. İmtihan bunu gerektirir çünkü:

“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele” (Bakara 155).

İslâm Dîni, çeşitli zorlukları içinde taşıyan bir “hayat dînidir”. Hayattan kopuk değildir ki zorluktan kopuk olsun. Hayâtın doğal bir zorluğu vardır çünkü. En azından Dünyâ’nın doğal zorluklarıyla karşılaşacaktır îman edip bu dîne girmiş olan kişi. Zâten Kur’ân’da anlatılan peygamberlerin yaşadığı zorluklar, mücâhedeler ve gayretler yâni zorluklar kıssalarda net bir şekilde görülüyor. Hiç-bir peygamber, göbeğini kaşıya-kaşıya peygamberlik yapmamıştır. Böyle bir tebliğ ve örneklik sergilememişlerdir. Zâten Kur’ân, Dünyâ’da olan zulüm ve zorbalıklara karşı gönderilmiş bir dindir ve bir zorbalığın bir zorluğa girmeden ber-tarâf edildiği vâki değildir. İnsanlık târihinde bir kötülüğün ve zulmün çok kolay bir şekilde sâdece söz ile, ricâ ile giderildiği ve düzeltildiğinin bir örneği yoktur. (Belki sâdece Hz. Yûnus’un ikinci görev-yeri için geçerli olabilir bu durum). Çeşitli zorluklar sonucunda ve büyük gayretler sonucunda ancak bu çirkefliklerden kurtulunabilir. Zâten âlemlere rahmet Peygamberimiz, o kadar dürüst ve merhâmetli bir insan olmasına rağmen, dâvâsı uğruna tüm malını-mülkünü bu yolda fedâ ettiği gibi, 70’e yakın seriye, gazve ve savaş yapmış ve bunların bâzılarında bizzat baş-komutan olarak bulunmuştur. Bu yolda niceleri canlarını vermişlerdir. Allah Kur’ân’da insanların-mü’minlerin zorluklara tâlip olmasını emrediyor:

“Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir” (Beled 12-13).

“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir” (Âl-i İmran 186).

“Allah’a ve Resûlüne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Saff 11).

“Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” (Tevbe 41).

Bu âyetler, hayâtın kıyısında-köşesinde zorluklar içinde yaşamaktan kurtulmanın reçeteleridir. Fakat hayâtın kıyısında yaşamaktan kurtulmak için ilk başta, İslâm’a ucundan-kıyısında îman etmekten vazgeçmek ve onu hakkıyla idrâk etmek şarttır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Eylül 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder