26 Ekim 2017 Perşembe

Dünyâ’yı Iskalama Korkusu


“Allah’ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, Dünyâ’dan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez” (Kasas 77).

İki çeşit insan vardır. Bu insan tipleri, hayâtı hangi merkezde yaşadığına göre ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı seçenler. 2-Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat dünyâ-merkezli yaşamı seçenler âhiretten olumlu faydalanamazlar:

“Kim âhiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde arttırmalar yaparız. Kim dünyâ ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun âhirette bir nasibi yoktur” (Şûrâ 20).

Yine Dünyâ’da iki tür insan vardır: 1-Orta-hâlli ve onurlu bir hayat yaşamak isteyenler. 2-Refah ve zevk içinde yaşamak isteyenler.

İnsan “yarı-mahrûmiyete uygun” yaratılmıştır. Refah onu hasta eder. Hele “sahte refah” (aslında refah içinde olunmadığı hâlde refah içindeymiş gibi yaşama) ise, “aptal hasta” eder. Dünya şu-anda bu durumdadır. Mahrûmiyet insanın “fıtrî bir terapisi”dir. Refah, insanları hasta etti. “Yalancı refah” ise insanları perişân etti. İnsanlar mahrûmiyetten mahrumlar. Mahrûmiyetten mahrum olan insan, cenneti bu dünyâda yaşamak istiyor. Fakat insan, “özlem odaklı” yaratılmıştır. Bu özlem “cennet özlemi”dir ki, bu cennet Dünyâ’da hiç-bir zaman oluşamayacağı için, insan da Dünyâ’da tam anlamıyla aslâ tatmin olamaz. “Âhirete has olan yer”dir cennet.

Modern insan; “Dünyâ’da ne kadar rahat edersem, âhirette de o kadar rahat ederim” zannediyor. Yâni “Dünyâ’yı ne kadar ıskalamazsam, âhireti de o kadar ıskalamamış olurum” diye yanlış bir düşüncesi var.

Modern dünyâ, kâlbi bırakıp mîdeye kilitlenmiş insanların dünyâsıdır. Modern dünyâda tüketimi en üst seviyede gerçekleştiren kişiler, “en üstün kişiler” olarak kabûl ediliyor ve Dünyâ’yı ıskalamaktan korkanların idolü hâline geliyorlar. Çok tüketenler, “Dünyâ’da hiç-bir şeyi ıskalamayacan âbi, Dünyâ’da her-şeyden tatcan” diyenlere kötü örnek oluyorlar. Kapitâlist-liberâl zihniyet bunu çeşitli kanallara insanlara dayatıp duruyor. 

İnsanlık-târihi boyunca sürekli olarak iki çeşit din yürürlükte olmuştur: Allah-merkezli ve insan-merkezli din. Allah-merkezli dîni “vahiy” belirlerken, insan-merkezli dîni “nefs, hevâ ve heves” belirler. İnsan-merkezli dînin ilk temsilcisi Kâbil; vahiy-merkezli dînin ilk temsilcilerinden biri ise Hâbil’dir. Yâni Hz. Âdem’in iki oğlu. İnsan-merkezli dînin müntesiplerinin hedefi Dünyâ iken, vahiy-merkezli dînin müntesiplerini hedefi ise âhirettir. Dünyâ geçici olduğundan dolayı, insan-merkezli dînin bağlıları “Dünyâyı ıskalamamak” ve Dünyâ’dan dibine kadar faydalanabilmek için, -her türlü şerefsizlik de dâhil- her-şeyi yapabilirlerken ve bu nedenle kendilerini tutmazlarken; vahiy-merkezli dînin bağlıları ise sonsuz âhiret bilinci ile kendileriyle Dünyâ arasına bir mesâfe koyarlar ve kendilerini tutarlar. Vahiy-merkezli din, zâten bir “kendini tutma dîni”dir. İnsan-merkezli din ise “kendini tutmama dîni”, “hiç-bir şeyi ıskalamama dîni”dir.

Dünyâ’yı ıskalamak istemeyenler ve bundan nefret edenler, aslında Dünyâ’nın büyük kesiminin Dünyâ’yı ıskalamasını isteyenlerdir. Zîrâ Dünyâ’yı ıskalamak istemeyenlerin bunu gerçekleştirebilmesi için, insanların büyük çoğunluğunun Dünyâ’yı ıskalaması gerekmektedir. Aksi-hâlde Dünyâ’yı ıskalamama düşüncesinin Dünyâ’da bir karşılığı olmayacaktır. Zâten bu nedenle Dünyâ’nın %99’u, Dünyâ’nın %1’ini memnun etmek için çalışıyor. Dünyâ’nın %99’u, Dünyâ’nın %1’i “Dünyâ’yı ıskalamasın” diye ezilmektedir.

Dünyevî haz, dinden verilen tâvizlere bağlıdır. Dinden ne kadar tâviz verirseniz, Dünyâ’dan o kadar haz alırsınız. Dolayısı ile Dünyâ’yı ıskalamamak için dinden tâviz vermelisiniz ve dinden ne kadar tâviz verirseniz ve ondan uzaklaşırsanız Dünyâ’yı o oranda ıskalamamış olursunuz. Fakat bu sefer de ebedî hayat olan cenneti ıskaladığınız gibi, ıskalamanız imkânsız olan cehennemi hak edersiniz. Mevcut lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-konformist-emperyâl sisteme göre işleyen Dünyâ’dan bir pay almak istiyorsanız, bu sistemlere uymak zorundasınız. Bu sistemlere göre yaşamak zorundasınız. Kim bu sisteme daha iyi uyarsa, o kişi sistemden daha fazla yararlanır. Oysa bu şekildeki yaşama isteği şeytandandır ve modernizm, insanın maddî olanla aslâ doldurulamayacak olan yerini bu yama türünden şeylerle doldurmak istemektedir. Geçici hazlarla sevinen insan da, modernizmin bu oyununa zevkle katılmaktadır. İslâm medeniyetinde doğal sınırlar içinde ve ölüm sonrası ebedî cennette yaşamanın huzûrundan ilmel-yakin de olsa haberi olamayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş durumdadırlar ve modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler. Îman zaafiyetinin en önemli göstergesi, “Dünyâ’yı ıskalama korkusu”dur.

“Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünyâ hayâtına sevindiler. Oysaki dünyâ hayâtı, âhirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta’dan başkası değildir” (Ra’d 26)

İslâm, biraz da, Dünyâ’nın ıskalanmasını emreder. Bunu, vazgeçme şeklinde, çeşitli eğlencelerden, hırstan, yeme-içmeden (oruç), uykudan (namaz-duâ-teheccüd), paradan-kazançtan verme (infâk) şeklinde yapar. Bu, bir çeşit “Dünyâ’yı ıskalamak” anlamına gelir. Fakat Dünyâ’yı ıskalamak birilerinin önerdiği ve birilerinin de yaptığı gibi yaparak uzlete çekilmek yâni Dünyâ’yı hepten ıskalayarak yâni terk ederek, elini-ayağını ondan tümüyle kesmek demek değildir ve zâten Allah bunu yasakladığı gibi  (Kasas 77), Peygamberimiz de böyle yapanlara kızmış ve biraz da sert bir şekilde onları uyarmıştır:

“Enes ibn-i Mâlik şöyle dedi: Peygamber (aleyhissalâtü vesselam) efendimizin nâfile ibâdetlerini öğrenmek üzere, üç kişilik bir grup, Peygamberimizin hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Peygamberimizin ibâdetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve; ‘Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz?. Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır’ dediler. İçlerinden biri: ‘Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım’ dedi. Bir diğeri: ‘Ben de hayâtım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim’ dedi. Üçüncü kişi de: ‘Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, aslâ evlenmeyeceğim’ diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onlarla karşılaştı ve kendilerine şunları söyledi: ‘Biraz önce şöyle-şöyle diyen sizler misiniz?’ buyurdu. Onlar: ‘Evet ey Allah’ın elçisi’ dediler. Resûlullah: ‘Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bâzen oruç tutar, bâzen tutmam. Geceleri hem namaz kılar, hem de uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o kimse benden değildir, benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir’ buyurdu” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5).

“Dünyâ’ya tamah etmeme” düşüncesi aşırıya kaçınca ters teper. Böylece Dünyâ’yı ıskalama korkusu baş gösterir. “Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılâp eder” denir.

Modern insan ise, Dünyâ’yı ıskalamamak için dîni ıskalayan kişidir. Modern insanın en büyük amacı ve hedefi, insanların nefislerinin de onayladığı hayvânî yaşamı sürdürebilmek, yâni Dünyâ’yı ıskalamamak. Fakat Dünyâ’yı ıskalamamak için Dünyâ’dan dibine kadar faydalananlar, Dünyâ’nın doğal ve normâl durumuna en çok zarar veren kişilerdir. Zâten böyleleri bunu görünce başka dünyâlar arıyorlar. Başka dünyâlar bulsalar, bu sefer de orayı ıskalama korkusuna kapılacaklar ve orayı da aşırı kullanan-kullana ifsâd edip çürüteceklerdir.

Dünyâ’nın şu-andaki hâl-i pür melâlinin nedeni, bilginin çok fazla olmasına rağmen bilinçten mahrum insanların çok fazla olmasıdır. Bilgide kalınıyor ve bilince geçilemiyor. Bilince geçilemediği için amele-eyleme hiç geçilemiyor. Zîrâ bilince geçmek için bir “adanma” gerekiyor. Bu adanma biraz da “Dünyâ’yı ıskalamak” yâni “Dünyâ’dan kısmak” anlamına geldiği için pek de tâlibi olmuyor. Çünkü âhirete îman azalmıştır ve “Dünyâ’dan vazgeçme”nin, “âhireti kazanmak” demek olduğu düşüncesi geçerliliğini kaybetmiş durumdadır. Atasoy Müftüoğlu:

“Sürekli olarak sayılarla düşündüğümüz için, entelektüel niteliklere sâhip olamıyor, toplumsallaşma gücüne sâhip fikirler üretemiyoruz, fikirleri ve ideâlleri olmayan, sâdece ihtirasları olan varlıklara dönüşüyoruz” der.

“Dîni din edinmek” ile “inancı din edinmek” arasında fark vardır. İnancı din edinmek bir yaraya merhem olmaz ve bâzen bu yarayı daha da derinleştirir. Dîni din edinmek ise, Dünyâ’dan nasibini unutmadan âhiret yurdunu aramayı gerektirir. Tabi bu durum, bi-ince “Dünyâ’yı ıskalamak” anlamına gelir.

İnsanların çoğu bilgisizdir ve bilgi edinmek için bir şey yapmamaktadır. Zîrâ bilgi için başta “zaman” olmak üzere bir şeylerden vazgeçmek gerekiyor fakat modern müslümanlar o şeylerden ferâgat etmeyi istememektedir. Çünkü Dünyâ çok renklenmiştir ve tam da nefse uygun hâle gelmiştir. İnsanlar Dünyâ’yı ıskalamak istememekte, nefislerinin doğrultusunda gitmekte ve düşünülmesi ve yapılması gerekenleri de şeyhlere, efendilere, lîderlere vs. bırakmıştır-bırakmaktadırlar. Böylece tutarlı bir bilgiye sâhip olamadıkları gibi, İslâmî bilinçten de yoksundurlar. İslâmî bilinç olmayınca, “insan boşluk kabûl etmeyeceği için”, o boşluk da maddî olanla doldurulmaya çalışılıyor:

“…İnsanlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da ver’ der; (böylelerinin) âhirette nasibi yoktur” (Bakara 200).

Modern Dünyâ’da “her-şeyi yapcan, tüm zevkleri tatcan âbi” sözü tavan yapıyor. Modern insana hiç-bir şeyden eksik kalmak istemiyor. Sâdece vahyi göz-ardı ediyor ve ıskalıyor. Hiç-bir şeyi göz-ardı etmek istemezken, vahyi ve sünneti rahatça göz-ardı edebiliyor ve bunlardan vazgeçebiliyor. Biliyor yada hissediyor ki, vahyi göz-ardı etmediğinde, Dünyâ’yı göz-ardı etmesi yâni ıskalaması gerekecektir. Bu nedenle de vahye hiç yanaşmıyor. Böyle olunca da Dünyâ’ya daha fazla sarılıyor ve hiç-bir şeyi ıskalamak istemiyor. Hattâ “Dünyâ’yı ıskalamak” gibi bir düşünce bile ürkütüyor onu. Hâlbuki Dünyâ, geçici olan bir yerdir ve ebedî huzûr diyârı ise âhiret yurdudur. O hâlde Dünyâ’nın bâzı şeylerini ıskalamaktan daha kötü olan şey, vahyin bir sûresini ve âyetini ıskalamaktır. Dünyâ’da bâzı yerleri görmemeniz yada Dünyâ’nın nîmetlerinden bâzılarını tatmamış olmanız size bir şey kaybettirmez ve zâten Dünyâ’nın her-şeyinden kam almaya da ömrünüz yetmez, fakat Kur’ân’ın bir âyetini bile ıskalamanız size bir-çok şey kaybettirir ve belki de sizi “ebedî mutluluk diyarı” olan cennetten mahrûm eder.

Haz ve “hız”ın dinleştiği Dünyâ’da, yüksek hızda giderken bir şeyleri görüp fark-edebilmek çok zorlaştı. Dünyâ’nın “acı bir fren”e çok ihtiyâcı var. Fakat heyhat!; modern insan, Dünyâ’ya öyle bir kilitlenmiş ki, modern iletişim kanallarıyla ve medya ile gözüne-gözüne sokulan Dünyâ’yı ıskalamak modern insan için bir yıkımdır, bir felâkettir. Öyle ki, modern insan, “Dünyâ’yı ıskalamamak uğruna Dünyâ’yı yakabilecek” varlık hâline gelmiştir. Fakat aslında Dünyâ bir “törpü”dür. O yüzden bu Dünyâ/âlem ile yetinen insan, zavallı bir insandır.

Dünyâ’yı ıskalamak istemeyen ve onun kaynaklarını dibine kadar tüketmek isteyen zihniyet, doğal olarak evlenmek ve çocuk yapmaktan korkuyor ve kaçınıyor. Zîrâ evlilik ve çocukların sorumluluğu Dünyâ’yı bi-ince ıskalamayı gerektiriyor. 

Dünyâ’dan kısmadan, İslâm’ı-müslümanlığı yükseltemezsiniz. Dünyâ’nın geçici bir imtihan alanı, âhiret ve cennetin ise ebedî bir saadet yurdu olduğuna inanan bir mü’minin, “Allah’ın rızâsı”ndan başka kaybedeceği bir şey yoktur.

Peygamberimiz de “Dünyâ sevgisi” hakkında şunları söylemiştir:

“Dünyanızı ıslaha, düzeltmeye çalışınız!. Yarın ölecekmiş gibi de âhiret için amel ediniz!” (Deylemi).

“Dünyâ’yı seven, âhiretine zarar verir. Âhireti seven, dünyâsına zarar verir. O hâlde, “devamlı olan”, “geçici olan”a tercih edilmelidir” (Beyheki).

“Âhiret karşısında Dünyâ’nın değeri, ancak birinizin parmağını denize daldırıp çıkardıktan sonra, parmağında kalan su damlası gibidir. Denizden ne kadarını eliyle alabildi bir baksın!” (Müslim).

“Ebu Hüreyre’den: Resûlullah’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Dünyâlık yönünden üstünüzde bulunanlara değil, sizden daha aşağıda bulunan kimselere bakınız. Bu hareket, elinizdeki Allah’ın nîmetini hor görmemeniz için en uygun yoldur”.

“İbn Ömer der ki: Resûlullah omzumdan tutarak bana, ‘Ey Abdullah!, Dünyâ’da sanki bir garip veyâ bir yolcu gibi yaşa’ dedi” (Buhâri).

Dünyâ sevgisi ve tutkusu ile ilgi bâzı sözler de şöyledir:

“Dünyâlık peşinde koşan kişi, deniz-suyu içen insan gibidir, içtikçe susuzluğu artar, sonunda helâk olur” (Hz. Îsâ).

“Dünyâ sevgisini kâlbinden söküp atıncaya kadar, kulun dîni yerinde sâbit değildir” (Yahyâ İbn-i Muaz).

“Sana lâzım olan şeyi istemen, Dünyâ sevgisi sayılmaz” (Süfyan bin Uyeyne).

“Dünyâ’ya aldanmaktan sakının. Burası geçici yolcu konağıdır. Bugün burada yarın âhiretteyiz” (Yahya İbn-i Muaz).

“Dünyâ sevgisinin alâmeti, ayıplanmaktan korkmak, medhedilmekten (övülmekten) hoşlanmaktır” (Ebu Abbas Mürsî).

Dünyâ hayâtını âhirete tercih etmek günah ve suçtur, hattâ mü’min için ayıptır da. Bu suçun bir cezâsı vardır ve suçun cezâsı bizzat o şeyin kendisidir. Yâni âhirete rağmen Dünyâ’yı tercih etmek bir cezâdır. Artık kişi, âhireti unutur ve Dünyâ’ya râm olur. Dünyâ’dan ferâgat etmeden cennet hak edilemez. Peygamberlerin içinde göbeğini kaşıya-kaşıya yaşamış bir peygamber örneği yoktur. Onlar hep, Dünyâ’nın geçici bir imtihan yeri olduğunu bilerek âhiret-merkezli yaşamış örnek kişilerdir.

İslâm, insanın Dünyâ’yı tümden göz-ardı etmesini yanlış bulur ve bunu yasaklar. Fakat insanın Dünyâ-merkezli değil de âhiret-merkezli yaşamasını önerir ve emreder. Çünkü ancak böyle bir hayat hem Dünyâ’da hem âhirette kişiyi mutlu ve huzurlu edecek ve insanca yaşamasını sağlayacaktır. Âhiret-merkezli yaşamayanlar ise “Dünyâ ile cezâ”landırılırlar. Artık bunlar ömür-boyu Dünyâ’yı ıskalama korkusu içinde olacaklar ve yaşamları boyunca tekrarlayıp duracakları sözü, “Dünyâ’yı ıskalamamalıyım” olacaktır.

“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez” (Tevbe 24).

Mü’minler, Dünyâ’da, “cenneti anlamsızlaştıracak” şekilde yaşa(ya)mazlar. Biz Dünyâ’ya cennetteymiş gibi yaşamaya değil, “ebedî cennet hayâtında yaşamayı kazanmak için” geldik. Öyleyse ey mümin kişi!; Sen hem Allah’a ve Peygamber’e râm olmayı; hem  de bu Dünyâ’da “gönlünce” yaşayabilmeyi mi arzu ediyorsun?”. Vazgeç bundan.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder