“Allah’ın
sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, Dünyâ’dan da kendi payını (nasibini)
unutma. Allah’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde
bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez” (Kasas 77).
İki
çeşit insan vardır. Bu insan tipleri, hayâtı hangi merkezde yaşadığına göre
ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı seçenler. 2-Âhiret-merkezli yaşamayı
seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat
dünyâ-merkezli yaşamı seçenler âhiretten olumlu faydalanamazlar:
“Kim âhiret ekinini isterse, Biz ona
kendi ekininde arttırmalar yaparız. Kim dünyâ ekinini isterse, ona da ondan
veririz; ancak onun âhirette bir nasibi yoktur” (Şûrâ 20).
Yine Dünyâ’da iki tür insan vardır: 1-Orta-hâlli ve
onurlu bir hayat yaşamak isteyenler. 2-Refah ve zevk içinde yaşamak isteyenler.
İnsan “yarı-mahrûmiyete uygun” yaratılmıştır. Refah
onu hasta eder. Hele “sahte refah” (aslında refah içinde olunmadığı hâlde refah
içindeymiş gibi yaşama) ise, “aptal hasta” eder. Dünya şu-anda bu durumdadır. Mahrûmiyet
insanın “fıtrî bir terapisi”dir. Refah, insanları hasta etti. “Yalancı refah”
ise insanları perişân etti. İnsanlar mahrûmiyetten mahrumlar. Mahrûmiyetten
mahrum olan insan, cenneti bu dünyâda yaşamak istiyor. Fakat insan, “özlem
odaklı” yaratılmıştır. Bu özlem “cennet özlemi”dir ki, bu cennet Dünyâ’da
hiç-bir zaman oluşamayacağı için, insan da Dünyâ’da tam anlamıyla aslâ tatmin
olamaz. “Âhirete has olan yer”dir cennet.
Modern insan; “Dünyâ’da ne kadar rahat edersem,
âhirette de o kadar rahat ederim” zannediyor. Yâni “Dünyâ’yı ne kadar
ıskalamazsam, âhireti de o kadar ıskalamamış olurum” diye yanlış bir düşüncesi
var.
Modern dünyâ, kâlbi bırakıp mîdeye kilitlenmiş
insanların dünyâsıdır. Modern dünyâda tüketimi en üst seviyede gerçekleştiren
kişiler, “en üstün kişiler” olarak kabûl ediliyor ve Dünyâ’yı ıskalamaktan
korkanların idolü hâline geliyorlar. Çok tüketenler, “Dünyâ’da hiç-bir şeyi
ıskalamayacan âbi, Dünyâ’da her-şeyden tatcan” diyenlere kötü örnek oluyorlar.
Kapitâlist-liberâl zihniyet bunu çeşitli kanallara insanlara dayatıp
duruyor.
İnsanlık-târihi boyunca sürekli olarak iki çeşit din
yürürlükte olmuştur: Allah-merkezli ve insan-merkezli din. Allah-merkezli dîni “vahiy”
belirlerken, insan-merkezli dîni “nefs, hevâ ve heves” belirler. İnsan-merkezli
dînin ilk temsilcisi Kâbil; vahiy-merkezli dînin ilk temsilcilerinden biri ise
Hâbil’dir. Yâni Hz. Âdem’in iki oğlu. İnsan-merkezli dînin müntesiplerinin
hedefi Dünyâ iken, vahiy-merkezli dînin müntesiplerini hedefi ise âhirettir.
Dünyâ geçici olduğundan dolayı, insan-merkezli dînin bağlıları “Dünyâyı
ıskalamamak” ve Dünyâ’dan dibine kadar faydalanabilmek için, -her türlü
şerefsizlik de dâhil- her-şeyi yapabilirlerken ve bu nedenle kendilerini
tutmazlarken; vahiy-merkezli dînin bağlıları ise sonsuz âhiret bilinci ile
kendileriyle Dünyâ arasına bir mesâfe koyarlar ve kendilerini tutarlar.
Vahiy-merkezli din, zâten bir “kendini tutma dîni”dir. İnsan-merkezli din ise
“kendini tutmama dîni”, “hiç-bir şeyi ıskalamama dîni”dir.
Dünyâ’yı ıskalamak istemeyenler ve bundan
nefret edenler, aslında Dünyâ’nın büyük kesiminin Dünyâ’yı ıskalamasını
isteyenlerdir. Zîrâ Dünyâ’yı ıskalamak istemeyenlerin bunu gerçekleştirebilmesi
için, insanların büyük çoğunluğunun Dünyâ’yı ıskalaması gerekmektedir.
Aksi-hâlde Dünyâ’yı ıskalamama düşüncesinin Dünyâ’da bir karşılığı
olmayacaktır. Zâten bu nedenle Dünyâ’nın %99’u, Dünyâ’nın %1’ini memnun etmek
için çalışıyor. Dünyâ’nın %99’u, Dünyâ’nın %1’i “Dünyâ’yı ıskalamasın” diye
ezilmektedir.
Dünyevî haz, dinden verilen tâvizlere bağlıdır.
Dinden ne kadar tâviz verirseniz, Dünyâ’dan o kadar haz alırsınız. Dolayısı ile
Dünyâ’yı ıskalamamak için dinden tâviz vermelisiniz ve dinden ne kadar tâviz
verirseniz ve ondan uzaklaşırsanız Dünyâ’yı o oranda ıskalamamış olursunuz.
Fakat bu sefer de ebedî hayat olan cenneti ıskaladığınız gibi, ıskalamanız
imkânsız olan cehennemi hak edersiniz. Mevcut
lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik-konformist-emperyâl sisteme göre
işleyen Dünyâ’dan bir pay almak istiyorsanız, bu sistemlere uymak zorundasınız.
Bu sistemlere göre yaşamak zorundasınız. Kim bu sisteme daha iyi uyarsa, o kişi
sistemden daha fazla yararlanır. Oysa bu şekildeki yaşama isteği şeytandandır
ve modernizm, insanın maddî olanla aslâ doldurulamayacak olan yerini bu yama
türünden şeylerle doldurmak istemektedir. Geçici hazlarla sevinen insan da,
modernizmin bu oyununa zevkle katılmaktadır. İslâm medeniyetinde doğal sınırlar
içinde ve ölüm sonrası ebedî cennette yaşamanın huzûrundan ilmel-yakin de olsa
haberi olamayanlar; modern yaşamın hazlarıyla büyülenmiş durumdadırlar ve
modern dünyâyı “cennet” zannetmektedirler. Îman zaafiyetinin en önemli
göstergesi, “Dünyâ’yı ıskalama korkusu”dur.
“Allah
dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünyâ hayâtına
sevindiler. Oysaki dünyâ hayâtı, âhirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici)
bir meta’dan başkası değildir” (Ra’d
26)
İslâm, biraz da, Dünyâ’nın ıskalanmasını emreder.
Bunu, vazgeçme şeklinde, çeşitli eğlencelerden, hırstan, yeme-içmeden (oruç),
uykudan (namaz-duâ-teheccüd), paradan-kazançtan verme (infâk) şeklinde yapar.
Bu, bir çeşit “Dünyâ’yı ıskalamak” anlamına gelir. Fakat Dünyâ’yı ıskalamak
birilerinin önerdiği ve birilerinin de yaptığı gibi yaparak uzlete çekilmek
yâni Dünyâ’yı hepten ıskalayarak yâni terk ederek, elini-ayağını ondan tümüyle
kesmek demek değildir ve zâten Allah bunu yasakladığı gibi (Kasas 77), Peygamberimiz de böyle yapanlara
kızmış ve biraz da sert bir şekilde onları uyarmıştır:
“Enes ibn-i Mâlik şöyle dedi: Peygamber
(aleyhissalâtü vesselam) efendimizin nâfile ibâdetlerini öğrenmek üzere, üç
kişilik bir grup, Peygamberimizin hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine
Peygamberimizin ibâdetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve; ‘Allah’ın
Resûlü nerede biz neredeyiz?. Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları
bağışlanmıştır’ dediler. İçlerinden biri: ‘Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece
uyumaksızın namaz kılacağım’ dedi. Bir diğeri: ‘Ben de hayâtım boyunca
gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim’ dedi. Üçüncü kişi de: ‘Ben
de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, aslâ evlenmeyeceğim’ diye söz
verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onlarla karşılaştı ve kendilerine şunları
söyledi: ‘Biraz önce şöyle-şöyle diyen sizler misiniz?’ buyurdu. Onlar: ‘Evet
ey Allah’ın elçisi’ dediler. Resûlullah: ‘Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim
ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat
ben bâzen oruç tutar, bâzen tutmam. Geceleri hem namaz kılar, hem de uyurum.
Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o kimse benden
değildir, benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir’ buyurdu” (Buhârî,
Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5).
“Dünyâ’ya tamah etmeme” düşüncesi aşırıya kaçınca
ters teper. Böylece Dünyâ’yı ıskalama korkusu baş gösterir. “Bir şey haddini
aşarsa zıddına inkılâp eder” denir.
Modern insan ise, Dünyâ’yı ıskalamamak için dîni
ıskalayan kişidir. Modern insanın en büyük amacı ve hedefi, insanların nefislerinin
de onayladığı hayvânî yaşamı sürdürebilmek, yâni Dünyâ’yı ıskalamamak. Fakat
Dünyâ’yı ıskalamamak için Dünyâ’dan dibine kadar faydalananlar, Dünyâ’nın doğal
ve normâl durumuna en çok zarar veren kişilerdir. Zâten böyleleri bunu görünce
başka dünyâlar arıyorlar. Başka dünyâlar bulsalar, bu sefer de orayı ıskalama
korkusuna kapılacaklar ve orayı da aşırı kullanan-kullana ifsâd edip çürüteceklerdir.
Dünyâ’nın şu-andaki hâl-i pür melâlinin nedeni,
bilginin çok fazla olmasına rağmen bilinçten mahrum insanların çok fazla
olmasıdır. Bilgide kalınıyor ve bilince geçilemiyor. Bilince geçilemediği için
amele-eyleme hiç geçilemiyor. Zîrâ bilince geçmek için bir “adanma” gerekiyor.
Bu adanma biraz da “Dünyâ’yı ıskalamak” yâni “Dünyâ’dan kısmak” anlamına
geldiği için pek de tâlibi olmuyor. Çünkü âhirete îman azalmıştır ve “Dünyâ’dan
vazgeçme”nin, “âhireti kazanmak” demek olduğu düşüncesi geçerliliğini kaybetmiş
durumdadır. Atasoy Müftüoğlu:
“Sürekli olarak sayılarla düşündüğümüz için, entelektüel niteliklere sâhip
olamıyor, toplumsallaşma gücüne sâhip fikirler üretemiyoruz, fikirleri ve
ideâlleri olmayan, sâdece ihtirasları olan varlıklara dönüşüyoruz” der.
“Dîni din edinmek” ile “inancı din edinmek” arasında
fark vardır. İnancı din edinmek bir yaraya merhem olmaz ve bâzen bu yarayı daha
da derinleştirir. Dîni din edinmek ise, Dünyâ’dan nasibini unutmadan âhiret
yurdunu aramayı gerektirir. Tabi bu durum, bi-ince “Dünyâ’yı ıskalamak”
anlamına gelir.
İnsanların çoğu bilgisizdir ve bilgi edinmek için bir
şey yapmamaktadır. Zîrâ bilgi için başta “zaman” olmak üzere bir şeylerden
vazgeçmek gerekiyor fakat modern müslümanlar o şeylerden ferâgat etmeyi
istememektedir. Çünkü Dünyâ çok renklenmiştir ve tam da nefse uygun hâle
gelmiştir. İnsanlar Dünyâ’yı ıskalamak istememekte, nefislerinin doğrultusunda
gitmekte ve düşünülmesi ve yapılması gerekenleri de şeyhlere, efendilere,
lîderlere vs. bırakmıştır-bırakmaktadırlar. Böylece tutarlı bir bilgiye sâhip
olamadıkları gibi, İslâmî bilinçten de yoksundurlar. İslâmî bilinç olmayınca, “insan
boşluk kabûl etmeyeceği için”, o boşluk da maddî olanla doldurulmaya
çalışılıyor:
“…İnsanlardan
öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da ver’ der; (böylelerinin) âhirette
nasibi yoktur” (Bakara 200).
Modern Dünyâ’da “her-şeyi yapcan, tüm zevkleri tatcan
âbi” sözü tavan yapıyor. Modern insana hiç-bir şeyden eksik kalmak istemiyor.
Sâdece vahyi göz-ardı ediyor ve ıskalıyor. Hiç-bir şeyi göz-ardı etmek
istemezken, vahyi ve sünneti rahatça göz-ardı edebiliyor ve bunlardan
vazgeçebiliyor. Biliyor yada hissediyor ki, vahyi göz-ardı etmediğinde, Dünyâ’yı
göz-ardı etmesi yâni ıskalaması gerekecektir. Bu nedenle de vahye hiç
yanaşmıyor. Böyle olunca da Dünyâ’ya daha fazla sarılıyor ve hiç-bir şeyi ıskalamak
istemiyor. Hattâ “Dünyâ’yı ıskalamak” gibi bir düşünce bile ürkütüyor onu.
Hâlbuki Dünyâ, geçici olan bir yerdir ve ebedî huzûr diyârı ise âhiret
yurdudur. O hâlde Dünyâ’nın bâzı şeylerini ıskalamaktan daha kötü olan şey,
vahyin bir sûresini ve âyetini ıskalamaktır. Dünyâ’da bâzı yerleri görmemeniz
yada Dünyâ’nın nîmetlerinden bâzılarını tatmamış olmanız size bir şey
kaybettirmez ve zâten Dünyâ’nın her-şeyinden kam almaya da ömrünüz yetmez,
fakat Kur’ân’ın bir âyetini bile ıskalamanız size bir-çok şey kaybettirir ve
belki de sizi “ebedî mutluluk diyarı” olan cennetten mahrûm eder.
Haz ve “hız”ın dinleştiği Dünyâ’da, yüksek hızda
giderken bir şeyleri görüp fark-edebilmek çok zorlaştı. Dünyâ’nın “acı bir
fren”e çok ihtiyâcı var. Fakat heyhat!; modern insan, Dünyâ’ya öyle bir kilitlenmiş
ki, modern iletişim kanallarıyla ve medya ile gözüne-gözüne sokulan Dünyâ’yı
ıskalamak modern insan için bir yıkımdır, bir felâkettir. Öyle ki, modern insan,
“Dünyâ’yı ıskalamamak uğruna Dünyâ’yı yakabilecek” varlık hâline gelmiştir.
Fakat aslında Dünyâ bir “törpü”dür. O yüzden bu Dünyâ/âlem ile yetinen insan,
zavallı bir insandır.
Dünyâ’yı ıskalamak istemeyen ve onun kaynaklarını
dibine kadar tüketmek isteyen zihniyet, doğal olarak evlenmek ve çocuk
yapmaktan korkuyor ve kaçınıyor. Zîrâ evlilik ve çocukların sorumluluğu
Dünyâ’yı bi-ince ıskalamayı gerektiriyor.
Dünyâ’dan kısmadan, İslâm’ı-müslümanlığı
yükseltemezsiniz. Dünyâ’nın geçici bir imtihan alanı, âhiret ve cennetin ise
ebedî bir saadet yurdu olduğuna inanan bir mü’minin, “Allah’ın rızâsı”ndan
başka kaybedeceği bir şey yoktur.
Peygamberimiz de “Dünyâ sevgisi” hakkında şunları
söylemiştir:
“Dünyanızı ıslaha, düzeltmeye çalışınız!. Yarın ölecekmiş
gibi de âhiret için amel ediniz!” (Deylemi).
“Dünyâ’yı seven, âhiretine zarar verir. Âhireti seven,
dünyâsına zarar verir. O hâlde, “devamlı olan”, “geçici olan”a tercih edilmelidir”
(Beyheki).
“Âhiret
karşısında Dünyâ’nın değeri,
ancak birinizin parmağını denize daldırıp çıkardıktan sonra, parmağında
kalan su damlası gibidir. Denizden ne kadarını eliyle alabildi bir baksın!” (Müslim).
“Ebu
Hüreyre’den: Resûlullah’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Dünyâlık
yönünden üstünüzde bulunanlara
değil, sizden daha aşağıda bulunan kimselere bakınız. Bu hareket,
elinizdeki Allah’ın nîmetini hor görmemeniz için
en uygun yoldur”.
“İbn
Ömer der ki: Resûlullah omzumdan tutarak bana, ‘Ey Abdullah!, Dünyâ’da sanki bir garip veyâ bir yolcu
gibi yaşa’ dedi” (Buhâri).
Dünyâ sevgisi ve tutkusu ile ilgi bâzı sözler de
şöyledir:
“Dünyâlık peşinde koşan kişi, deniz-suyu içen insan gibidir, içtikçe
susuzluğu artar, sonunda helâk olur” (Hz. Îsâ).
“Dünyâ sevgisini kâlbinden söküp atıncaya kadar, kulun dîni yerinde sâbit
değildir” (Yahyâ İbn-i Muaz).
“Sana lâzım olan şeyi istemen, Dünyâ sevgisi sayılmaz” (Süfyan bin Uyeyne).
“Dünyâ’ya aldanmaktan sakının. Burası geçici yolcu konağıdır. Bugün
burada yarın âhiretteyiz” (Yahya İbn-i Muaz).
“Dünyâ sevgisinin alâmeti, ayıplanmaktan korkmak, medhedilmekten
(övülmekten) hoşlanmaktır” (Ebu Abbas Mürsî).
Dünyâ hayâtını âhirete tercih etmek günah ve suçtur,
hattâ mü’min için ayıptır da. Bu suçun bir cezâsı vardır ve suçun cezâsı bizzat
o şeyin kendisidir. Yâni âhirete rağmen Dünyâ’yı tercih etmek bir cezâdır. Artık
kişi, âhireti unutur ve Dünyâ’ya râm olur. Dünyâ’dan ferâgat etmeden cennet hak
edilemez. Peygamberlerin içinde göbeğini kaşıya-kaşıya yaşamış bir peygamber
örneği yoktur. Onlar hep, Dünyâ’nın geçici bir imtihan yeri olduğunu bilerek
âhiret-merkezli yaşamış örnek kişilerdir.
İslâm, insanın Dünyâ’yı tümden göz-ardı etmesini
yanlış bulur ve bunu yasaklar. Fakat insanın Dünyâ-merkezli değil de âhiret-merkezli
yaşamasını önerir ve emreder. Çünkü ancak böyle bir hayat hem Dünyâ’da hem âhirette
kişiyi mutlu ve huzurlu edecek ve insanca yaşamasını sağlayacaktır.
Âhiret-merkezli yaşamayanlar ise “Dünyâ ile cezâ”landırılırlar. Artık bunlar
ömür-boyu Dünyâ’yı ıskalama korkusu içinde olacaklar ve yaşamları boyunca tekrarlayıp
duracakları sözü, “Dünyâ’yı ıskalamamalıyım” olacaktır.
“De ki: ‘Eğer
babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız
mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler,
sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha
sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar
topluluğuna hidâyet vermez” (Tevbe 24).
Mü’minler, Dünyâ’da, “cenneti anlamsızlaştıracak”
şekilde yaşa(ya)mazlar. Biz Dünyâ’ya cennetteymiş gibi yaşamaya değil, “ebedî
cennet hayâtında yaşamayı kazanmak için” geldik. Öyleyse ey mümin kişi!; Sen
hem Allah’a ve Peygamber’e râm olmayı; hem
de bu Dünyâ’da “gönlünce” yaşayabilmeyi mi arzu ediyorsun?”. Vazgeç
bundan.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder