“Sana iyilik dokunursa, bu onları fenâlaştırır, bir
musîbet isâbet edince ise: ‘Biz önceden tedbirimizi almıştık’ derler ve sevinç
içinde dönüp giderler. De ki: ‘Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize
kesinlikle hiç-bir şey isâbet etmez. O bizim mevlâmızdır. Ve mü’minler yalnızca
Allah’a tevekkül etmelidirler” (Tevbe
50-51).
Tedbir lûgatta: “Bir şeyi te’min
edecek veyâ def edecek yol. Cenâb-ı Hakk’ın Hakîm ismine uygun hareket, riâyet.
Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık” anlamındadır. Tedebbür ise: “Görünmeyen
tarafı görmeye çalışmak, bakmak, dolayısıyla tedbirli olmak” demektir. Tedbir,
“istikbâl” ile ilgili olandır, gelecek zaman=tedebbür, tedbir, dübür=arka
taraf” anlamlarına gelir.
Tedbir, Tedebbür: Bir işin iyi
ve sıhhatli olması için önünü-arkasını gözeterek takdir ve idâre etmektir.
Bütün evreni yönetmek, her işi evirip çevirmek. Tabî düzenini ayakta tutmak,
kânunların işlemesini sağlamak” anlamlarında olduğundan, mutlak anlamdaki
tedbiri ancak ve ancak Allah alabilir. Çünkü ancak O’nun gücü yeter buna. Zîrâ
her-şeyi O yaratmıştır ve O, yarattıklarına mutlak hâkim olandır. O hâlde insan,
elinden geldiğince tedbirini alacak ama aldığı bu tedbire değil de, aklı
yaratan, ona o aklı veren ve o akılla tedbir almasını sağlayan Yaratan’a
tevekkül edecektir. Modern insan tevekkülü neredeyse mutlak anlamda unutmuş
gibidir. Böyle olunca yâni unutunca da, aşırı tedbire yöneliyor ve en olmadık
tedbirleri bile almaya çalışıyor fakat netîcede yine de başına gelecek olan şey
gelebiliyor. Çünkü Allah yerine, tedbire güveniyor. Aşırı tedbir almaya kalkmak
bir nevî Allah ile cedelleşmek ve “aşık atmaya kalkmak” anlamına da gelir. -Hâşâ-,
“senin azâbından tedbir ile kurtulurum” demeye gelir. Oysa hiç-bir tedbir Allah’ın
azâbından emin kılmaz. O hâlde yapılması gereken şey, aklın istikâmetinde tedbiri
aldıktan ve üstüne bir de tedbirin sözlü şekli olan duâyı ettikten sonra artık
Allah’a tevekkül etmektir. Çünkü hiç-bir tedbir imtihanı öteleyemez ve
erteleyemez. Aşırı tedbir almak, “imtihandan kurtulmak” anlamına geleceği için,
sünnetullaha aykırı hareket etmek anlamına gelir. Sünnetullaha aykırı hareket
etmek ise, hiç-bir tedbirin işe yaramamasına neden olur.
Yazının başındaki âyette
denmek istenen şey, “ne yaparsanız-yapın, kader icâbınca başınıza ‘önceden
yazılmış’ olanlar gelecektir” demek değildir. “Allah’ın yazdıkları” demek,
“sünnetullah” demektir. Sünnetullah ise, Allah’ın yasalarıdır ve bu yasaları
bilmek insanı hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtarır. Sünnetullahı bilmek bir
tedbirdir. Fakat söylemek istediğimiz şey şudur ki, insan, sünnetullahı hem
yeterince hem de hakkıyla hiç-bir zaman bilemeyeceği için, her türlü musîbetten
emin kılacak bir tedbiri de sonuna kadar alamaz ve bu nedenle de her zaman Allah’ın
rahmetine, affına ve korumasına muhtâcız. Zâten böyle olması, imtihan
gereğidir. Fakat buna rağmen uzun-uzadıya ama boşu-boşluna düşünüp durup da her
türlü tedbiri almaya çalışmak yanlıştır ve bu tutum zamanla tedbiri
ilahlaştırmasına ve kişinin şirke düşmesine neden olur. Zâten hiç-bir zaman
tedbir mutlak anlamda işe yaramaz.
Yakından tanıdığım iki
kişinin 20 yıllık yaşamlarını düşündüğümde şöyle bir hayat hikâyesi ortaya
çıkıyor: Birisi, devletin bir işyerinde, yerini sağlamlaştırmak ve o işten
emekli olana kadar çalışabilmek için, dînî inancını da zedeleyebilecek tâvizler
verdi ve tercihlerde bulundu. Kendisini olduğunda daha farklı göstermeye
çalıştı. Lâik bir devlete karşı böyle tedbir alıyordu fakat ayrıntılarda bu
tedbir işini çok abartmıştı. Diğeri aynı işyerinde çalışıyor fakat o da bâzı
tedbirler almakla berâber, inancını açıkça yaşıyor ve bu konuda daha fazla
tevekkül ediyordu. Zâten herkes de onun durumunu biliyordu. İlginçtir ki,
ikisinin de, çalıştıkları işlerinden başka dışarıda da bir işyerleri vardı. Yâni
işten atılsalar bile bir güvenceleri vardı. Bu durum 20 yıl sürdü ve sonra,
inancını açıkça yaşayan ve bunu herkesin de bildiği kişi, emeklilik süresini
doldurdu ve hem yüksekçe bir miktar olan kıdem tazminâtını aldı, hem de yüksek
miktardaki emekli maaşı kendisine bağlandı ve şu-anda gâyet rahat bir hayat
sürüyor. Diğeri ise, ondan hemen bir-süre sonra emekliliğini doldurmasına
rağmen biraz daha bekledi ve memleketin başındaki “deprem etkisi yaratan olay”la
ilişkilendirilerek işten uzaklaştırıldı ve an îtibârıyla ne kıdem tazminâtını
alabildi, ne de emekli maaşını. Kânun yoluyla bunların ikisini de alabilir
büyük ihtimâlle, fakat bu durum hem bir süreç alacak, hem başına gelen olay
siciline işlenecek ve çocuklarına da zarar verecek ve hem de bu-arada büyük
masraflara ve sıkıntılara girecektir. Bunun böyle olmasının nedeni kanımca,
sıkıntıya düşen kişinin tedbirinin aşırı olmasına rağmen, tevekkülünün zayıf
olmasıydı. Çünkü -biraz da mecbûriyetten- aşırı tedbir alıyor ve olmayacak
şeyleri bile yapabiliyordu. Yâni aşırı tedbir alıyordu ve bu davranış ona bir
sıkıntı ve cezâ olarak dönüyordu. Çünkü aşırı tedbir şirktir ve şirk mutlakâ
cezâlandırılır. Önemli olan, bu olaydan ders alınması ve şirkin cezâsının
âhirete kalmamasıdır.
Tedbir almamak ahmaklıktır,
fakat, aşırı tedbir almak da şirktir. Bu şirk “gizli şirk” denilen şirk
türüdür. Gerçi şirk, bilen için hiç-bir zaman gizli olmaz. Aşırı tedbirin şirk
hâline gelmesinin nedeni, tedbire fazla güvenerek, Allah’a güvenmeyi ihmâl
etmek ve unutmaktır.
Aşırı tedbir Allah’a karşı
yapılan küstahlıktır. Aşırı tedbir almak, bilerek yada bilmeyerek; “senin
korumana ihtiyâcım yok” anlamına gelir. Kişi aşırı tedbir almakla zımnen; “ben
tedbirimi aldım, artık bana hiç-bir şey olmaz” demek oluyor. Zamânında Titanik adlı
gemi için de her türlü “önlem” ve “tedbir” alınmış ve Dünyâ’nın en büyük ve en sağlam
gemisi yapılmıştı ve her-şey en ince ayrıntısına kadar da plânlanmıştı. Yâni
güyâ muhteşem bir tedbir alınmıştı. Zâten bu nedenle: “Bu gemiyi Tanrı bile
batıramaz” deniyordu. Büyüklüğüne, sağlamlığına, her türlü önlemin alındığına,
her-şeyin inceden-inceye plânlandığına yâni çok aşırı bir tedbir alındığına
güveniliyordu da, bir tek Allah’a güvenilmiyordu ve; “Allah’ın izni ile
varacağımız yere varacağız” denmiyordu. Bunu söylemeyi engelleyen şey,
tevekkülü yâni Allah’a olan güveni unutmak ve hesâba katmamaktandı.
“Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feverân ettiği
zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş
olanlar dışında, âileni ve îman edenleri ona yükle’. Zâten onunla birlikte çok
azından başkası îman etmemişti. Dedi ki: ‘Ona binin. Onun yüzmesi de, demir
atması (durması) da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz benim Rabbim bağışlayandır,
esirgeyendir’. (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nûh, bir
kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: ‘Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve
kâfirlerle birlikte olma’. (Oğlu) Dedi ki: ‘Ben bir dağa sığınacağım, o beni
sudan korur’. Dedi ki: ‘Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka
bir koruyucu yoktur’. Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da
boğulanlardan oldu” (Hûd 40-43).
“Dedi ki: ‘Ona binin. Onun
yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah’ın adıyladır” deniyor. Yâni,
geminin yüzmesi, suyun kaldırma kuvvetiyle, geminin uygun bir şekilde
yapılmasıyla yâni “aşırı tedbir” ile değil, Allah’ın ismi ve izni iledir.
“Tamam, bahsedilen faktörler de önemlidir ve olmazsa-olmazdır fakat yeterli
değildir” demeye getiriliyor. Yine, “söz geçmiş olanlar dışında, âileni ve îman
edenleri ona yükle” denerek, “Allah’ın emrine göre yaşayanları yâni aşırı
tedbiri ilahlaştırmayanları kurtaracak bir gemidir bu, ona göre yaşamayanlar
gemiye binse de helâk olacaktır” denerek, sâdece îman edenlerin Gemi’ye binmesi
isteniyor. Zâten, Hz. Nûh’a îman etmeyen oğlu da son âna kadar îman etmemiş
yâni Allah’a güvenmemiş, Allah yerine tedbire ve aşırı tedbire güvenmiş ve bu
tedbiri dağ üzerinden yaparak şöyle demiştir: “Ben bir dağa sığınacağım, o beni
sudan korur”. Allah’ın koruyuculuğunu (Hafîz) unutarak ve yok sayarak, dağa
güvenmiş ve dağa çıkarak tedbir almayı ve kurtulmayı ummuştur. İşte bu, dağı
ilahlaştırmak demektir. Güyâ tedbir alarak dağa çıkacak kurtulacaktır. Çünkü ne
de olsa tedbir almıştır yada almaktadır. Tedbir aldıktan sonra ona bir şey
olmaz. Fakat Hz. Nûh: “Dedi ki: ‘Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan
(Allah)dan başka bir koruyucu yoktur” diyor, yâni “bugün hiç-bir tedbir, aşırı
bir tedbir olsa da bir fayda sağlamaz” demeye getiriyor. Zîrâ bugün îman ve
tevekkül zamânıdır. “Tedbire iman etmek” yerine, “Allah’a îman etmek”
zamânıdır. Ve kötü son: “Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da
boğulanlardan oldu”. Tedbir ve hattâ “olağan-üstü bir durum olduğu için” aşırı
tedbir hiç-bir işe yarmıyor ve olan oluyor.
İlginçtir ki, aşırı tedbire
güvenenler, hiç-bir uyarıyı da dinlemezler. İsterse bu uyarıyı yapan bir
Peygamber olsun. Nûh Tûfânı, Allah’a güvenmek yerine, aşırı tedbire
güvenenlerin helâkini anlatan bir kıssadır. Bu kıssada verilmek istenen bir
mesaj da; “Nûh Tûfânı, alt-yapı yetersizliğinden dolayı meydana gelmedi,
Allah’a güvenmek yerine aşırı tedbir almaktan dolayı meydana geldi” mesajıdır.
Yâni Nûh Kavmi’nin yaşadığı yer, süper-ötesi bir alt-yapıya da sâhip olsaydı,
yine de hiç-bir işe yaramayacaktı. Aynı şey, “evlerini kumların üstüne
yaptıklarından dolayı” helâka uğradığını zannedenlerin, yâni yeterli tedbir
almadıklarını düşünenlerin, daha sonra evlerini kayalara yapması (Semûd Kavmi)
fakat bunun da hiç-bir işe yaramaması kıssasındaki gibidir. Demek ki asıl
sorun, evlerin yapıldığı zeminin yumuşak olması değildi. Asıl sorun, Allah’ın
istediği gibi yaşamamaları ve hattâ Allah yerine aşırı tedbire aşırı bir
şekilde güvenerek şirke düşmeleridir. Şirkin cezâsı da hemen yetişmiştir. Üstelik
bunun bir âhiretteki sonsuz azâbı vardır.
İbni Haldun: “Bilin
ki, tedbir de yıkıcı bir sonuca yol açabilir. Bu,
kişiyi “bildiğini uygulamaktan ve düşünmekten
alıkoymak” şeklinde olur” der.
Soğukkanlı insanlar aşırı tedbir
alırlar. Hiç-bir
şeyi riske at(a)mazlar. Zîrâ güven duyguları zayıftır. Çünkü zâten
soğukkanlı insanlar dostluk kurmakta zorlanırlar. Bu
nedenle kendi başlarına kalırlar ve bunu severler.
Aşırı tedbirin sonu yoktur.
Nûh Tûfânı’nın nedeni yeterli tedbir alınmaması değildir. Gerçek tedbir, Allah’ın
istediği ve emrettiği gibi yaşamaktır. Doğal olan tedbir alındıktan sonra artık
Allah’a tevekkül edilir.
“Allah’ın izni
olmaksızın, hiç kimse için îman etme (imkânı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine
iğrenç bir pislik kılar” (Yûnus 100).
Aklını kullanmayanların ve
aklını kullanarak yeterli tedbir almayanların başına her türlü pislik gelir. Bu
nedenle tedbir almak olmazsa-olmazdır. Fakat bu tedbiri almak da Allah izni
iledir. İlk başta Allah’ı hesâba katmalı ve “inşaallah”=”Allah’ın izni ile”
demek gerekir. İşte gerçek tedbir budur.
Akıl tedbire yönlendirir ve “tedbirini
al” der. Aklın kullanılarak tedbir alınması lâzım fakat tedbir aşırılaştığında,
“Allah’a güvenme” yerine “Allah’a güvenmeme” durumu açığa çıkar. Aşırı tedbir alınan
şey ilahlaştırılmış olur ve şirke düşülür, bu şirk, görece “gizli şirk”tir. Bu
nedenle Peygamberimiz: “Ümmetimden en korktuğum şey, gizli şirke düşmeleridir”
der. Tedbir almak Allah’ın emrini gözetmek demek ilen, aşırı tedbir, “gizli
şirk”tir.
Bir de, târih boyunca îmânâ
ve mü’minlere karşı tedbir alınmıştır ve bu tedbirler genelde “aşırı tedbir”
şeklindedir. Fakat bu tedbirler târih
boyuca hiç-bir işe yaramamıştır. İskender Pala: “Bir gerçeğin farkına vardım.
Dünyâ’nın hiç-bir tertip veyâ tedbiri, îmâna giden yolları kesemiyor, oraya
açılan caddeleri tıkayamıyordu” der.
Allah Kur’ân’da tedbir
almayı şöyle emreder:
“Ey îman edenler!,
(düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi alın da savaşa bölük-bölük çıkın yada
topluca çıkın” (Nîsâ 71).
“İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan
bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece
onlar secde ettiklerinde, arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer
grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da ‘korunma araçlarını’ ve silahlarını
alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin
silahlarınızdan ve emtiânız (erzak ve mühimmâtınız)dan ayrılmış olmanızı
isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veyâ hastaysanız,
silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi
alın. Şüphesiz, Allah kâfirler için aşağılatıcı bir azab hazırlamıştır” (Nîsâ 102).
Allah, “Yağmur dolayısıyla
bir güçlüğünüz varsa veyâ hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir
sorumluluk yoktur” diyerek, “sizin bir nedenden dolayı alamadığınız tedbirlerin
olası kötü sonuçlarından sizi Ben koruyacağım” diyor. Yâni “insânî tedbir”,
“ilâhi tedbir”i celb ediyor.
Tedbir almak
insanın gönlünü rahatlatır fakat sünnetullahı değiştiremez. Bu konuda Kur’ân’da
şu âyet güzel bir örnektir:
“Ve dedi ki:
‘Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı-ayrı kapılardan girin. Ben size
Allah’tan hiç bir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben
O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etmelidirler’.
Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır’a) girdiklerinde, (bu,)
-Yâkub’un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Allah’tan gelecek
olan hiç-bir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o, kendisine öğrettiğimiz için
bir ilim sâhibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler” (Yusûf 67-68).
Tedbirle ilgili bâzı sözler
şöyledir:
“Takdirle yazılan, tedbirle
bozulmaz” (İmam Rabbâni).
“Gündüz kandilini
hazırlamayan, gece karanlığa râzı demektir” (Cenap Şahâbettin).
“Tedbirde aşırıya kaçmanın
korkaklık anlamına geldiğini, korkaklığın ise başarısızlığın anası olduğunu,
ayrıca tembelliğin insanı tükettiğini biliyor musunuz?” (Yavuz Bahadıroğlu).
“Deveni bağla ondan sonra
tevekkül et” (Hadîs-i Şerif).
Hz. Ali’den rivâyetle Peygamberimiz
şöyle demiştir: “Tedbir hayâtın yarısıdır..” (1826. 3:280, Hadîs No: 3399).
Yâni tedbir, hayâtın tamâmı değil, yarısıdır. Çünkü Allah vardır.
Asıl tedbir alınması yâni
önünün-arkasının iyice düşünülmesi gereken şey ise Kur’ân’ın şu âyetidir:
“Kur’ân’ı iyice düşünmezler miydi?. Yoksa bir-takım
kâlpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?”. (E fe lâ yetedebberûnel Kur’âne em alâ kulûbin akfâluhâ). (Muhammed 24).
Evet, hiç-bir tedbir
Allah’ın azâbını öteleyemez ve erteleyemez. Azâbı erteleyecek olan gerçek
tedbir, “insâni tedbir” alındıktan sonra, “Allah’a güvenmek ve Kitab’a
sarılmak”tır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder