9 Ekim 2017 Pazartesi

Merhâmet Üzerine



“Dedi ki: Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhâmet edenlerin en merhâmetlisisin” (A’raf 151).

Merhâmet: “Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma”. Zıddı: “Acımasızlık, vicdansızlık”.

Merhâmet; Allah’ta, insanda, hayvanda, belki biz fark edemiyoruz ama, bitkilerde ve cansız varlıkların tümünde bulunan bir duygu. Böyle olunca da, “varlık baştan-başa merhâmetle kaplıdır” denilse yeridir. Kâinat merhâmetten yaratılmıştır. Her varlık merhâmeti içinde taşır fakat varlıklar içinde sâdece insan “bilinçli merhâmetsizlik” yapabilir. Merhâmetsizlik bilinçsizce olmaz. Hayvanların birbirlerine saldırıp birbirlerini öldürmeleri merhâmetsizliklerinden değil, yaratılıştan kaynaklanan güdülerindendir.

Peki, daha doğduğu anda merhâmete muhtaç olan insan, ileride neden merhâmetsizlik yapar?. Merhâmet direkt kâlp ile alâkalıyken, merhâmetsizlik de çıkardan beslenen nefs ile alâkalıdır. O hâlde merhâmetsizliğin kaynağı çıkar-merkezli hırs, açgözlülük, şehvet, tutku gibi nefsî güdülerle olan bir şeydir. İnsandaki hayvâni yönün açığa çıkmasıdır. Oysa merhâmetsizlik gerçek bir duygu değil, “merhâmetin yokluğu hâli”dir ve nefsin güdüleriyle açığa çıkar. Merhâmetten vazgeçmedikçe merhâmetsizlik olmaz. İnsan merhâmetten vazgeçince zâlimleşir ve bu onu zamanla daha çok merhâmetsiz yapar. Hattâ zâlimlerin ortaya çıkması ve mazlûmiyetin doğmasının nedeni de merhâmetsizliktir. 

Merhâmetsizlik maddîdir ve onu madde açığa çıkartır. Zîrâ insandaki merhâmetsizliği açığa çıkaracak olan etken, maddî olandır. Cennet ise merhâmetle kuşatılmıştır. Orada merhâmetsizlikten eser yoktur. Merhâmetsizliğin yeri cehennemdir. Zîrâ orada merhâmetsizlere merhâmetsizce davranılır. Merhâmet direkt olarak Rahmetle alâkalıdır ve rahmet de Allah’tandır. Allah Rahmân ve Rahîm olandır ve bu “Bismillâhirrahmânirrahîm” sözüyle billurlaşır. Allah’ın rahmetini kestiği kişi merhâmetsizleşir ve her türlü melâneti yapabilir ve cehennemi hak eder. O hâlde Allah’ın rahmetinden mahrûm kalmak felâketlerin en büyüğüdür. Bu nedenle, o âna kadar ne kadar cürüm işlemiş olunursa-olunsun, son nefesimize kadar Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeliyiz ve rahmete nâil olmaya çalışmalıyız. Tabi bunun için Allah’ın emrettiği yola girmemiz, o yolda yürümemiz ve o yoldayken ölmemiz gerekiyor. Allah Kur’ân’da bunu şöyle emreder:

“De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü aşan kullarım. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir” (Zümer 53).

Merhâmet, merhâmeti hak edene gösterilir. Zâlimlere merhâmet etmek merhâmetsizliktir. “Zâlime merhâmet, mazluma zulümdür” denir. “Merhâmetten maraz doğar” sözü, merhâmeti hak edenler için geçerli değildir, olmamalıdır. Fakat insan nisyan (unutkan) ile mâlûldür ve merhâmete muhtâç olduğu zamanları çarçabuk unutabilir ve merhâmete aykırı davranabilir. Bu, imtihanın bir sonucudur.

Çıkar-merkezli merhâmet, merhâmet değildir. Merhâmet çıkar-merkezli değil, tam-aksine “gider-merkezli”dir. Vazgeçmeyi gerektirir. Birine merhâmet etmek, onun için “zamânı, parayı, malı, gücü, imkânı paylaşmak” demektir. Oturulup durulan yerde gösterilen pasif merhâmet şekillerinin bir faydası yoktur ve merhâmete muhtâç olana bir yarar sağlamaz ve o kişi yine merhâmete muhtâç olarak kalır. Merhâmet kuru-kuruya üzülmek demek de değildir. Zâten merhâmet, “gösterilen” bir şeydir ve aktif olarak icrâ edilir. Merhâmet etmek, “bir şey yapmak”la olur.   

Küçük çocuklar diğer küçük varlıklar, merhâmeti en çok celbeden, merhâmeti en çok tetikleyen varlıklardır. Zîrâ küçük olan aynı-zamanda güçsüz de olduğundan vicdan hemen devreye girer. Bu nedenle küçük çocukların olduğu evler merhâmetin açığa çıktığı evlerdir. Ana-babaya ve çocuğa merhâmet göstermeyenlerde hiç merhâmet yok demektir. Merhâmet bunlara gösterilmeyecek de neye ve kime gösterilecektir?.

Evlatlar çoğunlukla, anne-babanın yemek yerken çıkardığı sesleri, onların kokularını, konuşmalarını beğenmezler; fakat bebeklerinin-çocuklarının altlarını temizlerken, ağızlarını silerken, kötü koktuklarında yada tam konuşamadıklarında onlara aynı tepkiyi göstermiyorlar. Bunun nedeni, çocuklarına gösterdikleri sevgi, merhâmet ve özveriyi ana-babalarına göstermemeleri, onlardan merhâmeti esirgemeleridir. Bunun nedeni, bu duygularını azaltmış-kaybetmiş olmalarıdır. Hâlbuki ana-babaların, çocuklarına karşı hâlâ aynı derecede sevgi ve merhâmeti vardır Bu nedenle de onların hiç-bir şeylerinden iğrenmezler, onlara kızmazlar. Ana-babanın çocuklarına karşı merhâmeti azalmıyor ama çocukların ana-babalarına karşı merhâmetleri azalıyor ve bâzen de yok oluyor. Oysa Allah Kur’ân’da:

“Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şâyet onlardan biri veya ikisi yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara “öf” bile deme ve onları azarlama!; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçak-gönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge” (İsrâ 23-24).

Allah, ana-babaya o kadar çok değer veriyor ki, “Kendisinden başkasına kulluk etmeme” emrinden sonra ikinci sıraya “ana-babaya iyilik yapma”yı koyuyor. “Şirke düşürecek sözler-tavsiyeler hâriç, onlara tam itaat edilmesini emrediyor:

Esma Bintu Ebî Bekr anlatıyor: “Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. (Nasıl davranmam gerekeceği hususunda) Hz. Peygamber’den sorarak: “Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?” dedim. “Evet” dedi, ona gereken hürmeti göster” (Buhârî, Hibe 28, Edeb 8; Zekat 50 (1003); Ebu Dâvud, Zekât, 34, (1668).

En çok merhâmet gösterilmesi gereken kesimden biri de hastalardır. Özellikle kronikleşmiş ve hastalığı ağırlaşmış kişilerin durumları çok zordur. Kronik tâbir edilen hastalara, hekimler ve sağlık çalışanları tarafından âdeta nâdide bir çiçek gibi muâmele edilmelidir. Çok büyük ihtimâlle hayatları boyunca mevcut hastalıklarıyla zor bir şekilde yaşayacak olan bu hastalar, hastalıklarının zorluklarından başka bir de hasta-hâne zorluklarıyla karşılaşmamalıdırlar. Bu yüzden bu tür hastalar ve engelliler ilk sıraya alınmalı ve tedâvileri-kontrôlleri hemen yapılıp işleri bitirilmeli ve gerekirse evlerine kadar da bırakılmalıdır. Hattâ bu kişiler için büyük hasta-hânelerde ayrı doktorlar görevlendirilmelidir. Bu doktorlar sâdece bu kişilerin rutin kontrôllerini yapmak ve ilaçlarını sağlamakla görevli olmalıdırlar. Hastalığı ağır olan ve engelli olanlara, hasta-hâneye gelmiş olan diğer insanlar da öncelik tanımalıdır. Çünkü onlar için 10 dakika sonrası çok önemli değildir. Fakat günümüzde, ayakta zor duran ve ağrıdan kıvranan insanlar varken bir-an önce sırayı kapmaya çalışan insan(!)lar vardır. İşte bu durum, modern-seküler toplumun merhâmetini yitirdiğinin bir göstergesidir.

“Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhâmetlilerin en merhâmetli olanısın” (Enbiyâ83) âyeti, hastalara merhâmet gösterilmesi gerektiğinin bir işâretidir.

Tevbe ve af dileme de merhâmeti celbeder. Tevbe etmek, merhâmet istemek demektir:

“Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: Eğer Rabbimiz bize merhâmet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrâna uğrayanlardan olacağız dediler” (A’raf 149).

İnsanlık târihinde, (İslâm hâriç), mazlum ve mahrum-merkezli bir anayasa ve kânun hiç yapılmamıştır, hiç-bir zaman da yapıl(a)maz. Zîrâ hiç kimse Allah gibi merhâmetli değildir, olamaz. Bu nedenle kânunlar-yasalar, “En Merhâmetli Olan” tarafından yapılmalıdır. Merhâmetsiz-vicdansızların yaptığı kânunlardan ne hayır gelir ki?. Gelmiyor da zâten. Onlar, merhâmetsiz yâni çıkarına göre yaşayan kişiler oldukları için, çıkaracakları kânunları da yine kendi çıkarlarına uygun olarak yapacaklardır.  

Mustafa İslamoğlu, merhâmet hakkında şunları söyler:

“Rabbimizin kartvizitinde; “Bismillâhirrahmânirrahîm” yazar. (Yâni Rahmân ve Rahîm adıyla). Rabbimiz kendisini gücüyle değil, merhâmetiyle tanıtıyor. Hakîkat, merhâmet, şefkat, liyâkat, meşveret. Dünyâ’yı bu beş esas üzerine kurarsak Dünyâ yaşanacak bir yer olur. Şefkat ve merhâmet toplumunda insanlar birbirlerine adâlet ve merhâmeti tasadduk ederler. Hayvanlara haddinden fazla merhâmet gösterenler, genelde kendine ve mazlum insanlara merhâmet göstermezler”.

Peygamberimiz: “İnsanlara merhâmet etmeyene Allah da merhâmet etmez” (Buhârî, Tevhîd, 2) der. Şöyle duâ ederdi: “Ey Allah’ım!. Günahları ancak sen bağışlarsın. Mağfiretinle beni bağışla ve bana merhâmet et. Şüphesiz sen çok bağışlayan ve çok merhâmet edensin” (Tirmizî, Daavât, 96).

Modern dünyâ, çok merhâmetsiz, kâlpsiz, vicdansız ve ruhsuzdur. Modern-öncesi zamanlarda insanlar hiç bu derece bayağılaşmamıştı ve hiç bu derece merhâmetsizleşmemişti. Her-an mâsum ve mazlumların ölmesi, perişân olması neredeyse kimsenin umurunda bile değil. Merhâmetsizlikleri insanları reel-politiğe ve çıkara kilitlemiş. Bu durum onları daha da merhâmetsizleştirmekte. Modern-dünyâda merhâmet beş para etmiyor. Vicdan sanki masallarda kalmış. İnsanların yüzlerine baksanıza bir!; Hiç gülmüyorlar ve şefkatten eser yok ve ne kadar da acımasız bakıyorlar. Ne kadar âdi yüzler var. Merhâmetsizlikten ruhları kararmış. Mala-mülke kesmişler, şehvete-şöhrete kesmişler, siyâsete-servete kesmişler ve (“gibi”si fazla) mal gibi olmuşlar. Dünyâ kâinâtın en merhâmetsiz gezegeni hâline gelmiş. Dünyâ konum olarak belki kâinâtın merkezinde değil ama, merhâmetsizlik olarak kesinlikle merkezinde. Merhâmetsizliğin merkezi Dünyâ’dır. Başta yağmur olmak üzere; dağlar, denizler, ovalar, ağaçlar, yıldızlar, Ay ve Güneş de olmasa merhâmeti unutup gideceğiz. Neyse ki Allah, -başta da dediğimiz gibi- tüm varlığı merhâmetle yaratmıştır ve tüm varlık merhâmet içerir. Yaratılmışlar içinde merhâmetsiz olan tek varlık insandır ve ona merhâmetsizliği telkin eden şeytandır. Kıyâmet işte bu merhâmetsizlikten dolayı kopacaktır.    

Ey insanlar!; eğer size Dünyâ’da ve âhirette merhâmet edilmesini istiyorsanız Allah’a ve Elçisi’ne itaat etmeli yâni vahyin yoluna girmelisiniz. Ki ancak bu şekilde vahiy sizin kâlplerinizi İslâmî yönde değiştirir ve size merhâmet kazandır:  

“Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının. Allah’a ve elçisine itaat edin ki merhâmet olunasınız” (Âl-i İmran 132).

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Nîsan 2017













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder