“Ey îman
edenler!. Birbirinizin malını karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle de olsa
haksızlık ve hîle ile yemeyin (de) birbirinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah,
size karşı çok merhâmetlidir” (Nîsâ 29).
Bu âyette, altı çizili olan yeri; “rızâya dayanan bir
ticâret hâriç” diye çeviriyorlar. Fakat bu çeviride: “ticâretle olan bir rızâ
varsa, o zaman haksızlık olabilir” gibi bir anlam ortaya çıkıyor. Hâlbuki
burada, “birbirinizin mallarını, ne olursa-olsun (illâ=ne olursa-olsun, hangi şartta olursa-olsun, her hâlde )
haksızlıkla yemeyin” anlamı vardır. Yâni bir tüccar-esnaf, 1 liraya aldığı malı
10 liraya satsa ve alıcı -ticâretten anlamadığı için- bu durumdan râzı olsa
bile, o satış yine de meşrû olmaz. Bir şeyin rızâya dayanması, sâdece satıcının
ve alıcının rızâsına değil, Allah’ın da rızâsına dayanmalıdır. Allah’ın râzı
olmadığı bir şeyden insanların râzı olmuş olması o şeyi meşrû kılmaz. Meselâ
gönül rızâsıyla zînâ yapıldığında, zînâ, zînâ olmaktan çıkmaz. Aynen bunu gibi;
bir satıcı, bir malı, fâhiş bir fiyata, tatlı dille ve müşterisini râzı ederek
satsa da, o satış yine de meşrû olmaz. Çünkü haksız kazançtır. Ne yâni; müşteri
malı yüksek fiyata aldığını anlamadığında fakat satıştan râzı olduğunda o satış
meşrû mu olacak?. O hâlde, “tüccar ağzı” ile ve “esnaf kurnazlığı” ile yapılan
satış şekli İslâm’da câizdir mi diyeceğiz?. Tabî ki değildir. Zâten ilk başta,
vicdan-sâhibi bir mü’min tüccar-esnafın böyle bir satışa râzı olmaması gerekir.
İslâm’da ticâret, vicdan-merkezli olmalıdır. İnsan kendisine yapılmasından
hoşlanmayacağı şeyi başkasına yapmamalıdır.
Bir keresinde tanıdığım toptancı bir esnaf bana; “eğer
karşı tarafı râzı edersem, 1 liraya aldığım şeyi 10 liraya, hattâ 20 liraya satsam
da sorun olmaz, o ticâret meşrûdur, çünkü alan da satan da râzıdır” demişti. Tabi
bunu söylerken İslâm’da fuhşiyâtın yâni “ölçüyü aşan bir iş”in yapılmasının
haram ve yasak” olduğunu düşünmemişti. O günden îtibâren onunla ilişkimi
kesmiştim. Çünkü bana da mal satıyordu. İslâm’da sâdece alan değil, satan da râzı
olacak. Fakat hepsinden önemlisi Allah’ın râzı olmasıdır. Kişilerin râzı olması
önemlidir fakat “belirleyici” değildir. Belirleyici olan, Allah’ın hükmüdür. Fahiş
bir ticâretten, mü’min bir esnaf nasıl râzı olabilir?. Allah’ın râzı olmadığı
şeyden râzı olan insan vicdan ve merhâmetten yâni İslâm’dan yoksundur. Bir
mü’minin vicdânı buna nasıl elverir?. Kendisi böyle bir şeye mâruz kalsa râzı
olur mu?. Bu, insanları “keriz” durumuna düşürmek demek değil midir?.
Âyette, “birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin
de birbirinizi öldürmeyin” deniliyor. Çünkü haksızlık yapmak da bir çeşit
öldürmek demektir. Burada “ve” bağlacı yerine, “de” bağlacı da konulabilir ve
böylece siyak-sibak arasındaki ilişki kolayca kurulabilir. Cümlede kullanılan
“ve” bağlacı, “ve böylece” anlamını verir. Zâten “ticâret” ile “öldürmek”
arasındaki ilişki de ancak böyle kurulabilir.
1’e alıp 10’a, 20’ye satma düşüncesi, “İslâm’da ticâret,
serbest piyasaya göredir” uydurma sözünden dolayıdır. Fakat İslâm’da “serbest
piyasa ekonomisi” yoktur. Zâten İslâm medeniyetinde, siftah yapan bir esnaf,
müşteriyi, siftah yapmayan esnaf komşusuna gönderirdi. Serbest piyasa “rekâbet”
demektir. Eğer serbest piyasa ve dolayısı ile bir rekâbet varsa, iki dükkandaki
fiyatlar da farklı olur-olabilir. O hâlde müşteri de, esnaf kendisini diğer
komşuya gönderse de fiyatı ucuz olan dükkandan alış-veriş yapmayı sürdürür.
Çünkü serbest piyasa “rekâbet” demek olacağı için, hiç-bir esnaf siftah
yapmayan komşusunu düşünmez ve kendisine gelmiş müşteriyi komşusuna yönlendirmez.
“Serbest piyasa” demek, rekâbet; rekâbet demek ise “hırs” demektir. İslâm’da
ise hırs hoş görülmez ve hattâ hırslı davrananlar kınanır ve yaptıkları şey
onaylanmaz. İslâm’da hırs değil, tam-aksine “mütevâzı”lık vardır ve zâten ihtiyaç
fazlasını biriktirmek de yasak olduğundan, (Bakara 219) hırs yapıp da
biriktirme yoluna gidil(e)mez.
“İslâm’da ticâreti serbest piyasa belirler” deniliyor,
fakat hem fâhiş fiyatla mal satılamayacağı söyleniyor hem de “narhı (fiyat
belirleme) Allah koyar” denerek, sürekli söylenip duran, “İslâm’da ticâret,
serbest piyasa ekonomisidir” düşüncesi boşa çıkmış oluyor. Allah hiç-bir şeyi
başıboş bırakmıyor ki ticâreti başı-boş bıraksın.
Ticârete dîni karıştırmıyorlar ve “dînin vicdanlarda
kalması ve zinhar siyâsete karıştırılmaması” gerektiği gibi, ticâretle dînin de
karıştırılmaması gerektiği söyleniyor. Üstelik bunu müslümanlar da söylüyor. Serbest
ticâret şekli ve piyasası kutsallaştırılıyor ve birileri de İslâm’ın ticâret
anlayışının bu olduğunu söylüyor. Oysa Peygamberimiz, hırsla, kurnazlıkla yapılan
ticâreti yasaklamıştır. Bir rivâyette şöyle anlatılır:
“Kayle Ümmü Benî Emmâr anlatıyor: “Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm’ın yaptığı umrelerden birinde kendisine Merve’de
yaklaştım ve: ‘Ey Allah’ın Resûlü!; ben alıp-satan bir kadınım. Bir şeyi satın
almak istediğim zaman arzuladığımdan daha düşük bir fiyat teklif ediyorum.
Sonra yavaş-yavaş artırarak arzuladığım fiyata geliyorum. Bir şeyi satacağım
zaman da, önce, almayı arzuladığım fiyattan daha yüksek bir fiyat teklif
ediyor, sonra yavaş-yavaş inerek arzuladığım fiyata geliyorum, (böyle yapmama
ne dersin?)’ dedim. Şu cevâbı verdi: ‘Ey Kayle, böyle yapma!. Bir şey satın
almak istedin mi, düşündüğün fiyatı söyle, sana verilsin veyâ verilmesin’. Aleyhissalâtu
vesselâm sonra şunu söylediler: ‘Bir malı satmak istediğin zaman da versen de
vermesen de (yüksek fiyat değil) satmak istediğin fiyatı söyle. Malın fiyatı;
satıcı ile alıcının anlaşması sonucunda, yâni pazarlıkla ortaya çıkar. Pazarlık
yapmak helâldir. Helâl olmayan davranış, bir mala aşırı fiyat istemek veyâ
değerinin çok altında fiyat vermektir. Alıcı ile satıcı pazarlık yaparken
ikinci bir alıcının pazarlık yapması da câiz değildir” (el-Buhârî, Büyû, 58,
müslim, Büyû, 14).
İslâm’da kâr oranı genelde %20 olarak belirlenir
fakat bu aslında ürünün durumuna ve fiyatına göre değişir. Allah Kur’ân’da
müslümanları sürekli uyarır ve ticâretin, âhiret-merkezli bir hayâtı engelleyip
de insanların mü’min bir kul olmalarının önüne geçmemesini emreder:
“De ki: ‘Eğer
babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız
mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler,
sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha
sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar
topluluğuna hidâyet vermez” (Tevbe 24).
Kur’ân’ın en uzun âyeti ticâretle ilgili olan
âyettir. (Bakara 282) Çünkü hem, en çok anlaşmazlık alış-veriş işlerinde çıkar,
hem de ticâret, yâni alış-veriş, hayâtın da devâmını sağlar. Nefes alıp-vermek
de bir alış-veriş olduğundan dolayı ticârettir. Her nefes alış-verişimizde hayâtımız
devâm eder. Ticâret yâni alış-veriş yaparak “döngü”ye katılırsınız ve kendi payınıza
düşeni alır ve geçiminizi sürdürürsünüz.
Kur’ân’da, ticâretten bu kadar bahsedilmesinin nedeni,
insanlar arasında doğru-temiz bir alış-verişin ve böylece İslâm kardeşliğinin
ticâri hayatta da sürmesinin istenmesindendir. İslâm kardeşliğine çok önem
verilir ve kardeşlik gerçekleşmediğinde İslâm hakkıyla yaşanmıyor demektir. Bu
nedenle ticâretini doğru yapmayanlar çok sert bir şekilde uyarılır ve hîleli ticâretleri
ifşâ edilir:
“Eksik
ölçüp tartanların vay hâline!. Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında
noksansız alırlar. Onlara ölçtüklerinde veyâ tarttıklarında eksiltirler” (Mutaffifîn 1-3).
“Bir insanı tanımanın en kısa yolu, onunla ticâret
yapmaktan geçer” denir. Peygamberimiz bu bağlamda şöyle der:
“Bir adamın namazı-niyazı sizi aldatmasın. O adamın
dirhem ve dinarla yâni para ile olan ilişkisine bakın”. Başka bir varyantta da:
“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına,
kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; Dünyâ
kendisine güldüğünde, takvâyı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat ânındaki tavrına)
bakıp öyle değerlendirin” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435)
İslâm’a göre pazarlık yapmak câizdir. Pazarlık yapmak
ve fiyatı aşağıya çekmek müşteriyi rahatlatır ve memnun eder, fakat aşırı pazarlık yapmak da esnafı sıkıp
daraltır ve alış-verişin tadını kaçırır. Bu konuda da dengeli olunmalıdır.
İşin en üzücü ve sinir bozucu bir yanı da şudur: Deniyor
ki; “ticârette acımasız olcan âbi”. “Acırsan acınacak hâle düşersin”. Bu
söylemler liberâl-kapitâlist sistemin söylemleridir. Dîni ve âhireti hesâba
katmayan câhillerin zırvalıklarıdır. Tabî ki ticâret yapmanın bir amacı vardır
ve bu amaç da bir kazanç sağlamaktır. Fakat kazanç sağlayacağız diye “acımasız
ticâret” yapmak da doğru değildir. Bir keresinde bir yakınımıza sorulan;
“ticârette nasıl para kazanılır” sorusuna o yakınımız; “ticârette acımasız
olcan âbi” demişti. “Acırsan ticâret yapamazsın” şeklindeki başka bir sözü de,
1’e alıp 10’a satan başka biri ekledi. İyi de, niye acımasız olacaksın ki?.
Amacınız nedir?. “Köşeyi dönmek” mi?. Bunun daha kolay ve kestirme bir yolu
var. Soygun yapın, çalın, yolsuzluk yapın, mafyavâri işler yapın. Böylece
amacınıza daha kolay ulaşırsınız. Size normâl bir geçim için yetecek kadar
kazanmak kâfi gelmiyor mu?. Normâli yetmiyorsa a-normâli niye yetsin ki?. Bu
işin bir sonu yok. “Bir sınır yoksa hiç-bir sınır yoktur” çünkü.
Peki acımasız olmak ne demektir?. Vicdan ve
merhâmetten uzak durmak mı?. Yâni müşteriye vicdansız ve merhâmetsiz davranmaktan
mı söz ediyorsunuz?. İyi de bunu bir “rôl” olarak yapamazsınız ki!. Eğer
ticârette acımasız oluyorsanız, yâni vicdansız ve merhâmetsiz davranıyorsanız,
gerçekten de vicdansız ve merhâmetsizsiniz demektir. Siz, vicdansız ve
merhâmetsiz olduğunuz için acımasızsınızdır aslında. Şeytan sizi “acımasız ticâret”
yoluyla saptırmıştır ve kendi istediği yöne sokmuştur. Artık siz acımasız biri
olup çıkmışsınızdır. Artık bunu sâdece ticârette değil, hayâtın her alanında
gösterebilirsiniz. Bir de şu var ki; sen acımasız ticâreti savunuyorsan, o hâlde
ben seninle niye alış-veriş yapayım?. Merhâmetli, vicdanlı ve kalender birinden
yaparım alış-verişimi. Zâten bunu bir tek ben değil, herkes yapar ve bir zaman
sonra senin ya işlerin bozulur, yada bir belâya uğrarsın ve o belânın nereden
geldiğini anlayamazsın. Hattâ o belâ belki de seni kuşatmıştır bile.
Bir de bu tarz düşüncede olanlar, insanları aptal
yerine koyarak aynı-zamanda onları aşağılamış da oluyorlar. Hâlbuki onların
ticâri ahlâkının (daha doğrusu ahlâksızlığının) herkes farkındadır. Yine de,
hatır-gönül gibi farklı nedenlerle alış-verişini sürdürür. İşin gıcık tarafı da
şudur ki, “acımasız ticâret” yapan esnaflar, sâdece müşteriye, yâni genel halk
kesimine zarar verirler ve kendilerinin mal aldıkları kişiler yâni “köşe
başlarını” tutmuş olanlar, gün geçtikçe servetlerini katlarlar. Çünkü onlar da
aslında bu aracılara “acımasız” davranmışlar ve fâhiş fiyat uygulamışlardır. Kendileri
de “acımasız ticâret” yapan ve fâhiş fiyat uygulayan esnaflar, kodamanların bu
tutumlarına, kendileri de aynı davranışı sergiledikleri için îtirâz edememekte
ve durum zamanla tüm insanları ve ülkeyi kuşatmaktadır. Böylece bu, halka da
sirâyet etmiş, halkın geneli de acımasız, yâni merhâmetsiz ve vicdansız
olmuştur. Bunun en büyük suçlusu, aracı esnaf ve tüccarlardır.
Peygamberimiz, ideâl tüccardan bahsederken şunları
söyler:
“Bir şey satarken onu aşırı bir şekilde övmezler, bir
malı da alırken asla yalan söylemezler, kendilerine îtimat edildiğinde ihânet
etmezler, borçlarını geciktirmez, vaktinde öderler, alacakları olduğunda, zor
durumda olan borçluyu sıkıştırmazlar. Kim bir gıdâ maddesi satın alır ve günün
râyiç bedeli üzerinden satarsa, sanki onu yoksullara sadaka olarak dağıtmış
gibi sevap alır’’ (İbn-i Mâce).
“Doğru sözlü güvenilir tüccar, âhirette peygamberler,
sâdıklar ve şehitler ile berâberdir” (Tırmızi).
‘‘Bir malın ayıbını söylemeden satmak helâl olmaz’’
(Müslim îman: 43).
“İnsanlara öyle bir zaman gelir ki, kişi malı
helâlden mi, haramdan mı aldığına hiç aldırmaz” (Buhârî, Büyû, 7, 23).
Bir rivâyette şu olay anlatılır:
“Resûlullah, buğday satan bir adama rastladı.
Satıcıya: ‘Nasıl satıyorsun?’ diye sordu. Adam da kendince anlattı.
Peygamberimiz elini çuvala daldırdı ve buğdayın ıslak olduğunu gördü. Bunun
üzerine, ‘insanların görmesi için ıslak olanı üst tarafına koysaydın ya!.
Aldatan bizden değildir’ (Müslim, Îman, 164) buyurdu”.
Ticâret hayatın her alanında vardır ve zâten bu nedenle
“rızkın onda dokuzu ticârettedir” (Münâvî, Feyzü’l-kadir, 3/220) denilmiştir. Fakat ticâret bir amaç değil
araçtır ve hiç-bir ticâret, insanı Allah’ı anmaktan ve âhiret-merkezli
yaşmaktan alıkoymamalıdır:
“(Öyle) adamlar
ki, ne ticâret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı
kılmaktan ve zekatı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz; onlar, kâlplerin ve
gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak-bullak olacağı) günden korkarlar” (Nûr 37).
Ticâret, “ticâret-merkezli” değil, din-merkezli
olmalıdır. Aksi-hâlde o ticâretin içerisinde boğulunur ve yok olunup gidilir.
Târihte Fenikeliler ve Soğdlar gibi devletler, dîni ve siyâseti bir kenara
bırakıp, büyük oranda ticâreti önceleyince, târih içerisinde eriyip
gitmişlerdir.
İslâmî bilgi-bilinç ve amel-eylem, ticâretten daha
önemli olduğundan Kur’ân’da şöyle bahsedilir:
“Ey îman
edenler!; Cum’a günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeye
koşun ve alış-verişi (ticâret) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha
hayırlıdır” (Cum’a 9).
Bunun aksi davranışlarda bulunanlar kınanır ve
uyarılır. Zîrâ rızkın sâhibi Allah’tır:
“Oysa onlar
(kendilerini tümüyle Allah’a ve İslâm’a teslim etmeyenler) bir ticâret yada bir
eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar.
De ki: ‘Allah’ın katında bulunan, eğlenceden ve ticâretten daha hayırlıdır.
Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır” (Cum’a 11).
Ticârette zarar ve kâr etme olasıdır ve zâten
ticâreti yâni alış-verişi fâizden ayıran da budur. Fakat “zarar etme ihtimâli olmayan
bir ticâret” de vardır. Kur’ân’da “batma ihtimâli olmayan” bu ticâretten şu
şekilde bahsedilir:
“Gerçekten Allah’ın Kitabını okuyanlar,
namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve
açık infâk edenler; kesin olarak zarâra uğramayacak (batma ihtimâli
bulunmayan) bir ticâreti umabilirler”
(Fâtır 29).
Bir de her müslümanı ilgilendiren gerçek bir “ticâret”
vardır ki, işte büyük kurtuluşa ancak böyle bir ticâret ile ulaşılabilir:
“Ey îman
edenler!; sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a
ve Resûlü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad
edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Saff 10-11).
Evet; Allah’ı ve âhireti hesâba katmadan yapılan ticâret,
mutlakâ “haksız kazanca” yol açar.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder