26 Ekim 2017 Perşembe

Modern Dünyâ’yı Referans Edinmek


“Size ne oluyor?. Nasıl hüküm veriyorsunuz?. Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki “siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak” diye” (Kalem 36-39).

Modern ve post-modern zamanlarda herhangi bir şey için insanların ölçü aracı, o şeyden; “hoşlanılması”, o şeyin “haz vermesi”, “herkesçe kabûl edilip onaylanması”, “o şeye bir îtirâzın olmaması” gibi nedenlerdir. İnsanların, “doğal olan”ı varken, “sûni ve zararlı olan”ı seçmesinin nedeni nedir?. Meselâ çocuklar kahvaltıda; doğal ve el/ev yapımı bal, pekmez, reçel, peynir, zeytin vs. varken neden bunları yemezler de, ekmeklerine; ne olduğu belirsiz, fabrikasyon bir üretim olan “krem çikolata” sürüp onları yerler ve ana-babalar buna pek de ses çıkarmazlar?. Yine, neden insanlar rahat ve hareket etmeye, oturup-kalkmaya çok daha uygun olan kıyâfetleri giymezler de, her yerlerinden sıkıştıran dar ve kısa kıyâfetleri giyerler?. İki-üç inek alıp baksa çok daha rahat, özgür ve doğal yaşayacağı köyünde kalmaz da, asgari ücretle, bir çeşit “kölelik yapmak” (çalışmak) için, gürültülü, kalabalık, sıkışık, ruhsuz şehirlere gelmek için can atar?. Bu soruları modern zamanların îcatları sayısınca çoğaltabiliriz. Tüm bu modern ürünler ve yaşam-tarzları insanlara medya aracılığı ile gösteriliyor ve özendiriliyor, insanlar gördüklerine ulaşmak istiyorlar ve bunlara kıyısından-köşesinden ulaşmakla bile vazgeçilemeyecek tatminler ve alışkanlıklar oluşuyor. Alıştıkları şeyler nefse hitâp eden hoşlandıkları ve haz aldıkları şeyler olduğu için bu alışkanlıkları eleştirmiyor-sorgulamıyorlar ve tabî ki de bu alışkanlıklarından vazgeçmeyi düşünmüyorlar. Hâlbuki Kur’ân’da şöyle denir:

“…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).

Peygamberimiz dünyevî olan için: “Allah’ım alıştırma” diye duâ ederdi sık-sık.

İnsanlar pek sevdikleri, çok iyi olduğunu düşündükleri, büyük bir ilerlemenin sonucu olarak gördükleri son 250 yıldaki Dünyâ’nın genel durumunu neye göre; iyi, güzel ve hoş îlan ediyorlar?. Şimdiki zamânın önceki zamanlara göre daha iyi olduğunun delîli nedir?.

Bu sorulara aslında bir-kaç kelime ile cevap verilebilir: “Çünkü ‘hayâtı düzenleyenler’ öyle istiyor”; “çünkü biz buna alıştık/alıştırıldık, hiç-bir îtirâzımız da yok”; “çünkü başka alternatif yok” gibi. Yine birilerine göre, ezberlenilmiş-ezberletilmiş bir cevap: “Köyde çocuklar nasıl okuyacak?”. (Acaba köylerini-kasabalarını bırakıp gelenlerin çocuklarının ne kadarı okuyup da (görece) iyi bir yere geldi?. Yine, bir-kısım kişileri şehirlere çeken etken, şehirlerde kolay ulaşılabilen günah çeşitleridir. Bu modern günahlar eskiden olmadığı yada açığa çıkma olanağı bulamadığı için ve modern zamanlarda ayyuka çıktığından, mevcut zamanlar görece daha “iyi” olarak görülüyor. Çünkü, çeşitli çıkarlara neden olan bu günahlar insanları cezbediyor.

2. dünyâ-savaşından sonra ve özellikle de “soğuk savaş”ın bitmesiyle birlikte tek-merkezli bir Dünyâ’da insanlar post-modern dünyânın nîmetleri içinde büyülenmiş ve boğulmuş duruma gelince, “işte insanlığın gelebileceği zirve burasıdır” inancına kapılmışlar ve tüm eski zamanları “öcü” gibi göstermişler ve “eski” kelimesini neredeyse küfür olarak kullanmaya meyletmektedirler. Hâlbuki modernizmin ürünleri onları bir-çeşit “köle” durumuna sokmuştur ama o köleliğe de alışmış olan insan, köleliği ya kabûl etmez, yada eleştirmez ve isyân etmez. “Tek-dünyâlı” inanan ve yaşayanların post-modern dünyânın ürünlerini, teknoloji, bilim ve görüntülerini ilahlaştıracak derecede gözlerinde ve kâlplerinde büyütmeleri anlaşılabilir. Çünkü onların tek hedefi, “bir kere gelinecek” olan Dünyâ’nın dibine kadar tadını çıkarmaktır. Hazzı zirvede yaşamaktır post-modern ve âhiret inancı olmayan insanın amacı ve hedefi.

Peki bizim müslümanlara ne oluyor?. Âhiretteki cenneti unutup da post-modernizmin görece bu Dünyâ’da kurduğu “cennete” onlar da mı kapıldılar?. Onlar da mı büyülendiler bu görüntülere?. Hem de âhiretteki cennete rağmen. Âhiretteki cennet yerine bu Dünyâ’daki cennet için yapılan “yarışlar” insanın başını döndürüyor, kâlbini karartıyor ve rûhunu daraltıyor, aynı-zamanda büyük umutsuzluklara dûçar ediyor. Hâlbuki Allah:

“Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip-yarışın ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sâhibidir” (Hadîd 21) diyerek âhiretteki cennete kilitler mü’minleri.

Fakat müslümanlar (mü’minler değil), kendilerini modern zamanların bilim ve teknoloji ile renklendirilmiş dünyâsına öyle bir kaptırmışlar ki, kendilerinden geçmiş durumdalar. “İyi olmayan hiç-bir şey yok”, “ilerlemeyen hiç-bir şey yok”, “her-şey çok gelişmiş” cümleleri müslümanların da dillerine pelesenk olmuş. Nihâyetinde öyle bir duruma gelinmiş ki, sanki; “Allah bile kullarından işte tam da böyle bir Dünyâ istiyor” denilecek. Allah şimdi murâdına erdi mi yâni?. Allah -hâşâ- sanki kullarının elindeki akıllı telefonlarla internette fink attıklarını görünce onlardan çok hoşnut ve râzı. Birileri dese ki; “ama bu duruma gelmenin bedelini birileri çok ağır ödedi-ödüyor”; hemen deyiverecekler ki: “Kader”.

Tüm bunlardan dolayı insanlar ve artık müslümanlar da, modern dünyânın mevcut durumuna göre düşünüyorlar ve amel-eylemde bulunuyorlar. Referanslarını Kur’ân ve Sünnet’ten değil de modern dünyâdan alıyorlar. Hâlbuki referans alınıp durulan modern dünyâ, Dünyâ’nın yarısı için cennete dönüşürken, diğer yarısı için zifiri karanlık bir zindan yada “cehennem” olmuş durumda. Peki buna rağmen Dünyâ’nın hangi yarısını referans alacağız?. Mutlu tarafını mı?. Neden?. Ya diğer tarafı ne olacak?. Modern dünyânın referans alınmasını isteyip duranlar, “mutlu olan taraftakiler”dir. Hayâtı perişanlık içinde geçip de feryatları göklere ulaşanlar ise modern dünyâyı referans al(a)mazlar. Zîrâ modern dünyâ bir “adâletsizlik dünyâsı”dır ve birilerinin perişân durumda olmaları, diğer mutlu tarafın refah içinde yaşamasından ve modern dünyânın ideolojilerine, bilimine, teknolojisine meftûn olmalarındandır. Yâni modern dünyâyı referans edinmelerindendir. Dünyâ’nın yarısının perişân durumda olmasının nedeni, İslâm’ın değil de modern dünyânın referans alınması ve bunu isteyenlerdir. Dünyâdaki ifsadın sebebi budur:

“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).

Müslümanların Allah, âhiret, Kitap, Peygamber gibi ebedî referansları varken, modernizmi referans edinmeleri İslâm’a uygun değildir. Üstelik modern dünyânın meşrûiyeti en çok da müslümanların onu meşrû görmesiyle ve modern dünyâyı referans almalarıyla sağlanıyor. Hâlbuki müslümanların hâl-i pür melâlinin nedenidir bu. Gibb, İslâm dünyâsı için: “Onların her-şeyini mahvettik: Felsefelerini, dinlerini... Artık hiç-bir şeye inanmıyorlar. İçlerinde sonsuz bir boşluk açıldı. Anarşinin yada intiharın eşiğindeler” der. Buna rağmen hâlâ modern dünyânın peşine gölge gibi takılmak ve ona yalakalık yapmak, modern müslümanın kişiliğini kaybettiğini gösterir.

Modern insan, modern kuralları “din” edinmiş olan kişidir. İhsan Fazlıoğlu: “Modern zihniyet “niyet insanı”nı devre-dışı bırakıp “kural insanı”nı gündeme taşımıştır. Çünkü geleneksel insan, niyetlerini (değerlerini) esas alan ve maslahata göre davranan “ahlâk-insanı”dır; kurallar da değerlerle bağlantıları oranında dikkate alınırlar. Modern insan ise menfaate göre düşünür; bu açıdan kurallara uygun davranmayı esas alır; değerler bu kurallara dayandıkları oranda önemsenir” der.

İnsanlar ve özellikle müslümanlar kesin bir karar vermelidir. Küresel güçlere ve modern dünyâya göre mi kendini konumlandıracak, yoksa, Sonsuz Kudret Sâhibi olan Allah’a göre mi?.

Artık müslümanlar da referans olarak Kur’ân’ı, İslâm’ı, Peygamber’i, Sünnet’i değil de, modern dünyâyı referans-ölçü almaya başladılar ve işlerini buna göre yapmaya çalışıyorlar. Kur’ân’ı modern dünyâya uydurmaya çalışıyorlar. Oysa Kur’ân, “dinsiz dünyâ”yı Kur’ân’a, Allah’a göre değiştirmek için vardır. Meselâ deniyor ki, Kur’ân’da bahsedilen; “savaş için hazırlanılması istenen atlar” sözü artık, “savaş için tanklar hazırlayın” sözüne dönmüştür. Tabî ki günümüzde tanklara karşı atlarla savaşa çıkmayacağız ama, doğal ve normâl hayat, yâni Allah’ın istediği hayat da, “atların binek olarak kullanıldığı” hayattır. “Allah’ı referans almak” bu demektir. Lütfi Bergen, “Atlar Boşuna Yaratılmamıştır” yazısında şunları söyler:

“Seküler zamanlar için seküler vahiy indirilmez. Vahiy indirildiğinde bir sonraki peygambere değin geçerli olan ahkâm, din belirlenir. Kur’ân hatem’ûl enbiyâ olan Hz. Peygamber’e indirildiğine göre tamamlanmış bir kitaptır. Seküler zamanları da kapsayan hükümlerle gelir. Kur’ân şimdiki döneme indirilseydi bu dönemin şartlarına göre indirilmezdi. Kur’ân milâdi 610 yılında indirilmeye başlanmıştır. Allah katında zaman bizim yaşadığımız zaman değildir. Bu nedenle Kur’ân’ı Allah'ın insanlıkla zamansız konuşması olarak görmek kaçınılmazdır.

‘Kur’ân bu-gün inseydi bu-günün şartlarına göre inerdi, zîrâ o zamanki toplumla bu zamanki toplumun kavrayış ve yaşayışı bir değil’ şeklindeki ifâde şu nedenle eksik bir çıkarıma dayanıyor: Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Roma ve Îran uygarlıkları bulunuyordu. Dolayısıyla inen vahiy o çağda yaşayan ‘ileri’ uygarlıkları da kendine muhâtap edinmişti. Hz. Peygamber’in yaşadığı zamanı ‘ilkel’ görmek Hz. Peygamber’i bedevi sayan batı tasavvurunun (oryantâlizmin) yeniden üretilmesi demektir.

Kur’ân’ın bin türlü tefsiri yapılabilir. Diğer taraftan Kur’ân’ın sentetik, toplumdan-topluma değişebilen, zamandan-zamana değişebilen bir vahiy olduğunu düşünmek Kur’ân’a müdâhale etmektir. Kur’ân kendisine şeytanların dokunamadığını beyân etmektedir. Bu nedenle o çağlar-üstüdür. Bu-gün inseydi ve tıpkı Mûsâ’ya verildiği gibi ‘levha!’ olarak yeryüzüne bırakılsaydı 610 yılında indiği gibi indirilecekti.

Kur’ân bu-gün inseydi ‘mercedes’ demeyecekti. Otomobilden de bahsetmeyecekti. Kur’ân’ın binek olarak hayvanlardan bahsetmesi bilinçli bir tercihtir. İnsanın ‘zamânın şartları’ diyerek ululadığı şey paganizmdir. Kur’ân’ın binek olarak at’ı (hayvanları) öne sürmesi tarım-toplumunun, insanlığın görmüş ve göreceği en üst îmar-bereket-umran seviyesi olmasındandır. Otomobil kıtlıktır. Atlar boşuna yaratılmamıştır.

İnsanın asfalt gibi bir malzeme üretmesi, atom bombasını îcâdı, betona yaslanarak ev-binâlar yapması Allah’ın murâdı değildir. Tabiatı bozmak insanın bozgunculuğuna ilişkin bir sapmadır. Bu nedenle yaşadığımız Dünyâ’nın koşullarına göre vahyin kendini ‘ayarlayacağını’ düşünmek, Allah'ın zamânın peşinde koştuğunu söylemekten farksızdır”.

Kur’ân’da bahsedilen “savaş atları”nın günümüzde tanklar olarak yorumlanması gerektiğinin delîli nedir?. Başka bir Kur’ân âyeti yada sünnet mi?. Hayır. Öyleyse bu delil “modern dünyâ”dır. Fakat o zaman da Kur’ân “nesne”, modern dünyâ “özne” olmuş olmuyor mu?. İyi de biz âhirette Kur’ân’dan sorulmayacak mıydık?. Yoksa herkes kendi yaşadığı kendine göre “modern” olan zamandan mı sorulacak?. Fakat bunun bir delîli yoktur ki!. O hâlde diyeceğiz ki: “en ideâl hayat-şekli, atların binek olarak kullanıldığı, tarım, hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr topluluğudur”. Kur’ân’daki atları da modern zamanlarda yorumlamayacağız. Çünkü onlar, tarım toplumunun binekleridir. Kur’ân’daki “savaş atları”nı, bir-gün gelip de Dünyâ’nın altı üstüne geldiği zaman ve artık hiç-bir teknoloji işe yaramadığında yorumlayacağız. Şimdi ise, bize tankla saldıranlara karşı biz de benzer silahlarla saldıracağız, o kadar.

Müslümanlar açıkça, “modern dünyâya uymayan âyetleri, ‘hükmü geçmiştir’ diye ya yok sayacağız yada aşırı zorlayarak modern dünyâya uydurmaya çalışacağız” diyorlar ve başlıyorlar modern dünyâya uymayan Kur’ân âyetlerinin dökümanlarını çıkarmaya. Kimi âyetleri “hükmü geçmiştir” diye “târihi eser” olarak 1.400 yıl öncesine gönderirken, kimi âyetleri de, modern dünyâya uydurmak için, canını çıkarırcasına aşırı yoruma tâbi tutuyorlar. Üstelik böyle yapmayı bir vazîfe telâkki ediyorlar. Oysa Allah vahyini; insana, doğaya, normâle en uygun olan dünyânın durumuna göre indirir. Bu “en uygun durum” ise, “tarım toplumu”dur. “Tarım, hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr toplumu”dur. İnsanlar ancak böyle bir toplumda mutlu ve huzurlu olabilirler ve “insan” gibi yaşayarak gerçek tatmine de ancak böyle bir dünyâda erebilirler.

Modern insan; bir cep telefonuna, kendisini uzak diyarlara taşıyan bir-kaç saatte uçağa, televizyona, arabalara vs. modern teknolojik araçlara mest oluyor ve  referans olarak artık hep modern dünyâyı alıyor. Modern dünyâyı referans edinmeyenleri ise; bağnaz, yobaz, isyankâr, câhil, gerici ve hattâ artık “terörist” îlân ediyor. Hâlbuki mevcut modern dünyânın gidişâtı hiç de iyi değildir. Cehennem, modern dünyâyı ve modern insanı kuşatmış olduğu hâlde, modern dünyânın en ileri gelişmişlik düzeyinde olduğu saçmalığını ağızlarında geveleyip duruyorlar. Aykut Erdoğdu:

“İnsanlık karanlık çağa giriyor. Teknoloji hızla ilerken medeniyet geriliyor. Teknoloji hayâtımızı kolaylaştırırken rûhumuzu çalıyor. Artık yeni şiirler yazılmıyor. Yüreğimizi yakan türkülerin hepsi geçmişten. Tiyatro can çekişiyor. Yeni slogan bile bulamıyoruz. Ama otomobillerimizin konforu arttı. El çırpınca ışıklar yanıyor. Yoksulluğumuzun gece-kondulardan zenginliğimizin sitelerine, plâzalarına, akıllı evlerine taşınıyoruz.

Teknoloji, insana olan ihtiyâcı azaltıyor. Eskiden bizim yaptığımız işleri hatâsız bir biçimde yazılımlar ve robotlar yapıyor. Muhâsebeci yerine muhâsebe yazılımları var. Avukatlar yerine hukuk yazılımları gelişiyor. Doktorların yerini test cihazları almaya başladı. İşçilerden çok daha güçlü makineler 7/24 yük taşıyor. Yazılımlar ve robotlar insanoğlundan çok daha düşük mâliyetlerle çok daha fazla üretiyor. Ama bizler yâni işsiz bırakılan insanların bu üretileni tüketecek geliri yok. Bu yüzden batı’lı ekonomistler şu günlerde insanların üzerine helikopterlerden para saçmaktan bahsediyorlar” der.

“Allah’ın yaratması” ile “insanların üretmesi” aynı şey değildir. İnsanların üretmesi, Allah’ın yaratmasıyla çelişiyorsa, bu üretimler zararlı üretimlerdir ve bir-an önce Allah’ın yarattığı orijine, yâni “eski”ye dönmek gerekir. İnsanlar ancak bu şekilde mutlu, sağlıklı, güvenilir, huzurlu ve fıtratıyla uyumlu hayatlar yaşayabilir..

Evet; modern dünyâyı referans almaktan vazgeçip, “fabrika ayarları”na dönmek şarttır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ekim 2017


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder