“Size ne oluyor?. Nasıl hüküm
veriyorsunuz?. Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?.
İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için
üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki “siz ne hüküm
verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak” diye” (Kalem 36-39).
Modern ve
post-modern zamanlarda herhangi bir şey için insanların ölçü aracı, o şeyden;
“hoşlanılması”, o şeyin “haz vermesi”, “herkesçe kabûl edilip onaylanması”, “o
şeye bir îtirâzın olmaması” gibi nedenlerdir. İnsanların, “doğal olan”ı varken,
“sûni ve zararlı olan”ı seçmesinin nedeni nedir?. Meselâ çocuklar kahvaltıda;
doğal ve el/ev yapımı bal, pekmez, reçel, peynir, zeytin vs. varken neden
bunları yemezler de, ekmeklerine; ne olduğu belirsiz, fabrikasyon bir üretim
olan “krem çikolata” sürüp onları yerler ve ana-babalar buna pek de ses
çıkarmazlar?. Yine, neden insanlar rahat ve hareket etmeye, oturup-kalkmaya çok
daha uygun olan kıyâfetleri giymezler de, her yerlerinden sıkıştıran dar ve
kısa kıyâfetleri giyerler?. İki-üç inek alıp baksa çok daha rahat, özgür ve
doğal yaşayacağı köyünde kalmaz da, asgari ücretle, bir çeşit “kölelik yapmak”
(çalışmak) için, gürültülü, kalabalık, sıkışık, ruhsuz şehirlere gelmek için
can atar?. Bu soruları modern zamanların îcatları sayısınca çoğaltabiliriz. Tüm
bu modern ürünler ve yaşam-tarzları insanlara medya aracılığı ile gösteriliyor
ve özendiriliyor, insanlar gördüklerine ulaşmak istiyorlar ve bunlara kıyısından-köşesinden
ulaşmakla bile vazgeçilemeyecek tatminler ve alışkanlıklar oluşuyor.
Alıştıkları şeyler nefse hitâp eden hoşlandıkları ve haz aldıkları şeyler
olduğu için bu alışkanlıkları eleştirmiyor-sorgulamıyorlar ve tabî ki de bu
alışkanlıklarından vazgeçmeyi düşünmüyorlar. Hâlbuki Kur’ân’da şöyle denir:
“…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey,
sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.
Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).
Peygamberimiz
dünyevî olan için: “Allah’ım alıştırma” diye duâ
ederdi sık-sık.
İnsanlar pek
sevdikleri, çok iyi olduğunu düşündükleri, büyük bir ilerlemenin sonucu olarak
gördükleri son 250 yıldaki Dünyâ’nın genel durumunu neye göre; iyi, güzel ve
hoş îlan ediyorlar?. Şimdiki zamânın önceki zamanlara göre daha iyi olduğunun
delîli nedir?.
Bu sorulara
aslında bir-kaç kelime ile cevap verilebilir: “Çünkü ‘hayâtı düzenleyenler’
öyle istiyor”; “çünkü biz buna alıştık/alıştırıldık, hiç-bir îtirâzımız da
yok”; “çünkü başka alternatif yok” gibi. Yine birilerine göre, ezberlenilmiş-ezberletilmiş
bir cevap: “Köyde çocuklar nasıl okuyacak?”. (Acaba köylerini-kasabalarını
bırakıp gelenlerin çocuklarının ne kadarı okuyup da (görece) iyi bir yere
geldi?. Yine, bir-kısım kişileri şehirlere çeken etken, şehirlerde kolay ulaşılabilen
günah çeşitleridir. Bu modern günahlar eskiden olmadığı yada açığa çıkma
olanağı bulamadığı için ve modern zamanlarda ayyuka çıktığından, mevcut
zamanlar görece daha “iyi” olarak görülüyor. Çünkü, çeşitli çıkarlara neden
olan bu günahlar insanları cezbediyor.
2.
dünyâ-savaşından sonra ve özellikle de “soğuk savaş”ın bitmesiyle birlikte
tek-merkezli bir Dünyâ’da insanlar post-modern dünyânın nîmetleri içinde
büyülenmiş ve boğulmuş duruma gelince, “işte insanlığın gelebileceği zirve
burasıdır” inancına kapılmışlar ve tüm eski zamanları “öcü” gibi göstermişler
ve “eski” kelimesini neredeyse küfür olarak kullanmaya meyletmektedirler.
Hâlbuki modernizmin ürünleri onları bir-çeşit “köle” durumuna sokmuştur ama o
köleliğe de alışmış olan insan, köleliği ya kabûl etmez, yada eleştirmez ve
isyân etmez. “Tek-dünyâlı” inanan ve yaşayanların post-modern dünyânın
ürünlerini, teknoloji, bilim ve görüntülerini ilahlaştıracak derecede
gözlerinde ve kâlplerinde büyütmeleri anlaşılabilir. Çünkü onların tek hedefi, “bir
kere gelinecek” olan Dünyâ’nın dibine kadar tadını çıkarmaktır. Hazzı zirvede
yaşamaktır post-modern ve âhiret inancı olmayan insanın amacı ve hedefi.
Peki bizim
müslümanlara ne oluyor?. Âhiretteki cenneti unutup da post-modernizmin görece
bu Dünyâ’da kurduğu “cennete” onlar da mı kapıldılar?. Onlar da mı büyülendiler
bu görüntülere?. Hem de âhiretteki cennete rağmen. Âhiretteki cennet yerine bu
Dünyâ’daki cennet için yapılan “yarışlar” insanın başını döndürüyor, kâlbini
karartıyor ve rûhunu daraltıyor, aynı-zamanda büyük umutsuzluklara dûçar
ediyor. Hâlbuki Allah:
“Rabbinizden olan bir mağfirete ve
cennete (kavuşmak için) çaba gösterip-yarışın ki (o cennet) genişliği gök ile
yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler için hazırlanmıştır.
İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl
sâhibidir” (Hadîd 21)
diyerek âhiretteki cennete kilitler mü’minleri.
Fakat
müslümanlar (mü’minler değil), kendilerini modern zamanların bilim ve teknoloji
ile renklendirilmiş dünyâsına öyle bir kaptırmışlar ki, kendilerinden geçmiş
durumdalar. “İyi olmayan hiç-bir şey yok”, “ilerlemeyen hiç-bir şey yok”,
“her-şey çok gelişmiş” cümleleri müslümanların da dillerine pelesenk olmuş.
Nihâyetinde öyle bir duruma gelinmiş ki, sanki; “Allah bile kullarından işte
tam da böyle bir Dünyâ istiyor” denilecek. Allah şimdi murâdına erdi mi
yâni?. Allah -hâşâ- sanki kullarının elindeki akıllı telefonlarla internette
fink attıklarını görünce onlardan çok hoşnut ve râzı. Birileri dese ki; “ama bu
duruma gelmenin bedelini birileri çok ağır ödedi-ödüyor”; hemen deyiverecekler
ki: “Kader”.
Tüm bunlardan
dolayı insanlar ve artık müslümanlar da, modern dünyânın mevcut durumuna göre
düşünüyorlar ve amel-eylemde bulunuyorlar. Referanslarını Kur’ân ve Sünnet’ten
değil de modern dünyâdan alıyorlar. Hâlbuki referans alınıp durulan modern
dünyâ, Dünyâ’nın yarısı için cennete dönüşürken, diğer yarısı için zifiri
karanlık bir zindan yada “cehennem” olmuş durumda. Peki buna rağmen Dünyâ’nın
hangi yarısını referans alacağız?. Mutlu tarafını mı?. Neden?. Ya diğer tarafı
ne olacak?. Modern dünyânın referans alınmasını isteyip duranlar, “mutlu olan
taraftakiler”dir. Hayâtı perişanlık içinde geçip de feryatları göklere ulaşanlar
ise modern dünyâyı referans al(a)mazlar. Zîrâ modern dünyâ bir “adâletsizlik
dünyâsı”dır ve birilerinin perişân durumda olmaları, diğer mutlu tarafın refah
içinde yaşamasından ve modern dünyânın ideolojilerine, bilimine, teknolojisine
meftûn olmalarındandır. Yâni modern dünyâyı referans edinmelerindendir. Dünyâ’nın
yarısının perişân durumda olmasının nedeni, İslâm’ın değil de modern dünyânın
referans alınması ve bunu isteyenlerdir. Dünyâdaki ifsadın sebebi budur:
“İnsanların kendi ellerinin kazandığı
dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye
(Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).
Müslümanların
Allah, âhiret, Kitap, Peygamber gibi ebedî referansları varken, modernizmi
referans edinmeleri İslâm’a uygun değildir. Üstelik modern dünyânın meşrûiyeti
en çok da müslümanların onu meşrû görmesiyle ve modern dünyâyı referans
almalarıyla sağlanıyor. Hâlbuki müslümanların hâl-i pür melâlinin nedenidir bu.
Gibb, İslâm dünyâsı için: “Onların her-şeyini mahvettik: Felsefelerini,
dinlerini... Artık hiç-bir şeye inanmıyorlar. İçlerinde sonsuz bir boşluk
açıldı. Anarşinin yada intiharın eşiğindeler” der. Buna rağmen hâlâ modern
dünyânın peşine gölge gibi takılmak ve ona yalakalık yapmak, modern müslümanın
kişiliğini kaybettiğini gösterir.
Modern
insan, modern kuralları “din” edinmiş olan kişidir. İhsan Fazlıoğlu: “Modern zihniyet “niyet insanı”nı
devre-dışı bırakıp “kural insanı”nı gündeme taşımıştır. Çünkü geleneksel insan,
niyetlerini (değerlerini) esas alan ve maslahata göre davranan “ahlâk-insanı”dır;
kurallar da değerlerle bağlantıları oranında dikkate alınırlar. Modern insan
ise menfaate göre düşünür; bu açıdan kurallara uygun davranmayı esas alır;
değerler bu kurallara dayandıkları oranda önemsenir” der.
İnsanlar ve
özellikle müslümanlar kesin bir karar vermelidir. Küresel güçlere ve modern
dünyâya göre mi kendini konumlandıracak, yoksa, Sonsuz Kudret Sâhibi olan
Allah’a göre mi?.
Artık müslümanlar
da referans olarak Kur’ân’ı, İslâm’ı, Peygamber’i, Sünnet’i değil de, modern
dünyâyı referans-ölçü almaya başladılar ve işlerini buna göre yapmaya
çalışıyorlar. Kur’ân’ı modern dünyâya uydurmaya çalışıyorlar. Oysa Kur’ân, “dinsiz
dünyâ”yı Kur’ân’a, Allah’a göre değiştirmek için vardır. Meselâ deniyor ki, Kur’ân’da
bahsedilen; “savaş için hazırlanılması istenen atlar” sözü artık, “savaş için tanklar
hazırlayın” sözüne dönmüştür. Tabî ki günümüzde tanklara karşı atlarla savaşa
çıkmayacağız ama, doğal ve normâl hayat, yâni Allah’ın istediği hayat da, “atların
binek olarak kullanıldığı” hayattır. “Allah’ı referans almak” bu demektir. Lütfi
Bergen, “Atlar Boşuna Yaratılmamıştır” yazısında şunları söyler:
“Seküler zamanlar için seküler vahiy
indirilmez. Vahiy indirildiğinde bir sonraki peygambere değin geçerli olan
ahkâm, din belirlenir. Kur’ân hatem’ûl enbiyâ olan Hz. Peygamber’e
indirildiğine göre tamamlanmış bir kitaptır. Seküler zamanları da kapsayan
hükümlerle gelir. Kur’ân şimdiki döneme indirilseydi bu dönemin şartlarına
göre indirilmezdi. Kur’ân milâdi 610 yılında indirilmeye başlanmıştır. Allah
katında zaman bizim yaşadığımız zaman değildir. Bu nedenle Kur’ân’ı Allah'ın
insanlıkla zamansız konuşması olarak görmek kaçınılmazdır.
‘Kur’ân bu-gün inseydi bu-günün şartlarına
göre inerdi, zîrâ o zamanki toplumla bu zamanki toplumun kavrayış ve yaşayışı
bir değil’ şeklindeki ifâde şu nedenle eksik bir çıkarıma dayanıyor: Hz.
Peygamber’in yaşadığı dönemde Roma ve Îran uygarlıkları bulunuyordu. Dolayısıyla
inen vahiy o çağda yaşayan ‘ileri’ uygarlıkları da kendine muhâtap edinmişti. Hz.
Peygamber’in yaşadığı zamanı ‘ilkel’ görmek Hz. Peygamber’i bedevi sayan batı
tasavvurunun (oryantâlizmin) yeniden üretilmesi demektir.
Kur’ân’ın bin türlü tefsiri yapılabilir.
Diğer taraftan Kur’ân’ın sentetik, toplumdan-topluma değişebilen,
zamandan-zamana değişebilen bir vahiy olduğunu düşünmek Kur’ân’a müdâhale
etmektir. Kur’ân kendisine şeytanların dokunamadığını beyân etmektedir. Bu
nedenle o çağlar-üstüdür. Bu-gün inseydi ve tıpkı Mûsâ’ya verildiği gibi
‘levha!’ olarak yeryüzüne bırakılsaydı 610 yılında indiği gibi indirilecekti.
Kur’ân bu-gün inseydi ‘mercedes’
demeyecekti. Otomobilden de bahsetmeyecekti. Kur’ân’ın binek olarak
hayvanlardan bahsetmesi bilinçli bir tercihtir. İnsanın ‘zamânın şartları’
diyerek ululadığı şey paganizmdir. Kur’ân’ın binek olarak at’ı (hayvanları) öne
sürmesi tarım-toplumunun, insanlığın görmüş ve göreceği en üst
îmar-bereket-umran seviyesi olmasındandır. Otomobil kıtlıktır. Atlar boşuna
yaratılmamıştır.
İnsanın asfalt gibi bir
malzeme üretmesi, atom bombasını îcâdı, betona yaslanarak ev-binâlar yapması
Allah’ın murâdı değildir. Tabiatı bozmak insanın
bozgunculuğuna ilişkin bir sapmadır. Bu nedenle yaşadığımız Dünyâ’nın koşullarına
göre vahyin kendini ‘ayarlayacağını’ düşünmek, Allah'ın zamânın peşinde
koştuğunu söylemekten farksızdır”.
Kur’ân’da
bahsedilen “savaş atları”nın günümüzde tanklar olarak yorumlanması gerektiğinin
delîli nedir?. Başka bir Kur’ân âyeti yada sünnet mi?. Hayır. Öyleyse bu delil
“modern dünyâ”dır. Fakat o zaman da Kur’ân “nesne”, modern dünyâ “özne” olmuş
olmuyor mu?. İyi de biz âhirette Kur’ân’dan sorulmayacak mıydık?. Yoksa herkes
kendi yaşadığı kendine göre “modern” olan zamandan mı sorulacak?. Fakat bunun
bir delîli yoktur ki!. O hâlde diyeceğiz ki: “en ideâl hayat-şekli, atların
binek olarak kullanıldığı, tarım, hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr
topluluğudur”. Kur’ân’daki atları da modern zamanlarda yorumlamayacağız. Çünkü
onlar, tarım toplumunun binekleridir. Kur’ân’daki “savaş atları”nı, bir-gün
gelip de Dünyâ’nın altı üstüne geldiği zaman ve artık hiç-bir teknoloji işe yaramadığında
yorumlayacağız. Şimdi ise, bize tankla saldıranlara karşı biz de benzer
silahlarla saldıracağız, o kadar.
Müslümanlar
açıkça, “modern dünyâya uymayan âyetleri, ‘hükmü geçmiştir’ diye ya yok
sayacağız yada aşırı zorlayarak modern dünyâya uydurmaya çalışacağız” diyorlar
ve başlıyorlar modern dünyâya uymayan Kur’ân âyetlerinin dökümanlarını
çıkarmaya. Kimi âyetleri “hükmü geçmiştir” diye “târihi eser” olarak 1.400 yıl
öncesine gönderirken, kimi âyetleri de, modern dünyâya uydurmak için, canını
çıkarırcasına aşırı yoruma tâbi tutuyorlar. Üstelik böyle yapmayı bir vazîfe
telâkki ediyorlar. Oysa Allah vahyini; insana, doğaya, normâle en uygun olan
dünyânın durumuna göre indirir. Bu “en uygun durum” ise, “tarım toplumu”dur. “Tarım,
hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr toplumu”dur. İnsanlar ancak böyle bir
toplumda mutlu ve huzurlu olabilirler ve “insan” gibi yaşayarak gerçek tatmine
de ancak böyle bir dünyâda erebilirler.
Modern insan;
bir cep telefonuna, kendisini uzak diyarlara taşıyan bir-kaç saatte uçağa,
televizyona, arabalara vs. modern teknolojik araçlara mest oluyor ve referans olarak artık hep modern dünyâyı
alıyor. Modern dünyâyı referans edinmeyenleri ise; bağnaz, yobaz, isyankâr,
câhil, gerici ve hattâ artık “terörist” îlân ediyor. Hâlbuki mevcut modern dünyânın
gidişâtı hiç de iyi değildir. Cehennem, modern dünyâyı ve modern insanı
kuşatmış olduğu hâlde, modern dünyânın en ileri gelişmişlik düzeyinde olduğu
saçmalığını ağızlarında geveleyip duruyorlar. Aykut Erdoğdu:
“İnsanlık karanlık çağa giriyor. Teknoloji
hızla ilerken medeniyet geriliyor. Teknoloji hayâtımızı kolaylaştırırken
rûhumuzu çalıyor. Artık yeni şiirler yazılmıyor. Yüreğimizi yakan türkülerin
hepsi geçmişten. Tiyatro can çekişiyor. Yeni slogan bile bulamıyoruz. Ama
otomobillerimizin konforu arttı. El çırpınca ışıklar yanıyor. Yoksulluğumuzun
gece-kondulardan zenginliğimizin sitelerine, plâzalarına, akıllı evlerine
taşınıyoruz.
Teknoloji, insana olan ihtiyâcı azaltıyor.
Eskiden bizim yaptığımız işleri hatâsız bir biçimde yazılımlar ve robotlar
yapıyor. Muhâsebeci yerine muhâsebe yazılımları var. Avukatlar yerine hukuk
yazılımları gelişiyor. Doktorların yerini test cihazları almaya başladı.
İşçilerden çok daha güçlü makineler 7/24 yük taşıyor. Yazılımlar ve robotlar
insanoğlundan çok daha düşük mâliyetlerle çok daha fazla üretiyor. Ama bizler
yâni işsiz bırakılan insanların bu üretileni tüketecek geliri yok. Bu yüzden batı’lı
ekonomistler şu günlerde insanların üzerine helikopterlerden para saçmaktan
bahsediyorlar” der.
“Allah’ın
yaratması” ile “insanların üretmesi” aynı şey değildir. İnsanların üretmesi,
Allah’ın yaratmasıyla çelişiyorsa, bu üretimler zararlı üretimlerdir ve bir-an
önce Allah’ın yarattığı orijine, yâni “eski”ye dönmek gerekir. İnsanlar ancak
bu şekilde mutlu, sağlıklı, güvenilir, huzurlu ve fıtratıyla uyumlu hayatlar
yaşayabilir..
Evet; modern
dünyâyı referans almaktan vazgeçip, “fabrika ayarları”na dönmek şarttır.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder