26 Ekim 2017 Perşembe

Yarı Müslümanlık


“..Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).

Müslüman; “İslâm olan”, “teslim olan” demektir. İslâmiyet, “t-eslimiyet” demektir. M-üslim, “İslâm olan” demekken, “t-eslim” de, “İslâm’a göre olmak” demektir. Bâzıları teslîmiyeti eleştirse de, bahsettiğimiz teslîmiyet, “Allah’tan başkasına yapılmayan teslîmiyet”tir. Bu teslîmiyet “sâdece Allah’a olan bir teslîmiyet”tir. “Sâdece Allah’a teslîmiyet” gösterilmediğinde yâni sâdece Allah’a müslümanlık yapılmadığında, Allah’tan gayrı her-şeye teslîmiyetin gösterilmesi yâni Allah dışındaki her-şeye müslümanlık yapılması çok normâl görülmeye başlanır. İslâmiyet yâni teslîmiyet, “Allah’tan başkasına teslim olunmasın ve Allah’tan başkası rab olarak kabûl edilmesin” diye vardır. Peygamberimizin teslîmiyeti bunun temsîliyetidir, bunun örnekliğidir. Teslîmiyetin yâni müslümanlığın nasıl yapılacağının en iyi örnekliğini yapmıştır Peygamberimiz. O hâlde İslâmlık=Müslümanlık; İslâm-müslim olmak, yâni “Allah’tan başkasını “Rab=terbiye edici”, “kudret-sâhibi” ve “ilah” görmemek” demektir. Zâten Allah’tan başkasına teslim olanlar yâni Allah’tan başkasına müslümanlık yapanlar şirke düşerek ebedî bir azaba dûçar olurlar.

Peki müslüman(lık) nedir?. Âyet şöyle bir ayırım yapıyor:

“Bedeviler, ‘îman ettik’ dediler. De ki: Siz îman etmediniz; ancak İslâm (müslüman veyâ teslim) olduk deyin. Îman henüz kâlplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç-bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Hucurât 14).

Demek ki müslüman, İslâm toplumuna katılmış fakat henüz mü’min ol(a)mamış insanlardır. Fakat eğer bu insanlar müslümanlıklarını iyi yaparlarsa Allah onlardan râzı olacaktır. Müslümanlık, “mü’minliğe ilk adım”dır. Mü’min, direkt olarak Allah’a bağlı iken, müslümanların Allah’a bağlılığı, “müslüman toplum” üzerindendir. Yâni müslümanlık kâlp ile değil de, zihin, dil ve biraz da amel ile olan bağlılıktır. Oysa mü’minin bağlılığı kâlbîdir. Bu bağ kâlbî yâni içten bir bağlılık olduğu için, tabî ki amel ve eylem de bu kâlbî bağlılığa göre olacağından, bu bağlılığa sâhip olanlar, teslîmiyetinde hesap-kitap yapmaz ve “tam bir teslîmiyet” gösterebilirler.

Medîne Sözleşmesi’nin 1. maddesi şöyledir:

“Bu kitap (yazı), Peygamber Muhammed tarafından, Kureyşli ve Yesrib’li “mü’minler ve müslümanlar” ve bunlara tâbi olanlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla berâber cihad edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir)”. Görüldüğü gibi bu sözleşmede “mü’min ve “müslüman” ayırımı yapılmıştır.

Müslüman doğmak ile müslüman olmak arasında çok büyük fark vardır. İnsanlar müslüman bir ana-babadan doğduklarında otomatikman kendilerinin de müslüman olduklarını sanıyorlar. Gerçi her insan İslâm fıtratı ile doğar, ancak fıtrat, “İslâm’ı seçmeye uygun olan potansiyeldir” sâdece. Hâlbuki müslüman olmak bir “seçim” işidir ve bu seçim bulûğ çağında başlar tercihini yapmaya. Doğuştan müslüman olunmaz yâni. Fakat müslüman bir ana-babadan doğup İslâmî bir ortamda yaşamanın potansiyel avantajları vardır. Üstelik kişi sebat ettiği ölçüde müslümanlıktan mü’minliğe terfî edebilir ve “yarı-müslümanlık”tan tam ve sahih müslümanlığa geçilir.

Müslüman olmak yâni müslüman bir topluma katılarak müslümanca yaşamak elbette Allah’ın onayladığı bir şeydir. Çünkü netîcede bir seçim yapılmış ve İslâm toplumuna katılarak müslüman olunmuştur. Burada “müslümanlığı” yermek değildir amacımız. Fakat artık modernizmin ve artık post-modernizmin tüm Dünyâ’yı kuşatmış olduğu bir zamanda mü’minliği ve mü’minleri mum ile armaya başladık, “iyi müslümanlara” hayrân olmaya başladık ve onları “örnek şahsiyetler” olarak görüyoruz. Lâkin sorun, bu tür müslümanların ve müslümanlığın da artık nâdir olarak bulunması. Neredeyse tüm İslâm coğrafyasında yaşanan müslümanlıklar artık “yarı-müslümanlık” şekline dönüştü ve müslümanlığın diğer yarısını ise şeytan-merkezli ve tâğut kontrôllü lâik-seküler-demokratik gayr-i İslâmî bağlılık şekilleri tamamlar oldu. Bu şeytâni-tâğuti ideolojilere, düşüncelere öyle bir bağlılık var ki, sanki “müslümanlık ancak bu ideolojilere ve düşüncelere göre davranmakla tamamlanabilir” gibi bir söylem ve inanç oluştu. Yarıya düşürülen müslümanlık, bu şeytanlıklarla tamamlanır oldu ve üstelik ne kadar acı ve utanç vericidir ki bununla övünülmeye de başlandı. Müslüman olduğunu söyleyenler lâik-demokratik-seküler bir anlayışa sâhip oldukları için övünmekteler ve böylece sağlam bir dindar olduklarını zannetmekteler. Tabî ki bu gidişât, sonunda müslümanlığın sinikleşmesine ve silinmesine, şeytâni düşüncelerin ise öne çıkmasına neden olacaktır ki tahrifat-tahribat böyle başlar ve sonunda ortaya yeni bir din çıkar. Evet; yeni bir din ki, -İslâm’dan başka tüm dinler bâtıl bir din olmayan mahkûmdur-, tüm zamanlarda bu şekilde ortaya çıkmıştır. Ne ilginçtir ki şeytan tüm zamanlarda insanları aynı oyunla kandırıp yoldan çıkararak şirke düşürmüş ve rezilliğe itmiştir.  

Yarı-müslümanlıkta bir; “ucundan-kıyısından îman etme” durumu vardır. Fakat baştaki âyette de söylendiği gibi, böyle bir tutum Dünyâ’da da, âhirette de bir rezilliği mecbûr kılar. Yarı-müslümanlık işte böyle bir düşünce ve inanç ortaya koyuyor ve Kur’ân’ın bir kısmı göz-ardı edildiği için modern büyülü sözlerle yok sayılıp inkâra bile düşülebiliyor. O zaman da ucundan-kıyısından bir îman olmuş oluyor ki aslında bu bir “îman” değildir:

“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ (ve müslüman olduk) diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

Âyetin de dediği gibi, sâdece “elhamdulillah müslümanım” demenin öyle çok da önemli bir yanı yoktur. Teslîmiyet yâni müslümanlık sâdece söz ile olmaz ve korunmaz. Müslümanlığın gereği her dâim yerine getirilmeli ve yarı-müslümanlığa düşmekten sakınılmalıdır. Müslümanlığı tam olarak yerine getirmenin çok önemi vardır ve hattâ “iyi müslüman” olmak bile yetmez ve tam bir teslîmiyetle mü’min olmak gerekir. Yâni din, zihinlerden kâlplere ve de eyleme dönmelidir. Çünkü mü’minlik yolunda olunmadığında, müslümanlığın yarı-müslümanlığa dönme riski vardır.

Müslüman olunduğu söz ile olmaktan çok eylem ile gösterilmelidir ve dîne ucundan-kıyısından bağlı olanlar için bu çok büyük zorluktur. Din, eylem ile ortaya konulmuşsa söz ile söylenmese de olur aslında. İslâmî eylemde bulunan kişilerin bir de “müslümanım” demesine gerek yoktur. Namaz kılan, oruç tutan, zekat veren insanın “müslümanım” demesine gerek yoktur aslında. Dilsiz olan yâni konuşamayan bir müslüman bunu yapamaz meselâ. Zâten “müslümanım” demek bir iddiâdır ve tüm iddiâlar ispat ister. İspâtın kendisi delile gerek bırakmaz.

Mü’min olmakla müslüman olmak arasında fark vardır. Her mü’min aynı-zamanda müslümandır fakat her müslüman aynı-zamanda mü’min değildir yada mü’min  olmayabilir. Müslüman, Allah’a ve onun peygamberlerine, peygamberleriyle gönderdiği tüm hükümlerine inanan yada bunu kabûl eden kişidir.

“İnanma” ile “kabûl etmek” arasında fark vardır. İnanmak kâlp ile ilgiliyken, kabûl etmek kâlpten ziyâde zihin ile, kültür ile, alışkanlık ile alâkalıdır. Yâni “kabûl eden” kişi, kabûl edebileceği, kendine göre daha uygun bir şey ile karşılaşsa onu kabûl etmeye başlayabilir. Çıkar ile ilişkilidir bu. Bu anlamda “müslüman”dan kastımız, “çıkar müslümanı”dır. Bu tür müslümanlar yarı-müslümandır. Îman ise; eğer münâfıklık yapılmayacaksa, kâlbinin onayından sonra olur. Lâkin sorunumuz artık müslümanlık ve mü’minlik değil, müslümanlık ve yarı-müslümanlık hâline geldi ve dâvetçiler artık mü’min olmaktan değil, yarı-müslümanlıktan kurtularak tam müslüman olmanın öneminden bahsediyor.

“Kaçak müslümanlık”, “müslümanlık” değil, olsa-olsa münâfıklıktır. İlginçtir ki günümüzde münâfıklığı iyi becerenler “iyi müslüman” olarak tanınıyor.

Müslümanlık iddiasında bulunup da İslâm’ın kişiye yüklediği tüm sorumluluklardan kaçarak “müslüman” olduğunu zannetmek, İslâm’ın ve müslümanlığın ne demek olduğunu bilmemek demektir. Müslümanlık “bir yükü omuzlamak” demektir. Bu yük, “Peygamberin misyonu”dur, işte tüm müslümanların yükümlü oldukları şey, bu misyonu (salât) sürdürmektir. Bu misyonu sürdür(e)meyen müslümanlar “yarı-müslüman” olmuş olurlar ve şirke düşerler:   

“Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir; Yada açlık gününde doyurmaktır, Yakın olan bir yetimi, veyâ sürünen bir yoksulu. Sonra îman edenlerden, sabrı bir-birlerine tavsiye edenlerden, merhâmeti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene) (Beled 11-18).

Öyle oturulup durulan yerden mü’min olunamayacağı gibi, müslümanlık da korunamaz ve yarı-müslümanlığa düşerek “müşrik” olunabilir. Zîrâ İslâm’da gri renk olmaz. Bakın, müslümanların önderi Peygamberimize mü’minlik-müslümanlık ne yapmış:

Hz. Ebû Bekir (r.a.), Allah Resûlü’ne sorar: “Yâ Resûlullah!. Saçınızda ak görüyorum. Birden-bire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?”. Ve iki cihan serveri cevap verir: “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât Sûreleri ihtiyarlattı” (Tirmizî, Tefsir 57). 

Peygamberimiz, kendisini mü’minliğin-müslümanlığın yâni İslâm’ın kitabına olan bağlılık ve sadâkatin yorduğu, ihtiyarlattığını söylüyor. İşte!, eğer siz de böyle yapmazsanız mü’min olamadığınız gibi, müslümanlığınızı da koruyamaz ve yarı-müslümanlığa yâni “kültürel ve psikolojik müslümanlık”a düşersiniz ve Allah merkezli yaşayamadığınız için artık şirki savunmaya başlarsınız.

Din/İslâm, neyin söylendiği ile değil, neyin göze alındığı ile ilgilenir. Meselâ ölmeyi bile göze almış olan birine kimse bir şey yapamaz. Onu hiç-bir şeyle korkutamaz.

Hak olanı bilip-bilmemekten ziyâde, hak olanın, kişinin işine gelip-gelmemesi önemlidir. Hakkı göze alıp-alamama önemlidir. Hak uğruna ödenecek bedelleri göze almak önemlidir. Eğer göze alamıyorsanız.. bırakın gitsin ve müslümanlığınız yarı-müslümanlığa dönüşerek netîcede şirkle karışsın.

“Yoksa insan, her arzu ettiğine sâhip mi olacak (zannediyor)?” (Necm 24).

Ey müslümanlık iddiâsında bulunan yarı-müslümanlar!; Siz İslâm’ı; kendi zevkinize, isteğinize, arzunuza ve çıkarınıza göre şekillendirebileceğinizi mi zannediyorsunuz?. İslâm’ın yükünü omuzlamadan gerçek birer müslüman ve mü’min olamazsınız. İslâm bir “imtihan kılavuzudur” ve “nefse uygun” olanlarla değil, “işinize gelmeyen” şeylerle olur bu imtihan. Kişiyi “sarp yokuş”a yönlendirir, “canlarla ve mallarla cihad”ı emreder. Müslüman olmak, “zorluğu kabûl edip göze almak” demektir. Çünkü İslâm, göze alamadığınız şeylerin toplamıdır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ağustos 2017



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder