“..Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir
bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki
cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli
olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).
Müslüman; “İslâm olan”, “teslim
olan” demektir. İslâmiyet, “t-eslimiyet” demektir. M-üslim, “İslâm olan”
demekken, “t-eslim” de, “İslâm’a göre olmak” demektir. Bâzıları teslîmiyeti
eleştirse de, bahsettiğimiz teslîmiyet, “Allah’tan başkasına yapılmayan
teslîmiyet”tir. Bu teslîmiyet “sâdece Allah’a olan bir teslîmiyet”tir. “Sâdece
Allah’a teslîmiyet” gösterilmediğinde yâni sâdece Allah’a müslümanlık
yapılmadığında, Allah’tan gayrı her-şeye teslîmiyetin gösterilmesi yâni Allah
dışındaki her-şeye müslümanlık yapılması çok normâl görülmeye başlanır.
İslâmiyet yâni teslîmiyet, “Allah’tan başkasına teslim olunmasın ve Allah’tan
başkası rab olarak kabûl edilmesin” diye vardır. Peygamberimizin teslîmiyeti
bunun temsîliyetidir, bunun örnekliğidir. Teslîmiyetin yâni müslümanlığın nasıl
yapılacağının en iyi örnekliğini yapmıştır Peygamberimiz. O hâlde İslâmlık=Müslümanlık;
İslâm-müslim olmak, yâni “Allah’tan başkasını “Rab=terbiye edici”, “kudret-sâhibi”
ve “ilah” görmemek” demektir. Zâten Allah’tan başkasına teslim olanlar yâni Allah’tan
başkasına müslümanlık yapanlar şirke düşerek ebedî bir azaba dûçar olurlar.
Peki müslüman(lık) nedir?.
Âyet şöyle bir ayırım yapıyor:
“Bedeviler, ‘îman ettik’ dediler. De ki: Siz îman
etmediniz; ancak İslâm (müslüman veyâ teslim) olduk deyin. Îman henüz kâlplerinize
girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin
amellerinizden hiç-bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir” (Hucurât 14).
Demek ki müslüman, İslâm
toplumuna katılmış fakat henüz mü’min ol(a)mamış insanlardır. Fakat eğer bu insanlar
müslümanlıklarını iyi yaparlarsa Allah onlardan râzı olacaktır. Müslümanlık, “mü’minliğe
ilk adım”dır. Mü’min, direkt olarak Allah’a bağlı iken, müslümanların Allah’a
bağlılığı, “müslüman toplum” üzerindendir. Yâni müslümanlık kâlp ile değil de,
zihin, dil ve biraz da amel ile olan bağlılıktır. Oysa mü’minin bağlılığı kâlbîdir.
Bu bağ kâlbî yâni içten bir bağlılık olduğu için, tabî ki amel ve eylem de bu
kâlbî bağlılığa göre olacağından, bu bağlılığa sâhip olanlar, teslîmiyetinde
hesap-kitap yapmaz ve “tam bir teslîmiyet” gösterebilirler.
Medîne Sözleşmesi’nin 1.
maddesi şöyledir:
“Bu kitap (yazı), Peygamber
Muhammed tarafından, Kureyşli ve Yesrib’li “mü’minler ve müslümanlar” ve
bunlara tâbi olanlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla berâber cihad
edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir)”. Görüldüğü gibi bu sözleşmede “mü’min ve “müslüman” ayırımı yapılmıştır.
Müslüman doğmak ile müslüman
olmak arasında çok büyük fark vardır. İnsanlar müslüman bir ana-babadan
doğduklarında otomatikman kendilerinin de müslüman olduklarını sanıyorlar.
Gerçi her insan İslâm fıtratı ile doğar, ancak fıtrat, “İslâm’ı seçmeye uygun
olan potansiyeldir” sâdece. Hâlbuki müslüman olmak bir “seçim” işidir ve bu
seçim bulûğ çağında başlar tercihini yapmaya. Doğuştan müslüman olunmaz yâni.
Fakat müslüman bir ana-babadan doğup İslâmî bir ortamda yaşamanın potansiyel
avantajları vardır. Üstelik kişi sebat ettiği ölçüde müslümanlıktan mü’minliğe
terfî edebilir ve “yarı-müslümanlık”tan tam ve sahih müslümanlığa geçilir.
Müslüman olmak yâni müslüman
bir topluma katılarak müslümanca yaşamak elbette Allah’ın onayladığı bir
şeydir. Çünkü netîcede bir seçim yapılmış ve İslâm toplumuna katılarak müslüman
olunmuştur. Burada “müslümanlığı” yermek değildir amacımız. Fakat artık modernizmin
ve artık post-modernizmin tüm Dünyâ’yı kuşatmış olduğu bir zamanda mü’minliği
ve mü’minleri mum ile armaya başladık, “iyi müslümanlara” hayrân olmaya
başladık ve onları “örnek şahsiyetler” olarak görüyoruz. Lâkin sorun, bu tür
müslümanların ve müslümanlığın da artık nâdir olarak bulunması. Neredeyse tüm
İslâm coğrafyasında yaşanan müslümanlıklar artık “yarı-müslümanlık” şekline dönüştü
ve müslümanlığın diğer yarısını ise şeytan-merkezli ve tâğut kontrôllü
lâik-seküler-demokratik gayr-i İslâmî bağlılık şekilleri tamamlar oldu. Bu
şeytâni-tâğuti ideolojilere, düşüncelere öyle bir bağlılık var ki, sanki “müslümanlık
ancak bu ideolojilere ve düşüncelere göre davranmakla tamamlanabilir” gibi bir söylem
ve inanç oluştu. Yarıya düşürülen müslümanlık, bu şeytanlıklarla tamamlanır
oldu ve üstelik ne kadar acı ve utanç vericidir ki bununla övünülmeye de
başlandı. Müslüman olduğunu söyleyenler lâik-demokratik-seküler bir anlayışa sâhip
oldukları için övünmekteler ve böylece sağlam bir dindar olduklarını
zannetmekteler. Tabî ki bu gidişât, sonunda müslümanlığın sinikleşmesine ve
silinmesine, şeytâni düşüncelerin ise öne çıkmasına neden olacaktır ki
tahrifat-tahribat böyle başlar ve sonunda ortaya yeni bir din çıkar. Evet; yeni
bir din ki, -İslâm’dan başka tüm dinler bâtıl bir din olmayan mahkûmdur-, tüm zamanlarda
bu şekilde ortaya çıkmıştır. Ne ilginçtir ki şeytan tüm zamanlarda insanları aynı
oyunla kandırıp yoldan çıkararak şirke düşürmüş ve rezilliğe itmiştir.
Yarı-müslümanlıkta bir; “ucundan-kıyısından
îman etme” durumu vardır. Fakat baştaki âyette de söylendiği gibi, böyle bir
tutum Dünyâ’da da, âhirette de bir rezilliği mecbûr kılar. Yarı-müslümanlık
işte böyle bir düşünce ve inanç ortaya koyuyor ve Kur’ân’ın bir kısmı göz-ardı
edildiği için modern büyülü sözlerle yok sayılıp inkâra bile düşülebiliyor. O
zaman da ucundan-kıyısından bir îman olmuş oluyor ki aslında bu bir “îman”
değildir:
“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder,
eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir
fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir,
âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ (ve müslüman olduk) diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
Âyetin de dediği gibi,
sâdece “elhamdulillah müslümanım” demenin öyle çok da önemli bir yanı yoktur. Teslîmiyet
yâni müslümanlık sâdece söz ile olmaz ve korunmaz. Müslümanlığın gereği her
dâim yerine getirilmeli ve yarı-müslümanlığa düşmekten sakınılmalıdır. Müslümanlığı
tam olarak yerine getirmenin çok önemi vardır ve hattâ “iyi müslüman” olmak
bile yetmez ve tam bir teslîmiyetle mü’min olmak gerekir. Yâni din, zihinlerden
kâlplere ve de eyleme dönmelidir. Çünkü mü’minlik yolunda olunmadığında,
müslümanlığın yarı-müslümanlığa dönme riski vardır.
Müslüman olunduğu söz ile
olmaktan çok eylem ile gösterilmelidir ve dîne ucundan-kıyısından bağlı olanlar
için bu çok büyük zorluktur. Din, eylem ile ortaya konulmuşsa söz ile
söylenmese de olur aslında. İslâmî eylemde bulunan kişilerin bir de
“müslümanım” demesine gerek yoktur. Namaz kılan, oruç tutan, zekat veren
insanın “müslümanım” demesine gerek yoktur aslında. Dilsiz olan yâni
konuşamayan bir müslüman bunu yapamaz meselâ. Zâten “müslümanım” demek bir
iddiâdır ve tüm iddiâlar ispat ister. İspâtın kendisi delile gerek bırakmaz.
Mü’min olmakla müslüman
olmak arasında fark vardır. Her mü’min aynı-zamanda müslümandır fakat her
müslüman aynı-zamanda mü’min değildir yada mü’min olmayabilir. Müslüman, Allah’a ve onun
peygamberlerine, peygamberleriyle gönderdiği tüm hükümlerine inanan yada bunu
kabûl eden kişidir.
“İnanma” ile “kabûl etmek”
arasında fark vardır. İnanmak kâlp ile ilgiliyken, kabûl etmek kâlpten ziyâde
zihin ile, kültür ile, alışkanlık ile alâkalıdır. Yâni “kabûl eden” kişi, kabûl
edebileceği, kendine göre daha uygun bir şey ile karşılaşsa onu kabûl etmeye
başlayabilir. Çıkar ile ilişkilidir bu. Bu anlamda “müslüman”dan kastımız,
“çıkar müslümanı”dır. Bu tür müslümanlar yarı-müslümandır. Îman ise; eğer
münâfıklık yapılmayacaksa, kâlbinin onayından sonra olur. Lâkin sorunumuz artık
müslümanlık ve mü’minlik değil, müslümanlık ve yarı-müslümanlık hâline geldi ve
dâvetçiler artık mü’min olmaktan değil, yarı-müslümanlıktan kurtularak tam müslüman
olmanın öneminden bahsediyor.
“Kaçak müslümanlık”, “müslümanlık”
değil, olsa-olsa münâfıklıktır. İlginçtir ki günümüzde münâfıklığı iyi becerenler
“iyi müslüman” olarak tanınıyor.
Müslümanlık iddiasında
bulunup da İslâm’ın kişiye yüklediği tüm sorumluluklardan kaçarak “müslüman”
olduğunu zannetmek, İslâm’ın ve müslümanlığın ne demek olduğunu bilmemek
demektir. Müslümanlık “bir yükü omuzlamak” demektir. Bu yük, “Peygamberin
misyonu”dur, işte tüm müslümanların yükümlü oldukları şey, bu misyonu (salât)
sürdürmektir. Bu misyonu sürdür(e)meyen müslümanlar “yarı-müslüman” olmuş
olurlar ve şirke düşerler:
“Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne
olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir;
Yada açlık gününde doyurmaktır, Yakın olan bir yetimi, veyâ sürünen bir
yoksulu. Sonra îman edenlerden, sabrı bir-birlerine tavsiye edenlerden,
merhâmeti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın
adamlarıdır (Ashab-ı Meymene)” (Beled 11-18).
Öyle oturulup durulan yerden
mü’min olunamayacağı gibi, müslümanlık da korunamaz ve yarı-müslümanlığa
düşerek “müşrik” olunabilir. Zîrâ İslâm’da gri renk olmaz. Bakın, müslümanların
önderi Peygamberimize mü’minlik-müslümanlık ne yapmış:
Hz. Ebû
Bekir (r.a.), Allah Resûlü’ne sorar: “Yâ Resûlullah!. Saçınızda ak görüyorum.
Birden-bire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?”. Ve iki cihan serveri cevap
verir: “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât Sûreleri ihtiyarlattı” (Tirmizî, Tefsir 57).
Peygamberimiz, kendisini
mü’minliğin-müslümanlığın yâni İslâm’ın kitabına olan bağlılık ve sadâkatin
yorduğu, ihtiyarlattığını söylüyor. İşte!, eğer siz de böyle yapmazsanız mü’min
olamadığınız gibi, müslümanlığınızı da koruyamaz ve yarı-müslümanlığa yâni
“kültürel ve psikolojik müslümanlık”a düşersiniz ve Allah merkezli
yaşayamadığınız için artık şirki savunmaya başlarsınız.
Din/İslâm, neyin söylendiği
ile değil, neyin göze alındığı ile ilgilenir. Meselâ ölmeyi bile göze almış olan
birine kimse bir şey yapamaz. Onu hiç-bir şeyle korkutamaz.
Hak olanı bilip-bilmemekten
ziyâde, hak olanın, kişinin işine gelip-gelmemesi önemlidir. Hakkı göze
alıp-alamama önemlidir. Hak uğruna ödenecek bedelleri göze almak önemlidir.
Eğer göze alamıyorsanız.. bırakın gitsin ve müslümanlığınız yarı-müslümanlığa
dönüşerek netîcede şirkle karışsın.
“Yoksa insan, her arzu ettiğine sâhip mi olacak (zannediyor)?” (Necm 24).
Ey müslümanlık iddiâsında
bulunan yarı-müslümanlar!; Siz İslâm’ı; kendi zevkinize, isteğinize, arzunuza
ve çıkarınıza göre şekillendirebileceğinizi mi zannediyorsunuz?. İslâm’ın
yükünü omuzlamadan gerçek birer müslüman ve mü’min olamazsınız. İslâm bir “imtihan
kılavuzudur” ve “nefse uygun” olanlarla değil, “işinize gelmeyen” şeylerle olur
bu imtihan. Kişiyi “sarp yokuş”a yönlendirir, “canlarla ve mallarla cihad”ı
emreder. Müslüman olmak, “zorluğu kabûl edip göze almak” demektir. Çünkü İslâm,
göze alamadığınız şeylerin toplamıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder