“Bir de yurtlarından refahtan
şımarıp-azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah’ın
yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre
kuşatandır” (Enfâl 47).
Gösteriş: “Başkalarını
aldatmak, şaşırtmak, korkutmak veyâ kendini beğendirmek için birinin yaptığı
yapay davranış. Göze çarpıcı
nitelik, göz-alıcı. Özü-sözü bir olmamak (TDK).
Riyâ: “İnandığı
gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket”.
Sâdelik kalıcıdır,
gösteriş ise çabuk bıktırır. Bir şey ne kadar gösterişli ise o kadar çabuk
bıkılır ondan. Çünkü insan, “sonsuz gösterişin mekânı olan cennet”e ayarlıdır
ve ondan başka hiç-bir gösteriş kesmez onu. Sâdelik, o sonsuz görkem diyârı
olan cennete ulaştıran etken olduğundan dolayı bıktırmaz. Sâdelik yormaz insanı.
Meselâ “su” Dünyâ’nın en gösterişsiz, sıradan ve en sâde varlığıdır. Durgun
hâlde herhangi bir gösterişi yoktur. Fakat “şelâle” şeklinde gösterişli olarak
akabilir. Varlığın başlangıcından bêri hiç-bir canlı ve hattâ cansız varlık
sudan bıkmamıştır ve bir-süre susuz kalsa ona hasret duymaya başlar. Yine;
müslümanların kıblegâhı olan Kâbe de öyledir. Kâbe, Dünyâ’nın en gösterişsiz
yapısıdır. Bakmayın siz, üzerine altından-gümüşten elbise giydirdiklerine. O,
basit bir dört-köşe yapı olmakla en gösterişsiz yapıdır. Fakat milyonları
kendine çeker ve milyonlarca insan ondan ayrılmak istemez. Ayrıldıklarında da
hasret duyarlar ona ömür-boyu. Peki neden böyledir?. Gösterişte rûh yokken,
sâdelikte buram-buram rûh tüter de ondan. Ruhtan arındırılan yer gösterişli olur.
Gösteriş, “rûhun yokluğu hâli”dir. Rûh sâde olanda etkileyicilik yapar, ruhtan
mahrûm olan şeyler ise, ilk başta çarpıcı gibi görünse de, biraz sonra ne kadar
da sıradan ve çirkin olduğu açığa çıkıverir. Çünkü gösterişli olanda rûha yer
yoktur ve zâten rûh, gösterişli olanda bulun(a)maz. Gösterişle rûh yan-yana
gelemez, yan-yana bulunamaz. Rûh zâten gösterişli yeri sevmez ve duramaz orada.
Gösteriş şeytandandır
ve aslında insanın doğal yönü gösterişi sevmez. Zâten doğa da sâde bir
güzelliğe sâhiptir. Gösteriş bir özentinin sonucudur. İnsan fıtraten gösterişe
uygun değildir. Zîrâ o çıplak yâni gösterişsiz gelmiş ve yine en fazla bir
kefenle ayrılır bu Dünyâ’dan ki kefen de en gösterişsiz giysidir. Varlık da
gösterişsizdir yada sâdeliğin muazzam gösterişine sâhiptir. Sıradan bir dağ
bile insanı mest edebilir. Çünkü rûh ile donatılmıştır. Kâinâtın tamâmı öyledir
aslında. Basit bir sâdelik, fakat bir muazzamlık vardır kâinâtın her yerinde.
Çünkü Allah yaratmıştır. Allah’ın yaratması sâdeliğin muazzamlığına sâhiptir.
İnsanların ürettikleri ise gösteriş hedeflidir. Doğal ve normâl olanı sâdece
Allah yaratabilir. Bu nedenle insanın yaptığı “mutlak doğal” olmaz. Doğal ve
normâl olmayınca a-normâl olur. A-normâl olan ise gösterişlidir, yâni dikkat
çekici. İnsan nefsi, dikkat çekiciliği sevdiği için sürekli olarak gösterişli
olana yönelir. O hâlde doğal olmayan yâni insan ürünü olanlar nefsîdir. Estetik
güzellik de önemlidir ve gereklidir fakat bu güzellik, içine rûh katılırsa
şeytâni gösterişe sâhip olmaz. Demek ki “riyâ” anlamındaki gösteriş, içinden
rûhun alındığı şeytânî olan gösteriştir.
Konfüçyüs: “Gösteriş,
insanın kültürel zayıflığını yansıtma hâlidir” der.
Gösteriş “lüks”
ile tezâhür eder. Lüks, ancak çok sayıda insan, kümeler hâlinde bir-arada
yaşadığı zaman ortaya çıkar. Bu lüks ve ihtişâm, berâberinde soysuzlaşma ve
gerileme tohumlarını getirir. Başlangıçtaki grupta vârolan saf bağlılık, yalın
güç ve sâdelik yozlaşmaya başlar. Oysa sâdeliğin müthiş bir estetiği vardır ve
bu estetik huzûr verdiği gibi, hiç kimseyi rahatsız da etmez. İnsanları
rahatsız eden şey, lüksün, gösterişli ve pahalı olmasıdır. Başkalarının sizdeki
bir eşyâya meftûn olması aslında rahatsızlık vericidir ama şeytan bunu tersine
çevirir ve lüks mala sâhip olanlar o malla övünüp hava atmayı ve güyâ
ayrıcalıklı olmayı sevmeye başlamışlar ve artık bu durum onların yaşam-tarzları
olmuştur.
İnsanlar
ihtişâma ne kadar da âşık. Nasıl da seviyorlar. Oysa mü’minler için bu durum
bir felâkettir. Zîrâ sapmanın başı dünyâ sevgisidir. Allah, ayrıcalıklı ve
aşırı gösterişli olana karşıdır ve bu nedenle de azâbını göndererek gösterişli
olanları yerle bir eder:
“Dağlardan ustalıkla zevkli evler
yontuyorsunuz” (Şuârâ
149).
“Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşâ
edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz?. Ölümsüz kılınmak
umûduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?” (Şuârâ 128-129).
Allah saraylara-köşklere-kâşânelere
yâni gösterişli yapılara değer vermez. Hiç sevmez oraları ve ara-ara batırır o
yerleri:
“Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?.
Yüksek sütunlarla dolu İrem’e?. Ki şehirler arasında onun eşi yaratılmamıştı.
Vâdide kayaları oyan Semûd’a?. Ve kazıklar sâhibi Firavun’a?. Bunlar ülkelerde
azmışlardı. Oralarda çok kötülük etmişlerdi. Bu yüzden Rabbin onların üzerine
azap kırbacını çarptı. Elbette Rabbin her-an gözetlemededir” (Fecr 6-14).
Gösterişle isrâf
ikiz kardeştir. İsrâf ise, lüks ve gösterişli olanda açığa çıkar. Lüks mal,
piyasayı aşırı yükseltir ve artık aşırı yükselen mallar satılamamaya yada borç
ile alınan malların borcu ödenememeye başlar ve böylece şişen mallar ve paranın
yokluğu çeşitli krizler ortaya çıkarır. İbn-i Hâldun, “toplumların çöküş ve
tükenişinin, yöneticilerin lüks, gösteriş ve yolsuzluklara yönelişinde”
olduğunu söyler.
Gösterişle öne
çıkmak şeytandandır. Şeytan, mütevâzi bir yapısı olan toprağa karşı daha
gösterişli olmasından dolayı ateşi övmüştür. Mütevâzilik müslümanın alâmeti
fârikasıdır. Modernizm bir gösteriş ve lüks uygarlığıdır. Gösterişin tezâhürü
olan “moda” belirler onun gidişâtını. Gösteriş, insanı çok yorar ve bir türlü
de tatmin etmez aslında. Ne kadar gösteriş olursa o kadar sıkıntı olur.
Gösterişli olan
hem çok pahalı hem de çok ezgili olur. Artık gösterişli olan şey sizi yönlendirmeye
ve yönetmeye başlar. Böylece gösteriş, ilahınız olur. Gösteriş başka bir
gösterişi ihtiyaç hissettirir ve bu hiç-bir zaman bitmez. Sâdeliğin ise keyfine
diyecek yoktur.
Dünyâ’daki en
“sâde ihtişam” ‘Kâbe’dir, en iddiasız ve en gösterişsiz yapıdır ama rûhun
borsası gibidir o mekân. Buram-buram rûhun tüttüğü o yapı, diğer nice
gösterişli yapılardan daha çok özlenir.
İslâm’a göre “gösterişli
olan” değil, ne kadar gösterişsiz olsa da, “işe yarayan” değerlidir. Gösteriş
yapanlar da değil, ne kadar gösterişsiz olursa-olsun iş yapan, amelde-eylemde
bulunanlar ihlaslıdır.
Kur’ân, gösteriş
için yapılanları ve gösterişli olanları hoş görmez:
“Onlar, mallarını insanlara gösteriş
olsun diye harcarlar, Allah’a ve âhiret gününe inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş
olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o” (Nîsâ 38).
“Gerçek şu ki, münâfıklar (sözde), Allah’ı
aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman,
isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az
anarlar” (Nîsâ 142).
“Ey îman edenler, Allah’a ve âhiret
gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infâk eden gibi
minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu,
üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur
düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç-bir şeye güç
yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet vermez” (Bakara 264).
“Onlardan önce nice insan-nesillerini
yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş
bakımından da daha güzeldiler” (Meryem 74).
Gösterişli olmak
insanı kurtarmaz ve belki de tam-aksine batırır. Gösterişe önem verenler “ibâdette
gösteriş” de yapmaya başlayabilirler. Çünkü dünyâ anlayışı ve yaşayış tarzı
kişinin zihnini, kâlbini ve amel-eylemini etkileyip değiştirebildiğinden
dolayı, artık ibâdetleri de gösterişli olur. Fakat Allah bu tür ibâdetleri kabûl
etmeyeceğini söylediği gibi, yüzlerine çarpacağını da söylüyor:
“Dini yalanlayanı gördün mü?. İşte yetimi
itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İşte (şu) namaz kılanların
vay hâline!, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Gösteriş yapmaktadırlar.
Ve ‘ufacık bir yardımı (veyâ zekatı) da’ engellemektedirler” (Maun Sûresi).
Demek ki
gösteriş, insanı hem yanılgıya düşürüyor hem de yaptıklarını boşa çıkarıyor.
Bir işin yada ibâdetin gösterişli olup-olmadığı, yada samîmi olup-olmadığı,
sonucuna bakılarak anlaşılabiliyor.
“Allah nîmetini
kullarının üzerinde görmek ister” diyor Peygamberimiz. “Tabî ki; Allah nîmetini
kullarının üzerinde görmek ister. “Fakat nîmetini ‘sâdece bâzı kullarının’
üzerinde değil, tüm kullarının üzerinde görmek ister” diyoruz. Bu bağlamda,
“gösterişli olan”, “birinde olup da diğerinde olmayan”dır. Yâni lüks ve
gösteriş, o gösterişli ve lüks şeye sâdece az bir kısım insan sâhip
olabilirken, diğerlerinin sâhip olmamasıyla ilgilidir. Yoksa gösterişli olan
malın kötü olmasıyla değil. Gösterişli olan mal iyi bir mal olabilir ve büyük
ihtimâlle de iyi bir maldır. Fakat sorun, o malın herkeste olmamasıdır yada
herkeste olmasına izin verilmemesindedir. Birilerinin o mala ulaşamamasıdır
sorun. Zâten herkesin ulaştığı mal da gösterişli ve lüks olmaktan çıkar.
Hz. Süleyman’ın
hâkimiyetini, kendisine gösterişli malın sevdirildiğini ve sarayının gösterişli
olduğunu söyleyip duranlara da şunu söylüyoruz: Hz. Süleyman’a sevdirilen şey,
lüks ve gösterişli mal değildi. Ona sevdirilen şey, “mal sevgisi” değil, “hayır
sevgisi”dir: “Ahbebtu hubbel Hayri”=”Hayrı, hayra ulaşmayı sevdim” diyor Hz.
Süleyman. Hayrın herkese eşit bir şekilde ulaşmasını sevmiş. Bunu zikredip
durmuş.
Saraya ve
gösterişe takılmaya gerek yok. Zâten Hz. Süleyman’ın sarayı, kendisinin de çok
iyi bildiği gibi, kısa bir zaman sonra, tüm sarayların âkıbetine uğruyor ve
yıkılıyor. Gösteriş ebedî olamaz çünkü. Ebedî olan gösteriş diyârı “cennet”tir.
O ebedî gösteriş ve ihtişâm diyarı, muvahhid müslümanların hak ettiği ebedî cennette
olacaktır Allah’ın izni ile. Demek ki Dünyâ’daki gösteriş, “cennete şirk
koşmak” anlamına geliyor.
Dünyâ’nın
başının belâsı pislik “gösteriş ideolojileri” olan liberâlizm ve kapitâlizm,
gösterişten ve lüksten beslenir. Sâdelikten ise nefret eder. Zîrâ sâdelik, bu
ideolojileri yerle yeksân eder. Gösteriş bittiğinde, bu ideolojiler de biter ve
Dünyâ’ya İslâm hâkim olur, zîrâ İslâm ile, sûni gösteriş yok olur ve sâdeliğin
ihtişâmı Dünyâ’yı kuşatır.
Gösterişli olmak
ve gösterişli mallar kullanmak da sâdece Allah’ın izin verdiği ölçüde
olmalıdır. Çünkü “doğal gösterişli” olan mallar Dünyâ’da vardır ve yasak-haram
değildir ve hattâ bunları yasak-haram kılmak yanlıştır:
“De ki: ‘Allah’ın kulları için çıkardığı
ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?’. De ki: ‘Bunlar, dünyâ
hayâtında îman edenler içindir, kıyâmet günü ise yalnızca onlarındır’. Bilen
bir topluluk için âyetleri böyle birer-birer açıklarız” (A’raf 32).
Gösteriş yanında mutlaka
kibri ve isrâfı da getirir. Hayâtı boyunca gösterişten uzak duran güzel
örnekliğimiz Peygamberimiz işte bu nedenle “lüks mal”
merkezli dünyâ sevgisini sınırlandırmaya çalışmış ve şöyle demiştir:
“Sizin için
korktuğum şeylerden biri, Dünyâ’nın süs ve güzelliklerinin (lüksün) size
açılmasıdır...” (Buhârî, Zekât 47, Cum’a 28; Cihad 37, Rikak 7; Müslim, Zekât
123; Nesâî, Zekât 81).
“Ümmetimin sonunda bir-takım
kavimler olur ki câmilerini süsler, kâlplerini virân ederler. Onlardan birisi
dînine vermediği ehemmiyetten fazlasını elbisesine verir. Bunlar dünyâları
selâmet oldu mu âhiret işini kâle almazlar” (Ramuz el-Hadis).
Modern insan, “gösterişli olan”ı “güzel olan” zannediyor. Gösterişli
olan, o şeyin güzelliğini perdeler, çünkü güzel olanda “sâde bir gösteriş”
vardır zâten.
Şirk, “gösterişli
tapınma”dır. Tevhid ise, “sâde bir tapınış”tır ve zâten “sâde”ce Allah’a olur.
Tevhid “sâde”likle ilgilidir. Tevhidde “sâde”ce Allah’a tapılır. Tevhid, “sâdece
Allah’a tapma”nın müthiş bir tezâhürüdür.
Dünyâ, İslâm ile,
cennetin kendisi değil ama bir şûbesi gibi yapılabilir. Fakat bir gösteriş ve
ihtişâm diyârı olan cenneti Dünyâ’da kurmaya çalışmak cinnettir.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder