“…Ne az öğüt-alıp
düşünüyorsunuz” (Neml 62).
İnsan
düşmeden düşünemeyen bir varlıktır. Aklı başına ancak düşünce gelir ve
düştüğünde uzûn-uzûn ve derîn-derîn düşünmeye başlar. Ne kadar sert düşerse o
kadar derin düşünür. Çünkü insan hem düşünmeyi sevmez hem de çapı yetmediği
için yeterince düşünemez.
Allah
düşünmesini istediği kişiyi düşürür daha doğrusu düşmesine izin verir. Çünkü
insan ancak kendi yaptıkları yüzünden düşer. Çünkü insan düşmeden düşünmez,
düşünemez.
Düşmek
ile düşünmek aynı köktendir. Düşünmek “kendi içine düşmek” demektir. Düşenler düşünmeye
ve düşlemeye başlarlar. İnsan düştüğünde düşmeden önceki durumu düşler ve
“keşke düşmeseydim, düşmeden önce ne de güzeldi” der. Düşmeyenler ne düşünürler ne de düşleyebilirler.
Çünkü düşmeyenler düşmemiş oldukları için düşünmezler ve düşmeden önceki iyi
hâllerini düşlemeye ihtiyaç duymazlar. Bu durumda “düşmek mi iyidir yoksa
düşmemek mi?” sorusu anlam kazanır. Eğer kişi düşmeden düşünemiyorsa ve
düşleyemiyorsa düşmesi daha iyidir. Fakat düşmeden de düşünüyor ve düşleyebiliyorsa
onun düşmeye ihtiyâcı yoktur.
Modernizm
düşmeyi bir felâket olarak görür. O yüzden düşene dokunamaz bile, hattâ çoğu-zaman
düşene bir tekme de o atar.
Modernizm
materyâlizmdir. Materyâlizm ise, “her-şeyi madde ile düşünmek” demektir. Fakat
madde sınırlı bir şey olduğundan, madde-merkezli düşünce de sınırlı olur. Bu
yüzden modern düşünce sınırlı bir düşüncedir. Zâten iyi hayâller kuramaması ve
şâh-eserler ortaya çıkaramaması bu nedenledir.
Modern
insan; “değer bilinci” olmayan insandır. Olmazsa-olmaz olan bir değeri
bulunmadığı için, görüşlerinin sağlamasını yapacak bir dayanağı yoktur. Böylece
mecbûren nefsine göre düşünmekte ve yaşamaktadır. Nefsine göre yaşamak bir
düşmenin sonucudur. İnsan düşünce âcil olarak düşünmeye ihtiyaç duyar ve en
kolay ve yakın olanı düşünür ve düşler. Fakat bu düşünce şeytan ve nefs
merkezli olur. Oysa rûh ve kâlp-merkezli düşünme ve düşleme zaman alsa da
gerçek bir düşünme ve düşlemedir.
Bir
düşüncenin sağlamasının doğru olarak yapabilmesinin tek yolu, o düşüncenin
amel-eylemde nasıl tezâhür ettiğine-edeceğine göre olabilir ancak. Yoksa bir
düşüncenin başka bir düşünceyle doğru olarak sınanması zordur. Zîrâ o
düşüncenin de sınanmaya ihtiyâcı olur. O-hâlde
amel ve eylemle sınanmamış düşüncelerin “kesin doğruluğuna” güvenilemez.
Dört
duvar arasına sıkıştırılan düşünceler, mutlaka bâtıla meyleder. Çünkü dört
duvar arasına sıkışmış olan o düşüncenin sağlaması yapılmamıştır ve bu nedenle
de her yere çekilebilir. Oysa sağlaması yapılmış ve sahada uygulanmış olan
düşüncenin doğruluğu ve yanlışlığı hemen belli olur da o düşünce ona göre
değerlendirilir ve ya rafa konulur yada kokmadan çöpe atılır.
Belli
bir sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik hayat-şekli, belli bir düşünce-şekli
oluşturuyor ve o kişi artık ona göre düşünmeye ve hareket etmeye başlıyor. Tabi
bu sınırlı bir düşünce olduğu için bir çeşit düşme oluyor. Zâten sınırlı
düşünceler sınırlı düşlemeler yapabiliyor. Vahiy
ise, madde ile sınırlı olmadığı için düşünceyi ve düşlemeyi genişletiyor ve
derinleştiriyor.
Modernizm
birileri tarafından “insanlığın ulaşabileceği en yüksek seviye” olarak görülse
de aslında bir alçalma ve düşme durumudur. Çünkü modernizm ilâhî-dînî olanı
inkâr ve iptâl ettiği için düşünmeyi ve
düşlemeyi sınırlı yapar. Bu yüzden çok sert düşenler bile yeterince düşünüp de
düşmeden ibret alamazlar.
Modernizm
maddede, eşyâda, akıl ve zekâda bilginin çoğalmasında, üretim çeşitlenmesinde
ve gınâ getirici oranda fazlalaşmada târihe hiç olmadığı kadar yükseliş ortaya
koymuştur. İnsanların iyi olanı, ilerlemeyi ve yükselmeyi madde-merkezli yâni çoklukla
ölçtüğü için, insanların çoğu için modernizm bir ilerleme, yükselme ve “insanlığın
ulaştığı en ileri seviye” olarak görülebilir belki ama bu durum aslında hem
“iyi” değildir hem de “yükselme” değildir. Çünkü modernizm maddeyi çoğaltırken
insanlığı ve İslâmlığı düşürmüş ve alçaltmış olduğu için, bir geriye gitme, düşme,
düşürme ve alçalmadır.
Düşmeden
düşünemeyen insan için “düşünüyorum, öyleyse varım” sözünün daha derini ve
doğrusu, “düşüyorum, öyleyse varım” şeklinde olmalıdır. Zîrâ düşmeyen düşünemez,
düşünemeyen “gerçekten yaşıyor” değildir. Çünkü insan olmanın farkı
düşünmektir.
Şu da
var ki “yiğitler” düştüğü yerden kalkarlar. Bu yiğitler düşünen mü’minlerdir. Bunun
için düşenin, düştüğü yerde iyice bir düşünmesi ve düşlemesi gerekir. Yoksa düşmesinin ve kalkmasının bir anlamı olmaz.
Tabi
düşünmek ve düşlemek öyle aksatmaya ve ertelenmeye gelmez. Ne düşünülecekse ve
düşlenecekse bugün başlanmalıdır. Yoksa sonra çok geç olur:
“O gün, cehennem de getirilmiştir.
İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?. Der ki: Keşke hayâtım için, (önceden
bir şeyler) takdim edebilseydim” (Fecr
23-24).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder