“Andolsun Biz
Kur’ân’ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen
var mı?” (Kamer 17).
Allah,
“kevnî kitap” olan kâinâtı, düşünüldüğünde, bakıldığında, görüldüğünde, dinlenildiğinde,
dokunulduğunda, koklandığında kolayca anlayıp idrâk edilebilecek yalınlıkta
yaratmıştır. Anlamayı ve idrâk etmeyi, sonra da bu idrâka göre yaşamayı
zorlaştıran ve hattâ imkânsızlaştıranlar, Allah yerine şeytana, nefsine ve
tâğutlara uyan insanlardır.
Baktığınızda
bütünlüğü ile görülen şey ne ise o, odur. Bir şeyi anlamak ve anlatmak için o
şeyin derinliğine inmek, onu araştırmak ve incelemek için parçalamak ve
yapısını bozmakla anlama kolaylaşmadığı gibi tam tersine zorlaşır ve hattâ bir
noktadan sonra anlama imkânsızlaşır. Çünkü bir şeyi, araştırıp-incelemek için
belli bir sınırdan ileriye giderek daha fazla parçalandığında, bütünlüğü
bozulduğu için artık o şey “o” olmaktan çıkar ve anlamsız ve bambaşka bir şey
olur. Bu da anlamayı ve dolaysı ile anlatmayı zorlaştırır.
İşte
okullarda, konferanslarda, sohbetlerde, belgesellerde, kitaplarda, yazılarda
vs. bir şeyi anlatmanın ve anlatabilmek için çok çeşitli kelimeler ve cümleler
kullanmanın ama yine de bir türlü kolay bir anlatma yapamamanın ve tam tersine
anlamanın zorlaşmasının nedeni budur. Kevnî yâni yaratılmış olana tüm bütünlüğü
ve yalınlığı ile bakmadığımız, okumayı ve araştırmayı bu bütünlüğü ve yalınlığı
bozmadan ve o şeyi bambaşka bir hâle getirmeden yapmadığımız için, ulaştığımız
sonuçlar absürd oluyor ve ulaşılan bu absürd sonuçları anlamak da anlatmak da
çok zorlaşıyor. Üstelik bu zorluk üstün bir şey
gibi gösteriliyor.
Bir
“parçalama uygarlığı” olan modernizm aynı-zamanda bir “uzmanlık uygarlığıdır”
da. Modernizm, Allah’tan, fıtrattan, doğaldan, doğadan ve yalınlıktan kopmanın
bir sonucudur. Böyle olduğu için doğal ve yalın olandan, anlaması kolay olandan
bambaşka şeyler söylemek zorundadır. Modernizm, nefse, hazza, zevke, neşeye,
konfora, eğlenceye dönük olarak, bambaşka ve absürd şeyler söyleyerek, bambaşka
ve absürd şeyler üreterek, bambaşka ve absürd düşünceler, sözler ederek ve
üretimler yaparak hayâtiyetini sağlayan bir sistemdir. Modernizm bir şeyi çok
aşırı yaparak tezâhür eder ve devâmiyetini sürdürür. Bu-bağlamda iyice
parçalamadan araştırma yapamaz ve bu yüzden de bambaşka absürd sonuçlara
ulaştığı için, ulaştığı şeyleri kolay ve yalın olmayan bir dille anlatmak
zorunda kalır. İşte bu nedenle “bilimsel” dediği sâdece o konunun uzmanlarının
anlayabileceği kendi aralarındaki terimsel ifâdeleri ve sözleri kullanırlar.
Halk bunu anlayamaz ve zâten absürd olduğunu anlamasınlar diye bu dil tercih
edilir. Bu yöntem sâdece bilimde ve teknolojide değil, felsefede, sosyolojide,
psikolojide, tıpta, din’de, sanatta, müzikte, özellikle ekonomide ve siyâsette
kullanılır. Genel yurdum insanı ve özellikle yaşlılar, yalın ve kolay anlaşılır
olmadığı için bu alanlarda söylenenleri anlayamazlar da mecbûren söylenenleri
kabûl etmek yada etmemek zorunda kalırlar.
Oysa
tüm bu alanlarda anlamayı ve anlatmayı kolaylaştırmak mümkündür. Çünkü her-şeyi
yaratan Allah, insanlar kolay anlasınlar diye yalın bir yaratış yapmıştır ki
bütünlüğünden bakıldığında o şey zâten anlaşılmış da olur. Bir kuşa
bakıldığında o şey bütünlüğü ile tam da görüldüğü gibidir ve başka bir şey
değildir. Onu derinlemesine araştırmak için belli bir noktadan fazla araştırmak
anlamayı zorlaştırdığı gibi, araştırmanın sonuçlarını açıklamak ise anlatmayı
da anlaşılmayı da zorlaştırmaktadır. Yâni aslında sonuçta kolaylaşma değil
zorlaşma ortaya çıkıyor. Bakın günümüzde tıbbî cihaz teknolojisi, tıp bilgisi
ve hastâne konforu çok gelişti ve ilerlediği için fakat tedâvi konusunda bir
arpa-boyu yol bile alınmadığı için hastaların ve hastânelerin sayısı nüfûsa
göre çok fazla artmaktadır. Çünkü hasta bütünsel bir muâyene ile teşhis
edilmiyor da, aşırı incelemeye yönlendiriliyor. Fakat sonuçta bir şey
bulunamıyor yada önemli-önemsiz başka hastalıklar ve sorunlar bulunmuş oluyor.
Hastalıklar ve dolayısıyla hastaların sayısı fazlalaştıkça hastânelerden sonuç
alınamıyor ve şifâ bulmak zorlaşıyor ve imkânsızlaşıyor. Oysa bütünsel ve yalın
bir muâyene ile kolay bir teşhis ve doğru bir tedâvi çok daha işe yarardı. Tabi
bunun için tıp zihniyetinin değişmesi ve doktorların da daha bilgili ve
tecrübeli olması gerekir.
Felsefi
konular çok değişik kelime ve cümlelerle anlatılmaya çalışıldığı için anlaması,
anlatması ve anlaşılması zorlaşıyor. Oysa felsefe kolay ve yalın bir dille de
anlatılabilir ve bunu yapan filozoflar vardır. Meselâ Türkiye’de, rahmetli
Teoman Duralı buna bir örnek olabilir. Felsefeyi absürd ve anlaşılması çok zor
olan kelime ve cümlelerle anlatmak şart değildir ve bunu yapanlar beceriksiz
değillerse, “artistlik” yapmaktadırlar. Bu söylediklerimiz sosyoloji ve psikoloji
için de geçerlidir.
Matematik-merkezli
olan modern-bilim de öyledir. İnsanların anlamasını istemedikleri ve zâten
büyük oranda absürt şeyler olduğu için, üstelik doğada bir karşılığı
olmadığından dolayı ama en önemlisi de Allah’tan kopuk olduğundan, matematiği
ve modern-bilimi anlaması, anlatması ve anlaşılması zor olmaktadır. Oysa
varlığı bütünlüğü ve yalınlığına dokunmadan anlamak da, anlatmak da çok daha
kolaydır.
Kur’ân’ı
anlamak için modern-bilimi olmazsa-olmaz görmek yanlıştır. Bu peygamberlere ve
onlarla birlikte olanları câhillikle suçlamak olur. “Modern-bilimin ışığında
Kur’ân’ı anlamak”tan bahsediyorlar. Peki neden “vahyin
ışığında bilim” değil de, “modern bilimin ışığında vahiy”?. Niçin “vahyin
ışığında bilim üretmek”ten değil de, “modern bilimin ışığında vahyi anlamak”tan
söz ediyoruz?. Allah’ı hesâba katmayan ve hattâ inkâr eden modern-bilim mi
Kur’ân’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Hayır!, Allahsız ve sâbitesiz
bilim Kur’ân’ı anlamayı kolaylaştırmadığı gibi tam-aksine daha fazla zorlaştırır.
Modern
-sözde- sanat da öyledir. Bakmayın siz bir bok bildikleri ve o şeyi çok iyi
anladıkları gibi bir tavır takındıklarına. Sürrealist resimler, bale, opera,
müzikâller, konserler vs. bunlar aslında absürd ve anlaşılmaz saçma şeyler
olduğu için onlar da pek bir şey anlamıyorlar ve anlıyormuş gibi yaparak
kendilerini diğer insanlardan “farklı ve
üstün” göstermeye çalışıyorlar. Oysa doğal ve soyut sanat öyle değildir. Meselâ
bir mîmârî eser bakıldığında tüm ihtişâmıyla tebellür eder ve içi rûh işle
dopdolu olduğu için her-şeyi net ve yoğun bir şekilde yansıtır ve anlatır. Ona
bakanlar da -eğer ahmak ve öküz değillerse- gördüklerini çok kolay bir şekilde
anlamlandırabilirler.
Mistik,
ezoterik, bâtınî ve tasavvufî sözler de çok zor anlaşılır,bu yüzden de zor
anlatılır. Niçin?. Çünkü absürdtür, çünkü temelsizdir, çünkü sağlam bir
dayanaktan yoksundur. Temelsiz ve sağlam bir dayanaktan olan düşünceler zor
anlaşılır. Bir şey zor anlaşılıyorsa sağlam bir temele dayanmadığı için
eksik-yanlış-absürd olur. Sağlam bir temele ve dayanağa sâhip onlalar ise kolay
anlaşılır, anlatılır ve anlaşılırdır. Zâten zaman içinde anlatıla-anlatıla ve
yaşana-yaşana çok kolaylaşmıştır. Bir şeyi anlamak ve anlatmak zamanla
kolaylaşmıyorsa o şey temelsizdir ve sağlam bir dayanaktan yoksun demektir. Hele
kolay anlaşılan ve anlatılan bir şey uygulanan da bir şey ise, artık o herkes
tarafından bilinen ve idrâk edilen bir şey olur. Zîrâ uygulama, bir şeyi çok daha
kolay anlaşılır yapar.
Allah
kevnî âyetleri olan doğayı kolay anlaşılacak şekilde yarattığı gibi, kavlî
âyetleri de kolay anlaşılacak şekilde indirmiştir. Zâten kendilerine vahyettiği
peygamberler birer âlim olmadıkları gibi onunla birlikte olanlar da birer dâhi
değillerdi. Peygamberimiz okuma-yazma bilmediği gibi sahabelerin içinde ise,
hayatlarında hiç kitap görmemiş olanlar vardı. Fakat indirilen âyetler
kendilerine okunduğunda söylenenleri ânında tam olarak anladılar da onu uygulamaya
koyuldular. Çünkü Kur’ân okunduğunda yada dinlenildiğinde çok olay
anlaşılabilecek bir Kitap’tır. Anlamak için ayriyeten bir zahmete girmeye gerek
yoktur. Çünkü Kur’ân’ı okumak ile anlamak aynı şeydir. İdrâk etmek ise biraz
emek ister.
Kur’ân,
söylediği şeyi çok kolay anlaşılacak şekilde söyler ki anlamakla uğraşılmasın
da yapılması gereken şey yerine getirilmeye başlansın. Lâkin modern
ilâhiyatçılar,”yapmayı” istemedikleri ve düşünmedikleri için, sürekli olarak
anlamak ile uğraşıyorlar. Oysa Kur’ân’ın bir “anlama sorunu” yoktur ve
müslümanlarda “uygulama sorunu” vardır. Zâten Kur’ân’da “anlamak” kelimesi bile
yoktur. Sâdece tek bir yerde “bir şeyin anlaşılır kılınmasından” bahsedilir.
İslâm’ı bilmek, onun “dâvâsını anlamak”
demektir. İslâm’ın dâvâsı, onun özüdür, özetidir. Dâvâ ise îman ister. Bu
nedenle dîni doğru anlamanın ilk şartı, “îman”dır. Sağlam
bir îmâna sâhip olmayanlar, İslâm’ı anlamanın zor olduğunu söyleyip dururlar.
Çünkü iş gelip, sağlam bir îmâna ve uygulamaya dayanıyor. Kur’ân yapılması gerekeni apaçık
söylüyor, fakat insan, emri yerine getireceğine, kelimelerin yapısını
incelemeye girişiyor. Sonunda da emri yerine getirmeyecek bir anlama ulaşıyor.
Niye?. Çünkü Peygamber örnekliğini önemsemiyor, uygulamada gözü yok. Yapmamak
için her-şeyi yapıyor.
Yapmamak için bilmeye ve anlamaya
yöneliyorlar. Anlamak için çeşitli yollara başvuruyorlar ama yine de anlamayı
bitiremiyorlar. Çünkü anlama yâni idrâk etme anlama ile değil, uygulama ile
tamamlanan bir şeydir. Fakat bunu yapmıyorlar da Kur’ân’ı daha iyi anlamak için
“Kur’ân’ı anlama usûlü” isimli, kitaplar yayınlıyorlar. Kur’ân’ı anlama usûlü
kitaplarının zâten kendileri anlaşılmazdır. Bu nedenle bu tür kitaplar Kur’ân’ı
anlamayı iyice zorlaştırıyor. Çünkü Kur’ân’ın anlaşılma sorunu yoktur.
Kur’ân’ı, ancak uzmanların yada üzerinde çok
çalışanların anlayacağı şekilde, kelimelerini didikleyerek, etimolojik-semantik
yorumlarını yapmak ve ıstılâhi (yâni sâdece kendi hizbi içinde anlamlı olan)
bir sonuca ulaşarak sürekli bunlardan bahsetmek; okuma-yazma bilmeyen, geçim
derdinden dolayı bu konuları anlamak için zaman ayıramayan, kafaları bunlara
basmayan ve bu tür çalışmaları sevmeyenlere yapılan ağır bir hakârettir.
Ayrıca, kolayca anlaşılan (Kamer Sûresi) Kitab’ı anlamayı zorlaştırmaktır.
Anlamak için Arapçasından değil de
Türkçesinden okumayı dayatmanın da çok bir anlamı yoktur. Çünkü amaç anlamak
değil, idrâk ettikten sonra “yapmak” ve uygulamaktır. Amele-eyleme dökmedikten
sonra, Kur’ân’ı, dönüp-dönüp anlamayarak “Arapça okumak”la, dönüp-dönüp
anlayarak “Türkçe okumak” arasında bir fark yoktur.
Doğada
bir karşılığı olmayan yâni uygulamaya dönük olmayan şeyler anlamayı
kolaylaştırmaz ve tam-aksine zorlaştırır. Fakat meselâ târih öyle değildir.
Sözlü-yazılı târih tâ ilk baştan bêri bilindiği ve zâten çoğunlukla yaşanmışlıktan
bahsettiği târih hem kolay anlaşılır hem de Kur’ân’ı anlamayı kolaylaştırır.
Edebiyat da kolay anlaşılır bir daldır.
Eleştiri, îtirâz ve gerektiğinde isyân ruhlu
olmamak anlamayı zorlaştırır. Şu-anki Dünyâ’nın her yaptığının/söylediğinin
%90’ına îtiraz etmeyen/eleştirmeyen kişiler, hem seküler hayâtın hem de İslâm
dîninin ne olduğunu hiç anlamadıkları gibi, Kur’ân’dan da bi-haberdirler.
Bir şeyi çok sistematik bir şekilde öğretmek
de anlamayı ve öğrenmeyi zorlaştırı(yo)r. Doğal bir öğrenme şekli işi çok daha
kolaylaştırır ki bu, “yaparak öğrenmek”le olan bir şeydir.
Araştırma derinleştikçe, târif edilmesi
gereken şeyin târif edilmesi zorlaşır ve en sonunda da o şey târif edilemez
hâle gelir. Zîrâ o şey “o” olmaktan çıkar. Bu da anlamayı zorlaştırır.
Bir şeyi, bütünlüğünden ve yalınlığından,
fıtratından, doğallığından ve normâlliğinden uzaklaştıkça anlamak zorlaşacak,
yakınlaştıkça ise kolaylaşacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder