1 Temmuz 2024 Pazartesi

Anlamayı Zorlaştırmak

 

“Andolsun Biz Kur’ân’ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?” (Kamer 17).

 

Allah, “kevnî kitap” olan kâinâtı, düşünüldüğünde, bakıldığında, görüldüğünde, dinlenildiğinde, dokunulduğunda, koklandığında kolayca anlayıp idrâk edilebilecek yalınlıkta yaratmıştır. Anlamayı ve idrâk etmeyi, sonra da bu idrâka göre yaşamayı zorlaştıran ve hattâ imkânsızlaştıranlar, Allah yerine şeytana, nefsine ve tâğutlara uyan insanlardır.   

 

Baktığınızda bütünlüğü ile görülen şey ne ise o, odur. Bir şeyi anlamak ve anlatmak için o şeyin derinliğine inmek, onu araştırmak ve incelemek için parçalamak ve yapısını bozmakla anlama kolaylaşmadığı gibi tam tersine zorlaşır ve hattâ bir noktadan sonra anlama imkânsızlaşır. Çünkü bir şeyi, araştırıp-incelemek için belli bir sınırdan ileriye giderek daha fazla parçalandığında, bütünlüğü bozulduğu için artık o şey “o” olmaktan çıkar ve anlamsız ve bambaşka bir şey olur. Bu da anlamayı ve dolaysı ile anlatmayı zorlaştırır.  

 

İşte okullarda, konferanslarda, sohbetlerde, belgesellerde, kitaplarda, yazılarda vs. bir şeyi anlatmanın ve anlatabilmek için çok çeşitli kelimeler ve cümleler kullanmanın ama yine de bir türlü kolay bir anlatma yapamamanın ve tam tersine anlamanın zorlaşmasının nedeni budur. Kevnî yâni yaratılmış olana tüm bütünlüğü ve yalınlığı ile bakmadığımız, okumayı ve araştırmayı bu bütünlüğü ve yalınlığı bozmadan ve o şeyi bambaşka bir hâle getirmeden yapmadığımız için, ulaştığımız sonuçlar absürd oluyor ve ulaşılan bu absürd sonuçları anlamak da anlatmak da çok zorlaşıyor. Üstelik bu zorluk üstün bir şey  gibi gösteriliyor.

 

Bir “parçalama uygarlığı” olan modernizm aynı-zamanda bir “uzmanlık uygarlığıdır” da. Modernizm, Allah’tan, fıtrattan, doğaldan, doğadan ve yalınlıktan kopmanın bir sonucudur. Böyle olduğu için doğal ve yalın olandan, anlaması kolay olandan bambaşka şeyler söylemek zorundadır. Modernizm, nefse, hazza, zevke, neşeye, konfora, eğlenceye dönük olarak, bambaşka ve absürd şeyler söyleyerek, bambaşka ve absürd şeyler üreterek, bambaşka ve absürd düşünceler, sözler ederek ve üretimler yaparak hayâtiyetini sağlayan bir sistemdir. Modernizm bir şeyi çok aşırı yaparak tezâhür eder ve devâmiyetini sürdürür. Bu-bağlamda iyice parçalamadan araştırma yapamaz ve bu yüzden de bambaşka absürd sonuçlara ulaştığı için, ulaştığı şeyleri kolay ve yalın olmayan bir dille anlatmak zorunda kalır. İşte bu nedenle “bilimsel” dediği sâdece o konunun uzmanlarının anlayabileceği kendi aralarındaki terimsel ifâdeleri ve sözleri kullanırlar. Halk bunu anlayamaz ve zâten absürd olduğunu anlamasınlar diye bu dil tercih edilir. Bu yöntem sâdece bilimde ve teknolojide değil, felsefede, sosyolojide, psikolojide, tıpta, din’de, sanatta, müzikte, özellikle ekonomide ve siyâsette kullanılır. Genel yurdum insanı ve özellikle yaşlılar, yalın ve kolay anlaşılır olmadığı için bu alanlarda söylenenleri anlayamazlar da mecbûren söylenenleri kabûl etmek yada etmemek zorunda kalırlar.

 

Oysa tüm bu alanlarda anlamayı ve anlatmayı kolaylaştırmak mümkündür. Çünkü her-şeyi yaratan Allah, insanlar kolay anlasınlar diye yalın bir yaratış yapmıştır ki bütünlüğünden bakıldığında o şey zâten anlaşılmış da olur. Bir kuşa bakıldığında o şey bütünlüğü ile tam da görüldüğü gibidir ve başka bir şey değildir. Onu derinlemesine araştırmak için belli bir noktadan fazla araştırmak anlamayı zorlaştırdığı gibi, araştırmanın sonuçlarını açıklamak ise anlatmayı da anlaşılmayı da zorlaştırmaktadır. Yâni aslında sonuçta kolaylaşma değil zorlaşma ortaya çıkıyor. Bakın günümüzde tıbbî cihaz teknolojisi, tıp bilgisi ve hastâne konforu çok gelişti ve ilerlediği için fakat tedâvi konusunda bir arpa-boyu yol bile alınmadığı için hastaların ve hastânelerin sayısı nüfûsa göre çok fazla artmaktadır. Çünkü hasta bütünsel bir muâyene ile teşhis edilmiyor da, aşırı incelemeye yönlendiriliyor. Fakat sonuçta bir şey bulunamıyor yada önemli-önemsiz başka hastalıklar ve sorunlar bulunmuş oluyor. Hastalıklar ve dolayısıyla hastaların sayısı fazlalaştıkça hastânelerden sonuç alınamıyor ve şifâ bulmak zorlaşıyor ve imkânsızlaşıyor. Oysa bütünsel ve yalın bir muâyene ile kolay bir teşhis ve doğru bir tedâvi çok daha işe yarardı. Tabi bunun için tıp zihniyetinin değişmesi ve doktorların da daha bilgili ve tecrübeli olması gerekir.

 

Felsefi konular çok değişik kelime ve cümlelerle anlatılmaya çalışıldığı için anlaması, anlatması ve anlaşılması zorlaşıyor. Oysa felsefe kolay ve yalın bir dille de anlatılabilir ve bunu yapan filozoflar vardır. Meselâ Türkiye’de, rahmetli Teoman Duralı buna bir örnek olabilir. Felsefeyi absürd ve anlaşılması çok zor olan kelime ve cümlelerle anlatmak şart değildir ve bunu yapanlar beceriksiz değillerse, “artistlik” yapmaktadırlar. Bu söylediklerimiz sosyoloji ve psikoloji için de geçerlidir.

 

Matematik-merkezli olan modern-bilim de öyledir. İnsanların anlamasını istemedikleri ve zâten büyük oranda absürt şeyler olduğu için, üstelik doğada bir karşılığı olmadığından dolayı ama en önemlisi de Allah’tan kopuk olduğundan, matematiği ve modern-bilimi anlaması, anlatması ve anlaşılması zor olmaktadır. Oysa varlığı bütünlüğü ve yalınlığına dokunmadan anlamak da, anlatmak da çok daha kolaydır.

 

Kur’ân’ı anlamak için modern-bilimi olmazsa-olmaz görmek yanlıştır. Bu peygamberlere ve onlarla birlikte olanları câhillikle suçlamak olur. “Modern-bilimin ışığında Kur’ân’ı anlamak”tan bahsediyorlar. Peki neden “vahyin ışığında bilim” değil de, “modern bilimin ışığında vahiy”?. Niçin “vahyin ışığında bilim üretmek”ten değil de, “modern bilimin ışığında vahyi anlamak”tan söz ediyoruz?. Allah’ı hesâba katmayan ve hattâ inkâr eden modern-bilim mi Kur’ân’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Hayır!, Allahsız ve sâbitesiz bilim Kur’ân’ı anlamayı kolaylaştırmadığı gibi tam-aksine daha fazla zorlaştırır.

 

Modern -sözde- sanat da öyledir. Bakmayın siz bir bok bildikleri ve o şeyi çok iyi anladıkları gibi bir tavır takındıklarına. Sürrealist resimler, bale, opera, müzikâller, konserler vs. bunlar aslında absürd ve anlaşılmaz saçma şeyler olduğu için onlar da pek bir şey anlamıyorlar ve anlıyormuş gibi yaparak kendilerini diğer insanlardan  “farklı ve üstün” göstermeye çalışıyorlar. Oysa doğal ve soyut sanat öyle değildir. Meselâ bir mîmârî eser bakıldığında tüm ihtişâmıyla tebellür eder ve içi rûh işle dopdolu olduğu için her-şeyi net ve yoğun bir şekilde yansıtır ve anlatır. Ona bakanlar da -eğer ahmak ve öküz değillerse- gördüklerini çok kolay bir şekilde anlamlandırabilirler.       

 

Mistik, ezoterik, bâtınî ve tasavvufî sözler de çok zor anlaşılır,bu yüzden de zor anlatılır. Niçin?. Çünkü absürdtür, çünkü temelsizdir, çünkü sağlam bir dayanaktan yoksundur. Temelsiz ve sağlam bir dayanaktan olan düşünceler zor anlaşılır. Bir şey zor anlaşılıyorsa sağlam bir temele dayanmadığı için eksik-yanlış-absürd olur. Sağlam bir temele ve dayanağa sâhip onlalar ise kolay anlaşılır, anlatılır ve anlaşılırdır. Zâten zaman içinde anlatıla-anlatıla ve yaşana-yaşana çok kolaylaşmıştır. Bir şeyi anlamak ve anlatmak zamanla kolaylaşmıyorsa o şey temelsizdir ve sağlam bir dayanaktan yoksun demektir. Hele kolay anlaşılan ve anlatılan bir şey uygulanan da bir şey ise, artık o herkes tarafından bilinen ve idrâk edilen bir şey olur. Zîrâ uygulama, bir şeyi çok daha kolay anlaşılır yapar.  

 

Allah kevnî âyetleri olan doğayı kolay anlaşılacak şekilde yarattığı gibi, kavlî âyetleri de kolay anlaşılacak şekilde indirmiştir. Zâten kendilerine vahyettiği peygamberler birer âlim olmadıkları gibi onunla birlikte olanlar da birer dâhi değillerdi. Peygamberimiz okuma-yazma bilmediği gibi sahabelerin içinde ise, hayatlarında hiç kitap görmemiş olanlar vardı. Fakat indirilen âyetler kendilerine okunduğunda söylenenleri ânında tam olarak anladılar da onu uygulamaya koyuldular. Çünkü Kur’ân okunduğunda yada dinlenildiğinde çok olay anlaşılabilecek bir Kitap’tır. Anlamak için ayriyeten bir zahmete girmeye gerek yoktur. Çünkü Kur’ân’ı okumak ile anlamak aynı şeydir. İdrâk etmek ise biraz emek ister.

 

Kur’ân, söylediği şeyi çok kolay anlaşılacak şekilde söyler ki anlamakla uğraşılmasın da yapılması gereken şey yerine getirilmeye başlansın. Lâkin modern ilâhiyatçılar,”yapmayı” istemedikleri ve düşünmedikleri için, sürekli olarak anlamak ile uğraşıyorlar. Oysa Kur’ân’ın bir “anlama sorunu” yoktur ve müslümanlarda “uygulama sorunu” vardır. Zâten Kur’ân’da “anlamak” kelimesi bile yoktur. Sâdece tek bir yerde “bir şeyin anlaşılır kılınmasından” bahsedilir.

 

İslâm’ı bilmek, onun “dâvâsını anlamak” demektir. İslâm’ın dâvâsı, onun özüdür, özetidir. Dâvâ ise îman ister. Bu nedenle dîni doğru anlamanın ilk şartı, “îman”dır. Sağlam bir îmâna sâhip olmayanlar, İslâm’ı anlamanın zor olduğunu söyleyip dururlar. Çünkü iş gelip, sağlam bir îmâna ve uygulamaya dayanıyor. Kur’ân yapılması gerekeni apaçık söylüyor, fakat insan, emri yerine getireceğine, kelimelerin yapısını incelemeye girişiyor. Sonunda da emri yerine getirmeyecek bir anlama ulaşıyor. Niye?. Çünkü Peygamber örnekliğini önemsemiyor, uygulamada gözü yok. Yapmamak için her-şeyi yapıyor.

 

Yapmamak için bilmeye ve anlamaya yöneliyorlar. Anlamak için çeşitli yollara başvuruyorlar ama yine de anlamayı bitiremiyorlar. Çünkü anlama yâni idrâk etme anlama ile değil, uygulama ile tamamlanan bir şeydir. Fakat bunu yapmıyorlar da Kur’ân’ı daha iyi anlamak için “Kur’ân’ı anlama usûlü” isimli, kitaplar yayınlıyorlar. Kur’ân’ı anlama usûlü kitaplarının zâten kendileri anlaşılmazdır. Bu nedenle bu tür kitaplar Kur’ân’ı anlamayı iyice zorlaştırıyor. Çünkü Kur’ân’ın anlaşılma sorunu yoktur.

 

Kur’ân’ı, ancak uzmanların yada üzerinde çok çalışanların anlayacağı şekilde, kelimelerini didikleyerek, etimolojik-semantik yorumlarını yapmak ve ıstılâhi (yâni sâdece kendi hizbi içinde anlamlı olan) bir sonuca ulaşarak sürekli bunlardan bahsetmek; okuma-yazma bilmeyen, geçim derdinden dolayı bu konuları anlamak için zaman ayıramayan, kafaları bunlara basmayan ve bu tür çalışmaları sevmeyenlere yapılan ağır bir hakârettir. Ayrıca, kolayca anlaşılan (Kamer Sûresi) Kitab’ı anlamayı zorlaştırmaktır.

 

Anlamak için Arapçasından değil de Türkçesinden okumayı dayatmanın da çok bir anlamı yoktur. Çünkü amaç anlamak değil, idrâk ettikten sonra “yapmak” ve uygulamaktır. Amele-eyleme dökmedikten sonra, Kur’ân’ı, dönüp-dönüp anlamayarak “Arapça okumak”la, dönüp-dönüp anlayarak “Türkçe okumak” arasında bir fark yoktur.

 

Doğada bir karşılığı olmayan yâni uygulamaya dönük olmayan şeyler anlamayı kolaylaştırmaz ve tam-aksine zorlaştırır. Fakat meselâ târih öyle değildir. Sözlü-yazılı târih tâ ilk baştan bêri bilindiği ve zâten çoğunlukla yaşanmışlıktan bahsettiği târih hem kolay anlaşılır hem de Kur’ân’ı anlamayı kolaylaştırır. Edebiyat da kolay anlaşılır bir daldır.

 

Eleştiri, îtirâz ve gerektiğinde isyân ruhlu olmamak anlamayı zorlaştırır. Şu-anki Dünyâ’nın her yaptığının/söylediğinin %90’ına îtiraz etmeyen/eleştirmeyen kişiler, hem seküler hayâtın hem de İslâm dîninin ne olduğunu hiç anlamadıkları gibi, Kur’ân’dan da bi-haberdirler.

 

Bir şeyi çok sistematik bir şekilde öğretmek de anlamayı ve öğrenmeyi zorlaştırı(yo)r. Doğal bir öğrenme şekli işi çok daha kolaylaştırır ki bu, “yaparak öğrenmek”le olan bir şeydir.

 

Araştırma derinleştikçe, târif edilmesi gereken şeyin târif edilmesi zorlaşır ve en sonunda da o şey târif edilemez hâle gelir. Zîrâ o şey “o” olmaktan çıkar. Bu da anlamayı zorlaştırır.

 

Bir şeyi, bütünlüğünden ve yalınlığından, fıtratından, doğallığından ve normâlliğinden uzaklaştıkça anlamak zorlaşacak, yakınlaştıkça ise kolaylaşacaktır.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder