20 Temmuz 2024 Cumartesi

Kavlî Küfür, Amelî Küfür

 

 

“Onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar” (Münâfikûn 4).

 

Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed ile son bulan İslâm “Allah katındaki tek hak din”dir. İslâm’ı “hak” yapan ve diğer bâtıl dinlerden ayıran en temel özellik, sâdece iç-âlemlere yönelik değil, iç-âlemlerden sonra dış-âleme de yönelik olmasıdır. İslâm, iç-âlemlerin inşâsından sonra dış-âlemi de İslâm-merkezli olarak inşâ etmek ve hayâtın her alanına hâkim olmak isteyen tek din’dir. Bu nedenle İslâm’ın söylemi ile eylemi arasında bir kopukluğun, çelişkinin ve farklılığın olması söz-konusu olamaz.

 

Fakat “müslümanım” demelerine rağmen söylemleri ile eylemleri arasında çelişkiler bulunan ve söylemi ile eylemi çok farklı olan insanlar vardır ve bu insanlar çoğunluktadır. Üstelik bu durum normâl görülmektedir. Çünkü onlar İslâm’ı iyi bilmemektedirler ve diğer bâtıl dinler gibi sâdece “inandım” demekle işin biteceğini ve “inanıyorum” dedikten sonra eylemlerinde, söyleme aykırı şeylerin olmasını çok da dert etmezler. Oysa bu İslâm’ın yıkmak istediği bir sapkınlık durumudur. Çünkü Mekke müşrikleri de en yüce ilah olarak Allah’ı tanıyorlardı ve bunu çok net olarak dile getiriyorlardı ama eylemde çok farklı düşünce, inanç ve davranış hâlindeydiler. Söylemde yâni kavlen tevhide uygun konuşanlar, eylemde yâni amelde tam bir küfür durumuna düşmektedirler. Lâkin sorun şu ki, kavlî olarak açıkça küfrü dile getirmedikleri için, amelî olarak işlenen küfrü küfür olarak görmemektedirler. “İnanmadığını ve inkâr ettiğini söylemedi ki” diyerek amelde apaçık işlenen küfrü sorun etmemektedirler. Bir küfrün küfür olması için o küfrün dile getirilmesi gerektiğini sanmaktadırlar. Çünkü onlar zâten îman için de dil ile ikrâr etmeyi yeterli görmektedirler. Fakat unuttukları şey şu ki, İslâm sâdece dile değil, kâlplere ve daha da önemlisi amellere bakar ve değerlendirmeyi ona göre yapar.

 

Adam lafa gelince, “kurban olduğum Allah”, “peygamber efendimiz”, “yüce Kur’ân”, “en yüce ve üstün din İslâm” vs. gibi sözler ediyor ama, iş amele-eyleme gelince Allah’tan başka her-şeye bel bağlıyor, peygamberi değil başkalarını üstün tutuyor, Kur’ân’ın değil beşerî kitapların hükümlerine uyuyor ve onları kutsuyor, İslâm’a değil şeytânî ideolojilere ve sisteme uyuyor. Üstelik bunu yapmakla îmânına bir halel gelmediğini sanıyor. Kavlî olarak küfrü dile getirmediği için amelî olarak düştüğü küfrü küfür olarak görmüyor. Hâlbuki dile getirmese de davranışıyla küfür içinde olduğu için câhil yada kâfir olmaktan kurtulamıyor ve küfrü kavlî olarak dile getirenlerle aynı konuma düşüyor.          

 

Sünnet, Hz. Muhammed’in, resûl ve nebî olarak 23 yıl boyunca Kur’ân’ı merkeze alarak yaptığı kavlî ve fiîlî yorumlardır. Peygamber’in güzel örnekliği amelî yöndedir. O, Kur’ân’da olmayan bir şeyden bahsedemez. Rivâyetlere dayalı bir şeyi İslâm’da varmış gibi söyleyemez. O, din’de olan şeyin kavlî ve fiîlî yorumunu (Sünnet) yapar. Fakat sâdece sözü söyleyip geçmez, söylediklerine aykırı bir yaşam içinde olmaz ve olmamıştır. Örnekliği bu yöndedir. Peygamberimiz kavlî ve fiîlî anlamda küfürden uzaktı. Yoksa sâdece kavlî olarak değil. O’nun söyledikleri ile yaptıkları arasında bir tezat yoktu. İşte güzel örnekliğin bir ucu da budur.

 

Kavlî küfrü dile getirmedikleri için onların amelî küfürlerini göremeyenler yada görmek istemeyenler içinde en öne çıkan kişiler siyâsilerdir. Oysa onlar Allah’ın hükümleri yâni emir, yasak ve tavsiyeleri yerine kendi kafalarına, arzularına ve çıkarlarına göre kânunlar çıkarmaktalar ve bunları “uygulanması şart olan hükümler” olarak belirlemektedirler. Fakat küfür ve şirk işte budur ve küfür ve şirk, “O’nun kânunlarıyla hükmetmekten vazgeçerek Allah’ın ilahlığı yerine, kendi çıkardıkları kânunları yürürlüğe koyarak ilahlık taslamak”tır. Fakat buna rağmen gerek cehâletten gerekse münâfıklıktan dolayı bu kişileri, küfrü kavlî olarak yâni dil ile açıkça söylemedikleri için kâfir olarak görmemekte ve yaptıklarının da küfür olduğunu düşünmemektedirler. Bu aynen, zamânında, içerisinde Muhammed Şarâvi, Muhammed Gazâli, Yusuf El-Kardavi’nin de bulunduğu bir grup, Ocak 1989 târihinde bir açıklama yayınlayarak, Mısır’daki idârecilerin îman sahibi olduklarını, çünkü Allah’ın hiç-bir hükmünü reddetmediklerini, İslâm’ın hiç-bir prensibini inkâr etmediklerini söylemeleri gibidir.

 

Peki bir kişi bir suç işlese ve bu suçu herkes görmüş olsa, fakat suçu işleyen kişi “ben yapmadım” dese suçun cezâsından kurtulabilir mi?. Belki dümenine uydurarak Dünyâ’da suçun cezâsında kurtulabilir ama âhirette aslâ!. 

 

Hac dâhil İslâm’ın diğer emirlerini yerine getirmekle birlikte yıllarca fâiz alan bir tanıdığım, “fâiz haramdır, günahtır, yasaktır, vazgeç bundan” diye kendisi uyarıldığında, “tamam ben de biliyorum, fâiz çok günah, inkâr etmiyorum, ama para çok tatlı” diyordu. Şimdi ömrünün sonuna kadar fâiz almasına rağmen “fâizin haram ve günah olduğunu inkâr etmediği için” âhirette sorumluluktan ve cezâdan kurtulabilecek midir?.

 

İnsanlar, küfrün dil ile söylenmesine daha çok önem veriyorlar fakat amel olarak bütünüyle küfrün içinde olmuş olmalarını umursamıyorlar. Hâlbuki insan kızgınlıkla bir küfrü dile getirmiş ve sonra tevbe etmiş olabilir. Yine, kâlbi Îmanla dolu olmakla birlikte ikrah-zorlama hâlinde küfür sözü söylemiş ve sonra pişmân olmuş ve tevbe etmiş olabilir. Bu kişilerin kâfir olmadığı hem Ammar bin Yâsir örneği hem de: Kim îmanından sonra Allah’a (karşı) inkâra sapıp da, -kâlbi îmanla tatmin bulmuş olduğu hâlde baskı altında zorlanan hâriç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır” (Nâhl 103) âyeti ile sâbittir. Demek ki küfrün amelî olarak işlenmesi, kavlî olarak işlenmesinden daha tehlikelidir. Çünkü orada apaçık bir eylem durumu vardır. Seyyid Kutub bu konuda şöyle der: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, Allah’ın ulûhiyetini kabûl etmediklerini ve Allah’ın ulûhiyetini reddettiklerini îlân etmiş oluyorlar. Bunu, ağızları ve dilleriyle söylemeseler de davranışları ve pratik hayatlarıyla söylüyorlar. Davranış ve pratik hayâtın dili, kelamdan daha açıktır”.

 

İnsanlar, bile-isteye ve inanarak üfür bir sözü söylediklerinde de küfür bir ameli işlediklerinde de küfre düşerler ve kâfir olurlar. Fakat insanların tapmadığı put ve işlemedikleri küfür kalmamışken, küfrü dile getirmedikleri için yine de kâfir sayılmıyorlar. İlle de “Allah diye bir şey yoktur, vahiyler uydurmadır, peygamberler yalancıdır” gibi sözler söylemelidirler ki küfre düşmüş ve kâfir olmuş olsunlar. İyi de peygamberlerin gönderildiği tüm kavimlere mensup olan ve Kur’ân’ın kâfir ve müşrik dedikleri insanlar da zâten Allah’ı, âhireti, vahyi, peygamberliği, ibâdetleri vs. dil ile açıkça inkâr etmiyorlardı ki!. Hattâ onlar dînin kurallarını uyguluyorlardı. Fakat onlar, tüm zamanlarda ve aynen günümüzde olduğu gibi, Allah’ın değil de kendilerinin çıkardıkları kânun ve yasalara göre hareket ediyorlardı ve toplumu da buna zorluyorlardı. İşte küfür ve şirk budur, kâfirlik ve müşriklik budur.   

 

Kendilerini İslâm’a nispet ettikleri hâlde Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler küfür üzeredirler. Lâkin şurası çok önemlidir ki, böyle davranan kişilere ve onlara destek verenlere ilk önce İslâm, onların apaçık olarak anlayacakları şekilde anlatılıp tebliğ yapılmalı ve hakka dâvet edilmelidirler. Hattâ duruma göre onlara meseleyi, sindirebilmeleri için bir müddet süre de verilmelidir. Çünkü onlar gerçekten de İslâm’ın temel ilkelerinin ne olduğunu bilmiyor olabilirler ki insanların çoğu İslâm’ın ne olduğunu bilmiyor. Bu nedenle onarla apaçık dâvet yapılıp her-şey net olarak açıkça anlatıldıktan ve kendilerine belli bir süre verildikten sonra kararlarını verene dek onarla “kâfir” değil de “câhiliye” demek kanımca daha uygun düşer. Fakat sonunda meseleyi anlamış olmalarına rağmen yine de kavlî olarak küfrü dile getirmeseler de amelî küfre devâm ederlerse, artık onlar apaçık birer kâfir ve müşrik olarak anılmayı hak etmiş olurlar.    

 

 Bir kişi, eğer inanarak, doğruluğuna kanaat getirerek ve Allah’ın hükmünden üstün tutarak Allah’ın hükmünden başkası ile hükmedecek olursa, “biz Allah’ın hükmünü değil, beşerin hükmünü kabûl ediyoruz” diye küfrü kavlî olarak dile getirmese bile o zaman onun kâfir, zâlim ve fâsık olduğu netleşmiş olur. Hattâ bu kişi kavlî olarak yâni dil ile, “Allah’ın hükmü elbette daha üstündür” demesine rağmen beşerî hükümlerle hükmediyorsa da küfre düşmüş ve kâfir olmuş olur.

 

İslâm’da söylem ve eylem birliktedir. İkisi arasında bir çelişme olamaz. İslâm’a göre bir insan dil ile söylediğine davranışıyla aykırı düşemez. Yoksa en azından münâfık olarak yaftalanır.

 

Kur’ân, kişinin değerlendirmesini lafına bakarak değil kâlbine ve amel-eylemine bakar yapar. Bu yüzden de şöyle der:

 

Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti)” (Saff 2-3).

 

Buna göre, bir kişi, kavlî olarak yâni dil ile Allah’ın hükümlerini yüceltip dursa ve meselâ; “Allah’ın hükümlerinden daha üstün hüküm yoktur, Allah’ın hükümleri hâricindeki tüm beşerî hükümler şeytandandır ve zulüm ortaya çıkarır, sâdece Allah’ın hükümleri insanı hem Dünyâ’da hem de âhirette hakka-hakikate ve kurtuluşa ve mutluluğa ulaştırır” demiş olsa ama sonra da gidip mecliste Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı davranarak sigara, içki, uyuşturucu, kumar, zinâ, fâiz, haram ve günahlarını serbest bırakacak olan hüküm tasarısına onay verse ve imza atsa, o kişi söyledikleri ile değil de işledikleriyle değerlendirileceği için buz gibi bir kâfir, müşrik ve hattâ münâfık olmuş olur. Zâten kâfirlik ve müşriklik budur ve böyle olur. Bir yazıda bu konuda şunlar söylenir:

 

“Hiç şüphesiz ki lîsân-ı hâl (kişinin ortaya koyduğu davranışlar) İslâm’da lîsân-ı mekâlden (kişinin sözlerinden) daha etkilidir. İslâm’da îtimât edilmeye en uygun olan şey, sözü onaylayan davranışlardır. Davranışın destekleyip onaylamadığı sözlere iltifat edilmez. Hattâ îmanda bile söz ve îtikâdı onaylayan sâlih amellerin olması kaçınılmazdır. Allah Hasan-ı Basrî’ye rahmet etsin, ne de güzel söylemiştir: ‘Îman temenni ve süsleme ile olacak bir şey değildir; aksine îman, davranışların kendisini doğruladığı kâlpteki inançtır’. Söz ve amel çeliştiğinde îtibâra alınacak olan ‘amel’dir; zîrâ amelin delâleti sözün delâletinden daha güçlüdür. ‘İşittik ve itaat ettik’ diyerek söz söyleyip amel edenle ‘işittik ve isyân ettik’ diyerek söz söyleyip amel etmeyen arasında ne kadar da fark vardır (değil mi?).

 

Anlatıldığına göre bir avcı soğuk bir günde üç-beş serçe yakalar. Sonra o serçeleri önüne koyarak bir-bir kesmeye başlar. Henüz sırası gelmeyen kuşlar (yaşananları) izleyip seyretmektedir. Dondurucu soğuğun ve şiddetli rüzgârın etkisiyle kesim yapan avcının gözünden yaşlar gelmektedir. Kuşlardan ikisi, bir avcıya bir de onun akan gözyaşlarına bakarlar. Birisi diğerine: ‘Şu zavallı avcıya bir baksana... Bizi kestiği için nasıl da üzülüyor?. Bize olan şefkat ve merhâmeti nedeniyle nasıl da ağlıyor?’ der. Bunu duyan diğer serçe akıllı ve zekice der ki: Sen onun gözyaşlarına değil; elinin yaptığına bak!”.

 

Bir kişi hak olan bir şeyi dil ile inkâr ettiğinde nasıl ki günahkâr oluyorsa, o günahı eliyle işlediğinde günahkâr ve hattâ kâfir olur. Tabi bir kişi dil ile doğruladığı şeyi amel ile yerine getirmediğinde de günahkâr olur ki bunun sürekli olması kişiyi küfre düşürür. Meselâ “namaz çok önemlidir, namaz olmazsa-olmazdır” dediği hâlde hiç namaza yaklaşmayan biri günahkâr olmaktan kurtulamamaktan başka, bu durumu sürdürmesi onu küfre düşürür ve kâfir yapar. Demek ki hakkı savunmak yetmez, hakkı ikâme etmek de şarttır. 

 

Kavlî olarak söylemek de aslında bir eylemdir. Bir küfür söz kavlen söylendiğinde de küfürdür. Fakat kavlen söylemediği hâlde amelen yapılan şeyler her ne kadar bir-çok insan tarafından küfür olarak görülmüyorsa basbayağı küfürdür. Hattâ amelî küfür tasdikli ve etkili olduğu için ağır bir küfür olur.

 

Amelî küfrün küfür olarak görülmemesinin nedeni, İslâm’da yâni Kur’ân ve Sünnet’de olmamasına rağmen bâzı mezhep ve târikatların; “îman ettim de kurtul”, “îman ettim dedikten sonra, 100 amelin biri sevap diğerleri haram olsa bile îman zarar görmez”, “amel îmânı etkilemez” gibi saçma-sapan sözlerdir.

 

İnsanların sözleri, abdesti, namazı, orucu, haccı vs sizi aldatmasın. Onun ne olduğu ameline göre belli olur. Daha da önemlisi, insanların namazı-niyazı ve sözleri sizi aldatmasın, onun ne ve kim olduğu parayla olan ilişkisine göre belli olur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder