“Haberin
olsun; hâlis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır…” (Zümer
3).
İslâm,
Allah katındaki tek hak din’dir. Çünkü İslâm Allah’ın dînidir. Allah’tan
gelmiştir, Allah’tan inmiştir. Bu nedenle hiç kimse İslâm’ı babasının malı gibi
kullanamaz, keyfine göre hüküm vermez ve yorum yapamaz. Zâten İslâm’ın ilkelerini
belirleyen şey vahiy, amelini-eylemini belirleyen şey ise peygamber
örnekliğidir. İslâm “vahiy-Kur’ân ve peygamber örnekliği-Sünnet”tir ve bu tüm
peygamberler için böyledir. Peygamberler ancak Allah’ın indirdiği vahye göre ve
tam da Allah’ın emrine göre bilgi, bilinç, ve amel-eylem sergilerler. Vahye
uymakla ve peygamber örnekliğini tâkip etmekle yükümlü olan mü’minler de bu nedenle
İslâm’ı babasının malı gibi kullanamazlar.
Bâtıl
dinlerin ise bir kurucuları ve dolayısı sâhipleri vardır. Bâtıl dinler “Allah’ın
dîni” olmadığı için kurucuları ve tâkipçileri bu bâtıl dinleri babalarının malı
gibi kullanırlar ve din hakkında istedikleri gibi yorumlarda ve uygulamalarda
bulunurlar.
Baba
malı gibi kullanılan dinler ancak hurâfe ve zırvalık üretirler. Bu nedenle
bâtıl dinlerin tâkipçileri de gevşek davranışlar gösterirler. Çünkü insanın
aklının ve zihnin çapı yetkin bir din ortaya koymaya yetmez. Böyle olduğu için
bâtıl dinler bâzı hakîkatler içerseler de insanın fıtratına, aklına, doğasına
aykırı olurlar ve dolayısıyla hem çok fazla yayılamazlar hem de insanların
sorularına, sorunlarına ve dertlerine çâre falan olamazlar. Zâten pek de
dertlere çâre olmak gibi bir kaygıları yoktur. Bâtıl dinler insanlar tarafından
babalarının malı gibi kullanıldığı için ancak laf üretirler ve bu laflar da bir
türlü bitmez. Zîrâ kesin ve net bilgi, bilinç ve amel-eylem metodu ortaya
koyamazlar.
İslâm
Allah’ın dînidir ve hiç kimsenin babasının malı değildir. Zâten 23 yıllık vahiy
ve nübüvvet sürecinin sonunda hem bilgi-bilinç, hem amel-eylem hem de
tebliğ-davet ve peygamber örnekliği en ideâl şekilde gösterilerek tamamlanmıştır.
Dolayısı ile İslâm, Peygamberimiz’in son nefesini vermesiyle birlikte hem vahiy
hem de uygulama örnekliği ile birlikte tamamlanıp bitmiş ve kıyâmete kadar korunacak
olan bir kitap olarak ruhlara, kâlplere, zihinlere ve satırlara kazınmıştır. Bu
nedenle Peygamberimiz’den sonra artık herkes ancak vahye ve Peygamberimiz’in
güzel örnekliğine uymakla ve bir yorum ve te’vilde bulanacağı zaman da yine
Kur’ân ve Sünnet örnekliğine uygun olacak ve aykırı olmayacak şekilde
yapmalıdır.
Peygamberimiz
son vahyi alıp halka duyurduktan ve kendisine indirilen tüm vahiylerin en güzel
örnekliğini yaptıktan sonra, son nefesini verip rahmet-i rahmâna kavuştuğu anda
ortada olan şey, ne eksik ne de fazla, İslâm’ın tam olarak bizzat kendisi ve
tamâmıdır. Zâten böyle olduğu için din tamamlanmıştır. Tamamlandığı için de
artık hiç kimse İslâm’ı babasının malı gibi kullanıp da Kur’ân’ın metnine ve
rûhuna ve de Peygamber örnekliğine aykırı düşecek bir yorumda, fikirde
düşüncede söylemde ve eylemde bulunamaz.
İşte
bu yüzden İslâm; Peygamberimiz’den sonra ortaya çıkan, şia, hâriciye, mürcie,
ehl-i sünnet, mutezile, mezhepler, meşrepler, mistik-ezoterik-batınî
düşünceler, tasavvuf, târikat, hadis, fıkıh, kelam, tefsir, felsefe ilimleri,
cemaatler, hizipler, partiler, akımlar tarafından babalarının malı gibi
kullanılamaz. Baba-malı gibi düşünülen, yazılan, konuşulan, yapılan vs. hiç-bir
şey İslâm’ın esaslarından değildir, bu nedenle bir bağlayıcılığı yoktur. Yine İslâm
modernizmin de babasının malı değildir ve İslâm adına modernlerin söyledikleri,
yazdıkları ve konuştukları da İslâm’ın esasları falan değildir, bu nedenle de
bağlayıcı değildirler. Baba-malı gibi kullanılan bir din yada din yorumu zinhar
bağlayıcı olamaz.
Yine İslâm; Peygamberimiz’den sonra;
halifeler, şia ve hâriciye başta olmak üzere, fırkaların, hiziplerin,
partilerin, grupların, mezheplerin, meşreplerin, târikatların, tasavvufun,
bâtınîliğin, hükûmetlerin, parlamentoların, cemaatlerin, akımların,
fraksiyonların, gavsların, kutupların, mezhep imamlarının, şeyhlerin, imamların,
hoca-efendilerin, âlimlerin, üstadların, lîderlerin, ana-yasaların, şeytanın,
nefsin, insanın, aklın, mantığın, beşerî-tâğûtî kânun, kural ve yasaların,
kahramanların, önderlerin, zenginlerin, şöhret-sâhiplerinin, dehâların,
ideolojilerin ve ideologların, felsefelerin ve felsefecilerin, ilâhiyatçıların,
akademisyenlerin, bilim-adamlarının, doç.ların, prof.ların, modern-bilimin,
teknolojinin vs. hiç-birinin babasının malı değildir. Bu yüzden ne kadar
beşerî-insânî olan tasavvur, düşünce, söylem, eylem ve uygulamalar varsa,
Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olsun yada olmasın, bunların düşünmüş, söylemiş,
yazmış ve yapmış olduğu hiç-bir şey, hiç-bir şekilde İslâm adına geçici yada
kalıcı olarak bağlayıcı değildir, olamaz.
İslâm adına konuşup da İslâm’a aykırı olan
bir sözü, yorumu kim yapmış olursa-olsun ve bir eylemi kim sergilemiş
olursa-olsun İslâm onun da babasının malı değildir. Bu-bağlamda İslâm,
Ebubekir’in Hz. Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin, İbn-i Abbas’ın, Ebu Hanife’nin,
Mâturîdî’nin hattâ Peygamberimiz’in bile babasının malı değildir. Çünkü bu din
“sâdece Allah’ın” dînidir.
Bir
gün İbn-i Abbas’a temettu haccı konusunda bâzı kimseler îtirâz etmişler ve delil
olarak da Ebu Bekir ve Ömer’in sözlerini getirmişlerdir. Tercümânû-l Kur’ân
olan İbn-i Abbas kendisine bu şekilde îtirâz edenlere şu şekilde cevap
vermiştir: “Neredeyse gökten başınıza taş yağacak. Ben size Allah’ın Resûlü (sav)
böyle söylüyor diyorum. Siz ise bana Ebu Bekir ve Ömer diyorsunuz”. Buna benzer
bir rivâyette İbn-i Ömer’den gelmiştir. Kendisine “baban temettu haccını
yasakladı" diyenlere “Allah Resûlü’nün emri mi yoksa babamın emri mi uyulmaya
daha lâyıktır?" diye cevap vermiştir. Zîrâ İslâm’ın kimsenin babasının
malı olmadığını çok iyi biliyorlardı.
İslâm
Allah’ın dînidir ve Peygamberimiz İslâm’ın en güzel, ideâl ve örnek
uygulayıcısıdır. Peygamberimiz’den sonra İslâm’ın hiç kimseye ve hiç-bir
desteğe ihtiyâcı yoktur. Bu nedenle de hiç kimse hiç-bir şekilde İslâm’ı
babasının malı gibi kullanamaz.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder