8 Temmuz 2024 Pazartesi

Tuvalet Kâğıdı

 

“Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 3).

 

İslâm ve müslümanlık kâğıt üzerinde kalabilecek bir din değildir. Allah katındaki tek hak din İslâm’dır ve İslâm zinhar kâğıt üzerinde kalabilecek bir din değildir ve de “sâdece İslâm” kâğıt üzerinde kalması mümkün olmayan bir din’dir. Kâğıt üzerinde kaldığında değeri de önemi düşer ve etkisizleşerek “dinlerden bir din” olup çıkar.

 

Allah kâlplere bakar ve kâlplerdeki İslâm’ı dikkate alır, kâğıtlarda yazan “müslüman” sözünü değil. Cennete sâdece “müslüman” olanlar girecektir. Fakat bu müslümanlar, “yaşayışlarında müslüman olanlar”dır, nüfus kâğıtlarında “müslüman” yazanlar değil. Cennete; nüfus kâğıdında “müslüman” yazanlar değil, kâlbinde “müslüman” yazanlar ve lafta-sözde müslüman olanlar değil, amel-eylemi müslüman olanlar girecektir. Çünkü İslâm, kâğıt üzerinde kalan soyut bir teori değildir.

 

Lâkin kâğıtlarda yazılanlar, gerçeklikte yaşananların önüne geçiriliyor. Modern müslümanlar da, küresel tâğutlarla paralel olarak, İslâm’ı “sâdece kâğıt üzerinde” sevmeye başladılar. Çünkü modernizm bir “kâğıt uygarlığı”dır ve gerçeklikte olanı değil, kâğıtta yazana bakar ve onu önemser. Modernizmin  “kâğıttan kaplan” olmasının nedeni budur.

 

Hayâta hitâp etmeyen İslâm değersizleşerek “dinlerden bir din”; hayatta uygulanmayan Kur’ân ise değersizleşerek “kitaplardan bir kitap” olur. Peygamberle yâni hayatla buluşmayan Kur’ân, kâğıt ve mürekkepten ibâret bir nesne hâline gelir. Modern müslümanların hâl-i pür melâlinin nedeni budur.

 

Dünyâ’yı aynen gökler gibi bir düzene ve nizâma sokabilecek olan tek şey İslâm yâni Kur’ân ve onun “hayâttaki en güzel uygulaması” olan Sünnet’tir. Kur’ân, sürekli olarak sâdece okunup-araştırılarak, sonra da konuşup-yazılarak sürekli şekilde yorumlanacak ve sayfa olarak çoğaltılarak zihinlerde, kâlplerde, kitaplıklarda vs. kalması için değil, okunup idrâk edilmesi ve sonra da hayâtın tam ortasında uygulanması ve hâkim kılınması için gönderilmiş bir Kitap’tır. Aksi-hâlde Kur’ân, ne Arapçasından “anlamadan okuyarak” sürekli olarak dönüp-dönüp okunacak ve “hatim ettim, sevap aldım” diye sevinilecek ve övünülecek, ne de Türkçesinden “anlayarak okuyarak” ve çarpıcı yorum ve te’viller yaparak “meseleyi anladım ve işi öğrendim” diyerek yine dönüp-dönüp okuyarak ve övünerek ömür tüketilecek bir Kitap değildir. Amele-eyleme dökmedikten, gereğini yapmadıktan ve uygulayıp hayâta hâkim kılmadıktan sonra Kur’ân’ı dönüp-dönüp Arapçasından “anlamadan” okumakla, dönüp-dönüp Türkçesinden “anlayarak” okumak arasında hiç-bir fark yoktur. Çünkü iki okumada da sonuçta bir yara merhem olunmuş olmadığı için Kur’ân “kitaplardan bir kitap” olmaktan kurtulamayacaktır.

 

Kur’ân uygulamaya dökülmediğinde ve hayatta hâkim kılınmadığında, selüloz, mürekkep, cilt ve sayfalardan oluşan bir kitap olarak diğer kitaplardan farkı olmayacaktır. Meselâ Tolstoy’un Savaş ve Barış romanından bir farkı kalmayacaktır. Çünkü bir etki yapıp da hayatta  bir karşılığı, yansıması ve etkisi olmayan bir kitabın isminin Savaş ve Barış olmasıyla Kur’ân-ı Kerîm olmasının arasında fark olmayacaktır. Böyle olunca da insanlar nasıl ki Savaş ve Barış’ı okuduğunda belli bir keyif alıp kitabı bitirdikten sonra onu raftaki yerine koyuyorlarsa ama bu kitaba göre hayatlarını değiştirmiyor ve düzenlemiyorlarsa, Kur’ân’ı da aynı-şekilde, okuyup-okuyup belli bir keyif aldıktan sonra raftaki yerine koyuyorlar ve kendilerini değiştirip de hayatta uygulamaya koymadıklarında Kur’ân da “kitaplardan bir kitap” olarak raftaki yerinde duracak ve diğer kitaplardan farksız olacaktır. Maalesef günümüzde Kur’ân bu şekilde kullanıldığı için bir yaraya merhem olmamaktadır.  

 

İşte, sâdece okunan ve bir yaraya merhem olarak kullanılmayan Kur’ân’ın, daha doğrusu mushafın, insana bir tuvalet kâğıdı kadar bile faydası olmaz. Çünkü tuvalet kağıdı, insanın, küçük-büyük abdestini yaptıktan sonra gerek temizlik gerekse yıkamadan sonra poposunu kuruladığı için bir konfor ve fayda sağlamaktadır. Çünkü ıslaklık olmadığı için insan rahat etmektedir. Tabi tuvalet  kâğıdı olmazsa-olmaz bir şey değildir ve zâten daha 25-30 sene önce kullanımı yaygın değildi. Yâni tuvalet kâğıdı olmasa da olur olduğu için çok değersiz bir kâğıttır. Fakat kullanıldığında da kurutma yaptığı ve ıslaklığı bitirdiği için fayda verebilmektedir. Konfora alışmış olan modern insanın (günümüzdeki yüksek fiyatına rağmen) tuvalet kâğıdından vazgeçememesi ve onu olmazsa-olmaz olarak görmesinin nedeni budur. Yoksa tuvalet kağıdı kurulamak ve temizlik için kullanılmasaydı da sâdece üzerindeki desenlere bakılsın diye üretilmiş olsaydı onu kullanan olmazdı.

 

Bir kâğıdın değerini ölçmek için, karşılaştırılması en uygun kâğıt tuvalet kâğıdıdır. Çünkü o tuvalette yâni, küçük-büyük abdestle dışkının yâni insanın en değersiz ve faydasız olan şeyinin atıldığı yerde üstelik en pis şeylerin temizliği için kullanılır. Fakat bu hiç-bir faydasının olmaması anlamına  gelmez. Çünkü ıslak olarak kalkmak da sıkıntılı bir durumdur. İşte tuvalet kâğıdı insanları bu sıkıntıdan kurtararak somut anlamda yarar sağlar. En basit ve değersiz olarak bilinen tuvalet kâğıdının bile böyle somut bir faydası vardır. Üstelik pratik kullanımından dolayı tercih edilmektedir. Şu da var ki tuvalet kâğıdının kullanımı bireysel de değildir ve tüm âileye hattâ gelen-giden tüm misâfirlere de yarar sağlar, konfor verir.

 

Peki rafta duran ve okunmayan bir kitabın insan ne faydası olur?. Hiç-bir faydası olmadığı gibi zararı da olur. Çünkü toz toplar, ağırlık yapar, taşınma durumunda falan artı yük ortaya çıkarır. Bu kitap Tolstoy’un Savaş ve Barış değil de Arapça Mushaf yada Türkçe Kur’ân meâli, meâl-tefsiri yada büyük tefsiri olsa ne değişir?. Eğer okumuyorsanız Kur’ân’ın da size bir faydası olmaz ki!. Bâzıları Kur’ân’ın rafta durmasından bile sevap aldığını zannede-dursun, okunmayan Kur’ân’ın insana hiç-bir faydası yoktur hattâ tuvalet kâğıdı kadar bile faydası olmaz. Arapçasından yada Türkçesinden olsun, okunan Kur’ân’ın ise ancak bireysel faydası olur. Arapça okumada kişiye bir miktar huzûr verir yada “okuyorum ve hatim ediyorum” duygusuyla övünç ve sevinç verebilir. Türkçe okumalardaysa elbette fark vardır ve kişiye idrâk verir, hayâtı ve olayları doğru anlamasını sağlar, hak ile bâtılı gösterir. Lâkin, o da ancak kişisel-bireysel faydadır ve yarardır. Birinin Kur’ân’ı Arapça okumasının bana nasıl ki bir faydası yoksa, Türkçe okumasının da bir faydası olmaz. Arapça okuyanı dinlemek ve Türkçe okuyanı anlamak fayda ve yarar verebilir ama bu yarar ve fayda soyut yarardır. Bu nedenle Kur’ân’ın okunuşunu Arapçasından yada Türkçesinden dinlemek benim gerçek ve somut dertlerime dermân olmaz.

 

Bu-bağlamda, Kur’ân’ın hangi türde okuması olursa-olsun; hayâta uygulanmadıktan ve sorunlara ve yaralara merhem olmadıktan sonra bana tuvalet kâğıdı kadar bile fayda veremez. Çünkü tuvalet kâğıdının faydası somuttur, diğerinin faydası ise ancak soyut olabilir. Tuvalet kâğıdını kullandığımda benim sorunumu giderdiği için beni rahatlatır ve soru ortadan kalkar, ama uygulanmayan Kur’ân benim somut ve gerçek sorunumu gidermez ki!. Ben belki onun Arapça okunuşuyla huzur duyarak yada Türkçe okunuşuyla anladıklarımdan dolayı kendimden geçer ve zevk alabilirim ama okuma bitip herkes dağıldıktan sonra benim sorunum ve derdim ortada öylece yine duruyor olmaktadır. Çünkü uygulanmadığında tuvalet kâğıdı Kur’ân’ın kâğıdından yâni selülozundan ve mürekkebinden daha üstündür. Zâten bu nedenle Kur’ân okunup idrâk edilerek iç-âlemleri inşâ ettikten sonra dış-âleme döner ve dış-âlemde uygulanarak ve hayatta hâkim kılınarak Kur’ân-merkezli olarak soru ve sorunlara-dertlere çâreler üretir ve meseleyi çözerek somurt ve gerçek fayda versin diye indirilmiştir.

 

Hiç öyle “bize Kur’ân yeter” falan demeyin. Son 50 yıldır yoğun şekilde Kur’ân’ın okunmasına ve üzerinde çok yoğun ve çeşitli çalışmalar yapılmasına rağmen müslümanların adâlet, ahlâk, hak, hakîkat, ekonomi ve tevhid konusunda ileri bir seviyeye ulaşamadığı görülmüştür. Çünkü müslümanlar işin sâdece bilme tarafıyla ilgilenmişlerdir ve hâlen de bu yoldadırlar. Oysa İslâm demek “bilmek ve yapmak” yada “bilerek yapmak” demektir. İkisi berâberdir.

 

Bu-bağlamda Gazze bize, son 50 yıldır yoğun şekilde Kur’ân’ın okunmasına ve üzerinde çok yoğun ve çeşitli çalışmalar yapılmasına rağmen müslümanlarca üretilen onca düşüncenin, yapılan onca konuşmanın, yazılan onca kitap, dergi ve yazıların mazlumlara gerçek bir faydasının olmadığını göstermiştir. Bu-bağlamda amel-eylemin yâni “yapma”nın bilmekten çok daha üstün olduğunun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Zîrâ üretilen onca düşüncenin, yapılan onca konuşmanın, yazılan onca kitap, dergi ve yazıların mâsum ve mazlumlara hiç-bir faydası olmamış hattâ mâsum ve yaralı çocukların başlarını bile sıvazlayamamıştır. Oysa bir top tuvalet kâğıdı en azından kanayan yaraları bastırmak için kullanılabilir. Gazze bize, İslâm’ın “Kur’ân ve Sünnet demek olduğunu, İslâm’ın da ancak Kur’ân ile bilineceğini ve Sünnet örnekliğine göre eyleme dökülebileceğini, İslâm’ın da zâten bu olduğunu göstermiştir.

 

Kur’ân’ın bu kadar çok okunmasına rağmen İslâm âleminde ve Dünyâ’da olumlu anlamda bir değişikliğin olmamasının nedeni, Kur’ân’ın hayâtın tam ortasına okunmaması ve tam ortasında yaşanmaması, “boşluğu okunması” ve sâdece boş zamanlarda kısmen uygulamayı düşünmekten dolayıdır.

 

Şu da var ki, tuvalet kâğıdının bile somut yararı olması için yerinde sürekli takılı ve var olması gerekir. Biten tuvalet kâğıdı, zamânında yerine takılmazsa, âcil olarak tuvalete giren kişi tuvaletten kıçı ıslak bir şekilde çıkar. Çünkü tuvalet kâğıdı bitmiştir ve zamânında takılmamıştır. Tuvalet kâğıdını o kişi tuvaletten çıkar-çıkmaz takmanın bir faydası olmaz artık. O iş zamânında yapılmadığı için hiç yapılmamış gibidir poposu ıslak kalan kişi için.

 

İşte Kur’ân da, okunup idrâk ettikten belli bir zaman sonra uygulamaya geçirilmeli ve bu noktada geç kalınmamalıdır. Çünkü uygulanmamış ve “zamânında uygulanmamış” Kur’ân somut fayda veremez. 

 

Evet; müslümanlık kâğıt üstünde kalmamalı ve Kur’ân-merkezli olarak uygulanmalı ve hayâta hâkim kılınmaya çalışılmalıdır. Çünkü İslâm ancak böyle olursa somut ve gerçek faydalar sağlayabilir. “Kâğıt üstünde kalan müslümanlık”ın sonu ise, tuvalet kâğıdı değersizliğine düşmek olur. Zîrâ insanı hem Dünyâ’da hem de âhirette kurtaracak olan şey “îman edip sâlih amel işleyenlerden olmak”tır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder