“De ki: Davranış
(ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. Onların,
dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş
yapmakta sanıyorlar” (Kehf
103-104).
Şeytanın ve nefsin uşakları ve iti-köpeği
olan tâğutları bir yana koyduğumuzda, Allah’ı, âhireti, gaybı, vahyi-Kur’ân’ı,
peygamberleri-Sünnet’i hesâba katmayan yada Hakka hakkıyla teslîm olmayan
insanlar, târih boyunca “iyi yapıyorum” diye hep kötülüğü ve şerri ortaya
koymuşlardır. Zîrâ insan aklı sınırlıdır ve bu nedenle de mutlakâ eksik ve
yetersiz kaldığı için sonuçlarını tam bir yetkinlik ile düşünmez de iyiyi
yapıyorum zannederek şer işler durur: “İnsan
hayra duâ ettiği gibi, şerre de duâ eder. İnsan, pek acelecidir” (İsrâ
11). İnsanlık târihi, hayra çalışıyorum zannederek şer işlemenin târihidir. Bu
olumsuzluktan kurtulmanın tek çâresi ise, tasavvurda, düşüncede, söylemde ve
eylemde “merkeze mutlak anlamda İslâm’ı almak” ve “Hakka hakkıyla terslim
olmak”tır.
Târihten
örnekler vererek merâmımızı anlatmaya çalışalım..
Bu
konuda en iyi örneklerden biri Protestanlıktır. Protestanlık, bâtıla ve
hurâfelere karşı çıkarak doğruyu, hakkı ve hakîkati ortaya koymak için ortaya
çıkarılmış bir bâtıldır. Protestanlık’ın dünyevî alanda getirileri olmuşsa da
mânevî, psikolojik ve ahlâkî alanda tam bir çöküş başlatmış ve yıkıma neden
olmuştur-olmaktadır. Üstelik müslüman ülkelerde yaşayan bâzı çok-bilmişler,
İslâm’ın da Protestanlığın geçtiği süreçten geçmesi gerektiğini söyleyerek tam
cehâlet sergilemektedirler. Gerçi Protestan zihniyet farklı alanlar
aracılığıyla tüm Dünyâ’ya yayılmaktadır. Teoman Duralı bu süreci ve sonuçlarını
şöyle anlatır:
“Alman din-adamı ve filozofu Martin Luther’in
(1483-1546), batı Avrupa Hrıstiyanlığı’nda yol açmış olduğu çatlak, Orta-çağ
hrıstiyan medeniyetini çözülmeğe sevk-eden ve onun yerini alacak Yeni-çağ din-dışı
batı Avrupa medeniyetinin de şartlarını hazırlayan âmillerin en önemlilerindendir.
Nasıl ki, Mikhail Sergeyeviç Gorbaçev (1931-2022), Sovyetler Birliğini ıslâh
edeyim derken yerle-bir ettiyse, geçmişte de benzer biçimde, Luther,
Hrıstiyanlığı Latin-Roma dünyâsının sultası ile çarpıtmalarından kurtarıp doğru
olduğuna inandığı biçimleri kendi halkına öğretmeğe kalktığında, gider-ayak batı
Avrupa’nın îtikât manzûmesini silip-süpürecek heyelânı da boşandırmış oldu.
Çıkışı îtibâriyle Protestanlık, tek-tanrılı
vahiy-dîni târikinden şaşmış ve sapmış olan Katolik Hrıstiyanlığını yeniden
doğru yola koyma gâyesini gütmüştür. Oysa sonuçta, aykırı bir durum baş-göstermiş,
her bakımdan kurumlaşmış din olan katolik kilisesine karşı çıkıp onu
zayıflatmakla Avrupa’nın din-dışına ve dünyevîliğe kaymasına pek önemli katkı
sağlamıştır. Hrıstiyanlık, bidâyette Ortodoksluk ile Katoliklik şeklinde
kutuplaşmışken, Islahatçılık akımıyla millî Protestant kiliselerine bölünerek
parçalanmıştır. Papalık gibi, merkezî bir dînî yetki makâmı, çapından
düşü/rülü/nce, ‘bırakınız, isteyen istediğince davransın!’ düsturuna karşı
koyacak merci de kalmamıştır. Tüm yetkili dînî-rûhânî merci silindikçe,
bıraktığı boşluk, başta, eskiden bahsi geçmesinden bile hicâb edilen salt
iktisâdî-mâlî çıkar peşinden koşan odaklar ile devlet teşkilâtları tarafından
doldurulur olmuştur. Gerek barındırdığı böylesi odaklar bakımından gerekse
doğrudan-doğruya bir devlet teşkilâtı olarak salt iktisâdî-mâlî çıkar hesapları
yapmağı hayat gâyesi bilen, geç yeniçağ din-dışı batı Avrupa medeniyetinin
öncüsü ilkin Fransız, bilâhare İngiliz kültürleri olmuşlardır. Millî
kilisesiyle, devlet teşkilâtı ve merkez odağı, Farmasonlukla İngiliz kültürü,
mâlî-iktisâdî çıkar-hesapları üstünde yoğunlaşmıştır.
‘Protestant’ adı, katoliklerin söz-konusu
baskıcı tavrını yerip (‘protesto’=‘yergi’) vicdân hürriyetini savunan Islahatçılar
ile onları destekler mâhiyette aynı yılın Nîsanında bildiri yayınlayan altı
Alman şehzâdesi ile on dört şehrinde kaynaklanmıştır. Islahatçılar,
Hrıstiyanlığın erken dönem inanç ortamına geri dönülmesi çeşidinden köklü bir
dönüşümü savunmuşlardır. Islâhâtcılara göre, dayanılacak tek meşrû yetkili
kaynak, Kitabı-mukaddestir. Ondan ne bir kelime eksiltilebilinir ne de ona tek
bir söz eklenebilir”.
Bir şey “doğru” olabilir ama “iyi”
olmayabilir. Örneğin, “yağmur duâsı”na çıkan insanların doğal bir fenomen olan
yağmuru bu yolla yağdıramayacakları nesnel olarak bilinir; ancak yağmur duâsına
çıkmak insanların içinde bulundukları sıkıntılara daha iyi dayanmalarını
sağlayabilir. Bu durumda açıkça yanlış olan bir inanç sistemi, toplumsal bir yarara
sâhip olabilir. Vilfredo Pareto, bir kuramın deneysel doğruluğu ile toplumsal
yararının farklı şeyler olduğunu ve bu nedenle bir öğretinin deneysel açıdan
reddedilebileceğini ancak toplumsal yararı açısından kabûl edilebileceğini yada
bunun tersinin olabileceğinin altını çizer.
Bir
şeyin doğru ve iyi olmasından ziyâde, “hak” ve “hakîkat” olması önemlidir.
Müslümanlar da dâhil insanlık büyük bir yanlışın içinde olabilirler. Batı
400-500 yıldır, müslümanlar ise 150-200 yıldır “iyi”yi bıraktı, “doğru”nun peşine
düştü ama sonuçta “iyi” oldu mu?. Hayır olmadı. Olmadığını başımızı kaldırıp
baktığımızda çok net olarak görebiliyoruz. İnsanlar “doğru”nun peşine düştüler
ve “iyi” olanı bıraktılar. Peki “doğruyu öğrendiler de ne oldu?. Baktığımızda
görülen şey, kâlplerin bomboş olduğudur. Oysa eskiden hak ile hurâfe karışıktı
ama “iyi”lik vardı. Peki “doğru” olan sonuçta ortaya bir iyilik çıkardı mı?.
Meselâ Türkiye’de ve de müslüman coğrafyasında 30-40 senedir “Kur’ân’ı
anlayarak okuma” çalışmaları yapılıyor fakat müslümanlar bu yolla iyiliğe ve
hakka ulaşamadılar ve tam-aksine bir laytlaşma ve laçkalaşma var. Oysa eskiden
“anlamadan” okuma yapanlar daha samîmi ve ciddî idi, daha mutlu, huzurlu ve
“iyi” idi.
Kur’ân’ı
anlayarak okumak “doğru” olandır fakat, “yüzünden anlamadan okumak” gibi “iyi” bir
sonuç vermedi-vermiyor. Anlamadan yapılan okumalar “iyi” sonuç verirken,
“anlayarak” yapılan okumalar “iyi” sonuç vermiyor. Çünkü ortada “iyi”ye yönelik
bir gidişat yok. Anlamadan okuyanlar kendilerini daha iyi hissediyor. Kur’ân’ı
mezarda Arapçasından okumak “doğru” değil ama “iyi”. Çünkü iyi sonuç veriyor.
En azından kişiye huzur veriyor. Kur’ân’ı mezarlıkta Arapçasından anlamadan
okumayı bırakanlar; evde, işte, vakıfta, dernekte Türkçesinden ve anlayarak
okuyunca ne yaptılar ki?.
Yine
meselâ, şimdiki lâik-demokratik imamların arkasında namaz kılmamak “doğru”dur
ama “iyi”midir?. Bir bakalım kendimize… Sisteme uymamak için câmiye gitmiyoruz
yada resmî bir imamın arkasında namaz kılmıyoruz. Fakat câmiye giderken ve
câmide namaz kılarken mi daha “iyi” idik yoksa şimdi mi?.
Modern müslümanların büyük yanlışı, “İslâm’da
yok” diyerek yapılmasını yasakladıkları ve yerine getirmekten vazgeçirdikleri
şeylerin yerine daha iyisini ve İslâmî olanını koymamak ve koyamamak”tır.
Modern müslümanlar bir-çok konuda “İslâm‘da yok” diyerek iptâl ettikleri
şeylerin yerine daha iyisini, doğrusunu, faydalısını ve hak olanı koymamışlar
ve koyamamışlardır. İnsanlar İslâm’da olmadığı için bir hurâfeden, uydurmadan,
yanlıştan vs. vazgeçmişler ama bunun yerine İslâmî olan bir şey koyulmadığı
için boşlukta kalmışlar ve sâdece “o şeyi yapmamak”la kalmışlardır. Fakat bu
durum pratikte olumlu ve iyi bir sonuç vermemiştir-vermemektedir.
Allah, Kur’ân’da yasakladığı bir yanlışın,
kötülüğün ve hurâfenin yerine hep doğrusunu, iyisini ve faydalısını
göstermiştir. Alt-yapısını hazırlamadığı bir şeyi emretmemiştir. Bir alternatif
göstermeden de bir şeyi yasaklamamıştır. Meselâ mü’min topluma herkesin birbirinden
sorumlu olduğunu emretmiş, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” dedikten
sonra ancak açlıktan dolayı yapılan hırsızlığı affetmiştir. Gençleri evlendirme
konusunda da toplumu sorumlu tutmuş fakat her hâlûkârda evlenemeyenlere oruç
tutmayı tavsiye ve emr ettikten sonra zînâyı yasaklamıştır. Yâni hiç-bir boşluk
ve keyfî bir emir ve yasak yoktur.
Yerine daha iyisini yada başka bir şey
koyamadıysanız, uygulamadan kaldırdığınız hurâfelerin faydası değil zarârı
olur. Çünkü uygulamadan kalkan “eski hurâfeler”nin yerini “yeni hurâfeler”
alır. Bu nedenle yerine daha iyisini yap(a)mayacaksanız, “yıkma”nın bir anlamı ve
faydası olmaz. İnsanların-müslümanların
büyük yanlışı ve hayra çalışıyorum derken şer işlemesi, yasakladıkları şeyin
yerine daha iyisini koyamamak ve hattâ bunu dile bile getirmemektir. “İslâm’da
yok” deyip geçiyorlar, peki İslâm’da yasaklanan şeyin yerine ne var ve doğru
olan nedir?. Onu da söyleyin de insanlar onu yapsın. Böyle bir şey
söylemedikleri için insanlar yapmaktan vazgeçtikleri şeylerin yerine modern
olana yöneliyorlar ve buna alışıyorlar. Bu da zamanla İslâm’dan uzaklaşmaya ve
moderne kapılmaya neden oluyor.
Meselâ
“İslâm’da mevlid ve kandil yoktur. Hattâ mevlid metni şirk içermektedir, kandil
denilen şey de hristiyanlardan ve başka dinlerden alınmıştır. Bu nedenle mevlid
okumaktan-okutmaktan ve kandil kutlamaktan vazgeçmeliyiz” deniyor. Tamam doğru.
Fakat bunun yerine ne yapacağız?. Hiç-bir şey.. Mevlid ve Yâsîn okumak-okutmak,
kandil kutlamak, toplantılar yapmak vs. böyle günler ve etkinlikler insanların
birbirlerini görmelerini, yeni insanlarla tanışmalarını, birbirlerine hediyeler
almalarını, hayır yapmalarını, bir şeyler okumalarını ve dinlemelerini vs. sağlıyordu ve bunlar iyi
sonuç veriyordu ve faydalı oluyordu. Bunlar İslâm’da yok ama müslümanların
(İslâm’ın değil) geleneğinde vardı ve bunlar insanları bir-arada tutuyordu.
Somut faydaları vardı. Peki bunlardan “İslâm ‘da yok” diye vazgeçtik ama yerine
ne koyduk?. Hiç-bir şey. Yanlıştan vazgeçtik ama yerine doğrusunu ve daha
iyisini koyamadık ki!. Böyle olunca da toplum bozulmaya başladı. İnsanlar
birbirlerinden koptu ve hattâ nefret etmeye başladı. Çünkü bir-araya gelmek
için bir neden ve bir şey yok. Sosyâl medya denen şey o ünsiyeti sağlayamıyor.
Çünkü o gerçek bir birlik ve bir-araya gelme değildir. İnsan ünsiyet içinde
olmayınca birbirinden nefret etmeye başlar. Zîrâ gözden ırak olan gönülden de
ırak olur. Görmediğin ve görüşmediğin kişiyi affedemezsin.
Yine
meselâ medreseler de bir-çok hurâfe üretmiştir ve zarar verici olmuştur. Fakat
bunun alternatifi nedir?. Bir alternatif gösterilmemiştir ve modern okullar ve
üniversitelere gün doğmuştur ve bunlar yaygınlaşmaya başlayınca modern olan
“daha iyi” zannedilmeye başlanmıştır.
Bize
zor gelen, çirkin ve yanlış gelen şeylerin sonuçları iyi ve hayırlı olabilir.
Hoşumuza giden ve iyi gördüğümüz bir şey
ise şer olabilir. Kur’ân bunu şu âyetle gösterir:
“Savaş, hoşunuza
gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir
şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.
Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara
216).
Demek
ki ameller niyetlere göre oluyor ama amellerin sonuçları her zaman niyetlere
uymayabiliyor.
O-hâlde bir şeyin
başlangıcının da sonunun da hayır olduğunu-olacağına Kur’ân’ın hakemliğinde
karar verdikten sonra, Peygamber örnekliğini de hesâba katarak, Allah’tan
işimizi hayırla sonuçlandırmasını istemekten başka çâre yoktur.
“Artık kim zerre
ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer
(kötülük) işlerse, onu görür” (Zilzâl 7-8).
Bâtılı göstermek mü’minlerin ana-görevidir.
Fakat bâtılı gösterdikten ve kaldırdıktan sonra onun yerine “hak olanı” da
göstermek ve ikâme etmek gerekir. Zîrâ ancak o zaman gerçek anlamda hak gelmiş
ve bâtıl def olup gitmiş olur. Aksi-hâlde klâsik ve geleneksel bâtıl ve
hurâfelerin yerini modern bâtıl ve hurâfeler alır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder