2 Temmuz 2024 Salı

Hayra Çalışıyorum Zannederek Şer İşlemek

 

“De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf 103-104).

 

Şeytanın ve nefsin uşakları ve iti-köpeği olan tâğutları bir yana koyduğumuzda, Allah’ı, âhireti, gaybı, vahyi-Kur’ân’ı, peygamberleri-Sünnet’i hesâba katmayan yada Hakka hakkıyla teslîm olmayan insanlar, târih boyunca “iyi yapıyorum” diye hep kötülüğü ve şerri ortaya koymuşlardır. Zîrâ insan aklı sınırlıdır ve bu nedenle de mutlakâ eksik ve yetersiz kaldığı için sonuçlarını tam bir yetkinlik ile düşünmez de iyiyi yapıyorum zannederek şer işler durur: “İnsan hayra duâ ettiği gibi, şerre de duâ eder. İnsan, pek acelecidir” (İsrâ 11). İnsanlık târihi, hayra çalışıyorum zannederek şer işlemenin târihidir. Bu olumsuzluktan kurtulmanın tek çâresi ise, tasavvurda, düşüncede, söylemde ve eylemde “merkeze mutlak anlamda İslâm’ı almak” ve “Hakka hakkıyla terslim olmak”tır.

 

Târihten örnekler vererek merâmımızı anlatmaya çalışalım..

 

Bu konuda en iyi örneklerden biri Protestanlıktır. Protestanlık, bâtıla ve hurâfelere karşı çıkarak doğruyu, hakkı ve hakîkati ortaya koymak için ortaya çıkarılmış bir bâtıldır. Protestanlık’ın dünyevî alanda getirileri olmuşsa da mânevî, psikolojik ve ahlâkî alanda tam bir çöküş başlatmış ve yıkıma neden olmuştur-olmaktadır. Üstelik müslüman ülkelerde yaşayan bâzı çok-bilmişler, İslâm’ın da Protestanlığın geçtiği süreçten geçmesi gerektiğini söyleyerek tam cehâlet sergilemektedirler. Gerçi Protestan zihniyet farklı alanlar aracılığıyla tüm Dünyâ’ya yayılmaktadır. Teoman Duralı bu süreci ve sonuçlarını şöyle anlatır:

 

“Alman din-adamı ve filozofu Martin Luther’in (1483-1546), batı Avrupa Hrıstiyanlığı’nda yol açmış olduğu çatlak, Orta-çağ hrıstiyan medeniyetini çözülmeğe sevk-eden ve onun yerini alacak Yeni-çağ din-dışı batı Avrupa medeniyetinin de şartlarını hazırlayan âmillerin en önemlilerindendir. Nasıl ki, Mikhail Sergeyeviç Gorbaçev (1931-2022), Sovyetler Birliğini ıslâh edeyim derken yerle-bir ettiyse, geçmişte de benzer biçimde, Luther, Hrıstiyanlığı Latin-Roma dünyâsının sultası ile çarpıtmalarından kurtarıp doğru olduğuna inandığı biçimleri kendi halkına öğretmeğe kalktığında, gider-ayak batı Avrupa’nın îtikât manzûmesini silip-süpürecek heyelânı da boşandırmış oldu.

 

Çıkışı îtibâriyle Protestanlık, tek-tanrılı vahiy-dîni târikinden şaşmış ve sapmış olan Katolik Hrıstiyanlığını yeniden doğru yola koyma gâyesini gütmüştür. Oysa sonuçta, aykırı bir durum baş-göstermiş, her bakımdan kurumlaşmış din olan katolik kilisesine karşı çıkıp onu zayıflatmakla Avrupa’nın din-dışına ve dünyevîliğe kaymasına pek önemli katkı sağlamıştır. Hrıstiyanlık, bidâyette Ortodoksluk ile Katoliklik şeklinde kutuplaşmışken, Islahatçılık akımıyla millî Protestant kiliselerine bölünerek parçalanmıştır. Papalık gibi, merkezî bir dînî yetki makâmı, çapından düşü/rülü/nce, ‘bırakınız, isteyen istediğince davransın!’ düsturuna karşı koyacak merci de kalmamıştır. Tüm yetkili dînî-rûhânî merci silindikçe, bıraktığı boşluk, başta, eskiden bahsi geçmesinden bile hicâb edilen salt iktisâdî-mâlî çıkar peşinden koşan odaklar ile devlet teşkilâtları tarafından doldurulur olmuştur. Gerek barındırdığı böylesi odaklar bakımından gerekse doğrudan-doğruya bir devlet teşkilâtı olarak salt iktisâdî-mâlî çıkar hesapları yapmağı hayat gâyesi bilen, geç yeniçağ din-dışı batı Avrupa medeniyetinin öncüsü ilkin Fransız, bilâhare İngiliz kültürleri olmuşlardır. Millî kilisesiyle, devlet teşkilâtı ve merkez odağı, Farmasonlukla İngiliz kültürü, mâlî-iktisâdî çıkar-hesapları üstünde yoğunlaşmıştır.

 

‘Protestant’ adı, katoliklerin söz-konusu baskıcı tavrını yerip (‘protesto’=‘yergi’) vicdân hürriyetini savunan Islahatçılar ile onları destekler mâhiyette aynı yılın Nîsanında bildiri yayınlayan altı Alman şehzâdesi ile on dört şehrinde kaynaklanmıştır. Islahatçılar, Hrıstiyanlığın erken dönem inanç ortamına geri dönülmesi çeşidinden köklü bir dönüşümü savunmuşlardır. Islâhâtcılara göre, dayanılacak tek meşrû yetkili kaynak, Kitabı-mukaddestir. Ondan ne bir kelime eksiltilebilinir ne de ona tek bir söz eklenebilir”.

 

Bir şey “doğru” olabilir ama “iyi” olmayabilir. Örneğin, “yağmur duâsı”na çıkan insanların doğal bir fenomen olan yağmuru bu yolla yağdıramayacakları nesnel olarak bilinir; ancak yağmur duâsına çıkmak insanların içinde bulundukları sıkıntılara daha iyi dayanmalarını sağlayabilir. Bu durumda açıkça yanlış olan bir inanç sistemi, toplumsal bir yarara sâhip olabilir. Vilfredo Pareto, bir kuramın deneysel doğruluğu ile toplumsal yararının farklı şeyler olduğunu ve bu nedenle bir öğretinin deneysel açıdan reddedilebileceğini ancak toplumsal yararı açısından kabûl edilebileceğini yada bunun tersinin olabileceğinin altını çizer.

 

Bir şeyin doğru ve iyi olmasından ziyâde, “hak” ve “hakîkat” olması önemlidir. Müslümanlar da dâhil insanlık büyük bir yanlışın içinde olabilirler. Batı 400-500 yıldır, müslümanlar ise 150-200 yıldır “iyi”yi bıraktı, “doğru”nun peşine düştü ama sonuçta “iyi” oldu mu?. Hayır olmadı. Olmadığını başımızı kaldırıp baktığımızda çok net olarak görebiliyoruz. İnsanlar “doğru”nun peşine düştüler ve “iyi” olanı bıraktılar. Peki “doğruyu öğrendiler de ne oldu?. Baktığımızda görülen şey, kâlplerin bomboş olduğudur. Oysa eskiden hak ile hurâfe karışıktı ama “iyi”lik vardı. Peki “doğru” olan sonuçta ortaya bir iyilik çıkardı mı?. Meselâ Türkiye’de ve de müslüman coğrafyasında 30-40 senedir “Kur’ân’ı anlayarak okuma” çalışmaları yapılıyor fakat müslümanlar bu yolla iyiliğe ve hakka ulaşamadılar ve tam-aksine bir laytlaşma ve laçkalaşma var. Oysa eskiden “anlamadan” okuma yapanlar daha samîmi ve ciddî idi, daha mutlu, huzurlu ve “iyi” idi.

 

Kur’ân’ı anlayarak okumak “doğru” olandır fakat, “yüzünden anlamadan okumak” gibi “iyi” bir sonuç vermedi-vermiyor. Anlamadan yapılan okumalar “iyi” sonuç verirken, “anlayarak” yapılan okumalar “iyi” sonuç vermiyor. Çünkü ortada “iyi”ye yönelik bir gidişat yok. Anlamadan okuyanlar kendilerini daha iyi hissediyor. Kur’ân’ı mezarda Arapçasından okumak “doğru” değil ama “iyi”. Çünkü iyi sonuç veriyor. En azından kişiye huzur veriyor. Kur’ân’ı mezarlıkta Arapçasından anlamadan okumayı bırakanlar; evde, işte, vakıfta, dernekte Türkçesinden ve anlayarak okuyunca ne yaptılar ki?.

 

Yine meselâ, şimdiki lâik-demokratik imamların arkasında namaz kılmamak “doğru”dur ama “iyi”midir?. Bir bakalım kendimize… Sisteme uymamak için câmiye gitmiyoruz yada resmî bir imamın arkasında namaz kılmıyoruz. Fakat câmiye giderken ve câmide namaz kılarken mi daha “iyi” idik yoksa şimdi mi?.

 

Modern müslümanların büyük yanlışı, “İslâm’da yok” diyerek yapılmasını yasakladıkları ve yerine getirmekten vazgeçirdikleri şeylerin yerine daha iyisini ve İslâmî olanını koymamak ve koyamamak”tır. Modern müslümanlar bir-çok konuda “İslâm‘da yok” diyerek iptâl ettikleri şeylerin yerine daha iyisini, doğrusunu, faydalısını ve hak olanı koymamışlar ve koyamamışlardır. İnsanlar İslâm’da olmadığı için bir hurâfeden, uydurmadan, yanlıştan vs. vazgeçmişler ama bunun yerine İslâmî olan bir şey koyulmadığı için boşlukta kalmışlar ve sâdece “o şeyi yapmamak”la kalmışlardır. Fakat bu durum pratikte olumlu ve iyi bir sonuç vermemiştir-vermemektedir.

 

Allah, Kur’ân’da yasakladığı bir yanlışın, kötülüğün ve hurâfenin yerine hep doğrusunu, iyisini ve faydalısını göstermiştir. Alt-yapısını hazırlamadığı bir şeyi emretmemiştir. Bir alternatif göstermeden de bir şeyi yasaklamamıştır. Meselâ mü’min topluma herkesin birbirinden sorumlu olduğunu emretmiş, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” dedikten sonra ancak açlıktan dolayı yapılan hırsızlığı affetmiştir. Gençleri evlendirme konusunda da toplumu sorumlu tutmuş fakat her hâlûkârda evlenemeyenlere oruç tutmayı tavsiye ve emr ettikten sonra zînâyı yasaklamıştır. Yâni hiç-bir boşluk ve keyfî bir emir ve yasak yoktur.

 

Yerine daha iyisini yada başka bir şey koyamadıysanız, uygulamadan kaldırdığınız hurâfelerin faydası değil zarârı olur. Çünkü uygulamadan kalkan “eski hurâfeler”nin yerini “yeni hurâfeler” alır. Bu nedenle yerine daha iyisini yap(a)mayacaksanız, “yıkma”nın bir anlamı ve faydası olmaz. İnsanların-müslümanların büyük yanlışı ve hayra çalışıyorum derken şer işlemesi, yasakladıkları şeyin yerine daha iyisini koyamamak ve hattâ bunu dile bile getirmemektir. “İslâm’da yok” deyip geçiyorlar, peki İslâm’da yasaklanan şeyin yerine ne var ve doğru olan nedir?. Onu da söyleyin de insanlar onu yapsın. Böyle bir şey söylemedikleri için insanlar yapmaktan vazgeçtikleri şeylerin yerine modern olana yöneliyorlar ve buna alışıyorlar. Bu da zamanla İslâm’dan uzaklaşmaya ve moderne kapılmaya neden oluyor.

 

Meselâ “İslâm’da mevlid ve kandil yoktur. Hattâ mevlid metni şirk içermektedir, kandil denilen şey de hristiyanlardan ve başka dinlerden alınmıştır. Bu nedenle mevlid okumaktan-okutmaktan ve kandil kutlamaktan vazgeçmeliyiz” deniyor. Tamam doğru. Fakat bunun yerine ne yapacağız?. Hiç-bir şey.. Mevlid ve Yâsîn okumak-okutmak, kandil kutlamak, toplantılar yapmak vs. böyle günler ve etkinlikler insanların birbirlerini görmelerini, yeni insanlarla tanışmalarını, birbirlerine hediyeler almalarını, hayır yapmalarını, bir şeyler okumalarını ve  dinlemelerini vs. sağlıyordu ve bunlar iyi sonuç veriyordu ve faydalı oluyordu. Bunlar İslâm’da yok ama müslümanların (İslâm’ın değil) geleneğinde vardı ve bunlar insanları bir-arada tutuyordu. Somut faydaları vardı. Peki bunlardan “İslâm ‘da yok” diye vazgeçtik ama yerine ne koyduk?. Hiç-bir şey. Yanlıştan vazgeçtik ama yerine doğrusunu ve daha iyisini koyamadık ki!. Böyle olunca da toplum bozulmaya başladı. İnsanlar birbirlerinden koptu ve hattâ nefret etmeye başladı. Çünkü bir-araya gelmek için bir neden ve bir şey yok. Sosyâl medya denen şey o ünsiyeti sağlayamıyor. Çünkü o gerçek bir birlik ve bir-araya gelme değildir. İnsan ünsiyet içinde olmayınca birbirinden nefret etmeye başlar. Zîrâ gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Görmediğin ve görüşmediğin kişiyi affedemezsin.

 

Yine meselâ medreseler de bir-çok hurâfe üretmiştir ve zarar verici olmuştur. Fakat bunun alternatifi nedir?. Bir alternatif gösterilmemiştir ve modern okullar ve üniversitelere gün doğmuştur ve bunlar yaygınlaşmaya başlayınca modern olan “daha iyi” zannedilmeye başlanmıştır.

 

Bize zor gelen, çirkin ve yanlış gelen şeylerin sonuçları iyi ve hayırlı olabilir. Hoşumuza giden ve iyi gördüğümüz bir şey  ise şer olabilir. Kur’ân bunu şu âyetle gösterir:

 

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara 216).

 

Demek ki ameller niyetlere göre oluyor ama amellerin sonuçları her zaman niyetlere uymayabiliyor.

 

O-hâlde bir şeyin başlangıcının da sonunun da hayır olduğunu-olacağına Kur’ân’ın hakemliğinde karar verdikten sonra, Peygamber örnekliğini de hesâba katarak, Allah’tan işimizi hayırla sonuçlandırmasını istemekten başka çâre yoktur.

 

“Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür” (Zilzâl 7-8).

 

Bâtılı göstermek mü’minlerin ana-görevidir. Fakat bâtılı gösterdikten ve kaldırdıktan sonra onun yerine “hak olanı” da göstermek ve ikâme etmek gerekir. Zîrâ ancak o zaman gerçek anlamda hak gelmiş ve bâtıl def olup gitmiş olur. Aksi-hâlde klâsik ve geleneksel bâtıl ve hurâfelerin yerini modern bâtıl ve hurâfeler alır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder