9 Temmuz 2024 Salı

İyi İnsan Olmak, İyi Müslüman Olmak

 

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz “iyilik” değildir. Ama iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile; zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî (takvâ sâhibi) olanlar da bunlardır” (Bakara 177).

 

Allah insanı en güzel şekilde yaratarak zâten “iyi bir insan” olarak yaratmıştır: Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin 4). İnsan hristiyanların zannettiği gibi ilk yaratıldığında “kötü ve günahkâr” olmadığı için “iyi insan olmak” gibi bir durum söz-konusu değildir. Çünkü insan zâten “iyi” olarak doğmuştur. Önemli olan, iyiliği bozmamak, sürdürmek ve “kötü insan” olmamaktır. “İyi insan” olma durumunun korunması önemlidir. Bunun da istisnâsız tek-yolu “iyi mü’min-müslüman olmak”tan geçer.

 

Birileri “iyi insan” olunca aynı-zamanda “iyi müslüman” da olduğunu zannede-dursun, Allah insanı zâten ilk-başta iyi olarak yarattığı için ayrıca “artı iyi insan olmak” diye bir şey söz-konusu olmaz. Fakat insan Allah’ın yarattığı gibi doğru-düzgünlüğünü korursa, iyi bir müslüman olma potansiyeli devreye girer ve iyi bir mü’min olma yoluna girmesi kolaylaşır. Çünkü takvâsı yâni iyi insan olmakla alâkalı olan durum onu iyi bir müslüman olmaya doğru sevk eder yada bu çok mümkün ve olası hâle gelir.

 

Saflığını ve iyiliğini kaybetmemiş olan her insan “iyi insan”dır. “İyi olmak için gayret etmek” diye bir şey olamaz ama “kötü olmayayım” diye gayret edilebilir. Kötü insan olmamak, dolayısıyla da iyi insan olabilmek için kötülük yapmamak gerekir. İnsanı kötülüklerden “sonuna kadar” uzak tutabilecek tek etken ise “din”dir. İnsan dürüst bir insan da olabilir ama bu kişi eğer Allah ve din inancına sâhip değilse “sonuna kadar” iyi kalamayacaktır. 

 

Meselâ birini düşünün, çok dürüst olarak bilinen biri. Fakat bu kişi ilâhî olana inanmayan biri olsun. Yâni ahlâkı değil, etiği olan biri. Bu kişinin kimsenin malında-canında-nâmusunda gözü yoktur. Kimsenin hakkını yemez, yalan söylemez, zarar vermez vs. Bu tabî ki iyi bir şeydir. Fakat eğer bu kişi inançsız bir kişiyse ve doğal olarak ölümden sonraki hayâta inanmıyorsa, etiği onu bir yerden sonra korumayacaktır. Meselâ, çok sevdiği birisi; ana-babası yada eşi-kızı-oğlu çok büyük bir suç işlese, meselâ mâsum birisini öldürmüş olsa ve olayı gören de sâdece bahsettiğimiz o etik kişi olsa; bu kişi, çok sevdiği ana-baba-eş-çocuklarının îdam ile yada müebbet hapis ile cezâlandırılmasına göz yumabilir mi?. Bu kişinin meselâ annesi yada oğlu, mâsum birini öldürse ve cinâyeti de sâdece o görse, anasını yada oğlunu ihbâr eder mi?. Çünkü sâdece o görmüştür ve eğer ihbâr etmezse hayat-boyu bunu kimse bilmeyecek ve icâbında sevdikleri ile birlikte 90 yaşına kadar yaşayacaklar. Âhiret inancı ve korkusu yoksa, anasını yada oğlunu niye ihbâr etsin?. Onu ihbâr etmeye ne zorlayacak?. Toplumun oluşturduğu töre için, birilerinin keyfinden çıkardığı yasalar için mi fedâ edecek sevdiklerini?. Kesinlikle yapmaz bunu. Hattâ olay cinâyet değil de meselâ hırsızlık olsa, yine de ihbâr etmez sevdiklerini. Ben şahsen inançsız biri olsam, kesinlikle fedâ etmem sevdiklerimi. Niye edeyim ki?. “Ne de olsa ölünce her-şey bitiyor” diye düşünen biri ne pahasına olursa-olsun sonuna kadar dürüst olamaz, olması da saçma olur. Fakat gerçek bir “ölüm sonrası inanç” (âhiret) bunu kesinlikle saklayamaz. Müslümanların güzel örnekliği olan Peygamberimiz, hırsızlık yapan zengin birinin affedilmesi isteği üzerine; “hırsızlığı yapan kızım Fâtıma da olsa vallâhi elini keserim” demiştir. İşte îman, âhiret bilinci, inancı ve korkusundan kaynaklanan ahlâk bunu yaptırır. İnsan-merkezli olan “etik” göz-ardı edebilirken, ilâhi-merkezli olan ahlâk zinhar göz-ardı edemez. 

 

Allah’tan-din’den-îmandan bağımsız olarak ahlâkî şahsiyet ve davranış bir noktaya kadar mümkün olsa bile, şu kesindir ki, Allah’tan-din’den-îmandan bağımsız bir ahlâkî sistemin olması mümkün değildir. Bir ahlâkî sistem ancak, Allah, din ve îmandan kaynaklanırsa ve o merkezde olursa “sistemli” hâle gelebilir ve toplumun yada ülkenin tamâmını kapsar ve kuşatır.

 

İslâm’a göre iyi insan olma durumu ancak İslâm ile korunabilir ki bu da, “iyiliğin İslâm ile tamamlanması” anlamına gelir. Zâten İslâm’a göre iyilik “pasif” olduğunda “iyilik” olarak kabûl edilmez de Allah iyi insanları aktif iyiliğe yöneltir. Allah’ın niçin peygamber olarak kendisini seçtiğini ve kendisine nenden peygamberlik verdiğini sorgulayan Peygamberimiz’e inen vahiyde şöyle denir: “Çünkü gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem 4). Lâkin üstün bir ahlâka sâhip olması Allah için yeterli görülmemiş ve bu ahlâkın amel-eylem olarak hayâta etki etmesi için ona: Gerçekten senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız” (Müzzemmil 5) diyerek o’na vahyetmeye başlamıştır. Bu işin raconu budur.  

 

Kur’ân’a göre iyi insan ve iyi müslüman olmak, îman, ibâdet ve ahlâk ile olur. Îmandan önce de insanda ahlâk olabilir ama hayâta etki etmediğinde o ahlâk eksik kalacağı için, İslâm ile zirveleşip tamamlanmalıdır. Zâten bu nedenle İslâm’a göre “iyi insan” ve “iyi müslüman” aynı şeydir. İnsan ancak “iyi bir insan” ise “iyi bir müslüman” olabileceği gibi, ancak “iyi bir müslüman” ise gerçek anlamda “iyi bir insan” olabilir. Kur’ân iyi insan ve iyi müslüman ayırımı yapmaz. Buna göre, ya iyi bir insan ve dolayısıyla iyi bir müslümansınızdır, yada kötü bir insan ve dolayısıyla kötü bir müslümansınızdır. Ne insanlıksızlıkla “iyi bir müslüman” olunabilir ne de İslâmsızlıkla “iyi bir insan” olunabilir. İkisinin birinin yokluğu durumunda ikisi de yozlaşır ve zayıflar.

 

Bu-bağlamda İslâm’a-Kur’ân’a göre iyi insan dolayısıyla da iyi müslümanın bâzı özellikleri özet olarak şöyledir:

 

Leyl

 

18- Onlar, malını vererek temizlenip-arınır.

19- Onlar bunu, kimseden bir minnet beklemek için yapmazlar.

20- Ancak yüce Rabbinin rızâsını aramak için verirler.

 

Necm

 

3- O(nlar), hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz(lar).

 

32- Ki onlar, ufak-tefek günahlar dışında, günahın büyük olanından ve çirkin utanmazlıklardan kaçınırlar.

 

İnsân (Dehr)

 

7- Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar.

8- Ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.

 

17- Onlar îman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhâmeti birbirlerine tavsiye edenlerdendir.

18- İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashâb-ı Meymene yâni harbî müslümanlardır).

 

Furkân

 

63- O Rahmân (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak-gönüllü olarak yürürler ve câhiller kendileriyle muhâtap oldukları zaman ‘selam’ deyip geçerler.

64- Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyâma durarak gecelerler.

67- Onlar, harcadıkları zaman, ne isrâf ederler, ne kısarlar; (harcamaları) ikisi arasında orta bir yoldur.

68- Ve onlar, Allah ile berâber başka bir ilaha tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Kim bunları yaparsa ‘ağır bir cezâ ile’ karşılaşır.

 

72- Ki onlar, yalan şâhidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir.

73- Onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.

74- Ve onlar: ‘Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, göz-aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takvâ-sâhiplerine önder kıl’ diyenlerdir.

 

Meâric

 

23- Ki onlar, namazlarında süreklidirler.

24- Ve onların mallarında belirli bir hak vardır:

25- Yoksul ve yoksun olan(lar)için.

26- Onlar, din-gününü tasdik etmektedirler.

27- Rablerinin azâbına karşı (dâimî) bir korku duymaktadırlar.

29- Ve onlar, ırzlarını (ferç) korurlar;

32- (Bir de) onlar, kendilerine verilen emânete ve verdikleri ahde (harfiyyen) riâyet edenlerdir.

33- Şâhidliklerinde dosdoğru davrananlardır.

34- Namazlarını (titizlikle) koruyanlardır.

35- İşte onlar, cennetler içinde ağırlananlardır.

 

Neml

 

3- Ki onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve onlar, âhirete kesin bilgiyle îman ederler.

 

A’raf

 

201- Onlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilirler.

 

Secde

 

16- Onların yanları (gece-namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla duâ ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.

 

Ra’d

 

20- Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (mîsâkı) bozmazlar.

21- Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar.

22- Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infâk ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyânın güzel) sonucu (âhiret mutluluğu) onlar içindir.

 

Kasas

 

55- Boş ve yararsız sözü işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: ‘Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz câhilleri benimsemeyiz’ derler.

 

Nâhl

 

42- Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.

 

Lokman

 

4- Onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Ve onlar kesin bir bilgiyle âhirete inanırlar.

 

Zümer

 

18- Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidâyete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl-sâhipleridir.

 

Enbiyâ

 

49- Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O’nu görmedikleri hâlde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyâmet saatinden içleri titremekte olanlardır.

 

Mü’minûn

 

1- Onlar gerçekten felah bulmuş olanlardır.

2- Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır;

3- Onlar, tümüyle boş şeylerden yüz çevirenlerdir;

4- Onlar, zekata ilişkin (söz ve görevlerini mutlakâ) yerine getirenlerdir;

5- Ve onlar ırzlarını (iffetlerini) koruyanlardır;

8- (Yine) onlar, emânetlerine ve ahidlerine riâyet edenlerdir.

9- Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır.

 

Fussilet

 

33- Onlar, Allah’a çağıran, sâlih amelde bulunan ve: ‘Gerçekten ben müslümanlardanım’ diyenlerdir.

 

Şûrâ

 

37- Onlar büyük günahlardan ve çirkin -utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazablandıkları zaman bağışlayanlar,

38- Yine onlar, Rablerine icâbet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şûrâ ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk edenler,

39- Ve haklarına tecâvüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.

 

Hacc

 

35- Onlar ki, Allah anıldığı zaman kâlpleri ürperir; kendilerine isâbet eden musîbetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infâk edenlerdir.

 

41- Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar-sâhibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a âittir.

 

Bakara

 

3- Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.

4- Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere îman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

 

46- Onlar, şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve (yine) şüphesiz, O’na döneceklerini bilirler.

 

156- Onlara bir musîbet isâbet ettiğinde, derler ki: ‘Biz Allah’a âit (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz’.

 

274- Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infâk ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.

 

Enfâl

 

2- Onlar ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O’nun âyetleri okunduğunda îmanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.

3- Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.

4- İşte gerçek mü’minler (harbî müslümanlar) bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.

 

Nûr

 

62- Onlar o kimselerdir ki, Allah’a ve Resûlü’ne îman edenler, onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, ondan izin alıncaya kadar bırakıp-gitmeyenlerdir.

 

Âl-i İmran

 

16- Onlar: ‘Rabbimiz şüphesiz biz îman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azâbından koru’ diyenler.

17- Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infâk edenler ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenlerdir.

 

114- Onlar, Allah’a ve âhiret gününe îman eder, ma’ruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar sâlih olanlardandır.

 

134- Onlar, bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.

135- Ve çirkin bir hayâsızlık işledikleri yada nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir?. Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile-bile ısrâr etmeyenlerdir.

 

191- Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azâbından koru.

192- Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu hor ve aşağılık kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.

193- ‘Rabbimiz, biz: ‘Rabbinize îman edin’ diye îmâna çağrıda bulunan çağırıcıyı işittik, hemen îman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.

194- Rabbimiz, elçilerine vâdettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi hor ve aşağılık kılma. Şüphesiz Sen, vaâdine muhalefet etmeyensin’ diyenlerdir.

 

Ahzâb

 

22- Onlar (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vâdettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir’. Ve (bu,) yalnızca onların îmanlarını ve teslîmiyetlerini arttırır.

 

39- Ki onlar (o peygamberler) Allah’ın risâletini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır.

 

Mâide

 

83- Onların, Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: ‘Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şâhidlerle birlikte yaz’.

 

Tevbe

 

20- Îman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.

 

“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” (Buhârî, Mağâzî, 35) diyen Peygamberimiz “iyi insan” ve “iyi mü’min-müslim-müslüman” olmak noktasında bizim için “en güzel örneklik”tir ki Allah bu örnekliği tâkip etmemizi emretmektedir:

 

“And olsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek (Sünnet) vardır” (Ahzâb 21).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder