“Sana
indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri
görmedin mi?. Bunlar, tâğutun önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu
reddetmekle emr-olunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak
ister” (Nîsâ 60).
Hiç kıvırmaya gerek yok. İslâm elbette;
kâlplere-vicdanlara-zihinlere-ülkeye-devlete-dünyâya-hayâta hâkim olmak isteyen
bir din’dir. Bu yüzden de işe “mevcut sisteme muhâlif olmak”la başlar. Çünkü
Allah’ın tüm kâinatta câri olan “İlâhî sistemi”nin karşısında, -imtihanın bir
sonucu olarak- “insânî sistemler” bulunur ki, bu iki sistem bambaşka iki
sistemdir ve üçüncü bir sistem de yoktur. Bir şey ya Allah’a yada insana
dayanır. İşte bu nedenle hem indirilen tüm vahiyler hem de gönderilen tüm
peygamberler, zamanlarındaki beşer-merkezli mevcut sisteme muhâlif olmuşlardır.
Bu nedenle “ben de müslümanım, müslimim, mü’minim” diyenler de sisteme muhâlif
olmak zorundadırlar. Beşerî-seküler sisteme muhâlif olmak hem farz hem de
Sünnet’tir.
Fakat denilirse ki, “sistem bizi her yerden
ve her yönden ağır bir kuşatmayla kuşatmış durumdadır, bu durumda nefes bile
alamazken sisteme muhâlif olmak nasıl olacak?”. Bilindiği gibi İslâm’da bir
kötülüğü el ile, olmazsa dil ile düzeltmek vardır ama o da olmazsa o zaman kâlp
ile buğz edilmeli yâni o “kötülüğe düşmanca davranmak ve kin beslemek” gerekir.
İşte aynen bunun gibi, eğer sisteme çeşitli nedenlerle el ve dil ile muhâlif
olunamıyorsa, o zaman sisteme “zihnen” yâni kâlben muhâlif olunacaktır.
Sisteme zihnen muhâlif olmak ne demektir ve
nasıl olur?. Seküler sisteme karşı mücâdele edecek güç ve araçlara sâhip
olmayanlar, zihnen ve kâlben dik durmanın imtihanını vermelidirler. Bu ise hem
anti-modernist bir zihin ile eleştirel okumalar yapmak, ilmi çoğaltmak, hem de
modern-seküler sistemin ürünlerinden ve yaşam-tarzından olabildiğince uzak
durarak yapılabilir.
Tabi bu iş büyük vazgeçişler gerektirir ama
Kur’ân ile yoğrulan ve Peygamber örnekliğini unutmayanlar için bu çok da sorun
olmaz. Zâten yoğun Kur’ân okumaları, ibâdetler ve eleştirel dik duruşlarla yâni
zihnî ve olabildiği kadar amelî anlamında muhâlif kalmak sizde kısa zaman sonra
meleke hâline gelecek ve yer edecektir. Böylece artık modern sisteme her alanda
karşı olmaya başlayacaksınız ve zihniniz sisteme karşı her alanda isyankâr bir
muhalif hâline gelecektir. Çünkü sistem Kur’ân ve Sünnet bilinci ile
yoğrulduğunuzda sistemin hem lânet bir pislik olduğunu, hem de beşerî sistemin
tek alternatif olmadığını çok net olarak göreceksiniz. Bu görüş sizin için
apaçık hâle gelince seküler-beşerî sistemin, ilâhî sistemin yerine bir
sapkınlık olarak ikâme edilmiş şirk,
küfür, nifak, adâletsizlik, eşitsizlik, ahlâksızlık ve zulüm sistemi olduğu
açıklık kazanacaktır. Bu da sizi en azından zihnen sistemin muhâlifi
yapacaktır.
Bir zaman sonra iş öyle bir yere gelecektir
ki, artık sistemin tüm düşüncesinden ve üretiminden nefret edecek, aslında
İslâmî ve ilâhî bir alternatifin olduğunu ve ilâhî sistemin çok daha üstün
olduğunu anlayacak ve anlatacaksınız. Sisteme karşı fiîli olarak mücâdele
edemediğiniz hâlde, zihnen, sistemin ne kadar çürük olduğunu çok iyi fark
ettiğiniz için onunla zihnî anlamda çok-çok yoğun bir şekilde çatışacaksınız.
Bunun için çok çaba harcamayacaksınız. Çünkü sisteme muhâlif olmanın bizzat
kendisi bile size bir-çok argüman üretecektir. Sisteme zihnen ne kadar muhâlif
olursanız, argümanlarınız da o kadar çoğalacaktır. Zâten Kur’ân-merkezli bir
muhâlefette Allah yolunuzu açacak ve size yardım edecektir.
Tabi sisteme zihnen muhâlif olduktan sonra
fiîlen de muhâlif olmak gerekir ama sünnetullah gereğince bunun için şartların
bir nebze de olsa uygun olması gerekir. Çünkü İslâm beşerî sisteme sâdece
zihnen muhâlif olmakla yetinmez. Zihinlerin ve kâlplerin inşâsı, Kur’ân ile
başlayıp eylemlerle tamamlanmadıkça, müslümanlık da tamamlanmış olmayacağı için
sisteme zihnen muhâlif olmak, “fiîliyata dönük muhâlifliği” içinde
barındırmalıdır. Zâten ancak böyle olursa zihnî muhâlefet sizi dik ve diri
tutabilir. Yoksa belli bir süre sonra bir bıkkınlık ve yorgunluk gelir de gevşeyip
savrulur gidersiniz ve sonunda da sisteme uymaya ve onu övmeye başlarsınız.
Müslümanlar, Kur’ân’ın sosyâl ve siyâsal bir
boyutu yokmuş gibi davranıyorlar ve Kur’ân’ı zihinlere hapsediyorlar. Zihinlere
hapsettikleri Kur’ân onları beşerî sisteme muhâlif kılmıyor da sâdece, ilmi
alanda -hiç-bir yaraya merhem olmayan- yatay seyirler yaptırıyor.
Nefsten, tâğuttan, seküler-liberâl-kapitâlist
sistemden zihnen ve kâlben kurtulup özgürleşmedikçe Allah’a hakkıyla kul
olunamaz. Modern müslümanların sorunu budur. Sistemin içinde sistemin
destekçisi olarak kalmanın hiç-bir yararının olmayacağını-olmadığını bugün bize
çok-çok net bir şekilde Gazze göstermiştir. Sisteme muhâlif olmayanlar hattâ
bunu hiç düşünmeyenler, Gazze hakkında ne yapılmasıyla ilgili bir fikir bile
üretemiyorlar da işi Allah’a bırakıyorlar. Oysa uzun zamandır Kur’ân ile hemhâl
olan müslümanlar sisteme zihnen muhâlif olsalardı iş “sisteme fiîli muhâlefet”e
de dönüşebilirdi. Fakat gelin görün ki müslümanlarda çok yoğun bir laçkalaşma
bulunmaktadır. Çünkü sistemin hiç-bir şeyine muhâlefet etmemektedirler.
Kur’ân’ın bir zihniyeti var. Kişi, hayâtında
o zihniyet ile düşünüp, edip-eyleyen biri değilse Kur’ân’ı idrâk edemez ve “mushaf
incelemeleri”nden öte bir-şey yapmış olmaz. Bu da onda sisteme karşı zihnen de
olsa bir muhâlefet oluşturmaz. Sonunda ise bu kişi -günümüzde bir çok kişide görüldüğü
gibi- gevşeğin ve yavşağın biri olup çıkar.
Tabi Kur’ân’ın zihne inmesi yetmez, yüreğe de
inmeli ki “yürekli nesiller” ortaya çıksın da zihnî muhâlefet, fiîlî muhâlefete
dönsün.
İnsanların zihnî değişimi, “duymak
istedikleri”nden farklı şeyler duymalarıyla gerçekleşir. Bu ise zihinlerin
özgürleşmesini ve gürleşmesini, nefislerin ise dizginlenmesini sağlar. İnsanın
özgürleşmesi, rûhunun-zihninin özgürleşmesi değilse, “nefsinin özgürleşmesi ve
azgınlaşması” olur.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder