30 Haziran 2024 Pazar

Şeriat Nedir?

 

“Sonra seni bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin hevâ(istek ve tutku)larına uyma” (Câsiye 18).

 

Şeriat: “Bir yöne doğru açılarak uzayıp gitmek, açık olmak, açık hâle getirmek”. “Şer” kökünden türeyen şerîat (çoğulu şerâi’) ve şir’at kelimeleri “insanların yada hayvanların su içtiği, açıkta olan ve kesilmeyen akarsu; bu suya giden yollar” mânâlarına gelir.

 

Şeriat, (çoğulu “şerâyi”), Arapça şerea' kökünden bir sözcük olup “yol, mezhep, metot, âdet, insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol” anlamına gelir ve “hüküm koymak” mânâsında kullanılır. Arapça “şr” kökünden gelen şarī’a(t) “hukuki ilkeler sistemi, hukuksallık” sözcüğünden alıntıdır.

 

Sözlük ve etimolojik anlamları için bu anlamlar verilse de bunlar şeriatın dar anlamlarıdır. Şeriatın en genel anlamı şöyle yapılmalıdır..

 

Allah’ın “ol” demesiyle oluveren ve döngüye-dönmeye başlayan kâinât, müthiş bir düzene, nizâma ve intizâma sâhiptir: Öyle ki bu döngü Allah’tan başkasının tam olarak idrâk edemeyeceği ve hesaplayamayacağı oranda kusursuz bir döngü ve harekettir. Allah bu nedenle hiç şaşmadan dönen göğe yemin etmiş ve şöyle demiştir: “Dönüp duran göğe andolsun” (Târık 11).

 

İşte dönüp duran bu gök, “sünnetullah” denen Allah’ın kânunları ve yasalarına mutlak ve kesin anlamda uyduğu için kusursuz ve şaşmaz döngüsünü sürdürebilmektedir. Sünnetullah “Allah’ın şaşamaz-sapmaz-yanılmaz yasaları ve kânunları” demektir ki “Allah’ın tüm kâinat çapındaki şeriatı” demektir. Sünnetullah “şeriat” demektir. İşte bu şeriata tüm kâinatta bir tek, şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôlünde ve yönlendirmesinde olan, cüz-i irâdeye ve belli bir serbestliğe sâhip olan insan uymamaktadır. Yâni şu koca kâinatta şeriata uymayan tek varlık “insan” dır. Fakat o da şeriata ancak belli ölçülerde uymamaktadır. Çünkü insan, kendi bedeni üzerinde bir dereceden sonra serbest ve özgür değildir ve “zorunlu şeriat”a tâbidir. .

 

Galaksiler, yıldızlar, gezegenler, Güneş, Ay, Dünyâ, dağlar, taşlar, denizler, göller, bitki örtüsü, ağaçlar, hayvanlar vs. her-şey Allah’ın şeriatına mutlak anlamda uyarken, insan ise mutlak anlamda uymamaktadır. Zâten tüm filim de bu yüzden dönmektedir. Çünkü imtihan denen şey bunun üzerine kuruludur ve Allah Dünyâ’da ve âhirette  insanları, “Allah’ın şeriatına ne ölçüde uyduklarına göre” değerlendirecektir.

 

Kâinatta şeriata yâni Allah’ın koyduğu yasa ve kânunlara uymayan varlık yoktur ve şeriata sâdece insan uymamaktadır. Fakat o da şeriata uymamayı kısmen yapabilir. Çünkü insanlar da, “mecbûren uyması gereken şeriata” uymak zorundadır. Peki insan şeriata hangi alanda uymamaktadır?. Cüz-î irâde ve seçme özgürlüğüne sâhip olduğu için, şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisiyle; sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, ticârî, hukûkî, kânûnî, askeri, siyâsi vs. alanlarda insanlar şeriata uymamaktadır. İnsan, insanlar-arası ilişkilerde Allah’ın şeriatına değil, şeytan ve nefsin etkisiyle beşer ve insan-merkezli şeriata uymaktadır. Zâten tüm sorun da bu nedenle çıkmaktadır. Zîrâ insan-aklı ve zihni sınırlı bir çapa ve yeteneğe sâhip olduğu için yeterli oranda düşünememekte ve tedbir alamamaktadır. Üstelik sürekli olarak şeytanın ve nefsin etkisi altında olduğu için eksik kalmakta ve yanlış yargılara ve kararlara varmakta, Allah’ın râzı olmayacağı yanlış uygulamalar yapmaktadır. Bu da bir türlü bir düzen tutturamamasına ve sürekli bir kaosun cârî olmasına neden olmaktadır.

 

İnsanın bu tutumu kendisine zarar verdikten başka Allah’ın zinhar râzı olmadığı bir tutumdur. Çünkü Allah hiç-bir alanda şirki kabûl etmez. Zîrâ Allah “göklerin mutlak ilahı” olduğu gibi “yerin de mutlak ilahı”dır ve bunun sekteye uğramasına rızâsı ve affı yoktur. İnsanın sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, ticârî, hukûkî, kânûnî, askeri, siyâsi vs. alanlarda insanlar şeriata uymaması, “tevhid” denen Allah’ın mutlak ilahlığına hâlel getirmekte, bu da sünnetullah ve şeriat gereğince insan için bir cezâ olmaktadır. İnsanın Dünyâ’da başına gelen tüm kötülükler, musîbetler ve zorluklar, bahsettiğimiz alanlarda insanların şeriata yâni Allah’a uymaması ve uymayı kabûl etmememsi, bunun yerine insan, akıl, madde, eşyâ-merkezli şeriatlara uymasıdır. Zîrâ insan şeriatsız yapamaz ve Allah’ın şeriatına uymadığında mutlaka -üçüncü bir seçenek olmadığı için- insanların ürettiği şeriatlardan birine uyumak zorunda kalır. Şeriata uymak insanın ve tüm varlığın kaderidir. Lâkin “şirk” denilen “affedilmez tek günah”, “Allah’ın şeriatından-dîninden-yasalarından-kânunlarından başka şeriatlara-dinlere-yasalara-kânunlara uymak” demektir ki insanın Dünyâ’daki hâl-i pür melâlinin nedeni işte budur. Üstelik insan, Allah’ın dîni ve şeriatına uymamaya devâm ettiğinde onu âhirette de acı bir azap beklemektedir.          

 

Demek ki neymiş?. Şeriat, “Allah’ın tüm kâinâtta ve insanlar arasında uygulanması için koyduğu yasalar ve kânunlar” demekmiş. Yoksa şeriat; mezheplerin, meşreplerin, târikatların, tasavvufun, cemaatlerin, grupların, hiziplerin, partilerin, kutupların, gavsların, evliyânın, kahramanların, lîderlerin, imamların, hoca-efendilerin, efendi hazretlerinin, ideologların, filozofların, bilim-adamlarının, çok bilmişlerin, klâsik, geleneksel  ve modernist ilâhiyatçıların, dincilerin, lâiklerin, sekülerlerin, demokratların, kapitâlistlerin, sosyâlistlerin, komünistlerin, liberâllerin, feministlerin, hayvan-severlerin, LGBT’nin, servet, siyâset, şöhret, şehvet sâhipleri olan tâğutların vs. uydurdukları zırvalıklar değildir. Çünkü şeriatı ancak, “Yaratan” yapabilir, yaratılan değil. Bu nedenle şeriat yapmak sâdece Allah’a mahsustur. Çünkü O tüm kâinâtı muhteşem bir düzende, nizamda, ve düzende yaratmıştır ve kâinât o muhteşem düzen ve nizâmını ancak şeriata mutlak anlamda uymasına borçludur, aksi-hâlde yıkılıp giderdi: 

 

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayâtı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; her-hangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 2-4).

 

“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı?. Biz, onu nasıl binâ ettik ve onu nasıl süsledik?. Onun hiç-bir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık?. Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) içten Allah’a yönelen her kul için hikmetle bakan bir iç göz ve bir zikirdir” (Kâf 6-8).

 

Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zevâl bulurlar diye (her-an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zevâl bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır” (Fâtır 41).

 

İşte şeriat demek bu demektir ki bu apaçık bir şeriattır. Buna rağmen insanlar yine de Allah’ın şeriatına uymuyorlar ve ona düşman olarak âciz insanların uydurdukları zırvalıklara “şeriat” diye sarılıyorlar. Üstelik Allah’ın şeriatına başkaldıranlar, tâğutların şeytan ve nefsin fısıldamaları sonucu ortaya koydukları şeriatlara yâni yasa ve kânunlara meftûn, râm ve hayrân oluyorlar ve bu şeriatları ölümüne savunuyorlar. Şeriat yasa ve kânun demektir. Peki Allah’ın yasa ve kânunlarına yâni şeriatına uymayanlar ve şeriatı ilkel, geri ve bağnaz gördükleri için sövüp-sayan yavşaklar, tâğutların kânun, yasa ve kurallarına laf edebiliyorlar mı?. Nerde!. Bırakın bir laf etmeyi ve eleştiri getirmeyi, olumsuz anlamda atıf bile yapamıyorlar. Peki neden?. Neden olacak; tâğutların şeriatlarına bir eleştiri yaptıklarında yada kötü bir laf ettiklerinde, analarından emdikleri sütün burunlarından fitil-fitil getirileceğini çok iyi biliyorlar da ondan. Çünkü hem tüm Dünyâ’da hem de ülkede câri olan ve yaptırım gücü bulunan şeriat, “tâğutların şeriatı”dır. Allah’ın şeriatına sövüp-sayan dandikler, eğer Allah’ın şeriatının câri ve hâkim olduğu bir İslâm Ülkesinde yaşıyor olsalardı, bırakın şeriatı kötülemeyi, şeriat kelimesini ağızlarına biler almaya cesâret edemezlerdi. Bunların Allah’ın şeriatına karşı küstahlıkları, hem genel anlamda tüm Dünyâ’da hem de yaşadıkları ülkelerde Allah’ın şeriatının câri olmaması ve geçerliliğinin bulunmamasıdır. Yoksa onların –kendilerini öyle gösterseler de- hakkı ve hakîkati savundukları ve buna adandıkları falan yoktur.

 

“Akla-mantığı uygun değil” diyerek (aslında moderne uygun değildir) Allah’ın şeriatına uymayanlar ve şeriatı kötüleyenler Allah’ın şeriatından ne kötülük görmüşler ve görüyorlar ki!. Allah’ın şeriatına göre işleyen tüm kâinatta ve döngüde bir sorun mu var?. Elbette yok. Çünkü hem Dünyâ-dışı hem de Dünyâ-içi kâinatta her-şey hiç şaşmadan döngüsünü kusursuzca sürdürmekte ve biz de hayâtiyetimizi bu kusursuz işleyişin yâni ilâhî şeriatın nîmetleriyle  sağlamaktayız. Asıl uymaktan kaçınılması, sövülüp-sayılması, küfredilmesi, aşağılanması ve yok edilmesi gereken şeriat yâni kânun ve kurallar, şeytan ve nefs-merkezli olan beşerî kânun ve yasalardır. Çünkü tüm zamanlarda olduğu gibi, Allah’ın şeriatından tamâmen vazgeçilen 20. yüzyılda, yaşanan 1. ve 2. Dünyâ Savaşları ve insanları perişân eden ölümler ve yıkımlar, Allah’ın değil, beşerin şeriatı nedeniyle çıkmış ve yaşanmıştır. Modern insanın başına gelen her-şey, vazgeçtiği Allah’ın şeriatı nedeniyle değil, tâğutların şerefsizce hırslarının ve çıkarlarına uygun olarak çıkardıkları şeriatlar nedeniyle gelmiştir. Tüm insanlık-târihi boyunca insanın başına gelen tüm kötülükler, zorluklar ve musîbetler, Allah’ın şeriatına uyulmadığı ve onun yerine insanların çıkardığı şeriatlara  uydukları için gelmiştir-gelmektedir.

 

Allah’ın -imtihan gereğince- tüm kâinat için koyduğu şeriat “sünnetullah” adı altında zâten tüm varlığı yarattığı ilk andan îtibâren câridir. İnsanların uymadığı sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, ticârî, hukûkî, kânûnî, askeri, siyâsi vs. alanlarda ise şeriatı ikâme etmek Allah’ın indirdiği vahiylerle ve Peygamberlerin vahiy-merkezli olarak yaptıkları uygulamalarla yâni Sünnet ile olmuştur-olmaktadır-olacaktır. İslâm’daki şeriat budur, İslâm Şeriatı budur. Bu şeriat vahyin kesildiği ve Peygamberimiz’in gözlerini hayâta kapadığı anda en güzel şekilde idrâk edilmiş ve uygulanmış olarak bitmiştir. İşte bizi bağlayan şeriat budur. Peygamberimiz’in gözlerini kapadığı andan îtibâren, İslâm ve şeriat adına düşünülen, fikredilen, söylenen, konuşulan, yazılan, yayılan ve uygulanan tüm her-şey ancak bir yorumdur ve zinhar bağlayıcı falan değildir. Bu yorumların içinde Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olanlar vardır elbette ve bunlar şeriatı idrâk etmek ve uygulamak için faydalı olabilir. Fakat bunların hiç-biri olmasaydı, meselâ Peygamberimiz hayâta gözlerini kapadığı anda kıyâmet kopmuş ve son saat gelmiş olsaydı bile, şeriat eksik kalmamış olurdu. Bu yüzden Peygamberimiz’den sonra Peygamberimiz’e ve İslâm’a isnât edilerek şeriat olarak belirlenenlere bakarak İslâm’ı eleştirmek ve kötülemek ancak İslâm düşmanlığı olur. Çünkü İslâm şeriatı, “Kur’ân ve Kur’ân-merkezli olarak Peygamberimiz tarafından ortaya konan İslâmî Hareket Metodu”dur, başkası değil.     

  

Vahyiyle bildirilen “şeriatı uygulamak” demek olan Sünnetten kopulunca, “zamânın telâkkileri” “şeriat” yerine “şeriatlar” ortaya çıkarırlar.

 

Tek meşrû olan şeriat yâni kânun, Şâri’nin koyduğu şeriattır. Şeriat koymak ancak Allah’a mahsustur. Çünkü Yaratıcı O’dur ve yarattığını en iyi O bilir. İslâm, bireysel alanda “akîde ve inanç”, toplumsal alanda ise “din ve şeriat”tır.

 

Bu dînin bir şeriatı (kânun) vardır ve peygamberler bu şeriatı “hayâta hâkim kılmak” için gönderilmişlerdir:

 

“Allah, dinden Nûh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) “Allah’ın dînini hayâta egemen kılın (ekîmûd dîn) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin” direktifini sizin için bir “hayat düsturu” olarak öngördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).

 

Hem tüm târih boyunca ortaya konan Allahsızlıklar hem de modernizm denen melânet, “dîne karşı din” yada, “şeriata karşı şeriat”tır.

 

Allah’ın şeriat tüm zamanlarda hafifletilmek ve kaldırılmak istenmiştir-istenmektedir. Zîrâ hem bedeli vardır hem de şerefsizlere oynayacakları alan bırakmaz. Bu-bağlamda Türkler müslüman olduktan sonra kânunlarını İslâm’a ve töreye göre “ikili hukuk” şeklinde icrâ etmişlerdir. Zamanla töre, İslâm hukûkunun yâni şeriatın önüne geçmiştir. İslâm ‘da mâruf örfün yeri vardır fakat merkezde şeriat olmak şartıyla. Oysa Osmanlı’da şeriatın geçerliliği olmasına ve şeriat dâirenin içinde olmasına rağmen şeriat merkezde değildi ve merkezde örf vardı. Fakat bilinsin ki, “şirk” budur. İslâm yetersiz bir din ve hukuk sistemi değildir ki “biraz ordan biraz da burdan” düşüncesini onaylasın ve bir şeyi kendisinin önüne geçirsin.

 

Tasavvufta şeriat hafifletmek istemiştir. Bu-bağlamda tasavvufta sıralama şöyle yapılır; şeriat-târikat-hakîkat-mârifet. Bu sıralamada şeriat en alta konarak geçici olduğu mesajı verilerek hafifletilmektedir.

 

Târih boyunca insanlar hep Allah’ın şeriatı yerine kendi şeriatlarını koymak istemişlerdir. Fakat bu durum “şirk” demek olduğu için Allah onlara şöyle bir karşılık vermiştir:

 

“Yoksa onların bir-takım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî ettiler (bir şeriat kıldılar)?. Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zâlimler için acı bir azap vardır” (Şûrâ 21).

 

İslâm şeriatı, kâinat çapında Sünnetullah ve insan çapında ise Kur’ân ve Sünnet’tir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder