1 Temmuz 2024 Pazartesi

İnsanın Bildikleri Mi?, Allah’ın Bildirdikleri Mi?

 

“Hani Rabbin, Meleklere: ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife vâr edeceğim’ demişti. Onlar da: ‘Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi vâr edeceksin?’ dediler. (Allah:) ‘Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim’ dedi. Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi. Dediler ki: ‘Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın’. (Allah:) ‘Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver’ dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince, dedi ki: ‘Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim’. Ve meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu. Ve dedik ki: ‘Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol-bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz’. Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: ‘Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır’ dedik. Derken Âdem, Rabbinden (bir-takım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabûl etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabûl edendir, esirgeyendir” (Bakara30-37).

 

Melekler hem Allah’ın bildirdiklerinden başkasını bilmedikleri hem de meleklerde nefs olmadığı için, kötü sonuçları olan kan dökme potansiyeli olan insanın yaratılması konusuna anlam veremiyorlar da; “biz Seni hakkıyla takdis ediyoruz ve Sana şükrediyoruz, kan dökecek birini niçin yaratacaksın?” diyorlar. Allah ise onlara; “ona, size öretmediğim şeyleri öğreteceğim” dedi ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti yada ona isimlendirme yeteneği verdi. Böylece Allah hem meleklere hem de Âdem’e hikmeti vermiş ve bildirmiş oluyordu.

 

Allah, isimlendirme yeteneği nedeniyle Âdem’i meleklere ve İblis’e üstün tutmuş olduğu için Âdem’e secde etmelerini isteyince, melekler secde ettiler ama İblis kendi bildiklerini Allah’ın bildirdiklerinden üstün görerek secde etmedi ve kâfirlerden olarak kovuldu ve “şeytan” oldu.

 

Allah Âdem ve Havvâ’yı cennete yerleştirdi ve “şu ağaç hâriç her-şeyi yiyebilirsiniz” diyerek emir ve yasaklarını onlara bildirdi. Fakat şeytan, Allah’ın bildirdikleri yerine kendi uyduruk ve temelsiz bilgisiyle Hz. Âdem ve Havvâ’yı kandırdı ve onların cennetten çıkmasına neden oldu. Şeytan bu görevini hâlen sürdürmektedir. Çünkü Allah’ın kendini kovması ve cezâlandırması netîcesinde bunu yapacağını söylemişti ve Allah da ona “imtihan gereğince- izin vermişti:

 

(Allah) Dedi ki: ‘Ey İblis, ellerimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi?. Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?’. Dedi ki: ‘Ben ondan daha hayırlıyım; sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’. (Allah) Dedi ki: ‘Öyleyse oradan (cennetten) çık, artık sen kovulmuş bulunuyorsun. Ve şüphesiz, din (kıyâmetteki hesap) gününe kadar benim lânetim senin üzerinedir’. Dedi ki: ‘Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı’. Dedi ki: ‘O hâlde, süre tanınanlardansın. Bilinen vaktin gününe kadar’. Dedi ki: Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlakâ kışkırtıp azdıracağım. Ancak onlardan, muhlîs olan kulların hâriç’.  (Allah) ‘İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim’ dedi” (Sâd 75-84).

 

Şeytan yaptığından pişmân olmadı ama Âdem pişmân oldu. Bu nedenle de Allah’tan kelimeler aldı ve o kelimelerle-*sözlerle Allah’a tevbe etti. Allah da onu affetti. Hz. Âdem tevbe etmek için bile yine Allah’ın bildirdiklerini kullanıyor. Şeytan her zaman, (aynen klâsik yada modern insan gibi) kendi saçma-temelsiz bilgisini kullanırken, Âdem ise hep Allah’ın bildirdiklerini kullanıyor. İşte bu durum daha sonra tüm târih boyunca yaşanan, “Allah’ın bildirdiklerine karşı şeytanın bildirdikleri yada insanın Allah’ı hesâba katmadan ürettiği bilgiler” savaşına dönüşmüştür. Demek ki bilgi ya “Allah’ın bildirdikleri”dir yada şeytanın ve nefsin etkisi ve sonucu olarak “insanın ürettiği ve bildikleri”dir. İşte tüm filim bunun üzerine dönmektedir.

 

“Âdem, Allah’ın bildirdiklerinden başkasını bilmeyen meleklerden üstündür” diyorlar. Âdem’in meleklere üstünlüğü bilgisiyle yada bilgi üretmesiyledir. Fakat bu bilgiye şeytan karıştığında iş değişir. Şeytan, Allah’ın bildirdiklerinden başkasını bilmeyen melekleri değil, isimlendirebilme yeteneği olan Âdem’i kandırmış ve ayartmıştı. Bunun üzerine Âdem’e de zâten Allah’tan aldığı sözlerle yâni Allah’ın bildirdikleriyle tevbe etmiş ve tevbesi kabûl edilmiştir. Kendi bilgisi Âdem’i tevbe ve sonunda da affedilmeye götürmemiştir.

 

Şeytan her dâim, “biz aklımızla doğruyu buluruz, kendi bilgimiz b ize yeter” diyenleri ayartıp kandırmaktadır.

 

Her-şeyi bilen Allah’ın bildirdikleri elbette kesin bilgidir, insanın ürettiği bilgiler yâni insanın bildikleri ise, insan yeterli çapa sâhip olmadığı ve dolayısıyla sınırlı olduğu için bilgisi de sınırlı ve dolayısıyla eksik ve yanlış olacaktır, böyle olmaya zorunludur. Demek ki bir yandan Allah’ın bildirdikleri varken diğer yanda ise insanın Allah’tan bağımsız olarak bildikleri vardır. Üçüncü bir şık yoktur. Üçüncü şık hak ile bâtılın karışması olarak “insanın bildikleri” sınıfına dâhil olacaktır.      

 

İnsanın bildikleri akla dayanır ve akıl ile sınırlıdır. Fakat akıl sınırlı olduğu için insanın bildikleri de sınırlı kalır. Vahiy ise, hakîkati “aklın ötesinde” idrâk etme bildirimidir. İnsan, Allah’ın bildirdikleri ile “insanın bildikleri”nden çok daha fazlasını, iyisini ve doğrusunu bilmiş olur. Çünkü en doğrusunu ancak Allah bilir ve bildir. İnsan ise en doğrusunu, Allah’ın bildirdikleriyle bilebilir. Allah’ı hesâba katmadan bilinenler ise mecbûren eksik ve yanlış olur. İnsan bilgisinin sürekli olarak güncellenmesinin nedeni budur. İnsanın bildikleri “en doğru” olmadığı için sürekli değişir durur. Allah’ın bildirdikleri ise sâbittir. Zîrâ Allah’ın bildirdikleri en doğrusudur.

 

Nesnel bilgi diye bir şey yoktur. Herkes inandığı şeyi bilir ve söyler. İnsanın en doğrusunu bilmesi,  “Allah’ın bildirdiği kadar idrâk etmesiyle” olur. Zâten insan için Allah’ın bildirdiklerinden fazla yada bildirdiklerine aykırı olan bilgi uzak olmayan vâdede ona zarar vermeye başlar. Günümüzde bilgi çok fazla arttı. Fakat modern insan bu bilgiyi yönetemediği için fitne ve ifsâd ortaya çıkıyor. Zîrâ “Allah’ın bildirdiği”nden başka-fazla bilgilere ulaşmaya çabalıyor. Bilemeyeceği ve değerlendirmeyeceği bilginin peşine düşen insan, insan, hayvanlara ve doğaya zarar verir hâle gelmiştir:

 

“O, iş-başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).

 

İnsan bir şeyleri gözlemler, okur, duyar, düşünür ve bilgi üretebilir. Ama bu bilgi ancak Allah’ın sözü olan vahye uygun olursa ve aykırı olmazsa doğru ve düzgün olur ve olumlu sonuç verir. Fakat şeytana, nefse ve tâğutlara göre olunca ise çok da uzun olmayan bir vâdede hem yanlış ve zırvalık olduğu açığa çıkar hem de zarar verici olur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder