8 Temmuz 2024 Pazartesi

Altta Kalanın Canı Çıksın

 

“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz?. Baksanıza: ‘Ey bizim Rabbimiz!, bizleri zâlim olan bu memleketten kurtar, bize bir yiğit, bir bahâdır gönder’ diye yalvarıp duruyorlar” (Nîsâ 75).

 

Bu âyet tâ Hz. Âdem’in oğullarında bêri en çok göz-adı edilen ve yok sayılan âyettir. Çünkü insan, imtihanın ve sünnetullahın bir durumu olarak şeytanın ve nefsin etkisine ve yönlendirmesine çok açıktır. Bu nedenle de kendisi iyi durumda ise başkasının kötü durumda olmasını ya hiç umursamaz yada umursasa bile “yapacak br şey yok” diyerek bir eylemde bulunma gereği duymaz. Aslında târih boyunca yaşanan adâletsizliklerin, eşitsizliklerin, haksızlıkların, ahlâksızlıkların, şirkin, küfrün ve zulmün nedeni budur. Çünkü kimse zayıf, güçsüz, ezilen ve altta kalan için bir şeyler yapmaz ve kendine dokunmadığı müddetçe harekete geçmez. Bu da her alanda “altta kalanın canının çıkmasına” neden olur.   

 

"Altta kalanın canı çıksın" ifadesi, “herkes başının çâresine baksın, gücü yetmeyen ne olursa-olsun”. Aslında bu söz, “en alttakinin canı çıksın” şeklindedir. Çünkü canı çıkanlar “en alttakiler”dir.

 

Sünnetullahın ve imtihanın bir sonucu olarak insanların bir kısmı akıllı-zekî, bir kısmı fizîken güçlü-kuvvetlidir, bir kısmının köşe-başını tutan bir dayısı yada adamı vardır, bir kısmı zâten zengin bir âilede Dünyâ’ya gelmiştir, bir kısmı desteklenmiştir ve belli bir yere gelmiştir, fakat bir kısmı ise yeterli akla-zekâya sâhip olmadığı gibi, fizîken güçlü-kuvvetli de değildir, ona yardım edecek ve yol gösterecek bir çevresi yoktur, gariban bir âilede doğmuştur ve bu yüzden de yeterli desteği görmemiştir.

 

Aslında bu bahsettiğimiz şeyler doğal-normâl durumda çok nâdir olan farklardır. Bu farklar daha çok modernizm ile birlikte ortaya çıkmıştır. Çünkü modernizm bir kışkırtma uygarlığıdır ve kim daha çok kışkırtılma yaşarsa o daha çok öne ve üste çıkar, kışkırtılmayanlar yada kışkırtılmak istemeyenler ise arkada ve altta kalırlar. Daha 100 yıl önce köy, kasaba ve kentlerde insanlar genelde aynı yada benzer bir yaşam-tarzı içinde olurlardı ve aralarında bâriz farklar olmazdı. Ortam buna çok da izin vermezdi. Zâten insanlar diğerlerinden  madden çok farklı olmayı ayıp ve günah sayarlardı. Üstelik dînî düşünce çoğa sâhip olanın az olanla paylaşmasını emrettiği için bir denge sağlanırdı. Böylece çok öne ve üste çıkan olmadığı gibi, çok arkada ve altta kalan da olmazdı. En azından ömür-boyu arkada ve altta kalmak görülmezdi. Çünkü ortam buna uygun değildi. Tabi tüm zamanlarda zâlimler ve şerefsizler bulunmuştur ve insanları kullanarak ve onların omuzlarına basarak üste çıkan ve altta kalanları ezenler bulunmuştur. Fakat modernizm ile birlikte artık herkes üste çıkmak istiyor ve bunun için de birilerinin omuzlarına basmaktan sakınmıyor ve onların ezilmesine aldırmıyor. Altta kalanın canının çıkmasını görmezden gelebiliyor.

 

Tüm bunlardan başka, artık bu durum normâl olarak görülmeye de başlandı. Herkes kendini bir-alttakinin ezilmesiyle tatmin ediyor. Meselâ günümüzde en bâriz örnek olarak, 2016 yılına kadar en düşük emekli maaşı asgarî ücretten daha yüksekken şimdilerde ise asgarî ücret yükseldi ve emekli maaşına göre arada fark oluştu. Asgarî ücretliler bunu normâl olarak görüyorlar. Mêmur maaşları ise kısa bir süre önce asgarî ücretten yaklaşık %50 kadar fazlayken şimdi ise iki azından fazlasına çıkabiliyor ve bu sefer de mêmurlar bunu normâl görüyor. Üst-düzey mêmurlar yâni doktor, hâkim, mühendis vs. ise, yakın zmana önce 4-5 kat yüksek maaş alırken şimdilerde on kat daha yüksek maaş alıyor ve hem emeklilerden, hem işçilerden hem de normâl mêmurlardan çok daha fazla olan maaşını “hak” görerek alıyor ve hattâ daha fazlasını istiyor. Böylece kendisi üste çıktıkça alttakiler eziliyor. Tabi bir de bürokratlar, milletvekilleri, bakanlar vs var. Bunlar da kendi gelirlerinin yüksekliğini normâl gördükleri gibi en altta canı çıkanların gelirlerini de şerefsizce normâl ve “olması gereken” olarak görüyor ve en üstteki yerlerinde, alttakinin ezilmesine aldırmadan keyif sürüyorlar. Bu durum altta kalanın canının çımasına ve ezilmesine neden oluyor. Bu fark piramidin en yükseğine kadar çıkıyor.    

 

Oysa İslâm’da piramit sistemi yoktur ve “saf sistemi” vardır. Saf sisteminde herkes imamın hemen arkasında aynı safta yada bir arkadaki saftadır. Fakat İslâm medeniyetinde câmiler uzun bir dikdörtgen şeklinde de yapılırdı ki “en öndeki saf uzasın gitsin de herkes aynı safta olsun” diye düşünürlerdi. Şimdi ise insanlar en ön safı kapma telâşına düşüyorlar. En ön safta namaz kılmanın sevâbı daha fazla falan değildir, bu sâdece önce gelenlerin doğal olarak ilk safa oturmaları durumudur. Meselâ İslâm ‘da Pazar-yerinde “yer edinmek” diye bir şey yoktur. Önce gelen boş olan istediği bir yere tezgahını kurar. Lâkin gelin görün ki modern insan bunu istemiyor ve insanlara tepeden bakmak için önde ve yüksekte olmak istiyorlar. Böylece madden ezdiği insanları psikolojik ve mânevî olarak ezmek yada onlara önden-tepeden bakmak istiyor. Bunu, yasaklandıkları hâlde,  müslüman olduğunu söyleyen câhil, bencil, münâfık ve şerefsiz insanlar da yapmaya başladılar. Muhâfazakâr demokrasi bunun önünü alabildiğine açmış olduğu için ortada başı-kapalı sakallı ama kibirli mi kibirli insanlar görüyorsunuz. Birilerinin zor durumda olması ve ezilmeleri bunların umurunda bile değildir. Çünkü kendileri üste bir yerlere çıkmıştır ve birileri de onları ezmektedir ama, alttakilere bakarak rahatlamaktadırlar. Tabi sonuçta alttakinin canı çımaya devâm etmektedir. 

 

İslâm’ın hâkim olmadığı yerde mutlakâ hayvâniyet geçerlidir ve orada gücü yeten gücü yetmeyeni ezmektedir. Çünkü alttakinin omuzlarına basarak yükseğe çıkmıştır. Meselâ ekonomik anlamda, mêmurlara verilen seyyânen zam, emeklilere hiç zam yapılmayarak ve emeklilerden kesilerek verilirken, KKM denilen “kur korumalı sistem”den fâiz alanların parası da yine emeklilerden ve asgarî ücretlilerden kesilerek verilmiştir. Böylece kademe-kademe altta kalanın canı çıkmaktadır ve en çok da en alttakinin canı çıkmaktadır. Bu duruma müslüman olsun-olmasın kimsenin sesi çıkmadıktan başka, asıl kötü olan şey ise, “bu durumun zâten normâl olduğunun ve olması gereken şeyin bu olması gerektiğinin” düşünülmesidir. Fakat şunu kesin olarak söyleyelim ki, böyle düşünülmesinin gerçek nedeni, ya cehâlet ya da şerefsizliktir.  

 

Bu konuda en çok suçlu olanlar, “aslında onlar da başkalarını omuzlarında taşımak zorunda olmalarına rağmen, piramidin altında değil de üstlerinde bir yerlerde oldukları, en alttakiler kadar ezilip canları çıkmadığı, üstelik alttakilere bakarak rahatlayıp şükrettikleri(!) için mevcut durumu normâl görenler”dir. Çünkü ne de olsa kendileri en altta değildirler.

 

Bu durumun nedeni “Allah’ın kaderi” değil, “insanların câhilliği, dinsizliği ve şerefsizliği”dir. Yoksa Allah mustaz’aflardan yâni ezilenlerden yanadır. Şu kesindir ki, gönderilen tüm peygamberler ve indirilen tüm vahiyler, piramit sistemini yok edip saf sistemini getirmek ve özellikle en alttakiler olmak üzere alttakileri ezilmekten kurtarmak içindir. Adâlet ve eşitlik budur. Lâkin mustaz’aflar dâhil insanlar câhillik, bencillik ve şerefsizlik nedeniyle bunu görememekte ve değiştirememektedir. Fakat unutulmasın ki Allah mustaz’afların pasifliklerini kabûl etmez ve baka bir seçenek kalmadığında “hicret” seçeneğini gösterir:

 

“Melekler, kendi nefislerine zulmedenlerin hayâtına son verecekleri zaman derler ki: ‘Nerde idiniz?’. Onlar: ‘Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar) idik’ derler. (Melekler de:) ‘Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?’ derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?. Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan mustaz’aflar olup hiç-bir çâreye güç yetiremeyenler ve bir yol (çıkış) bulamayanlar başka. Umulur ki Allah bunları affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır” (Nîsâ 97-99).

 

Altta kalanın canının çıkması sâdece ekonomik alanda değil, askerî ve siyâsî alanda da böyledir. Onca müslüman ülke birleşip de göt kadar İsrâil’e bir ses çıkaramadığı için Gazze’de insanlar ezildikçe ezilmektedirler. Neden?. Çünkü kendileri ezilmemekte, birileri onların da omuzlarına basıyor ve eziyor olsa da, en altta olmadıkları için en alttakinin durumunu anlayamıyor ve riske girmek istemiyorlar. Bunu, Allah’ı ve âhireti hesâba katmayanların yapması kendileri açısından normâl ve doğru olarak görülebilir ama müslümanların böyle bir hakkı yoktur. 

 

Yanlış kader inancı ve bencillik yüzünden bu durumu Allah’a ve kadere bağlayanlara karşı Kur’ân tam-aksine, adâletin ve eşitliğin sağlanması için, Allah’ın tüm nîmetleri herkesin eşit olarak faydalanabileceği şekilde yarattığını, rızıkta eşitliğin olduğunu, eşitleninceye kadar paylaşmayı söyler ve emreder:

 

“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).

 

 “Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).

 

“…Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: ihtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

 

“…Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele” (Tevbe 34).

 

“Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği servette cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır” (Âl-i İmran 180).

 

İşte bu apaçık âyetlere rağmen durum değişmiyorsa, yapılacak olan şey sert ve ağır da olabilen eleştiriler ve îtirazlar, sonunda da isyân olmalıdır. Bu isyân elbette alttakilerin yâni altta kaldığı için canı çıkanların yapacağı eleştiri, îtirâz ve isyân olacaktır. Çünkü gerçek isyân “alttakilerin yaptığı isyan”dır. Altta kalanın canının çıkmasını önlemenin başka da bir yolu yoktur.  

 

Hârûn’a câiz olmayan şey, Kârûn’a da câiz değildir vesselam.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder