“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve
o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz?. Baksanıza:
‘Ey bizim Rabbimiz!, bizleri zâlim olan bu memleketten kurtar, bize bir yiğit,
bir bahâdır gönder’ diye yalvarıp duruyorlar” (Nîsâ 75).
Bu âyet tâ Hz. Âdem’in oğullarında bêri en çok göz-adı edilen
ve yok sayılan âyettir. Çünkü insan, imtihanın ve sünnetullahın bir durumu
olarak şeytanın ve nefsin etkisine ve yönlendirmesine çok açıktır. Bu nedenle
de kendisi iyi durumda ise başkasının kötü durumda olmasını ya hiç umursamaz
yada umursasa bile “yapacak br şey yok” diyerek bir eylemde bulunma gereği
duymaz. Aslında târih boyunca yaşanan adâletsizliklerin, eşitsizliklerin,
haksızlıkların, ahlâksızlıkların, şirkin, küfrün ve zulmün nedeni budur. Çünkü
kimse zayıf, güçsüz, ezilen ve altta kalan için bir şeyler yapmaz ve kendine
dokunmadığı müddetçe harekete geçmez. Bu da her alanda “altta kalanın canının
çıkmasına” neden olur.
"Altta kalanın canı çıksın" ifadesi, “herkes
başının çâresine baksın, gücü yetmeyen ne olursa-olsun”. Aslında bu söz, “en
alttakinin canı çıksın” şeklindedir. Çünkü canı çıkanlar “en alttakiler”dir.
Sünnetullahın
ve imtihanın bir sonucu olarak insanların bir kısmı akıllı-zekî, bir kısmı fizîken
güçlü-kuvvetlidir, bir kısmının köşe-başını tutan bir dayısı yada adamı vardır,
bir kısmı zâten zengin bir âilede Dünyâ’ya gelmiştir, bir kısmı desteklenmiştir
ve belli bir yere gelmiştir, fakat bir kısmı ise yeterli akla-zekâya sâhip
olmadığı gibi, fizîken güçlü-kuvvetli de değildir, ona yardım edecek ve yol
gösterecek bir çevresi yoktur, gariban bir âilede doğmuştur ve bu yüzden de
yeterli desteği görmemiştir.
Aslında
bu bahsettiğimiz şeyler doğal-normâl durumda çok nâdir olan farklardır. Bu
farklar daha çok modernizm ile birlikte ortaya çıkmıştır. Çünkü modernizm bir
kışkırtma uygarlığıdır ve kim daha çok kışkırtılma yaşarsa o daha çok öne ve
üste çıkar, kışkırtılmayanlar yada kışkırtılmak istemeyenler ise arkada ve
altta kalırlar. Daha 100 yıl önce köy, kasaba ve kentlerde insanlar genelde
aynı yada benzer bir yaşam-tarzı içinde olurlardı ve aralarında bâriz farklar
olmazdı. Ortam buna çok da izin vermezdi. Zâten insanlar diğerlerinden madden çok farklı olmayı ayıp ve günah sayarlardı.
Üstelik dînî düşünce çoğa sâhip olanın az olanla paylaşmasını emrettiği için
bir denge sağlanırdı. Böylece çok öne ve üste çıkan olmadığı gibi, çok arkada ve
altta kalan da olmazdı. En azından ömür-boyu arkada ve altta kalmak görülmezdi.
Çünkü ortam buna uygun değildi. Tabi tüm zamanlarda zâlimler ve şerefsizler
bulunmuştur ve insanları kullanarak ve onların omuzlarına basarak üste çıkan ve
altta kalanları ezenler bulunmuştur. Fakat modernizm ile birlikte artık herkes
üste çıkmak istiyor ve bunun için de birilerinin omuzlarına basmaktan
sakınmıyor ve onların ezilmesine aldırmıyor. Altta kalanın canının çıkmasını
görmezden gelebiliyor.
Tüm
bunlardan başka, artık bu durum normâl olarak görülmeye de başlandı. Herkes
kendini bir-alttakinin ezilmesiyle tatmin ediyor. Meselâ günümüzde en bâriz
örnek olarak, 2016 yılına kadar en düşük emekli maaşı asgarî ücretten daha
yüksekken şimdilerde ise asgarî ücret yükseldi ve emekli maaşına göre arada
fark oluştu. Asgarî ücretliler bunu normâl olarak görüyorlar. Mêmur maaşları
ise kısa bir süre önce asgarî ücretten yaklaşık %50 kadar fazlayken şimdi ise
iki azından fazlasına çıkabiliyor ve bu sefer de mêmurlar bunu normâl görüyor.
Üst-düzey mêmurlar yâni doktor, hâkim, mühendis vs. ise, yakın zmana önce 4-5
kat yüksek maaş alırken şimdilerde on kat daha yüksek maaş alıyor ve hem
emeklilerden, hem işçilerden hem de normâl mêmurlardan çok daha fazla olan
maaşını “hak” görerek alıyor ve hattâ daha fazlasını istiyor. Böylece kendisi
üste çıktıkça alttakiler eziliyor. Tabi bir de bürokratlar, milletvekilleri,
bakanlar vs var. Bunlar da kendi gelirlerinin yüksekliğini normâl gördükleri
gibi en altta canı çıkanların gelirlerini de şerefsizce normâl ve “olması
gereken” olarak görüyor ve en üstteki yerlerinde, alttakinin ezilmesine aldırmadan
keyif sürüyorlar. Bu durum altta kalanın canının çımasına ve ezilmesine neden
oluyor. Bu fark piramidin en yükseğine kadar çıkıyor.
Oysa
İslâm’da piramit sistemi yoktur ve “saf sistemi” vardır. Saf sisteminde herkes imamın
hemen arkasında aynı safta yada bir arkadaki saftadır. Fakat İslâm medeniyetinde
câmiler uzun bir dikdörtgen şeklinde de yapılırdı ki “en öndeki saf uzasın
gitsin de herkes aynı safta olsun” diye düşünürlerdi. Şimdi ise insanlar en ön
safı kapma telâşına düşüyorlar. En ön safta namaz kılmanın sevâbı daha fazla
falan değildir, bu sâdece önce gelenlerin doğal olarak ilk safa oturmaları
durumudur. Meselâ İslâm ‘da Pazar-yerinde “yer edinmek” diye bir şey yoktur.
Önce gelen boş olan istediği bir yere tezgahını kurar. Lâkin gelin görün ki
modern insan bunu istemiyor ve insanlara tepeden bakmak için önde ve yüksekte
olmak istiyorlar. Böylece madden ezdiği insanları psikolojik ve mânevî olarak
ezmek yada onlara önden-tepeden bakmak istiyor. Bunu, yasaklandıkları
hâlde, müslüman olduğunu söyleyen câhil,
bencil, münâfık ve şerefsiz insanlar da yapmaya başladılar. Muhâfazakâr
demokrasi bunun önünü alabildiğine açmış olduğu için ortada başı-kapalı sakallı
ama kibirli mi kibirli insanlar görüyorsunuz. Birilerinin zor durumda olması ve
ezilmeleri bunların umurunda bile değildir. Çünkü kendileri üste bir yerlere
çıkmıştır ve birileri de onları ezmektedir ama, alttakilere bakarak
rahatlamaktadırlar. Tabi sonuçta alttakinin canı çımaya devâm etmektedir.
İslâm’ın
hâkim olmadığı yerde mutlakâ hayvâniyet geçerlidir ve orada gücü yeten gücü yetmeyeni
ezmektedir. Çünkü alttakinin omuzlarına basarak yükseğe çıkmıştır. Meselâ
ekonomik anlamda, mêmurlara verilen seyyânen zam, emeklilere hiç zam
yapılmayarak ve emeklilerden kesilerek verilirken, KKM denilen “kur korumalı
sistem”den fâiz alanların parası da yine emeklilerden ve asgarî ücretlilerden
kesilerek verilmiştir. Böylece kademe-kademe altta kalanın canı çıkmaktadır ve
en çok da en alttakinin canı çıkmaktadır. Bu duruma müslüman olsun-olmasın
kimsenin sesi çıkmadıktan başka, asıl kötü olan şey ise, “bu durumun zâten
normâl olduğunun ve olması gereken şeyin bu olması gerektiğinin”
düşünülmesidir. Fakat şunu kesin olarak söyleyelim ki, böyle düşünülmesinin
gerçek nedeni, ya cehâlet ya da şerefsizliktir.
Bu
konuda en çok suçlu olanlar, “aslında onlar da başkalarını omuzlarında taşımak
zorunda olmalarına rağmen, piramidin altında değil de üstlerinde bir yerlerde
oldukları, en alttakiler kadar ezilip canları çıkmadığı, üstelik alttakilere
bakarak rahatlayıp şükrettikleri(!) için mevcut durumu normâl görenler”dir. Çünkü
ne de olsa kendileri en altta değildirler.
Bu durumun nedeni “Allah’ın kaderi” değil,
“insanların câhilliği, dinsizliği ve şerefsizliği”dir. Yoksa Allah
mustaz’aflardan yâni ezilenlerden yanadır. Şu kesindir ki, gönderilen tüm peygamberler
ve indirilen tüm vahiyler, piramit sistemini yok edip saf sistemini getirmek ve
özellikle en alttakiler olmak üzere alttakileri ezilmekten kurtarmak içindir.
Adâlet ve eşitlik budur. Lâkin mustaz’aflar dâhil insanlar câhillik, bencillik
ve şerefsizlik nedeniyle bunu görememekte ve değiştirememektedir. Fakat unutulmasın
ki Allah mustaz’afların pasifliklerini kabûl etmez ve baka bir seçenek
kalmadığında “hicret” seçeneğini gösterir:
“Melekler,
kendi nefislerine zulmedenlerin hayâtına son verecekleri zaman derler ki:
‘Nerde idiniz?’. Onlar: ‘Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar)
idik’ derler. (Melekler de:) ‘Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil
miydi?’ derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?.
Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan mustaz’aflar olup hiç-bir çâreye
güç yetiremeyenler ve bir yol (çıkış) bulamayanlar başka. Umulur ki Allah
bunları affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır” (Nîsâ 97-99).
Altta kalanın canının çıkması sâdece ekonomik
alanda değil, askerî ve siyâsî alanda da böyledir. Onca müslüman ülke birleşip
de göt kadar İsrâil’e bir ses çıkaramadığı için Gazze’de insanlar ezildikçe
ezilmektedirler. Neden?. Çünkü kendileri ezilmemekte, birileri onların da
omuzlarına basıyor ve eziyor olsa da, en altta olmadıkları için en alttakinin
durumunu anlayamıyor ve riske girmek istemiyorlar. Bunu, Allah’ı ve âhireti
hesâba katmayanların yapması kendileri açısından normâl ve doğru olarak
görülebilir ama müslümanların böyle bir hakkı yoktur.
Yanlış kader inancı ve bencillik yüzünden bu
durumu Allah’a ve kadere bağlayanlara karşı Kur’ân tam-aksine, adâletin ve
eşitliğin sağlanması için, Allah’ın tüm nîmetleri herkesin eşit olarak
faydalanabileceği şekilde yarattığını, rızıkta eşitliğin olduğunu, eşitleninceye
kadar paylaşmayı söyler ve emreder:
“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar
vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere
oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar,
rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde
çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl
71).
“…Sana
neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: ihtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah,
size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
“…Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar...
Onlara acı bir azabı müjdele” (Tevbe 34).
“Allah'ın,
bol ihsanından kendilerine verdiği servette cimrilik edenler, bunun kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet
günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı
Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır” (Âl-i İmran 180).
İşte bu apaçık âyetlere rağmen durum
değişmiyorsa, yapılacak olan şey sert ve ağır da olabilen eleştiriler ve
îtirazlar, sonunda da isyân olmalıdır. Bu isyân elbette alttakilerin yâni altta
kaldığı için canı çıkanların yapacağı eleştiri, îtirâz ve isyân olacaktır.
Çünkü gerçek isyân “alttakilerin yaptığı isyan”dır. Altta kalanın canının
çıkmasını önlemenin başka da bir yolu yoktur.
Hârûn’a câiz olmayan şey,
Kârûn’a da câiz değildir vesselam.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder