“Yeryüzünde
böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca
erişebilirsin” (İnsan
37).
İnsanın tüm zamanlarda ve mekânlardaki
onulmaz hastalığından biri de “insanlara tepeden bakma” isteği ve çabasıdır. Bunu,
“yerlerin ve göklerin Rabbini bilmeyenler ve O’nu hayatlarının merkezine
alamayan çoğu insan yapar ve yapmak ister. Çünkü rûhen alçalmışlardır ve
rakımın en alçak noktasındadırlar. Zîrâ her-şeyi madde ile ölçmektedirler ve ne
kadar çok birikmiş ve yükselmiş olan maddenin üzerine çıkarlarsa kendilerini o
kadar rahat ve iyi hissetmektedirler. Fakat bu, rûhen ve kâlben alçalmışlığın
verdiği sıkıntıdan kurtulmak için âcil bir çıkış-yoludur sâdece. Üstelik bu,
şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisi ve yönlendirmesi nedeniyle böyle
olmaktadır. Yoksa insanın yılda bir-iki defâ bir dağ manzarası izlemesi yeterlidir.
İnsan târih boyunca Allahlık taslamaktan hiç
vazgeçmemiştir. Bu nedenle böyle insanlar yüksek kâşânelerde oturmak, insanlara
ve Dünyâ’ya tepeden bakacak yerlerde olmayı özler dururlar. Gökdelenlerde
oturup da her-şeyi tepeden izleme isteği, “Allah’lık taslamak kibri”dir. Ay’a
bile gidilme isteğinin ardında bu vardır: Herkese ve her-şeye tepeden bakmak.
Hâlbuki insana sürekli tepeden bakan bir varlık vardır: Allah.
Şeytan Hz. Âdem’den bêri insana tepeden bakar
ve ona karşı kibirlenip küstahlaşır. İnsanlara tepeden bakmak şeytanın
bulaştırdığı çok bulaşıcı bir hastalıktır. Bir insana ilk defâ tepeden bakan
varlık şeytandır. İnsanlara tepeden bakmak şeytanın sünnetidir. Hâlbuki
“muhteşem bir ahlâka sâhip” ve “âlemlere rahmet olan” Peygamberimiz insanlarla
hep aynı safta ve aynı sıradaydı. Hattâ bir keresinde uzak yollardan o’nunla konuşmaya
gelen bir heyet mescide girdiğinde, yerde yemek yiyen bir grup insan görünce ve
diğer insanlara göre ayrıcalıklı ve farklı bir insan göremedikleri için “hanginiz
Muhammed?” diye sormuşlardır. Çünkü İslâm devletinde peygamber dâhil hiç kimse
hiç kimseye tepeden bakamazdı ve üstünlük taslayamazdı.
Çok ilginçtir; insanlar, birilerinin
kendilerine tepeden bakmasından rahatsız olmazlar ve siyâset, servet, şöhret ve
şehvet sâhiplerinin kendilerine tepeden bakmaları gerektiğini düşünürler. Belki
de böylelikle, fırsat bulamadıkları için kendilerinin başkalarına yapamadıkları
şeyi başkalarının kendilerine yapmasını izleyerek kendilerini tatmin etmek
isterler. Ezik insanlar, kendilerine tepeden bakıp küçümseyen kişilere çok
çabuk boyun bükerler: “Böylelikle
Firavun kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar,
fâsık olan bir kavimdi” (Zuhrûf 54).
İslâm
‘da kimse kimseye tepeden bakamaz, küçük göremez. Çünkü İslâm’da üstünlük
mal-mülk ve çoklukla falan değil, takvâ üstünlüğüne göredir: “…Şüphesiz,
Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe
değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).
Ne diyordu
Hz. Lokman, oğluna:
“Hani Lukman
oğluna -öğüt vererek- demişti ki; Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk,
gerçekten büyük bir zulümdür” (Lokman 13).
“Ey
oğlum!; (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tânesi ağırlığında olsa da, (bu,)
ister bir kaya parçasından yada göklerde veyâ yer(in derinliklerinde) de
bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah lâtif olandır,
(her-şeyden) haberdardır. Ey oğlum!; namazı dosdoğru kıl, ma’rufu emret,
münkerden sakındır ve sana isâbet eden (musîbetler)e karşı sabret. Çünkü
bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. İnsanlara yanağını çevirip
(büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük
taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek
perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir” (Lokman 16-19).
Mal varlığının çokluğu nedeniyle insanlara
tepeden bakanlardan biri de Kârûn’dur. Fakat takvâya sarılmadığı için sonu kötü
bitti:
“Gerçek şu
ki, Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle
hazîneler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir
topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü
Allah şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah’ın sana verdiğiyle âhiret
yurdunu ara, Dünyâ’dan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsân
ettiği gibi, sen de ihsânda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah
bozgunculuk yapanları sevmez’. Dedi ki: ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla
bana verilmiştir’. Bilmez mi ki, gerçekten Allah, kendisinden önceki
nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından
daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi
günahları sorulmaz. Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına
çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârûn’a verilenin bir
benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine
ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve sâlih
amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası
kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik.
Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o,
kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler,
sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını
genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lutfetmiş
olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felâh
bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas
76-82).
Şu âyet de çok ilginç ve ibretliktir:
“Gerçekten
biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden
başları yukarı kalkıktır” (Yâsîn
8).
O gün
insanlardan bâzılarının boyunlarına demir halkalar geçirilecek ve boyunları
uzayacak ve neredeyse enselerine değecek kadar geriye doğru bükülmüş olacaktır.
Peki neden böyle bir cezâ verilecektir?.. Çünkü onlar, Dünyâ’da iken
kabara-kabara ve boyunlarını dikleştirerek, insanlara tepeden bakarak yürüyen
kibirli insanlardı. Allah onlara günahlarına çok uygun bir cezâ vermiştir.
Şimdi; târih boyunca insanlara tepeden
bakanların sonu hep böyle olmuşken, sen kimsin ki insanlara tepeden bakıyorsun
ve bakmak istiyorsun lan it oğlu it!.
İnsanlara tepeden bakanlar unutmasın ki,
sonları, onlara tepeden bakanların eşliğinde mezara girmek olacaktır. Çünkü
insanın kaderi, rakımın en düşük noktasından bile daha aşağı seviyede ve
alçakta bulunan mezara girmektir.
O-hâlde ey “ucundan-kıyısından” müslüman
olanlar!; “tepeden-tırnağa” müslüman olunuz ki Allah sizi hem Dünyâ’da hem de
âhirette gerçek anlamda yükseltsin.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder