1 Temmuz 2024 Pazartesi

İnsanlara Tepeden Bakmak

 

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca erişebilirsin” (İnsan 37).

 

İnsanın tüm zamanlarda ve mekânlardaki onulmaz hastalığından biri de “insanlara tepeden bakma” isteği ve çabasıdır. Bunu, “yerlerin ve göklerin Rabbini bilmeyenler ve O’nu hayatlarının merkezine alamayan çoğu insan yapar ve yapmak ister. Çünkü rûhen alçalmışlardır ve rakımın en alçak noktasındadırlar. Zîrâ her-şeyi madde ile ölçmektedirler ve ne kadar çok birikmiş ve yükselmiş olan maddenin üzerine çıkarlarsa kendilerini o kadar rahat ve iyi hissetmektedirler. Fakat bu, rûhen ve kâlben alçalmışlığın verdiği sıkıntıdan kurtulmak için âcil bir çıkış-yoludur sâdece. Üstelik bu, şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisi ve yönlendirmesi nedeniyle böyle olmaktadır. Yoksa insanın yılda bir-iki defâ bir dağ manzarası izlemesi yeterlidir. 

 

İnsan târih boyunca Allahlık taslamaktan hiç vazgeçmemiştir. Bu nedenle böyle insanlar yüksek kâşânelerde oturmak, insanlara ve Dünyâ’ya tepeden bakacak yerlerde olmayı özler dururlar. Gökdelenlerde oturup da her-şeyi tepeden izleme isteği, “Allah’lık taslamak kibri”dir. Ay’a bile gidilme isteğinin ardında bu vardır: Herkese ve her-şeye tepeden bakmak. Hâlbuki insana sürekli tepeden bakan bir varlık vardır: Allah.

 

Şeytan Hz. Âdem’den bêri insana tepeden bakar ve ona karşı kibirlenip küstahlaşır. İnsanlara tepeden bakmak şeytanın bulaştırdığı çok bulaşıcı bir hastalıktır. Bir insana ilk defâ tepeden bakan varlık şeytandır. İnsanlara tepeden bakmak şeytanın sünnetidir. Hâlbuki “muhteşem bir ahlâka sâhip” ve “âlemlere rahmet olan” Peygamberimiz insanlarla hep aynı safta ve aynı sıradaydı. Hattâ  bir keresinde uzak yollardan o’nunla konuşmaya gelen bir heyet mescide girdiğinde, yerde yemek yiyen bir grup insan görünce ve diğer insanlara göre ayrıcalıklı ve farklı bir insan göremedikleri için “hanginiz Muhammed?” diye sormuşlardır. Çünkü İslâm devletinde peygamber dâhil hiç kimse hiç kimseye tepeden bakamazdı ve üstünlük taslayamazdı.     

 

Çok ilginçtir; insanlar, birilerinin kendilerine tepeden bakmasından rahatsız olmazlar ve siyâset, servet, şöhret ve şehvet sâhiplerinin kendilerine tepeden bakmaları gerektiğini düşünürler. Belki de böylelikle, fırsat bulamadıkları için kendilerinin başkalarına yapamadıkları şeyi başkalarının kendilerine yapmasını izleyerek kendilerini tatmin etmek isterler. Ezik insanlar, kendilerine tepeden bakıp küçümseyen kişilere çok çabuk boyun bükerler: “Böylelikle Firavun kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fâsık olan bir kavimdi” (Zuhrûf 54).

 

İslâm ‘da kimse kimseye tepeden bakamaz, küçük göremez. Çünkü İslâm’da üstünlük mal-mülk ve çoklukla falan değil, takvâ üstünlüğüne göredir: “…Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).

 

Ne diyordu Hz. Lokman, oğluna:

 

“Hani Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür” (Lokman 13).

 

Ey oğlum!; (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tânesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından yada göklerde veyâ yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah lâtif olandır, (her-şeyden) haberdardır. Ey oğlum!; namazı dosdoğru kıl, ma’rufu emret, münkerden sakındır ve sana isâbet eden (musîbetler)e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir” (Lokman 16-19).

 

Mal varlığının çokluğu nedeniyle insanlara tepeden bakanlardan biri de Kârûn’dur. Fakat takvâya sarılmadığı için sonu kötü bitti:

 

“Gerçek şu ki, Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazîneler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: ‘Şımararak sevinme, çünkü Allah şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah’ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, Dünyâ’dan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de ihsânda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez’. Dedi ki: ‘Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir’. Bilmez mi ki, gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz. Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârûn’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın sevâbı, îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi.  Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lutfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkârcılar felâh bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas 76-82).

 

Şu âyet de çok ilginç ve ibretliktir:

 

“Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır” (Yâsîn 8).

 

O gün insanlardan bâzılarının boyunlarına demir halkalar geçirilecek ve boyunları uzayacak ve neredeyse enselerine değecek kadar geriye doğru bükülmüş olacaktır. Peki neden böyle bir cezâ verilecektir?.. Çünkü onlar, Dünyâ’da iken kabara-kabara ve boyunlarını dikleştirerek, insanlara tepeden bakarak yürüyen kibirli insanlardı. Allah onlara günahlarına çok uygun bir cezâ vermiştir.

 

Şimdi; târih boyunca insanlara tepeden bakanların sonu hep böyle olmuşken, sen kimsin ki insanlara tepeden bakıyorsun ve bakmak istiyorsun lan it oğlu it!.

 

İnsanlara tepeden bakanlar unutmasın ki, sonları, onlara tepeden bakanların eşliğinde mezara girmek olacaktır. Çünkü insanın kaderi, rakımın en düşük noktasından bile daha aşağı seviyede ve alçakta bulunan mezara girmektir.

 

O-hâlde ey “ucundan-kıyısından” müslüman olanlar!; “tepeden-tırnağa” müslüman olunuz ki Allah sizi hem Dünyâ’da hem de âhirette gerçek anlamda yükseltsin.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder