13 Temmuz 2024 Cumartesi

Kendini Tehlikeye Atmak

 

“Allah yolunda infâk edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever” (Bakara 195).

 

Tehlike: Arapça “hlk” kökünden gelen tahluka(t) “mahv, belâ, helâk olma” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça halaka “tükendi, helâk oldu” fiilinin taf’ula(t) vezninde masdarıdır.

 

İnsan ne yaparsa kendini tehlikeye atmış olur?. İnsan yemesine, içmesine, giyinmesine, hâl ve hareketlerine dikkat etmediğinde hasta olabilir ve zor bir süreç geçirme durumu ortaya çıkacağı için kendini tehlikeye atmış olur. Trafikte dikkat etmediğinde, araç kullanırken kurallara uymadığında kaza riskiyle karşılaşır ve kendini tehlikeye atmış olur. İlerisini düşünüp de ona göre hazırlık yapmadığında madden zor duruma düşer ve kendini tehlikeye atmış olur. Kavgaya-belâya karışarak kendini tehlikeye atmış olur. Kötü alışkanlıklar edinerek kendini tehlikeye atabilir. Tüm bunların sayısı arttırılabilir. Fakat tüm bunlar “gerçek tehlike” değildir. Baştaki âyette söylenmek istenen şey de bu konularla alâkalı değildir. Bu bahsedilenler dünyevî-insânî tehlikelerdir ve insanı bâzen tüm ömür-boyunca zor durumda bırakabilir. Bu nedenle insan bu tehlikelerden kendini uzak tutmalı ve korumalıdır ki Dünyâ’da sorunsuz yada en az sorunla yaşayıp gitsin.

 

Lâkin işin bir de başka bir yönü var. Âyetin bahsettiği ve insanın asıl dikkat etmesi gereken nokta, kişinin kendini ve âilesini, âhiretteki sorgu-suale, hesâba ve o tehlikeli duruma karşı hazır tutması ve asıl, âhiretteki zorluklara ve tehlikeye karşı Dünyâ’da iken kendini âhirette tehlikeye düşürecek şekilde yaşamaktan korumasıdır. İnsanın kendini Dünyâ’dayken tehlikeye atmaması önemlidir fakat asıl, âhirette kendini tehlikeye düşürecek şekilde yaşamaktan koruması gerekir. Çünkü ne de olsa Dünyâ geçici ve sınırlı bir imtihan yurdudur ve imtihanın olduğu yerde mutlakâ zorluklar ve tehlikeler olur. Fakat ebedî âlem olan âhirette tehlikeye düşerek “pişman olanlardan” ve “azâba uğrayanlardan” olmak ne büyük bir hüsrandır.

 

O-hâlde bizi âhirette tehlikeye düşürecek şekilde düşünmekten, konuşmaktan ve yaşamaktan vazgeçmeliyiz ve Allah’ın râzı olacağı bir yaşam-tarzına sâhip olmalıyız ki bu da ancak Kur’ân-merkezli bir yaşam-tarzıdır.

 

Peki insanları Kur’ân/İslâm-merkezli yaşamaktan alıkoyan nedir de insanlar Allah’ın râzı olacağı bir yaşam yerine, şeytanın, nefsin ve tâğutların istediği ve yönlendirdiği bir yaşam-tarzını tercih ederler?. Dünyevî yaşam-tarzında bir sorumluluk yoktur, alabildiğine serbestsinizdir ve ne kadar haz, zevk, neşe, eğlence ve konfor içindeyseniz o kadar iyi bir yaşam yaşadığınız kabûl edilir. Bu yaşam-tarzı eğlenceli ve kolay bir yaşam olduğu için insanlar Allah’ın râzı olduğu yaşam-tarzını değil de, şeytanın, nefsin ve tâğutların râzı ve memnun olduğu yaşam-tarzına yönelirler. Çünkü Allah’ın râzı olduğu yaşam-tarzı şeytanı, nefsi ve tâğutu sınırlar ve hattâ blôke eder. Üstelik düşüncede, konuşmada, yazmada ve yapıp-etmede ölçülü ve dikkatli olmak gerekir. Tabi bir de hiç aksatmadan yapılması gereken ibâdetler ve yükümlülükler vardır. Dolayısı ile İslâmî yaşam-tarzının zorlukları vardır. İşte insanlar bu zorluklarla karşılaşmamak için İslâmî yaşam-tarzına sırt çevirip dünyevî yaşam-tarzını seçerler. Bu yaşam-tarzında önemli olan, kişinin hastalıktan, kazâdan, belâdan ve parasızlıktan uzak kalması yâni tehlikelerden uzak kalmasıdır. Lâkin bu yaşam-tarzıyla insan, kendini âhirette çok büyük tehlikeye atmaktadır ve üstelik bunun bir telâfisi de yoktur. Şu kısacık dünyâ-hayâtı bir gün bitiverir ve kişi kendini âhirette buluverir. İşte o zaman gerçeği anlar ama bu anlamanın ona bir faydası olmaz. Çünkü o uyarıcıları dinlememiş ve kendine çeki-düzen vermemiştir:

 

Hayır; yer, parça-parça yıkılıp darmadağın olduğu, Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi-dizi durduğu zaman; O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?. Der ki: ‘Keşke hayâtım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim” (Fecr 21-24).

 

İslâm/Kur’ân-merkezli olan yaşam-tarzı, dünyevî yaşam-tarzını mutlakâ sınırlar ve hattâ bütünüyle değiştirir ve kişiyi bambaşka bir yaşam-tarzına yöneltir. Îman etmek bunu gerektirir. Çünkü insanın kendini tehlikeye atmamasının ve âhirette kurtarmasının başka bir yolu yoktur. Allah’ın “yap” dedikleri yapılacak ve “yapma” dedikleri yapılamayacak. İşte bu kadar!. Böyle olmadığında cennetlikler ile cehennemlikler arasında şöyle bir konuşma geçecektir:

 

“Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar. Suçlu-günahkârları; ‘sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?’. Onlar: ‘Biz namaz kılanlardan değildik’ dediler. ‘Yoksula yedirmezdik, (Bâtıla ve tutkulara) dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik. Din (hesap ve cezâ) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı’. Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?. Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler; aslandan korkup-kaçmışlar. Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister. Hayır; onlar şüphesiz âhiretten korkmuyorlar” (Müddesir 40-53).

 

Bâtıldan ayrılmanın ve hak-merkezli olmanın elbette bedelleri vardır. Âhirette kendimizi tehlikeden kurtarmak için Dünyâ’da bâzı tehlikeleri göze alabilmeliyiz Hattâ bâzen tüm malımızı ve canımızı bile ortaya koymamız  gerekebilir. Çünkü âhirette kendimizi tehlikeden kurtarmak için bu şarttır. Bu nedenle kırmızı ışıkta bile geçmekten ödü kopanlar ve dolayısıyla dünyevî bâzı tehlikeleri ve mahrûmiyetleri göze alamayanların kendini âhiretteki tehlikelerden kurtarmaları çok zor olur ki zâten çoğu-zaman da bu mümkün olmaz.

 

İnsan Dünyâ’da da âhirette iyilik istiyorsa kendini hem dünyevî hem de uhrevî tehlikelerden korumalıdır. Yalnızca dünyevî tehlikelerden uzak durmakla korunmuş olmazsınız. İnsanı hem Dünyâ’da hem de âhiretteki tehlikelerden birlikte koruyacak olan tek yaşam-tarzı İslâmî yaşam-tarzıdır. Böylece Dünyâ’dan helâl ve meşrû dâirede faydalanmak mümkün olur ve insan tehlikelerden olabildiğince uzak dururken, âhirette de “Allah’ın râzı olduklarından” olarak ebedî nîmet diyârı olan cennet ile sevinirsiniz. Aksi-hâlde tehlikelerle helâk olmak kaçınılmazdır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder